"Hemen arabaya bin."

"Sebep?" dedi dayanamayarak.

"Konuşmamız gerek."

"Benim sizinle konuşacak hiçbir şeyim yok."

"Eylül bin arabaya. İnsanlar bize bakıyor."

Bakışlarını etrafa çevirdiğinde gerçekten de kendilerine bakan insanları gördü. Ne yapacağını bilemez bir halde derin bir nefes aldı. O arabaya binmek istiyordu. Bunun farkındaydı. Onun ne söyleyeceğini çok merak ediyordu ama kırgın olan tarafına söz geçiremiyordu. Bu yaşına kadar hep duygularıyla yaşamıştı. Asla gerçekten istemediği bir şeyi yapmamıştı. Ya da bu doğru diye doğru olanın peşinden gitmemişti. Ne istediyse onu yapmıştı ve şimdi de onu yapacaktı. Barış'a kırgın ve kızgın olsa da onu dinlemek istiyordu.

"Eylül..." diyen adamın sesi fazlasıyla sabırsızdı. En sonunda kararını vermiş olmanın verdiği rahatlıkla arabaya bindi. Barış hiçbir şey söylemeden hemen arabayı çalıştırmıştı. Arabada nefes alış verişleri dışında tek bir ses bile yoktu. Bu sessizlik can sıkıcı olsa da ilk konuşan kişi Eylül olmamakta kararlıydı. Kırılan, üzülen oydu. Kıran, üzen ise Barış. Bu durumda ilk konuşması gereken kişide oydu.

Neredeyse on beş dakikayı geçmişti ama hala ikisi de konuşmamıştı. Üstelik bir türlü bir yerde de durmamışlardı. Eylül konuşmamak için kendisiyle büyük bir savaşın içerisine girmişti. Nereye gittiklerini merak ediyordu. Bunu sorması gerekti ama bir türlü konuşamıyordu.

Bir on dakika daha geçtikten sonra artık daha fazla dayanamadı. Çünkü caddeden çıkmışlardı. Etrafını villa tipi iki katlı evlerin çevirmiş olduğu bir yola sapmışlardı.

"Nereye gidiyoruz?"

"Sabret."

"Beni hemen geri götürün," dedi öfkeyle. Nereye gittiğini bilememek korkmasına sebep olmuştu. Tanımadığı bir adamla daha önce gelmediği bir yerdeydi. Kendini sakinleştirmeye çalıştı ama pek başarılı olamıyordu.

"Bir daha o kadar yolu dönemem. Hem geldik," diyen adam arabayı iki katlı bir evin önüne çekti. Ev gerçekten çok güzel görünüyordu. Fazla güzeldi. Az önceki korkusunun yanına bir de merak eklenmişti.

Barış'ın arabadan inmesi ile Eylül de indi. Onun yavaş adımlarla evin kapısına ilerleyişini izledi. Birkaç saniye sonra da kapı açılmıştı. Öylece arabanın yanında durup adama bakmaktan başka bir şey gelmiyordu elinden. Hem delicesine korkuyordu hem de burada ne işleri olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

"İçeri gel."

"Sebep?" diye sordu korkuyla. Onun bu tepkisi üzerine Barış'ın hafifçe gülümsediğini fark etti.

"Seni yiyeceğim."

"Ne?" diye kaşları çatılırken, titremesine engel olamıyordu. Bir anda kendini çok çıplak ve korunaksız hissetmişti.

"İçeri gel Eylül..." diyen Barış'ın sesi hiç olmadığı kadar sakin çıkmıştı. Kararsız kalmış bir halde etrafına baktığında kimsenin olmadığını fark etti. İstese de bu adamın elinden kurtulamazdı. Hem buraya gelmelerinin mantıklı bir açıklaması vardı. Emindi buna. Böyle durarak her şeyi daha zorlaştırmaya çalışmamalıydı. Kendisine cesaret vermek istercesine adımlarını eve doğru hızlandırdı. Barış'ın kenara çekilip ona yol vermesiyle ise eve girdi.

"Ayakkabılarını çıkar."

Adamın uyarısı ile bir anda önündeki halıyı görmüş oldu. Hemen ayakkabılarını çıkarıp bir kenara bırakarak Barış'ı bekledi. O da ayakkabılarını çıkarmıştı. Kapıyı kapatarak içeriye doğru yöneldi. Eylül de mecburi bir şekilde peşinden gittiğinde evin güzelliği karşısında şaşkınlığını gizlemesi her saniye biraz daha zor oldu. Bugün hiçbir şey beklediği gibi gitmiyordu.

Yeşil tonlarının ağırlıkta olduğu salona girdiklerinde çekinerek girişte durdu. Burada ne yapıyordu? Ve en önemli soru bugün ki olanlardan sonra bu adama güvenip nasıl gelmişti? Eylül kendi içinde cevapsız soruları ile boğuşurken Barış gayet rahat bir tavırla koltuklardan birine oturmuştu.

"Otur."

Bu Eylül için sabrını taşıran son nokta olmuştu.

"Siz emredemeden konuşamıyor musunuz?"

Barış'ın umursamaz bakışları birkaç saniye üzerinde dolandı. Bu umursamazlık geçen her saniye biraz daha can sıkıcı hal almaya başlamıştı.

"Ben buyum! Tek sen istiyorsun diye sana diğerleri gibi kibar davranacak değilim."

"Diğerleri?"

"Savaş, Umut ve Eray gibi... Yavuz'u katmıyorum dahi çünkü o gerekmedikçe konuşmaz bile. Eray herkese karşı kibardır zaten. Umut desen çapkınlığıyla biliniyor. Savaş'a gelecek olursak asla göründüğü gibi değildir."

Eylül'ün öfkesi git gide artıyordu. Salonun ortasına doğru ilerleyerek tam Barış'ın karşısında durdu. Hızlı nefes alıp veriyordu. Konuşmak için birkaç saniye sakinleşmeyi bekledi. "Bana ne bunlardan. Arkadaşlarınızı neden bana anlatıyorsunuz?"

"Boş bir hevese kapılma diye... Ne de olsa daha çok gençsin..."

"Siz..." dedi Eylül ama nefesi boğazında takılı kaldı. Hayatında gördüğü en gaddar adamdı karşısındaki. Dayanılacak gibi değildi. "Siz hayatımda gördüğüm en kötü kalbe sahip insansınız. Beni buraya bu iğrenç imalarınızı söylemek için mi getirdiniz? Sakın... Sakın bir daha karşıma çıkmayın!"

Öfkeli adımlarla salondan çıkarak dış kapıya doğru yöneldi. Bir an önce bu evden çıkmalıydı. Barış denilen bu adamdan sonsuza dek uzak durmalıydı. Gaddardı, insafsızdı bu adam. Onun yüreğini yakıp yıkmaktan başka bir şey yapmayan bir adamdı.

Dış kapıya yaklaşmıştı ki onun sesini duydu. Olduğu yerde durdu.

"Eylül... Ben nasıl konuşmam gerektiğini bilmiyorum."

Barış'ın açık itirafı karşısında acıyla gülümsedi ve kısık bir sesle "Kesinlikle," diye cevapladı onu.

"Bana yardım etmeni istiyorum."

"Ne yardımı?"

"İş arıyordun... Ben de bana İngilizce dersi vermeni istiyorum. Cuma günleri akşamları bana ders ver. Ayda dört saatten sana iki yüz lira ödeyeyim."

Eylül şaşkınlıkla arkasını döndü ve kendisine tüm ciddiyetle bakan bir çift mavi gözle karşılaştı. Duyduklarına hala inanamıyordu. Kaşları da hala çatıktık. Gayriihtiyarî "Ciddi misiniz?" diye sordu.

"Evet, tabi sen kabul edersen..."

"Çok kırdınız beni."

"Sadece gerçekleri söyledim."

"Bu sözünüzden beni yine kıracağınızı mı anlamalıyım?"

Barış hafifçe gülümsedi ve o an Eylül için zaman durdu. Nabzı hızlanırken, beyaz yanaklarına tatlı bir pembelik çöktü.

"Gerçekleri söylemekten vazgeçmeyeceğimi anlamanı tercih ederim."

"Bu işe ihtiyacım var."

"Benim de bir yabancı dile..."

"O halde kabul ediyorum," diyerek hızlı adımlarla aralarındaki mesafeyi kapattı. Yüzünde hoş bir gülümseme ile elini Barış'a uzattı. Uzatması ile yüreğini bir korku kapladı tekrar. Ya geri çevirirse yine elini? Bu korkuyla gülümsemesi hafif solar gibi olsa da Barış'ın elini tutması ile tüm dünya onun olmuş kadar sevindi. Gülümsemesi yüzüne öyle yayıldı ki... Kendi mutluluğundan Barış'ın gözlerini ondan alamadığını fark edememişti bile. Mutluydu. Çok mutluydu. Bu mutluluğu sadece iş bulmasına bağdaştırmaya çalışsa da kalbinde yeşeren duygularında fazlasıyla farkındaydı. Çoktan bilinmez bir kadere doğru sürüklenmeye başlamıştı.

-

Merhaba arkadaşlar... Hepinizden bol bol yorum bekliyorum. Birde bir konuya değinmek istiyorum. İki satır yorum yapmayan arkadaşlar benden uzun bölüm beklemesin. Ben sizlerden yorum geldikçe mutlu oluyorum ve yazıyorum. Sizlerden de yorum istemeye hakkım olduğunu düşünüyorum...

İnstagram hesabım : dilektaygun takibi unutmayın, lütfen♥

Beklenmeyen AşkWhere stories live. Discover now