₩ - € Bölüm 24

4.5K 494 21
                                    

Uzun ama çok uzun süre boyunca hiç kıpırdamadan sessizce ağladı. Ağlayışı artık hıçkırıklara dönüştüğünde bile hiçbir şey yapamadan öylece oturdum yanında. Sarav öldüğünde hiçbir şey yapamadığım gibi.

Uyumadık. Saatler boyunca ben onun kesik nefes alışlarını dinledim, o ise mümkün olabilecek en sessiz şekilde ağlamaya devam etti. Birini nasıl avutabileceğimi bilmiyordum ya da acısını nasıl hafifleteceğimi; ne söylemem, nasıl davranmam gerektiğini bilmiyordum. Şimdi anlıyordum ki hiç bilmemiştim zaten. Daha önce hiçkimseyi avutmam gerekmemişti. Özellikle de bir kızı. Erkeklerin sırtına vurup 'dert etme dostum düzelir' demek gibi değildi. Zaten bu, avutulacak bir konu da değildi.

Tanrı'm... Kendimce kendimi iyileştirme yöntemlerim vardı. Gerek doğru gerek yanlış ama bir şekilde kendimi toparlıyordum. Aksi halde şu an burada olamazdım. Ve şimdi, böyle bir konuda benim yöntemlerimle bir başkasına nasıl güç verebilirdim? Ben fiziksel acıyı severdim. Hissedene dek elime ne geçerse onunla çizerdim vücudumu. Neresi denk gelirse keser, acıyla acıyı unuturdum.

Uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapmak için sessizce ayağa kalkıp çantamın içindeki küçük cebe koyduğum ama unutmaya çalıştığım sigarayı ve çakmağı alarak mağaranın dışına çıktım. İçime derin bir nefes çekerken beynime saldıran düşüncelere engel olamadım.

Onu anlayabiliyordum. Ben kan bağım olan birini hiç kaybetmemiştim. En azından hatırlayacak kadar büyük değildim ama Sarav benim kardeşim olmuştu. Ere'nin geçirdiğinden çok daha fazla zaman geçirmiştim Sarav'la. Benim yaşama tutunmamın, ona layık bir kardeş olmak için kendimle savaşımın, şu anki adam oluşumun tek sebebiydi o. Benim umudumdu Sarav, benim azmimdi. Çok şey kaybetmiştim Sarav'ın gidişiyle ve tüm bilinç altıma attığım bu düşünceler şimdi çıkıyordu yüzeyime...

Sigaramı attım ve karanlığımıza, içeriye girdim.

Ateş söndü. Gece, en karanlık halini örttü üzerimize. Mağaranın girişinden o çok az gelen aydınlık da terk etti bizi. Şimdi dışımız da içimiz gibi karanlık kaldı...

••••••••••

Zifiri karanlık üzerimizden sıyrıldığında,

"Ne zaman?" diye sordu çatallaşmış sesiyle.

Nihayet konuşmasıyla kendime gelip elimdeki kanlı taşı yere bıraktım ve kazağımı aşağı indirerek karnımı kapadım.

"Sen gelmeden önce."

Küçük bir inilti kaçtı boğazından ve bir daha konuşmadı.

Yavaşça ayağa kalktım. Günlüğümü ve diğer eşyalarımı çantama tıkıp onun çantasını da alarak,

"Yola çıkmalıyız," dedim beklentiyle.

Çok yavaşça, acı çeker gibi ayağa kalktı, yüzüme bakmadan üzerine örttüğüm montumu bana uzattı ve çantasını elimden almak için uzandı. Elimi geri çekip çantayı vermek istemeyince gözlerime bakıp,

"Kalbim yaralı, vücudum değil," diyerek çantasını elimden çekip aldı.

Gözleri öyle şişmişti ki. Renklerini göremesem de gözlerinin etrafındaki koyuluklardan ne kadar kötü olduğunu anlıyordum.

Mağaranın çıkışına yöneldi ve mağaradan çıktık. Yüzüme vuran keskin soğuğa aldırmadan gideceğimiz yönün ters istikametine doğru yürümeye başladım. Bu halde savaşamazdı. Onu doktorun sığınağına geri götürecektim.

"Nereye gidiyorsun?"

Sesinin kısıldığını şimdi fark ediyordum. Ağlarken ses çıkarmamak için kendini çok kasmış olmalıydı.

Ona döndüm ve,

"Doktorun sığınağına, bu halde savaşamazsın. Sağlıklı hareket edebileceğini sanmıyorum," dedim mümkün olan en hafif sesimle.

Bakışları değişti; hiç görmediğim kadar şaşkın, hiç görmediğim kadar sinirli ve hiç görmediğim kadar başka biriydi.

Hızlı adımlarla yanıma gelip tüm gücüyle olduğunu düşündüğüm sert bir tokat attı yüzüme. Şaşkınlıkla başım yana dönerken çenemi sıktım.

"Neden! Bir kız olduğum ve duygusal davranıp işleri berbat edeceğim için mi? Yoksa bunca zaman ben abimden bahsederken bana yalan söylediğin, bu yüzden utandığın ve yol boyunca yüzüme bakamayacağın için mi?"

"Bak Ere-"

"Bana adımla hitap etme lanet olası yalancı piç!" diye bağırıp bu kez göğsüme, yüzüme, boynuma, kısacası nereye denk gelirse vurmaya başladı.

"Lütfen dinle," dedim hareketsiz öylece dururken. Bana istediği kadar vurabilirdi, canımı daha fazla acıtamazdı nasılsa.

"Abimi dahi koruyamayan bir askeri dinlemeyeceğim!" diye bağırdığında bileklerinden tuttum.

O an ona bakmıştım ve ağladığının farkında olmadığını düşündüm bir an. Bana öyle büyük bir nefretle bakıyordu ki nefes alamadım. Bakışlarımı gözlerinden almadan,

"Onu koruyamadım. Ona doğru giden oktan daha hızlı olamadım, üzgünüm... Üzgünüm... Sarav'ın önüne geçemeyecek kadar yavaş olduğum için üzgünüm. Daha iyisini yapamadığım için..." deyip bileklerini bıraktım ve konuşmama devam ettim.

"Beni ister affet ister affetme ama yapmam gerekeni yapacağım Ere. Ve bana ister kız ister kızma ama sana adınla hitap edeceğim. Anneni o adamların elinden kurtarıp sana ve Bay Lepidus'a olan borcumu bir şekilde hafifleteceğim. Belki beni suçsuz yapmayacak ancak elimden gelen tek şey bu. Sarav'ı geri getiremem; ancak bir daha asla birini kaybetmeyeceksin, söz veriyorum."

Elleriyle yanaklarını silip başını iki yana sallayarak,

"Sana inanmıyorum. Kendi intikamımı kendim alacağım," dedi ve yorgun, tükenmiş bir şekilde Vastandidlerin köyüne doğru yürümeye başladı.

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin