₩ - € Bölüm 14

4.3K 499 55
                                    

Merhabalaaar :)
Çabuk ama kısa yazacağımı söylemiştim ve azmedip kısa bir bölümle geldim:)

İyi okumalaaaar :)

ERE

Dokunmanın yaşattığı hissi deli gibi merak ederek geçirmiştim yıllarımı. Her gördüğüm şeye dokunurken 'acaba bu nasıl hissettiriyor' diyerek geçmişti hayatım. Şimdi, hissedebilmenin heyecanı ve mutluluğunu yaşıyordum. İlk hissettiğim ise Valgus'un parmaklarıydı...

Hayallerimde ilk hissettiğim dokunuşu çiçeklerde ya da annemde yaşayacağımı düşünmüştüm hep; ama şu an, bu askerin dokunuşundan mı ya da hissedebilmenin heyecanından mı, bilmiyordum, kalbim yerinden çıkacak gibiydi.

Yanağıma dokunduğunda, hissettiğim sıcaklıkla irkilerek geri çekilip yüzüne baktım.

O anda gördüm gözlerinin rengini... Teninin ve saçlarının... Soluk bir adamdan sıcacık görünen bir adama dönüşüşünü... Ve sıcak parmaklarını hissetmek, ona daha fazla dokunma isteği uyandırmıştı içimde.

Bu yüzden kendime gelip dikkatimi ondan uzaklaştırdım. Keşfetmem gereken diğer şeylere odaklanarak yanından mümkün olduğunca uzağa yürüdüm.

Her şeyi hissedebiliyordum... Tanrı'm... Ellerimi odanın içindeki eşyaların üzerinde gezdirirken, çoktan kendimi kaybetmiştim. Çiçeklerin, masanın dokusu,... Her şey...

Keşke annem, babam ve Sarav da burada olabilseydi...

Ağladığımı bile yanağımdaki gözyaşının verdiği tuhaf histen anlamıştım. Ve tüm o anlarda askerin bakışlarının bir an olsun üzerimden ayrılmayışı, utanmama neden olmuştu. Ona baktığımda, odada olan tablodaki deniz rengiyle aynı renkteki gözlerinin parlayışını olduğum yerden görebiliyordum.

Onu keşfetme isteğiyle dolup taşarak yanına yaklaştım. Yüzüne, ellerine dokundum. Benden farklıydı. Sakalları parmaklarımı ve avuç içimi acıtıyordu ama rengi öyle uyumluydu ki teniyle...

VALGUS

"Ne kadar sürecek bu durum?"

Oldukça uzun süredir masanın etrafında oturmuş, Bay Siency'nin bize getirdiği eşyalara dokunuyorduk. Her yeni eşya, yeni bir tecrübeydi bizim için.

"Vücudunuz size enjekte ettiğim kimyasalları attığı zaman," diye cevap verdi doktor.

Ere önündeki su dolu bardağa parmağını sokup çıkararak suyun bıraktığı hissi denerken merakla,

"Bu ne kadar zaman alıyor Siency amca," diye sordu.

"Ne kadar terlediğinize ya da ne kadar tuvalete gittiğinize göre değişir. Ama dışarıdaki havayı düşünürsek, muhtemelen bir aydan fazla sürer."

Bir ay otuz karanlık gün demekti. Otuz karanlık günde hissediyor olmak, vereceğimiz savaşta bizim için iyi avantaj sağlardı. Bu maddeyi tüm askerlere enjekte edebilmenin bir yolunu bulmalıydım.

Ben bunları düşünürken zamanın ne kadar hızlı geçtiğini Bay Siency'nin sözleriyle fark ettim.

"Geç oldu. Benim yatmam gerekiyor, yaşlı bir adamım ben. Siz de hissetmenin tadını çıkarın gençler."

O sırada Ere, doktora son bir soru daha sordu. Benim de merak ettiğim ama soramadığım.

"Gözlerimin renkleri neden farklı Siency Amca? Birisinin mavi ve diğerinin ise ela olduğunu söyledin. Neden onun ya da senin gözleriniz gibi değil?"

Onun derken beni göstermişti. Sinir olmuştum ve çenemi tutamadım. Dalga geçer bir şekilde arkama yaslanarak,

"Sana tuhaf biri olduğunu söyleyen olmamış mıydı Sarav'ın kardeşi? Öyle sinir bozucu ve uyumsuzsun ki vücudun bile isyan ediyor," deyip pis pis sırıtmaya devam ettim.

Bana gönderdiği delici bakışlarından ne kadar sinirlendiğini anlamıştım ama Bay Siency konuşmaya başlayınca dikkatini ona vermek zorunda kalmıştı. Bana cevap veremeyişinin onu daha çok sinirlendirdiğine emindim ve bu keyifle iki elimi başımın ardına koyarak ben de Bay Siency'yi dinledim.

"Senin durumun biraz özel bir durum aslında Ere. Karanlık gelmeden önce de dünya nüfusunda senin gibi insanların varlığı nadiren de olsa vardı. Buna heterokromi deniliyor. Genelde doğuştan olan bir pigment sorunu, bazen belli travmalar sonucunda da sonradan oluşabiliyor; ancak seninkinin, magmadaki kimyasalların yüzeye ulaşması ve Nibiru'nun etkilerinden kaynaklandığını, DNA'na etki ettiğini sanıyorum."

Doktor, ikimize de söz hakkı tanımadan yorgun bir şekilde kapının ardında kaybolurken Ere'ye baktım. O da bana...

"Senin gözlerinin rengine mavi deniliyormuş. Bundan sonra sana Mavi Asker diye sesleneceğim," dedi dalga geçer bir gülümsemeyle.

Kaşlarımı kaldırdım.

"Ben senin askerin değilim Bayan Farklı Göz Heterokromi," deyip sırıttım ben de.

Masanın önündeki su dolu şişeye uzanarak,

"Babamın askeri benim de askerimdir. Diken surat nasıl?" dediğinde, ondan önce su şişesini almak için öne atıldım.

Ancak ikimiz de aynı anda şişeyi kavramıştık. O, masanın ortasındaki şişeyi tutmuş, bense onun elinin üstünden şişeyi kavramıştım.

"Bırak şunu Asker Diken Surat."

Sakallarım yüzünden bana böyle seslendiğini anlamıştım.

"Su içeceğim Yaratık," dedim dudağımın bir kenarı yukarı kalkarken.

Gözlerindeki kıvılcımdan sinirlendiği ve kendini tuttuğu öylesine belli oluyordu ki keyiflenmeme engel olamadan daha da sırıttım. Dikkatimi dağıtan ise sinirden dudağını ısırışıydı...

Elimin altındaki yumuşak ve pürüzsüz tenini hissetmek yetmiyormuş gibi bir de dudağını ısırışına takılmıştım. O ise sanki inadına yapar gibi bir kere daha ısırdı. Ve yine... Yine...

"Dudağını ısırmayı kes. Acıdan mı hoşlanıyorsun," dedim kızarak.

Şimdi gülmüyordum ve elimi de su şişesinden çekmiştim. O da elini çekmişti, artık su şişesi onun da dikkatini çekmiyordu çünkü dudağını ısırmaya takılmış görünüyordu.

"Çok değişik," dedi gülümseyip dudaklarına dokunarak.

Bir şey söylemedim. O sırada dudaklarına bakmamaya çalışmanın savaşındaydım çünkü. Dolgundu dudakları... Oldukça dolgun... Bir erkeğin aklına farklı şeyler getirmesine neden olacak kadar hem de. Özellikle artık rengini de biliyorken...

Tekrar ısırıp,

"Çok hassas," dedi bu kez de.

Hiçbir şeyin farkında değildi. Şu an yaptığı hareketlerin...

Tanrı'm!

"Sen de denesene, hadi," deyip yapmadığımı görünce diliyle dudaklarının üstünden geçti.

İşte o anda hızla ayağa kalkıp arkamı dönerek odama gitmeye karar verdim.

Lanet olsun! Erkek olmak çok zordu!

VALGUS & ERE ( Karanlığın İnsanları )Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin