₩ - € Bölüm 16

5.2K 547 90
                                    

Merhabaaaaa :)

Medyada Valguscuğumuz var :) İyi okumalar :)

●●●●●●●●●●●●●●○

Huzursuzluğum, hayal kırıklığım yüzünden miydi, bilmiyordum. Neden gelmediğini de bilmiyordum. Halbuki tek isteğim konuşmak ve bir şeyleri, açığa çıkarmaktı. Başımı iki yana sallayıp tüm düşüncelerimi, sorularımı bir kenara iterek kapıyı kapattım.

Arkamı döndüğümde, önümde yıllarca hayalini kurduğum şey vardı; renkler... Artık dokunmanın yaşattığı hissi ve renkleri biliyordum. Öylece odaya ve içindeki renklere bakarken, annemin, babamın, abimin ve diğer tüm insanların benim kadar şanslı olabilmesini diledim. Annem ve babam zaten biliyorlardı; ama hayatında bu güzellikleri göremeyen, hissetmenin ne olduğunu bilmeyen yüzlerce insan vardı. Birçoğu asla göremeyecekti... Belki abim Sarav da...

Çiçeklerin olduğu kısma yanaştım. Bu odayı ilk gördüğümde heyecandan inceleyememiştim bile. Şimdiyse istediğim kadar dokunabilir ve renklerin tadını çıkarabilirdim. Yaklaşık on, on beş tane saksılara dikilmiş çiçek vardı ve pembe diye adlandırılan renkteki ilk çiçeğin yanından geçerken onu gördüm; gelincik çiçeğini...

Annemin söylediği gibi kırmızıydı. Hem de öyle güzel bir kırmızıydı ki yine annemin söylediği gibi gerçekten aşkı anımsatıyordu. Aşkın ne olduğunu bilmememe rağmen bu rengin, aşka çok yakıştığını düşündüm o an. Sonra vücudumu tatlı bir heyecan kapladı. Yıllardır, gözüm gibi baktığım ve solmaması için uğraştığım gelincik çiçeklerime dokunmanın hissini merak etmiştim. Şimdi ise elimdeki bu fırsat bir çocuk gibi heyecanlandırmıştı beni. Ve ona doğru yürüdüm.

Parlaktı yaprakları, öyle güzel ve narin görünüyordu ki renksizken dokunduğum çiçeğe şimdi dokunmaya kıyamıyordum. Elimi uzattım. İşaret parmağımla hafifçe yaprağı okşadım. Parmaklardan kayıp giden ama hafif tırtıklarıyla seni engellemeye çalışan bir dokusu vardı. Zayıftı, gitmeni istemeyen ama bunu engellemek için gücü olmayan bir doku...

"Kavuşamayan âşıkların çiçeği."

Duyduğum sesle irkilip arkama baktım.

Gelmişti, iki eli pantolonunun ceplerinde kapının kenarına yaslanmış bir şekilde bana bakıyordu.

"Annem..."

Sözümü kesip konuşarak içeri girdi ve kapıyı kapadı.

"Annenin sana umut vermek için doğruyu söylemediğini anlayabiliyorum. Ama bu çiçeği aşkla bağdaştıramazsın. Genelde mezarlara dikilen bir çiçektir."

Bakakalmıştım. Sonra parmaklarımın arasında olan çiçeğe ve ardından yine ona baktım şaşkın bir halde. Elim, istemsizce çiçekten uzaklaştı...

"Şey... ben..."

Ne söyleyeceğimi, ne düşüneceğimi bilemeden çiçeklerin arasından çıktım ve odanın ortasında durup etrafıma baktım. Yavaşça bana doğru gelerek tam önümde durduğunda ellerini ceplerinden çıkardı ve omuzlarımdan tutup hafifçe başını yüzüme doğru eğdi. Beni, ona bakmaya zorlamanın başka bir yoluydu bu. Yüz yüze gelinceye dek ona baktım.

VALGUS

Gitmemek için kendimi odama attım. Ardından ayağa kalkıp tam odadan çıkacakken yine vazgeçip bu kez kendimi banyoya kilitleyerek bir süre beynime doluşan amansız düşüncelerle aynaya baktım.

Soruları beni zorluyordu. Zaten saçmasapan bir hâldeydim ve bazen onun yanında kontrolümü kaybediyordum. Onunla yalnız kalacağım her durumdan sakınmam gerektiğini bilerek hareket etmeye çabalıyordum.

Hareketlerinin, karşındakine ne yaptığını bilemeyecek kadar tecrübesizdi; çünkü annesiyle bilinmez bir yerde büyümüştü. Başka insanları tanımadan. Herkesi kendisi gibi saf ve temiz sanıyordu. Evet, saftı. Daha önce Sarav'la birlikte boş zamanlarımızda eğlenmek için gittiğimiz köylerde gördüğüm kızlara hiç benzemiyordu. Başımı iki yana sallayıp tişörtümü çıkardım. Duşa girmek ve suyu tenimde hissetmek dikkatimi dağıtabilirdi.

Suyu açtım. Elimi suyun altına getirdiğimde sıcaklığını hissedip gözlerimi kapadım ve aklıma gelen tek şey; Ere'nin sıcaklığıydı.

Hâlâ, duşa girmek için pantolonumu çıkarmamıştım ve ani bir kararla suyu kapatıp tişörtümü giyerek banyodan çıktım. Ayaklarım beni istemsizce renk odasına götürüyordu...

Renk odasının kapısını yavaşça açtığımda, onu renklerin ve çiçeklerin arasında sırtı bana dönük bir şekilde bulmuştum. Dokunduğu çiçeği, gelinciği gördüğümde ise ellerimi ceplerime koyup kapı pervazına yaslanarak onu izledim. Yüz ifadesini göremesem de çiçeğe dokunuşunu görebiliyordum. Belki de ona çiçeğin gerçek anlamını söylemeliydim ya da hiç söylemeyip annesinin ona verdiği şeyi ondan almamalıydım. Ama burası gerçek dünyaydı... Umut, bu dünyada çok az var olan bir şeydi... Hatta hiç var olmayan...

Ve gelincik çiçeğinin anlamını söylediğimde, boş gözlerle bana baktı. Hayal kırıklığına uğradığını net bir şekilde görebiliyordum. Ne düşüneceğini, ne söyleyeceğini bilemeyecek kadar dalgın hareket ediyordu. Söylediğim için biraz pişman olmuştum ama onu kandırmak ya da kandırılmasını istemiyordum. Ayakları yere sağlam basmalıydı... Basmalıydı çünkü önümüzde çok daha kötü günler bizi bekliyordu. Bu yüzden o, çiçeklerin arasından şaşkın bir şekilde çıktığında yanına yaklaşıp bana bakması ve söyleyeceklerimi iyi dinlemesi için omuzlarından tuttum.

"Burası gerçek değil Ere. Bu oda, vücudumuzdaki kimyasallar... Bunların hiçbiri kalıcı değil. Bu odadan çıktığımız anda yine renksiz bir dünyada olacağız. Bir ay sonra da hissiz... Umudun iyi bir şey olduğunu sanıyorsun ama değil. Täusma'yı yeniden kurmamız gerek, bunun için savaşmamız... Ölümler, kayıplar... Ve tüm bunlar gerçek hayat Ere. Renkler, dokunmak, hissetmek..." deyip ellerimi omuzlarından çektim.

"... Evet, güzel ama sahte. Amacımız bunlar değil. Bu yüzden bu yeni hisler hakkında konuşmamızın bir önemi de yok."

Sözlerimi bitirdiğimde hâlâ tepkisizce bana bakıyordu. Saçları güneş renginden de açık sarıydı. Gözlerinin renkleri daha da kararmıştı sanki. Yorgun bakıyordu gözlerime, tüm enerjisini kaybetmiş gibi.

Uzun bir süre boyunca birbirimize baktık.

Sonunda,

"Bu da bir umut... Söylediğin her cümlede umut var," dedi tebessüm ederek.

O an, karşımda her şeye gücü yetebilecek kadar kararlı ve kendinden emin bir kız gördüm. Tebessümü, gülümsemeye dönüştü ve bana bir adım daha yaklaştı.

"Sen bir askersin. Senin için her şey somut olmalı. Anlayabiliyorum, hayatın boyunca sebepler ve sonuçlar arasında sıkışmışsın. Sana ne yapman söyleniyorsa onu yapmış, belki de hiç sorgulamamışsın bile. Aslında buraya gelişin bile umut ama sen bir emir olarak düşünüp uyguluyorsun."

Yanılıyordu... Ben de ona bir adım daha yaklaştım. Aramızda santimler vardı. Çok güzeldi... Öyle güzeldi ki dudaklarımı yüzünün her zerresinde gezdirip, onu hissetmek, tadını almak istiyordum.

"Seni korkusuzca öpebildiğim gün, umuda inanacağım."

Kelimeleri dudaklarımın arasında tutabilmek için dudaklarımı sıkıca birbirine bastırdım. Kendime itiraf ettiğim şeyi fark ettiğimde, dehşete düşerek bir adım geriledim.

Onu öpmek istiyordum, tanrım...

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Where stories live. Discover now