Chapter 1

1K 60 37
                                    

Bölüm 1: Harry Styles.

Bölüm şarkısı : Taylor Swift: Speak Now

___

Lise...

Bu tek sözcük insanda türlü türlü çağrışımlar yapabilir, onu heyecanlandırabilir ya da adını duymak bile hemen sıkılmasına sebep olabilirdi. Koskoca dört senenizi geçireceğiniz okul arkadaşları ise kimi için hoş birer hatıra iken, kimi için ise birer kabustan ibarettir. Benim için ise ne olacağını bilmiyorum ancak liseden önceki hayatımdan binlerce kat daha iyi olacağı belliydi.

Aslında ilk başta gerçekten de zorlanacağımı düşünüyor, korkuyordum. Eski kasabamız Reading'den New York'un sessiz sakin —New York'da böyle yerler zor bulunur — bir beldesine taşınmak elbette benim için çok zor olacaktı fakat hiçbir şey o eski kasabada yaşadıklarımızdan daha kötü olamazdı.

Ailem, yani merhum ailem demek istiyordum, ben ve ağabeyim küçükken bir kazaya kurban gittiler. Ailem öldükten sonra tüm kasaba halkı sevinmişti çünkü ailem kasabada sevilmiyordu. Her türlü pisliğin bulunabileceği bu kasabada, tek güzel şey ben ve ailemdik belki de. Yardımsever avukat aile, yani nam-ı diğer tüm kasabanın nefret ettiği o gözde aile.

Kurban gittikleri kazanın ne kadar ironik olduğunu ise Tanrı bilir. Koskoca malikane yanarken kimsenin söndürülmesinde yardım etmeyip, itfaiyenin bile zorunlu olarak yardım ettiği ve sonucunda sadece benim ve ağabeyimin kurtulduğu o acı kaza. O kazadan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı zaten. Bilakis, her şey daha da kötülemişti. Ailelerin vesvese verdiği çocuklar bizi dışlamış , yalnız bir yaşam sürmemize olanak sağlamıştı. Ardından verasetimiz büyükannem ve büyükbabama geçmiş, onlar bizi koruyup kollamışlardı.

Ne yazık ki artık onlar da yoktu.

Geçen ay ikisi de bir trafik kazasında yaşamlarını yitirmiş ve ardından bir mektup ile tüm miraslarını ben ve ağabeyime bıraktıklarını öğrenmiştik. Bu para ile de New York'a taşınmıştık. Bu bizim için yepyeni bir hayatın elçisi olmuştu. Liseye yepyeni bir yerde başlamış oldum. Ağabeyim de üniversiteye başladı ve aradan iki ay geçti.

Şimdi yalnız değildim en azından çünkü Abigail ve Michael vardı beni anlayabilecek.

Bugün diğerlerinin aynısı bir başka gününe hazırlanmıştım lisenin. Bir kot ve bir kazağın üstüne ceketimi almış, klasik sonbahar havasının tellalı olan sarı yapraklara basa basa ve sırtımda gitarım ile gidiyordum okula. Saatin daha erken olması işime geliyordu ki, bu yüzdendedir, normalde hızlı hızlı yürüyen ben yavaş yavaş adımlar atıyordum sanki havanın tadını çıkarmak istercesine.

Birdenbire telefonumdan yükselen zil sesi ile adımlarımı durdurdum ve elimi cebime atıp telefonumu çıkardım. Arayanın Abigail olduğunu gördüğümde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. Abigail asla beni bu saatte aramazdı.

"Alo, Abi?"

Nefes nefese kalmış olmalı ki, hattın diğer ucundan nefes sesleri geliyordu.

"Taylor! Neredesin sen?"

"Ehm...geliyorum işte okula."

"İlk ders bittikten sonra mı?"

"İyi de saat daha 08:40."

"Saat 09:40!"

"Bir saniye ne?!"

Bu nasıl olabilirdi? Herhangi bir ayar yapmamıştım bile saatim ile ilgili.

"Taylor, sen kış saatine geçtiğimizi biliyorsun değil mi?"

Aman Tanrım! Bunu nasıl unutabildim?

"Unutmuşum Abigail. Ben hemen geliyorum." Dedim ve normalde asla yapmayacağım şeyi yaptım, cevap vermesini beklemeden telefonu kapattım. Az önce yavaş olan adımlarımı hızlandırırken bugünün daha ne kadar kötü olabileceğini düşünüyordum.

Yaklaşık on dakika sonra okulun kapısı göründüğünde koşmaya başladım ve son anda kapıdan içeri girmeyi başardım. İlk dersin ne olduğuna çantamdan çıkardığım ders programından bakarken, hayat daha ne kadar şaka yapabilir bana diye düşünüyordum.

İlk ders spor salonundaydı.

Hızla soyunma odasına girdim ve anahtarım ile dolabımı açıp içinden kıyafetlerimi çıkardım. Üstümdeki kazağın yerine spor tişörtünü giyerken koçun çok kızmamış olmasını umuyordum. Aslında çok iyi voleybol oynamam sebebiyle bana arada bir müsamaha göstermişti.

Üzerimi değiştirdikten sonra dersin ortasında spor salonuna dalmanın hiç iyi bir fikir olmadığını acı bir tecrübe ile öğrendim.

Burnuma gelen basketbol topu ile çığlık atarken, burnumu tutmuş ve kırılmaması için dua ediyordum. Çünkü kesinlikle o basketbol topu çok ağırdı. Yanıma çöken birini hissettiğimde gözlerimi açtım ve o kişiye baktım.

Kıvırcık saçlarından ter damlayan —kesinlikle iğrenç—, askılı sporcu atletinden rahatça görünen dövmeli, yeşil gözlü biriyle karşılaştım. Demek istediğim gözleri...aman tanrım.

"Uhm, çok üzgünüm. Sen iyi misin?"

Dik dik ona bakmaya başladım sorduğu soru ile. Burnuma ağır bir top olan basketbol topu çarpıyor ve o bunu soruyor mu gerçekten?

"Oradan bakınca demir adama benzemiyorum değil mi?"

"Dilinin sivriliği ile sivri dilli adam olabilirsin. Gerçi kadınsın ama." Dedi muzipçe gülerken.

Gözlerimi devirirken mırıldandım. "Neyse ne...Daha dikkatli oyna şunu."

Yanımdan kalktı ve tahminimce kalmama yardımcı olsun diye elini uzattı. Elimi çekinerek uzattım ve elini tuttum. Sanırım ilk defa bir erkek ile böyle bir temas yaşamıştım...

" Harry Styles." İsmi tanıdık gelse de kurcalamadım, sonuçta aynı okuldayız ve eminim derslerimizden biri ortaktır.

"Taylor Swift."

Gülümsedi ve yanağında gamzesi oluştu. Yakışıklıydı, yukarıda Tanrı görüyordu. Yanından geçip giderken, bana yaşattığı gereksiz heyecanı görmezden gelmeye çalıştım.

Bu benim için hiç normal değildi.

Trouble Ψ Wildest Dreams //DÜZENLENİYORHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin