₩ - € Bölüm 13

4.4K 497 40
                                    

Merhaba arkadaşlar :)
Ben geldim. Sonunda dediğinizi duyar gibiyim :) Haklısınız ne diyeyim hak ettim :)
Eveeeet, bildiğiniz tanıdığınız sevgili gerçek masallar öykümün önerisiyle, yazmaya zaman bulamama sıkıntıma bir çözüm buldum sanırım :) Umarım umduğum gibi devam edebilirim :) Kendileri dedi ki Canan kız uzun yazmana gerek yok kısa yaz at bölümü. Ertesi gün tekrar yaz kısa da olsa at didi :)

Ben tutturmuşum tabi kısa olunca sevgili okurlarım sevmiyo diye ama uzun süre bölüm gelmemesinden iyidir değil mi millet :)

Neyse çok konuşmayayım kısa olan bölümümü yükleyeyim:)

İyi okumalar kaçtım ben :)

●●●●●●●●●●

Doğduğum andan itibaren başka birine dokunmanın verebileceği hissi hiç düşünmemiştim; çünkü bilmiyordum...

Sıcaktı teni. Sıcağı, vücudum ısındığındaki histen anlamıştım. Ayrıca sıcak bir rengi de vardı teninin. Üstelik tekrar dokunmak istiyordum. Yanağına dokunan parmağım, onun irkilip geri çekilmesiyle havada kalmıştı.

Şu an öyle karışıktım ki... Dokunduğumu hissedebilmek miydi, yoksa onu hissedebilmek miydi beni heyecanlandıran? Bir de renkler vardı.

Ere'nin renkleri...

İsimleri bildiğim ama hangisinin isminin yeşil, mavi, kırmızı olduğunu bilmediğim renkler...

Yavaşça elimi indirirken, gözlerimiz hâlâ birbirinden ayrılmamıştı. Ve bu kez o, tereddütle elini kaldırdı. Bana dokunmak için izin istemiyordu ya da utanmıyordu, gözlerindeki tek şey; meraktı. İkimizin de birbirimize öyle baktığından emindim.

Biraz daha kaldırdı elini, yüz hizama gelinceye dek. Parmaklarının ucuyla hafifçe yanağıma dokundu. Dokunduğu yere bakarken, yüzünde bir ifade aradım. O da benim gibi hissetmiş miydi?

"Sıcaksın..." diye mırıldanıp, daha önce hiç bakmadığı şekilde gözlerime baktı.

Evet, sıcaktım. Bu anın etkisiyle vücudumun yandığını hissedebiliyordum. Nabzım çok hızlıydı. Onu hissettiğimden beri... Parmakları yavaşça dokunurken daha çok dokunmasını istedim. Daha çok hissetmek istedim...

Ancak elini çekti ve etrafını inceledi gülümseyerek. Öyle heyecanlıydı ki onu izlemek beni de heyecanlandırıyordu. Eliyle her şeye dokunmaya başladı; masaya, tablolara, çiçeklere,... Arada bir gözlerini kapatıp yüzündeki gülümsemeyle bir süre dokunduğu şeyde kalıyordu. Güzel rengi olan bir çiçeğin yanında durup eliyle yavaşça okşadı ve bana bakmadan konuşmaya başladı.

"Hayatım boyunca bir çiçeğe dokunmanın nasıl bir his olduğunu düşündüm. Annemin söylediği gibi yumuşak mıydı, pürüzsüz mü?"

Gözünden birkaç damla yaş süzülürken konuşmasına devam etti.

"Tanrı'm, yumuşağın nasıl olduğunu bile bilmiyordum. Annemi hiçbir zaman anlayamamıştım. Pürüzsüz neydi? Yumuşak neydi?"

O anda bakışları bir şeye şaşırmışçasına bana döndü. Çiçeğe dokunmayı bırakıp hızla elini yanağına getirdi ve yanağını silip eline baktı.

"Gözyaşımı yanağımda hissetmemin beni mutlu edebileceğini hiç düşünmemiştim," deyip gülümsedi.

Ben de gülümsedim. Onun keşiflerine şahit olmak çok mahremdi bana göre; ama o hiç çekinmiyor, bana tüm hislerini açarak düşüncelerini, geçmişte neler hissettiğini anlatıyordu. Üstelik ağlayarak... Onu daha önce hiç böyle görmemiştim...

Ben... Asla onun gibi olamazdım. Deli gibi merak etsem de bu odada yalnız kaldığımda yapardım dokunmanın vereceği keşiflerimi.

"Sakalların acıtıyor biliyor musun?" diyerek yanıma geldi ve yeniden yüzüme dokundu.

Tuhaftı. Tuhaf bir şekilde çekinmiştim. Elimi alıp, elimin üstüne dokundu sonra ve ardından kendi elinin üstüne.

"Farklıyız," deyince önce elime sonra onun eline baktım. Aniden elimi alıp onun yanağına koyduğunda ise yeniden o his geldi. O sıcak his...

Bir süre elim yanağında durduktan sonra,

"Farklıyız," dedim ben de birbirinden farklı renkteki gözlerine bakmayı bırakamazken.

O sırada arkamdan gelen sesle hızla elimi çektim.

"Sürpriz olacaktı ama odayı çoktan bulmuşsunuz."

Ere koşar adımlarla Bay Siency'nin yanına gidip koluna dokunduğunda bir an durdu. Gömleğin kumaşını fark etmişti. Sonra konuştu.

"Hissediyoruz Siency Amca. Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim..."

Bay Siency gülümseyerek odanın ortasına gelirken,

"Teşekkür etmene gerek yok kızım. Sonuçta bunu sizlerden alanlar da bizleriz. Size borcumuz bu," deyip ikisi de yürüyüp yanımda durdular.

Hepimiz odaya, odanın içindeki eşyaların renklerine bakıyorduk.

"Bunu nasıl yaptığımı merak ediyorsunuz değil mi?" deyip bir bana bir Ere'ye baktı Bay Siency. Ardından yeniden odaya bakarak anlatmaya başladı.

"Anlatabileceğim kadar basit bir dille anlatmaya çalışacağım. Aslında zaten basit bir yöntem ama bu kapalı alandaki atmosfer yüzünden birkaç ayarlama yapmam gerekti. Bu ışık ortamını oluşturabilmek için Güneşle aynı dalga boyuna ayarlanmış led ışıklarını kullanıyorum," deyip tavandaki üç yuvarlak ışığı gösterdi.

"Dalga boyu Güneşle aynı olduğu için de farkındaysanız bu oda diğer her yerden daha sıcak. Âdeta tropik bir ada gibi. Bu ledlerin Güneşle tek farkı ultraviyole ışınları yaymayışı ama zaten bu bize gerekli değil çünkü renkleri görmek için bizim ihtiyacımız olan tek şey Güneş ışınlarıydı. Ve ben de bunu sağladım."

"Renkleri Güneş'i görmediğimiz için göremiyoruz," diye mırıldandım kendi kendime etrafa bakarken.

"Aynen öyle evlat," diyerek karşımızdaki büyük tablonun yanına gidip yüzünü bize döndü ve gülümseyerek,

"Şimdi size renkleri öğreteceğim," dedi bakışları Ere ve benim aramızda dolanırken.

Parmağıyla gösterdiği denizin rengi için 'mavi' dedi. Güneş için 'sarı', ağaçların yaprakları için 'yeşil',... Tüm renkleri tanıtana kadar odanın içinde dolandı.

Sonunda bitirdiğinde Ere,

"Yumuşak nasıldır?" diye sordu.

Bay Siency bunu düşünememiş olacaktı ki başını kaşıyıp gözleriyle odayı taradı. Odada bulunan sandalyelerden birinin üzerine bastırdı ve ikimize de yanına gitmemizi işaret etti.

"Sandalyenin üstündeki pamuklu kılıfı görüyor musun Ere?"

"Evet."

"Parmağınla ya da elinle bastırmanı istiyorum."

Ere, Bay Siency'nin söylediğini yaptığında, yumuşağın nasıl bir his olduğunu anladığını yüzündeki gülümsemeden görebiliyordum.

"Sen de dokun Valgus," dedi Bay Siency bana bakarak.

Elimi uzattığımda kumaşın dokusu dikkatimi çekmişti. Tıpkı Ere'nin yanağında hissettiğim dokuya benziyordu.

"Bu kumaş nedir?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Meraklı görünmek istemiyordum.

"Ah evet. Söylemeyi unuttum. Kadife bir kumaş bu. Yumuşacık, sıcak ve pürüzsüz hissettiriyor değil mi?"

Evet... Öyle hissettiriyordu...

Ere'ye baktım. Gözlerinden biri deniz rengiydi; mavi. Diğeri ise güneş rengi ve ağaç yapraklarının renginin karışımıydı...

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Onde histórias criam vida. Descubra agora