₩ - € Bölüm 23

5.4K 504 38
                                    

Oldukça uzun bir süredir yürüyorduk. Sarav'ın kardeşi kendini kanıtlamak istercesine önden yürüyor, yorulmamış gibi davranıyordu. Arkadan sendeleyerek yürüdüğünün fark edilmediğini sanıyordu herhalde.

Evet, yine o gururlu, yardıma ihtiyacı olmayan kıza dönüşmüştü. Hem de sığınaktan çıkarken silahlarını alır almaz. Ruh hali çok değişkendi. Her ne kadar kendimden emin bir asker olsam da bazen ona nasıl davranacağımı bilemiyordum.

Doktor, Bay Lepidus'un hatrıyla haritayı bize vermişti. Aslında neden yanına gönderildiğimizi en başından bizden önce o biliyordu.

Açıkçası şu an bunları düşünmemin hiçbir önemi yoktu. Dışarıda olmaya o kadar odaklanmıştım ki... Rüzgarı hissedebiliyordum. Soğuğu ve ağaçların dallarının montuma vuruşunu... Arada bir ağaç dallarına vuran suların yüzüme sıçrayışını,...

Ben bu haldeysem, Sarav'ın kardeşinin durumu nasıldı, bilmiyordum. Hiç konuşmadığına göre -ki pek ona uymayan bir durumdu- o da hissetmeye odaklanmış olmalıydı.

Sığınaktayken her şeyi hissetmek harikaydı ama doğayı hissetmek apayrı bir şeydi. Hepsi öyle yeni, öyle inanılmaz, öyle güzeldi ki dikkatimi toparlayamıyordum. Oysa şu an etrafımızda bir düşman olabilirdi ve ben bu dikkat dağınıklılığıyla fark etmeyebilirdim.

Hissetmenin, şimdilik keşfettiğim en kötü yanı soğuktu. Hissetmediğimizde soğuk rüzgarı bilmiyorduk, yüzümüze vuran soğuğu fark etmiyorduk bile; ancak şimdi adeta yüzümün donduğunu hissediyordum, soğuk öyle sert vuruyordu ki yanaklarımın uyuştuğunu hissedebiliyordum. Tanrı bilir Sarav'ın kardeşi ne durumdaydı? Mola verip ateş yakmamız ve biraz olsun ısınmamız gerektiğini düşünerek ona seslendim.

"Ateş yakmalıyız."

Durup bana döndü.

"Neden? Daha tam karanlık gelmedi."

Üşümemiş olamazdı değil mi?

"Biraz dinlenmeliyiz yolumuz uzun. Molalar vererek gideceğiz. Aksi halde oraya vardığında ya hastalıktan ya da yorgunluktan bıçağını dahi fırlatamadan öldürürler seni," dedim ikna olmasını umarak.

Birkaç saniye düşündü ve ardından yakacak bir şeyler aramak için etrafına bakmaya başladı. Ben de ateş yakacağımız güvenli, düzgün bir yer aramaya başladım. O Vastandid piçleri her yerden çıkabiliyordu çünkü. Ateşin dumanını mümkün olduğunca saklayabilmeliydim.

Gözüme kestirdiğim bir kayanın üzerindeki çok küçük bir oyuğa bakmak için Sarav'ın kardeşinin ters istikametine doğru yürüdüm. Kızı görebileceğim kadar uzaklaşmıştım. Kayanın yanına vardığımda gördüğüm beni çok şaşırtmıştı. Küçük bir oyuk gibi görünse de içi kocamandı. Hatta bir mağara olduğunu bile söyleyebilirdim. Çantamdan el fenerini çıkarıp içini kontrol etmeye başladım. İçeri girmeden bakıp güvenliyse eğer Sarav'ın kardeşini çağıracaktım. İçeride zararlı hiçbir şey görünmüyordu. Bomboş bir mağaraydı. Feneri kapattığım sırada bir konuşma sesi duyuşumla hızla kızın olduğu yöne baktım.

Kızı göremiyordum! Az önce olduğu yerde değildi! Ve hâlâ konuşma sesi geliyordu.

Koşar adımlarla ama ağaçların ardına saklanarak sese doğru yaklaştım.

"Bırakın beni! Leş sürülerisiniz! Hepinizi öldüreceğim. Gözlerinizi oyup boynuma asacağım."

Biraz daha yürüyünce Ere'yi kollarından tutan iki adamla beraber beş Vastandid'i gördüm. Ere'nin karşısında duran adam,

"Dur bakalım, önce eğlenelim sonra oyarsın güzel şey," deyip kahkaha attı. Onunla beraber diğer adamlar da gülmeye başladı.

Bense o sırada beşini birden nasıl bir planla alt edebileceğimi düşünüyordum. Yandan saldırabilirdim. Ya da Ere'nin karşısındaki adamın arkasından, böylece önce iki kişi beni görürdü. Diğerleri fark edene kadar o ikisine oklarımı saplar, onları öldürdükten sonra da diğer üç kişiyi rahatlıkla haklayabilirdim. Tek çarem buydu.

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Where stories live. Discover now