₩-€ Bölüm 34

4.7K 489 62
                                    

Kaldığımız yatakhanenin en uç kısmında, üst katta yatıyordu. Benim yatağım odada olan dört ranzadan, kapı girişinde olanın alt katıydı. Uyurgezerdi ve haftada bir gün muhakkak ranzadan düşer, bir yerlerini yaralardı. Diğer çocukların umurunda değildi. Öğretmenlerimize göre kimsesizler okulunun en işe yaramaz ve düşüncesiz çocuğu olsam da yasak olmasına rağmen ona kendi yatağımı vermiştim. Şaşırmış ama kabul etmişti gülümseyerek. Herkes yattıktan sonra ben onun yatağına geçiyordum o da benim yatağıma. Uzun, karanlık zamanlar boyunca bu böyle devam etti ama bir gün en kötü öğretmenimize yakalandık...
Ben oldukça sağlam bir dayak yemiştim. Hissedemediğimiz için kemiklerimizde, organlarımızda acıyı hissedene kadar vuruyorlardı. Çocuğa ne yaptıklarını bilmiyor ancak bana vurdukları kadar vurmamış olmalarını diliyordum. Benden yaşça küçük ve çelimsiz bir çocuktu çünkü, dayanamayabilirdi.
Ve odaya bir daha gelmedi...
Her yemekhaneye gidişte, her temizlik görevimde onu aradım. Hiçbir yerde yoktu ve ben sessiz yatak paylaşımımızda yakalanmamak için adını dahi soramamıştım o çocuğa. İsimsiz, gülümseyen çocuk yok olmuştu...

Günlüğün sayfasını işaretleyerek kapattım. Herkes uyuyordu ama ben öyle meraklıydım ki Valgus'un günlüğünü biraz da olsa okumadan uyuyamazdım.

Kimsesizler okulundaki küçük koca yürekli Valgus... İçim acımıştı. İsimsiz çocuğa mı yoksa Valgus'a atılan dayağa mı üzülmeliydim, bilmiyordum. Bense ne güzel bir çocukluk geçirmiştim. Bu haksızlıktı.

Ateşe bir kaç parça odun attıktan sonra gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

●●●●●●●●●

Yanık kokusu eşliğinde ayağımın dürtülmesiyle gözlerimi açtım. Tuğça parmağını dudaklarına götürmüş, ses çıkarmamam gerektiğini işaret etmişti. Yavaşça yerimde doğrularak etrafıma göz gezdirdim. Abim ve Valgus'u arıyordum ama ikisi de ortalıkta görünmüyordu.

Neler olduğunu sormak için endişeyle Tuğça'ya baktım. Endişelenmemem gerektiğini söylemek istercesine başını iki yana salladı. Bekledim.

Endişeli kısa bir bekleyişin ardından ikisi birlikte mağaranın içinde görüldü. Gülümseyerek aralarında konuşuyorlardı. Hızla ayağa kalkarak,

"Ne oldu? Neredeydiniz?" diye sordum, ikisinin yüzlerinde mekik dokuyordum.

Abim yanıma yanaşıp iki eliyle saçımı okşadıktan sonra,

"Sakin ol civciv, bir ses duyup bakmaya gittik sadece," deyip, yeniden yakılmış olan ateşe yürüyen Valgus'u gösterdi.

Valgus'a baktığımda elinde ölü bir tavşan vardı. İçim rahatlayarak abime döndüm aniden.

"Sen bana civciv mi dedin?"

"Hayır."

Valgus'a dönüp,

"Demedi mi?" diye sorduğumda sırıtarak omuzlarını silkti.

Ben de pes ederek ateşin yanına yürürken,

"Sinir oluyorum size," diye söylendim. Yine güldüler.

●●●●●●●●●●●●

VALGUS

Karnımızı doyurmuş, yola çıkmıştık. Bu kez hedefimiz ilk on beş kilometreyi bitirmekti. Zaten sekiz kilometresini yürümüştük. Yedi kilometre, dinlenmiş ve tok vücudumuzu yormazdı bile. Eğer daha fazla yürürsek köye ulaşmış olurduk ve en karanlık zamana denk getirebilirsek, köye girecektik.

Ere abisinin yanında yürüyordu. Tuğça biraz arkalarından ve ben de en geriden. Hepimiz etrafımızı kontrol ederek ve hiçbirimiz ses çıkarmayarak adım atmaya çalışıyorduk. Sıklıkla arkama bakmayı ihmal etmiyordum tabi ağaçlara da ama şimdiye kadar herhangi bir tehlikeyle karşılaşmamıştık.

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Where stories live. Discover now