₩ -€ Bölüm 25

4.8K 499 29
                                    

Soğuğu iliklerime kadar hissediyordum. Ere'nin ardından yürürken, hissetmenin kötü bir şey olacağını ikinci kez düşünüyordum. İlki Ere'ye dokunduğum ve hiç aklımdan çıkaramadığım andı. İkincisi ise üşümekti.

Kimbilir Ere ne haldeydi. Soğuktan donarak ölse bile benden yardım istemeyeceğinden ya da üşüdüğünü kabul etmeyeceğinden o kadar emindim ki bu yüzden sesimi çıkarmıyordum.

Cebimdeki haritayı çıkardım. Nerede olduğumuzu az çok kestirebiliyordum ve haritaya bakılırsa köye çok yaklaşmıştık. Artık daha temkinli devam etmeliydik.

Haritayı cebime koyarak adımlarımı hızlandırıp ona yetiştim. Kolundan tuttuğumda hızla kolunu çekip durarak sert bir şekilde bana baktı. Açıklayıcı bir sesle konuştum.

"Köye çok yaklaştık. Karşımıza her an bir Vastandid çıkabilir. Dikkatin ağaçların arkasında olsun."

Bakışlarıyla etrafı kolaçan edip başını olumlu anlamda sallayarak yürümeye devam etti. Sanırım artık benimle hiç konuşmayacaktı ve belki de böylesi daha iyiydi. Hiç konuşmamak; ona daha uzak olmak demekti.

ERE

Hayattaki her şeye, herkese delicesine kızgındım. Kırgındım. Daha sohbetine, kokusuna doyamadığım abimi göremeyeceğimi; onunla birlikte yapmak istediğim şeyleri yapamayacağımı, kurmayı istediğim köyü kurarken yanımda olamayacağını düşündükçe ve her adımımda tüm bunlara daha fazla maddeler ekleyince aklımı yitirecek gibi oluyordum.

Benim dayanağımdı abim. Geleceğimde olmasını istediğim her hayalimin içinde vardı. Şimdi hayallerimi onsuz kurmayı, umudumu onsuz inşa etmeyi kabul edemiyordum.

Onu koruyamadığı için kızgın değildim askere. Abimi, kendi ölümü pahasına koruyacağını biliyordum zaten. Benden sakladığı ve abimin içinde bulunduğu bir sürü hayal kurmama sebep olduğu içindi kızgınlığım. Kendimi aptal gibi, kandırılmış gibi hissediyordum. Ve de tek başıma, yalnız... Elimde değildi. Sadece ona da değildi, babama da kızgındım. Benden saklamasının ne anlamı vardı ki? Sonuçta beni ne kadar tanıyordu babam? Hayatım boyunca sayılı kez görmüştüm babamı. Hep saklanmak zorundaydık. Kaçamak görüşlerimizde bile annemle ben hep özlemiştik, hasret kalmıştık babam ve abime.

Bu yüzden babam, şu an ne kadar güçlü olabileceğimi tahmin edemezdi. Daha da güçlü olup intikam için toparlanacağımı, intikamını alana kadar durmayacağımı bilemezdi.

Duyduğum çatırtıyla dikkatimi toplayıp olduğum yerde kalarak askere döndüm. O da yavaşça bana yaklaşırken etrafımıza göz gezdirdi. Birden omuzumun acısıyla bir adım geriye sendeledim. Asker anında beni yere yatırıp ağaca doğru sürüklenmemiz gerektiğini işaret etti sessizce. Omuzumdaki ok nedeniyle sürüklenmem zor olsa da ağaca ulaşmayı başardık. Beni dikkatlice ağaca yaslayıp,

"Sakın hareket etme. Okun ucu omuzunun arkasında," diyerek elimi tuttu ve okun girdiği yere bastırdı.

"Elini kaldırma, burada kal. Ben hallederim."

Parmaklarımın arasından sızan kanın sıcaklığını hissettim. Kan sıcaktı, hissedebilmek güzeldi. Bir anlığına elimi kaldırıp koyu gri sıvıya baktım. Artık kırmızı renk olduğunu biliyordum, kırmızının da gelincik çiçeği renginde olduğunu.

Asker hemen elimi tekrar omuzuma bastırıp,

"Beni bekle. Tamam mı Ere? Elini kaldırma."

Aptal gibiydim ama kendimdeydim ve bir onaylama beklediği için başımı öne arkaya salladım. Bu yaranın bir önemi yoktu. Asker hızla yerde sürünüp yanımdan ayrıldı.

Silah seslerini duyduğumda, ne omuzumdaki ok için ne de kendim için endişeleniyordum. Tek endişem, kalbimdeki korku; asker içindi.

VALGUS

Ağaçların ardında görebildiğim yedi adam vardı. Daha fazla olmamalarını umuyordum. İyi bir stratejiyle şansım yaver giderse hepsini haklayabilirdim.

Silahımı çıkarıp bana en uzak olan adama nişan aldım. Tetiği çektiğimde bir saniye sonra yerde ölüydü. Silah sesi duyan diğer adamlar panikle saklanacak yer ararken bir diğerini daha hakladım. Beş tane kalmıştı ve beşini de göremiyordum ama tahmin ederek yavaş yavaş bir diğerine yaklaşmaya başladım. Bana arkası dönük yere sinmiş olması şanstı. Sessizce bıçağımı çıkarıp sert bir şekilde ağzını kapatarak boğazını kestim.

Son dört adam kalmıştı. Etrafıma baktığımda çaprazımdaki adamın oku yayından bıraktığını görüp hızla öldürdüğüm adamı önüme çekerek silahı ateşledim. Ok, önümdeki ölü adamın boynuna girmiş, ucu ise arkadan çıkıp benim göğsüme batmıştı ama derin değildi. Oku atan adam ise şu an ölüydü.

Son üç...

Ve iki aptalın kafalarını büyük bir taşın ardında gördükten sonra taşa doğru saklanarak yürümeye başladım. Silahları yoktu, olsaydı şimdiye dek ateşlerlerdi. En fazla yakın dövüşte bıçak kullanabilirlerdi. Bu da şansıma ne çıkarsa o olacak demekti.

Taşa doğru gizlice yürürken diğer üçüncüyü gördüm. O da aptaldı ince bir ağacın ardında korkuyla bir sağa bir sola bakıyordu. Durup ona baktım ve beni gördüğünde okunu bana doğrultunca ben de silahımı ona doğrultarak karar vermesini bekledim. Oku indirdi ve arkasına bakmadan koşmaya başladı.

Ben de rahat bir şekilde büyük taşa doğru yürüyüp adamların karşısına çıktım ve panikle toparlanmalarını bekledim. Çünkü silah benim elimde ve onların burnunun ucundaydı.

"Oku hanginiz attınız?" diye sordum. Kaçmasına izin verdiğim piç olmamasını umuyordum.

Vastandidler gerçekten karaktersizdiler ve insanlık nedir bilmiyorlardı. Biri diğerini gösterirken, onu alnından vurdum. Arkadaşını ispiyonlayan piçi de hainliği yüzünden alnından vurarak, daha fazla adam olmadığından emin olup Ere'nin yanına koşmaya başladım.

Yanına vardığımda hâlâ kendindeydi. Oku çıkarmadığımız için çok kan kaybetmiyordu ama ok orada duramazdı. Kalacak bir yer bulup oku çıkarmam ve yarayı pansuman etmem gerekiyordu.

"İyi misin?" diye sordum. Sesimin endişeli çıkmaması için uğraşıyordum.

Bakışları yüzümde, vücudumda gezindi.

"Sen iyi misin? Koyu griler senin kanın değil, değil mi?"

Sorusuyla üzerime baktım. Büyük ihtimalle her yanıma kan sıçramıştı.

"Hayır değil, iyiyim. Kalacak bir yer bulmalıyız. Yürüyebilir misin?"

"Evet," deyip acıyla yüzünü buruşturarak kalkmaya çalıştı.

Belinden tutup kalkmasına yardım ettikten sonra haritayı çıkardım. Bu civarlarda güvenli bir yer bulabilmemiz çok zordu. Vastandidlerin köyüne çok yakındık ama başka çaremiz de yoktu. Haritada herhangi bir sığınak da görünmüyordu. Bu yüzden en dağlık alanı gözüme kestirerek oralarda saklanabileceğimiz bir mağara olmasını diledim.

●●●●●●●●●●

Ere artık kendinde değildi. Karanlığın en karanlık zamanlarındaydık ve Ere kucağımda, uzaktan gelen çakal seslerini dinleyerek dağı tırmanmaya çalışıyordum. Hareket ettiğim için ve yüküm ağır olduğu için montumu çıkarıp Ere'nin üzerine örtmüştüm.

"Geldik sayılır Ere, dayan," diye fısıldadım.

Benimle kalması için arada onunla konuşuyordum.

"Çok inatçısın biliyor musun? Düşmeden önce seni kucağıma almama izin vermeliydin."

"Şimdi bir de kanayan dizinle uğraşmak zorundayım."

"Abin konusunda üzgünüm."

Gittikçe derin konulara girdim. Çünkü tahmin ettiğim gibi bir mağara bulamıyordum. Üstelik dağı tırmandıkça hava daha da soğuyordu ama vazgeçmeyecektim.

"Hatırlamadığın o gün..."

Durup nefes aldım.

"...Eğer dayanırsan sana neler olduğunu anlatacağım. Söz veriyorum."

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Where stories live. Discover now