₩ - € Bölüm 10

6K 543 79
                                    

WALGUS

Sinirlenmiştim, hem de çok. Nasıl bu kadar aptal davranabildiğine ve kendi hayatını riske attığına...

Kim içindi? Benim mi? Ben sadece askerdim lanet olası! Hayatta kalması gereken ben değil, O'ydu. Bir ailesi olan da O'ydu. Benim ölmemin ne önemi vardı tanrı aşkına! Arkamda bırakabileceğim kimse yoktu; ama onun babası ve annesi vardı hâlâ. O, bu şehrin varisiydi. Bense yeri doldurulabilecek bir asker...

Sesimin sertliğine ve kızgınlığıma aldırmadan hiddetle ayağa kalktı. Omuzlarından kayan battaniyenin farkında bile olmadan bana yaklaştı ve,

"Senin korumana ihtiyacım olduğunu düşünüyorsan asker, az önce kurtlarla dolu olan o alanda kıçını kurtaranın ben olduğumu hatırla. Senin ukala kıçını kurtarmamın tek sebebinin ise şu anda babamın verdiği görevi tamamlamak istediğim için olduğunu da aklından asla ama asla çıkarma," deyip ona verdiğim montu sert hareketlerle çıkararak göğsüme vurdu.

Arkasını dönüp yatağa yattı ve battaniyeyi üzerine çektikten sonra,

"İster yalnız git ister benimle. Ne olursa olsun o doktorun yanına gideceğim," deyip sustu.

Aslında ona ihtiyacım yoktu. Elimde Bay Lepidus'un kalemi vardı zaten. Doktora kalemi gösterdiğim anda doktorun bana inanacağından emindim; ama o kadar inatçıydı ki...

Uykum gelmişti. Dinlenmem gerektiğini biliyordum. Eğer yatabileceğim rahat bir yer olsaydı, birkaç saat yeterli olurdu. Yerler taştandı ve muhtemelen çok soğuk olmalıydı. Bayan gururlu da bana bağıracak kadar kendini iyi hissediyorsa o da iyi olmalıydı. Bu yüzden montumu yeniden giydim. Sığınakta ateş yakamazdım, dumanın çıkabileceği bir delik yoktu.

Montumu giyerken, omuzum ve boynum arasında bir acı hissettim. Yaralanmış olmalıydım. Kolumda da acı vardı; ama omuzumdaki kadar hissetmiyordum. Elimle acıyan yere dokundum. Elime baktığımda yoğun bir kanın neredeyse tüm elimi kapladığını görür görmez yeniden montumu çıkardım. İlkyardım dolabında işime yarar şeyler olduğunu umuyordum. Yaranın büyüklüğünü de görmem gerekiyordu; ama burada ayna olduğunu sanmıyordum. Bu yüzden ilkyardım dolabından bir sargı bezi alarak omuzumla boynum arasına bastırdım ve zar zor bantlayarak yeniden montumu giydim.

Bakışlarım, yattığı yerden kımıldamayan cadıya takıldı bir an. Yatak öyle rahat görünüyordu ki... O yatakta ancak o uyandığında yatabilirdim. Yani o, yataktan kalktığında.

Bir konserve alıp sandalyeye oturarak yemeye başladım. Aynı zamanda atlattığımız tehlikeyi düşünüyordum. Eğer bu inatçı cadı gelmeseydi, şu an çok ağır yaralı olabilirdim. Ya da ölü...

"Acıktım."

Aniden yatakta oturur pozisyona geçerek, konservelerin üst üste dizili olduğu duvara baktı.

Uyuduğunu sanıyordum. O ise bana bakmadan yataktan kalkıp konservelerden bir tane alarak yeniden yatağa döndü.

"Yol için yanımıza alabiliriz," dedim sakin bir sesle.

Cevap vermedi. Çocuk gibi küsecek miydi yani? Tanrı'm...

Sinirle, biten konserve kutumu kenara koyarak yere uzandım. Kendi bilirdi...

ERE

Yerde mi yatacaktı? Taşın üzerinde? Boynundaki sargı bezi miydi?

Çaktırmadan göz ucuyla onu süzüyordum. Pekâlâ yerde yatması kötüydü. Neden düşünüyordum ki, o bir askerdi ve her türlü kötü şartların altından kalkabilirdi. Kim bilir kaç kez karın üstünde yatmıştı.

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Where stories live. Discover now