"Onu Nereye Götürüyorlar?"

124 13 7
                                    

Gözlerimdeki uykusuzluk ile yatağımdan kalktım, okula gitmek benim için bir acıydı bu durumda. Ama gitmek zorundaydım evde kalsam Gözde kokoşunun dırdırını çekecektim şuan tek ve en iyi seçeneğim okula gitmekti. Altıma mavi pantolonumu üstüne sade bir tişört geçirdim. Saçımı topuz yapıp odadan çıktım. Mutfağa geldiğimde babam ve yeni ailesi çok eğleniyordu ve işte bugün moralimi bozan şey o an gerçekleşti. Babam ve Dilek tatlı baba-kız(!) sohbeti yapıyordu ve işin en kötüsü babam neredeyse her cümlesinin sonunda 'prenses' kelimesini söylüyordu; ve bu beni uyuz etme konusunda bir numaralı yeri almıştı. Sofradaki yerimi aldım, canım pek bir şey istemeyerek kahvaltımı yaptım. Ben kahvaltımı yaparken tatlı baba-kız(!) Sohbetleri sona ermişti. Ve yüzleri asık bir şekilde kahvaltılarını yapmaya devam etti. Gözde kokoşu mutfağa, -yüzündeki elli ton fondöteni nasıl taşıyor anlamıyorum- girdi, kahvesini eline aldı ve herkesin suratına taktığı ifadeyle masaya oturdu. Masadan kalktım, bu kadar mutlu bir ailenin mutluluğunu bozmak yüreğimi acıtıyordu(!). Evden dışarı çıktım, yarın İngiltere uçağına binip bu mutlu aileyi daha mutlu edecektim.

Okula gitmek için taksi çağıracakken bir araba yanıma yaklaştı, plakasına baktığımda Aras olduğunu anladım. Arabanın kapısını açtım, dün akşam aramızda yaşanan olay aklıma geldikçe 'salak' lakabının bana daha çok yakıştığının farkına varıyordum. "Günaydın" dedim ama Aras'ın cevap vereceğini sanmıyordum. Yüzündeki solgunluk ve gözlerinin ağırlığı bunu doğruluyordu. Bu haldeyken kaza yapmasından korkuyordum. "Aras arabayı durdurur musun?" Beni duymuyor muydu ya da takmıyor muydu? "Aras" çığlığım kulağımın içinde uğultu yaratırken ani bir fren yaptı. "Ne var Defne, Günaydın dediğini duydum sana da günaydın" "Aras eğer sorun dün akşam ise senden binlerce kez özür diliyorum..." sözüme devam etmek isterken, sözümü kesti. "Hayır, dün akşam olayı ben biraz uzattım zaten, özür dilemene gerek yok." Gözlerini kapattı ve yutkundu ve "her kızın böyle ufak tefek tripleri vardır" diye mırıldandı ve yüzündeki gülümse solgun ifadesini çok tatlı bir hale getiriyordu. Fakat bu tatlı gülümseme kısa sürdü ve solgun ifadesi eskisi gibi duygusuzluğunu korudu. "Sorun ailem, kavga ediyorlar. Akşam onlar yüzünden doğru düzgün uyuyamadım zaten. Defne şu İngiltere konusunda babamın izin vereceğini düşünmüyorum" bu sefer gülümseme sırası bendeydi. "Kaçarız" dedim.
"Şaka mı yapıyorsun"
"Hayır"
Yüzümdeki ifadeyi ciddileştirip, ona planımı sundum. "Bu aksam herkes uyuyunca valizinle bizim eve gel. Sonra sabah çok erken bir saatte evden çıkar ve İngiltere'ye doğru yol alırız, ne dersin?" Heyecanlı bir şekilde anlatırken gözlerim kocaman olmuştu. Ve onun da bu halime güldüğünü gördüğümde "Aras" gülmeyi kesti ve "tamam" dedi.

Saatime baktım, "okula geç kalacağız" diye onu uyardım ve arabayı okula giden yöne yöneldi. Kısa süren bir yolculuktan sonra emniyet kemerimi çıkardım, çantamı aldım ve okula doğru yürümeye başladık. "Benim ilk dersim tarih senin" boğazından iğrenç bir ses çıktı "Benim ilk ders matematik ya" istemsizce güldüm;sınıfıma yöneldim.

Tarih her zaman sevmediğim bir ders olarak hayatımda yer alacaktı, gerçekten pek bir şey anlamıyordum ama notlar alarak elimden geleni yapmaya çalışıyordum. Notlarımı alırken zilin çaldığını farkettim. Kitaplarımı alıp, dolabıma gittim. Dolabımı açtım tarih kitaplarını yerine koyup, türkçe kitaplarını aldım;dolabımı kapattığımda karşımda Doğa'yı gördüm. "Defne, niye benden korkmuyorsun? Berkay'a ne yaptığımı görmedin mi?" Berkay'ın vucüdundaki o yara aklıma gelince "tam bir psikopatsın tımarhaneye kapatılman gerekiyor." Gözlerini devirerek bana baktı "çenen fazla açılmış senin, ne oldu artık masum kız oyunları yok mu?" Bende gözlerimi onun gibi devirdim ve "senden korkmadığımı defalarca söyledim" derin bir nefes aldım ve sınıfıma doğru yürürken bileğimi tuttu, beni dolaba yasladı ve ellerini boğazıma yapıştırdı, o kadar sert sıkıyordu ki, öksürmek istiyordum ama olmuyordu. Gözlerimin önüne bir karanlık geldi, en sonunda eller boğazımdan ayrıldığını hissettiğimde, kendimi yere attım ve öksürmeye başladım. Gözlerimdeki karanlık yavaş yavaş kalkıyordu. Fakat uzun bir süredir nefes alamadığım için başımın soğuk zemine çarptığını hissettim.

Gözlerimi açtığımda revirdeki beyaz tavanı gördüm. Beni kim kurtarmıştı o psikopatın elinden, buraya nasıl gelmiştim? Şansıma deniyerek hafifçe seslendim "Aras, hemşire abla" evet okula geleli uzun zaman oldu ama hemşire ablanın adını bilmiyordum.İkinci tahminim doğru çıktı ve hemşire abla odama geldi "Nasılsın, daha iyi misin?" Başımla iyi olduğumu onaylayıp buraya nasıl geldiğimi sordum. Verdiği cevaba göre beni buraya Aras ve Berkay getirmişti. Sanırsam Berkay, Doğa'nın ellerini benden uzakta tutmuştu ve Aras'ta ben bayılınca beni revire getirmişti.

Revirin kapısından çıkan seslere göre teneffüsteydik ve galiba bir ders saati kadar baygın kalmıştım. Revirin kapısının açıldığını duyduğumda kafamı kapıya çevirdim. Aras ve Berkay gelmişti. Aras yanıma geldiğinde ayağa kalktım ve boynuna sarıldım. Ona sarılınca kendimi daha güvende ve huzurlu hissediyordum. Sanki onun kolları bana daha önce kimseden öğrenemediğim güveni öğretiyordu.

Koridordan çığlık sesi geliyordu bunun üzerine Aras'ın bana güven veren kollarından sıyrılıp koridora çıktım. Doğa'nın "beni bırakın" diye attığı çığlıklar koridoru dolduruyordu. Berkay ve Aras yanıma geldiğinde "onu nereye götürüyorlar?" Merak içinde bunları sorarken gözlerim Doğa'nın sinir krizi geçiren hallerine bakıyordu. "Tımarhaneye" Berkay sakin bir şekilde bunları söylerken, gözlerimi Doğa'dan ayırdım ve Berkay'a baktım. İçinde onu bıçaklayan kıza olan nefreti varken, bir zamanlar en iyi arkadaşlar oldukları için vermiş olduğu hüzün vardı. Doktorlar Doğa'yı okuldan götürüp, koridordaki çığlıkların yerini sessizlik alınca sınıfımıza doğru yürümeye başladık. Vote ve yorumları unutmayalım.

Babasının PrensesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin