44. Yine Sana Geldim

4K 203 12
                                    

44. Bölüm: Yine Sana Geldim
*Kasımlar acır yelkıran, Kasımlar çok acıtır. Ve sen benim kasım ayımsın.*

Hayat ne garipti.

Günler, aylar hatta yıllar sonrasının planını kesinlikle öyle olacakmış gibi yaparken beş dakika sonra ne yaşayacağımızı asla bilmiyorduk. Görmezden geliyorduk belki, ya da bu olayların bizden bağımsız gelişme olasılığını düşünmek istemiyorduk.

Saçlarım, kıyafetlerim, ayakkabılarım dahil heryerim yağmurdan dolayı sırılsıklamdı. Yüzüme yapışan birkaç tutam saç tenimi rahatsız ettiğinde geriye doğru itekledim onları. Gözlerim ve zihnim tek bir yere odaklanmak istiyordu, Alparslan'a.

Gelmişti, işte. Buradaydı.

"Sen," dedim zar zor konuşarak. Kelimeleri kafamda toplamakta fazlaca zorlanıyordum. "Sen burdasın." İnanamaz gözlerle ona bakarken parmağımda az önce taktığım evlilik yüzüğüm ve elimdeki ıslanmaya yüz tutmuş mektupla öylece kalakalmıştım. Ayaklarım yere mıhlanmıştı sanki, gitmek istiyordum ama dizlerim buna izin vermiyordu.

Alparslan kendini kısa bir süre içinde toparlayıp yanıma ulaştığında elimi tuttu. "Buradayım." dedi diğer eliyle de gözlerimden akan yaşları silerken. Benim göz yaşlarımı silerken kendi yanaklarının da ıslandığının farkında mıydı?

"Şş," dedi beni kollarının altına doğru çekerken. Kötü bir haldeydi, çok kötü bir haldeydi. "Duru, titriyorsun." Kolları beni içine hapsetmek istermiş gibi daha da sararken ikimizde yağmuru ve sırılsıklam oluşumuzu umursamıyorduk. Ya da bunu sadece ben yapıyordum, bilmiyordum.

Titrememin üşüdüğümden dolayı olduğunu düşünmüş olmalı ki "İçeri girelim." dedi ve ekledi "Üşüyorsun." Elimi avuçlarının içine alırken beni hastane kapısına doğru çevirmeye çalıştı fakat dedim ya, sanki yere mıhlanmıştım.

"Ben," dedim, cümle kurmakta hala zorlanıyordum. Bedenim benden bağımsız tir tir titriyordu. Parmaklarım, dudaklarım... Gözlerimi sıkıca kapattım ve kendime biraz süre verdim olanları anlayabilmek için. "Ben, korktum."

Her şeye rağmen sıcacık avuçlarındaki soğuk ellerimin üzerinde parmak uçlarını gezdirdi.

"Korktum, çok korktum Alparslan." Sıkıca sarıldım beline. "Gelmezsin sandım, içim gitti." Daha sonra ayrılıp yüzünü ellerimin arasına aldım. Nasıl da yorgun gözüküyordu. Gözleri çökmüş, maskesinin altındaki yanakları kızarmış ve nefesini dahil zor alıyormuş gibiydi. "Yine de biliyordum işte, beni bırakıp gitmeyeceğini biliyordum." Tam olarak ne söylediğimi bilmiyordum çünkü bir yandan da gözlerim vücudunda ciddi bir yarası olup olmadığını tarıyordu. Ellerimle kollarına ve vücuduna dokundum yavaşça iyice emin olmak için.

"İyisin değil mi? Bir şeyin yok. Buradasın, gitmedin. Bizi bırakmadın. Ve iyisin." Aynı şeyleri söylemeye devam ederken sağına soluna iyice bakmaya devam ediyordum. Ta ki o beni kollarımdan tutana kadar.

"Duruu, Duru." Dedi ela gözlerine bakışlarımı hapsederken. "Buradayım, iyiyim, iyisin. Hiçbir şey yok." Kendime de ispatlar gibi kafamı onu onaylayarak salladığımda yanımdaki otomatik kapı açıldı. Hangi arada kapının önüne kadar getirmişti beni? Kapının üzerindeki brandadan dolayı artık ıslanmıyorduk da.

"Yanındayım güzelim benim. Korkmak yok, tamam mı?" Küçük bir çocuk gibi burnumu çekerken göz kapaklarımı aşağı indirerek hafifçe başımı salladım. "Asla bırakmam ben seni, hiçbir yere bırakmam."

"Biliyorum ki." Dedim ve hızlıca kaldırımda bıraktığım kutuyu ve çantamı alarak elinden tutup hastaneden içeriye geçirdim onu. "Hadi, abimi çağıralım da bir baksın sana." Kutuyu almaya gittiğimde elbette yüzüğü taktığımı da fark etmişti, belki de çoktan görmüştü. Fakat ikimizde biliyorduk ki bunu konuşmanın ne yeri ne de zamanıydı şu an. Her şey düzeldiğinde ve Gökay da aramıza döndüğünde bu konuyu zaten günlerce konuşacağımızdan emindim.

MAVERA/TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now