46. Bölüm: Huzur

431 16 1
                                    

BÖLÜM ŞARKISI: HÜSEYİN ÇEBİŞÇİ- GİDENLERİN ARDINDAN (ŞARKIYI BURADA AÇABİLİR İSTEYENLER. 'UZEL'DEN' OLAN KISIM BİTENE KADAR ŞARKIYI DİNLEYEBİLİRSİNİZ. BİTERSE BAŞA SARIN LÜTFEN. İYİ OKUMALAR)

Yeni tanıştığın birine ne denli bağlanabilirsinki?

Henüz bu sorunun cevabını bulalı yirmi dört saat olmadı. Ben Esil'i bulalı daha ne bir yıl oldu ne de bir ömür… Peki kaybedeli? Henüz sadece dakikalar mı? Ya saniyeler? Yerimden kıpırdayamadığım gibi zaman da durmuştu. Bulduğun gibi kaybetmek dedikleri bu olsa gerek.

Neyi bulduğum gibi kaybetmek… İşte onun cevabını henüz kendime dahi veremesemde birçok taş yerine oturmuştu. Yeni yeni fark ettiğim şeyleri zamanında fark edebilseydim…belki şimdi böyle olmazdı. Ya da bu sadece bir ihtimaldi.

'Hâlâ geç değil,'

diyen iç sesime burukça gülümsedim. Nasıl geç değildi? O artık yoktu. "Abi?" Ece'nin ağlamaklı sesiyle yüzümdeki tebessüm belirtisi kayboldu ve yerini koca bir boşluğa bıraktı. "Abi? İyi misin?" Şu an ona değil Esil'in odasına bakıyordum.

Az sonra üzerinde beyaz bir örtüyle onu o lanet olası odadan çıkaracaklardı. Küçük bedenini bir daha görmeyeyim diye örteceklerdi. Sonrada en dibe saklayacaklardı. Onu benden tamamen koparacaklardı. "Uzel?" Melih'i etrafımda göremesemde ses ona aitti.

"Kendine gel lan!"

"Koruyamadım," diyebildim sadece. Bu çok…garip bir histi. Daha önce tatmadığım…bir his. Can alıcı. Can yakıcı. Çok derinden hissedilen bir his. "Kalbi durdu," dedi Ece ağlamaklı bir sesle. "Geri döndürmek için çok uğraştılar ama-"

Bu cümlenin devamını dinleyebilecek gibi hissetmiyordum. Neydi bu yaşadığımın adı? Elimi havaya kaldırıp Ece'yi susturdum. "O kelimeyi kullanma."

"Böyle ani hareketler yapma. Ölüp gideceğim nefessizlikten."

"Bu ne içindi?"

"O kelimeyi her kullandığında öpeceğim seni. "

"Hangi kelime? Ölmek mi?"

"Kullanma Esil. Seni öpmem bu kadar hoşuna gidiyorsa o sikimsonik kelimeyi kullanmadan söyle.''

Esil ile olan diyaloglarımız aklıma gelince keyiften yoksunca güldüm. O uğursuz kelimeyi kullanmasına bile kıyamadığım,şimdi o kelimenin ta kendisiydi. Kırk kez söylemişti işte. O kadar söyleme demiştim. Kırk kez demişti. Hep korktuğum başıma gelmek zorunda mıydı? Bu klişeyi bir kez olsun bozamaz mıydık? Sadece bir kez.

"Sarılsana bana."

"Sarılayım mı?"

"Sarıl. Ama öyle bir sarılki kaburgalarım batsın,kemiklerim sızlasın. Yinede vazgeçmek mümkün olmasın.''

Şimdi sarılsam çok mu geç olurdu? Uyanırdı belki, ha? O bana dayanamazdı. "Abi?" dedi Ece bir kez daha ağlayarak. Koridor ağlama sesleriyle inliyordu. Onu bir kez daha susturup kendim söze girdim yutkunarak. "Söz vermiştim. Bir yemeğini sorgusuz sualsiz yiyecektim."

"Cidden evleneceğin adama acıyorum. Adam her gün dışarıdan yemek yemekten içi kurur be."

"Sanane be benim kocamdan! O bana oğretir yemek yapmayı hem."

"Bunu o zaman tartışırız mızmız. Şimdilik yemek yapmayı ben öğretsem hiç fena olmaz."

Hem daha benden öğreneceği çok şey vardı. Daha olmayan kocası(!) hakkında tartışacak,ben adama şimdiden küfürler edecektim. Biz henüz hiçbir şeyi tamamlayamamıştık. Beraber yapacağımız yüz binlerce şey vardı.

AŞKTAN ÖTEDonde viven las historias. Descúbrelo ahora