₩ - € Bölüm 3

9.5K 761 114
                                    

"Varmak üzereyiz, az kaldı dayan."

"Ben iyiyim, yürümeye devam et asker."

Ne sanıyordu beni! Küçük, dayanıksız ve savunmasız bir kız mı? Evet, belki biraz yorulmuş olabilirdim; ama bu duracağım anlamına gelmezdi. Babama ve abime ulaşmayı ondan çok daha fazla istiyordum.

Atlattığımız saldırıdan sonra hiç dinlenmeden daha dikkatli bir şekilde uzun, çok uzun bir süre yürümüştük. Önümüzdeki ağaçlarla dolu tepeye çıktığımızda şehrimizi kuşbakışı görebilecektik. Oraya varmak içinse canla başla yürüyorduk.

His eldivenini benden almamıştı. Açıkçası almaması işime gelmişti. Silahı ateşleyebileceğimi bilmek kendimi güvende hissettiriyordu.

Barbarı etkisiz hale getirdikten sonra asker, uzun büyük avcı bıçağını tam kalbine saplayarak hayatına son verdi. Öyle rahat, öyle doğal bir şey yapıyor gibi görünüyordu ki bunu yıllardır yapmış olduğunu düşündüm. Bıçağı nereye saplayacağını iyi biliyordu. Hem de eldivensiz eliyle... Bense... Hiç yüzüne bakmadan yürümeye başlamıştım. Bu kadar rahat öldürdüğü için muhtemelen yüzüm bembeyazdı...

Bir ara önüme geçerken,

"Daha ne kadar yüzünü saklayacaksın?" diye sormuş, onu duymamazlıktan gelmiştim.

Lanet herif!

Ve sonunda tepeye varmıştık.
Önce o çıkmıştı ve hiçbir şey söylemeden öylece şehre bakıyordu. Babama ve abime kavuşacağım için içimde yeşeren mutluluğu ise kaçırılan annem eziyordu. Annemi kurtarmadan mutlu olmayacaktım, olamayacaktım...

Son birkaç adım daha atarak yanına geldim. Şehir... Täusma...

Täusma'dan yükselen dumanlı ışıklara baktım önce... Tek bir saniye bile gördüklerimi idrak etmeme yetmişti... Olduğum yerden kıpırdayamadım. Alevler öyle büyüktü ki karanlık gökyüzünü bile aydınlatıyordu. Dumanlar ise her yerdeydi... Şehrin üstüne çökmüş bir canavar gibi...

Beni daha fazla taşıyamayan bacaklarıma yenik düşerek dizlerimin üzerine çöktüm.

Babam...

Sarav...

Hayır!

VALGUS

Täusma'nın yerinde gördüğüm tek şey; ateşlerin mahvettiği yıkık dökük bir şehirdi... Ana binanın her penceresinden yükselen lavları net bir şekilde görebiliyordum. Çalışma alanımızdaki yanan cesetleri de... Arkadaşlarımı, askerlerimi,...

"HAYIR!"

Ere'nin dizlerinin üzerine çöküşünü izledim çığlığı eşliğinde.

Bu kadar erken saldıracaklarını düşünememiştim. Yetişememiştim... Onları uyarmak için geç kalmıştım. Uyumayıp, dinlenmeyip yola çıkmalıydım. Hatalıydım.

Bir süre yanan şehre, tüm hayatımızı yok eden ateşe bakakaldım. Halbuki kendime gelmeli, durum analizi yapmalıydım. Ben bir askerdim...

Bacağımdaki bıçağımı çıkarıp avucuma bir kesik attım. Acı, beni kendime getiren tek şeydi... Avucumdan sızmaya başlayan kanı önemsemeden Sarav'ın kardeşine baktım hızla.

"Kalk."

Hareket etmedi.

"Kalk dedim."

Gözlerini bir an olsun alevli ışıklardan almıyordu. Şoka girmiş olduğunu düşündüm. Ağlamıyordu... Bu kez bağırarak kolundan tutup ayağa kaldırmaya çalıştım.

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Waar verhalen tot leven komen. Ontdek het nu