43. Kaybetmek

4.1K 222 20
                                    

43. Bölüm: Kaybetmek
*Bazen karanlık bir yerde gömüldüğünü düşünürsün ama aslında ekilmişsindir.*

"Komutanıma hala ulaşamadık."

Ali'nin yarım saatte bir tekrarladığı cümleye bağışıklık geliştirmiş olduğumdan bu sefer yüzüne bakmamıştım bile. Gözlerim göz kapaklarımı hareket ettirdiğimde yanar hale gelmiş ve kan çanağına dönmüştü.

Artık neredeyse koridorlarını aşındırdığım bu hastaneden nefret eder olmuştum. Hoş, kim severdi ki zaten bir kapının önünde kabuslarla birlikte savunmasızca beklemeyi?

Ne kadar zaman geçmişti, kaç saat, kaç dakika, sayamıyordum. Akmıyordu zaman, etrafımdaki insanların hayatlarının öylesine devam edişini garipsiyordum artık. Benim dünyam durmuştu çünkü, dönmüyordu.

Abimle koşarak hastaneye gelmemiz, Gökay'ın acilen ameliyata alınması, her şey ne zaman olmuştu? Gerçeklik algımı yitirmiştim.

Bugün bu koridor kaç tane hüznü ağırlamıştı, kaç göz yaşı dökülmüştü üzerine? Bir günde yıllar akmıştı sanki, yıllar akmıştı da bana Alparslan'ı getirmemişti.

Gökay o soğuk sedyede hastaneye taşınırken iki kişi vardı yanında; Ali ve Hakan.

Alparslan ise kayıptı.

Biliyordum, Gökay'ın bu halinden sonra herkes onun öldüğünü düşünüyordu. Ben ise gözümle görmeden buna asla inanmazdım, inanmayacaktım da.

O bana veda etmeden gitmezdi, biliyordum.

Ameliyathaneden çıkan abimle beraber hepimiz birlikte iyi haberler alabilmek umuduyla tereddütle abimin başına toplandık. Gözleri ilk önce beni bulduğunda içimi rahatlatacak bir bakış atmasını bekledim. Derin bir nefes alırken Gökay'ın annesiyle babasına baktım. Göz yaşları içinde kalmış gözleri abime bakarken bir çare arıyordu, hatta sanki göz bebeklerinin içinde bir yerlerde umut yeşeriyordu mutlu bir haber alabilmek için. 

"Kanamayı kontrol altına aldık fakat hayati tehlikesi devam ediyor."

Ve sonrasında annesinin hıçkırıklarıyla doldu bütün koridor. Abim Ali'nin omzunu sıvazlayıp kattan ayrılırken Gökay için ayırdığımız hasta odasına doğru yürüdüm. Bu sırada Ali'nin bana değip geçen gözleri bir şey söylemek ister gibi bakıyordu. Durmadım ve yürümeye devam ettim, söylemek isterse eğer elbet söylerdi.

Hasta odasının büyük camından boş yatağa bakarken bir el hissettim omuzumda. Tahmin ettiğim gibi Ali peşimden gelmişti.

"Duru." Diyerek sırtımı sıvazladığında hissettiğim garip bir şefkat duygusuyla gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü.

"Ali," sırtımdaki elini ittirerek lafını kestim. "Bu yatak ters." Dedim heyecanla. Ne zamandır elimde olduğunu bilmediğim peçeteye akan burnumu sildim ve konuşmaya devam ettim. "Yatak kapıya bakıyor Ali, çevirelim onu."

"Duru." Dedi tekrar beni umursamayarak.

Ben de onu duymuyordum aslında. "Ali lütfen." Dedim. "Gökay takar böyle şeylere bilmiyor musun?"

Aslına bakarsanız Gökay'ın halinin iyiye gitmediğinin fazlaca farkındaydım. Abim bunu halinden istemese de belli ediyordu. Yine de bu ihtimali yok saymak istiyordum.

Alparslan gelmeliydi ve Gökay yaşamalıydı.

"Duruu, Duru." Dedi ve omuzlarımdan çekerek yaklaşık on saniyeliğine sarıldı bana. Geri çekildiğindeyse elinde bir torba vardı. Kaşlarım çatıldığında elime uzandı ve avucumu açtı. Şeffaf torba bendeydi şimdi. Gözlerim bir torbaya bir de Ali'ye bakarken arkamızdan Hakan geldi. Bizi uzaktan izlediğini görmüştüm fakat ne ara yanımıza kadar gelmişti bilmiyordum.

MAVERA/TAMAMLANDIWhere stories live. Discover now