KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#47 - Geçmişin Külleri

10.7K 804 334
By bayanclara

Herkese merhaba! Biz geldik... Hem de çok güzel geldik...

Bölüm o kadar güzel ki, dedim iftardan sonra tatlı niyetine iyi gider. 😂

Çok uzatmadan sizi bölümle baş başa bırakıp kaçayım, keyifle okuyun!🌟

🎶Yaşlı Amca - Yıldızlara Bak🎶

(Bu şarkıyı Mert ve Beril'e hediye ediyorum 🤩)


İnsanın kaderinde biri yazılıysa şayet, eninde sonunda çıkarmış karşısına. Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, aradan kaç sene geçerse geçsin... Eğer adın birinin yanında var olmuşsa hiçbir şeyin önemi kalmazmış. Elbet bir gün, bir şekilde kesişirmiş yollarınız.

Bunu annemden ilk duyduğumda lisedeydim ve pek önemsememiştim. Beni ilgilendiren bir şey olduğunu düşünmemiştim çünkü. Daha doğrusu ben, birine böylesine âşık olabileceğimi hiçbir zaman düşünmemiştim. Bu yaşıma kadar birçok kız girmişti hayatıma. Kimi arkadaşım olmuştu, kimi olmayan kardeşimin yerine geçmişti, kiminden hoşlanmıştım, kimini sevmemiştim ama kimseye de âşık olmamıştım. Öyle ki bir zaman sonra bende bu duygunun var olduğuna bile inanmamaya başlamıştım. Hâlbuki bu zamana kadar hep birbirini seven, birilerine bağlılık duyan insanlarla birlikte yaşamış ve birçok aşka kendi gözlerimle şahitlik etmiştim ancak ben hiçbir zaman böyle şeyler hissedememiştim. Bir zaman sonra da bunu önemsememeye başlamıştım, zira yaşamak veyahut da mutlu olmak için gönlünü birine kaptırmak zorunda olmadığını düşünüyordum. Bir bakıma da öyleydi ancak bilmediğim bir şey vardı.

İnsan, kalbinin çarptığı kişinin kendisini sevdiğini görünce ve bunu en derinden hissedince mutluluğun hiç bilmediği bir yanını tadıyordu.

Okulun ilk günü, Beril kantin kapısından içeri girdiğinde anlayamamıştım hayatımın ibresinin o andan itibaren başka bir yöne kayacağını ancak hissetmiştim. Bir şeyler olacağını hissetmiştim. Elbette yaşadığım bunca şey, aklımın ucundan bile geçmezdi ancak bu hep olmuyor muydu zaten? Şaşırdığımız, imkânsız gördüğümüz, yerli yersiz abarttığımız ve belki de ayıpladığımız birçok şeyi ansızın yaşarken bulmuyor muyduk kendimizi? Yaşamın kendisi böyle bir şeydi çünkü. Sana ne getireceğini asla bilemiyordun, ne götüreceğini bilemediğin gibi.

Kollarımın arasındaki kıza, yaramın el verdiği kadar sıkı sarıldım. Onu en derinden hissetmek için harcadım saniyelerimi. Burnumu saçlarına sürttüm, kokusunu doya doya içime çektim. İçimde öylesine bir coşku vardı ki, daha önce böyle şeyler hissetmediğime yemin edebilirdim. Bir yanım ayağa kalkıp odanın içinde taklalar atmak isteyecek kadar mutluydu, diğer yanımsa yaşadığım anın gerçekliğinden şüphe etmekle meşguldü.

Beril... Benim sevgilimdi artık değil mi?

Bu zamana kadar duyduğum ya da sorduğum hiçbir soru beni bu denli mutlu edememişti.

Ettiğim onca duanın ve yakarışın kabul olduğunu görmek içimi huzurla doldurmuştu. Bir zamanlar onu benim içimden çekip alması için yalvarıyordum Allah'a, şimdi ise o küçük kalbine beni yerleştirdiği için şükrediyordum.

Burnumu, o güzel kızıl tutamların köküne indirerek kokusunu sesli bir şekilde içime çektim. Ne zamandır sustuğumuzu bilmiyordum. İkimiz de ağzımızı açmadan anın büyüsüne kaptırmıştık kendimizi ancak konuşmak istiyordum. Bir şeyler söylemek ve belki de hala rüya gördüğünü sanan yanıma olanların gerçekliğini ispat etmek istiyordum.

Hafifçe boğazımı temizledikten sonra "Biliyor musun?" diye mırıldandım kısık bir tonda. Bir elim, onun sırtında aşağı yukarı yavaşça hareket ediyordu. "Seninle kayıp bürosunda karşılaştığımız zaman, yavaşça yanımdan geçerek saçının kokusunu duymamı sağlamıştın ve ben bir anda senin hangi şampuanı kullandığını merak ederken bulmuştum kendimi."

Beril, çenesini omzuma yaslayarak hafifçe kıkırdadı ve ben o sesi içime hapsetmek istedim.

"Ya... Keşke gelip sorsaydın, söylerdim. Sonra sen de aynı şampuanı alırdın, ikimiz de aynı kokardık ne güzel."

Dalga geçtiğini anlasam da söylediklerini uyguladığımı düşünüp seslice gülmeden edemedim. Zaten o da kıkırdamaya devam ediyordu.

"Hı, öyle yapsaydım da sapık olduğumu düşünseydin... Hem zaten seni tanıdıkça, daha doğrusu yanımda fazla dolanmaya başlayınca bir şeyi fark ettim."

"Neyi fark ettin?"

Ses tonundaki merak, dudaklarımın kıvrılmasına neden olurken başımı hafifçe eğdim ve yüzümü ense köküne, tam saçlarının bitim yerine yaslayarak bir kez daha soludum kokusunu.

"Şampuanın ardında bir koku var, sana ait olan." Burnumu ense köküne yaslayıp yavaşça boynuna doğru sürterek indirdim. "Hiçbir şeye benzetemediğim, adını koyamadığım ama enfes bir koku... Senin kokun, küçük yıldızımın kokusu... O kadar güzel ki Beril. O kadar güzelsin ki. Ne desem az, ne desem yetersiz, ne desem anlatamam."

Beril, başını yavaş hareketlerle boynumdan kaldırarak geriye çekti ve göz göze gelmemizi sağladı. Elalarına bir çığ gibi düşen duygu yüklü ifadeye bakarken usulca yutkundum ve başımı hafifçe dikleştirerek burnunun ucuna küçük bir buse bıraktım.

"Sana söylemek istediğim çok şey var. Seni nasıl sevdiğimi, ne kadar güzel olduğunu, içime nasıl dokunduğunu hiç susmadan saatlerce anlatabilirim. Ama bir yanımın da hiçbir şey yapası yok, sana böyle bakmaktan başka. Hiçbir şey yapmadan, hatta mecbur olmasam nefes bile almadan saatlerce izleyebilirim seni."

Beril, büyülenmiş gibi dikkatli ve bir o kadar da duygusal bir tavırla beni dinlerken bir kez daha yutkunarak başımı salladım. "Ah şu yara olmayacaktı var ya... Ellerinden tuttuğum gibi kaçırırdım seni. Sabaha kadar sokaklarda koşardık. Sonra ben içim patlarcasına bağırır, seni ne kadar çok sevdiğimi haykırırdım."

Fazla sessiz kaldığını düşünmüş olacak ki, yavaş yavaş dolmaya başlayan gözlerinin altından "Mert..." diye mırıldandı isyan edercesine. Ancak ona müsaade etmedim, diyeceklerim bitmemişti henüz. Daha doğrusu içimdeki heyecan ve coşku dilime vurmuştu, bu yüzden susmaya hiç niyetim yoktu.

"Sözüm olsun," diyerek gülümsedim ve beline sarılı olan elimi kaldırarak çenesini okşadım usulca. "İyileştiğim zaman seni alıp bir gece yarısı sokaklara düşeceğim ve gördüğüm her şeye; insanlara, denize, ağaca, toprağa, yola ve hatta gökyüzüne bile sana olan aşkımı haykıracağım. Çünkü... Çünkü sen bunu hak ediyorsun. Çünkü sen şuraya bu aptal kahramanını koyarak," derken elimi kaldırıp avucumun içini kalbinin üzerine yasladım. "Onu dünyadaki en mutlu insan yaptın. Bu yüzden ben de senin ne kadar çok sevildiğini, sevgiye ne kadar layık biri olduğunu herkese söylemeliyim."

Dolan gözlerinden taşan yaşlar, anın rehavetiyle ala çalmış yanaklarından aşağı inerken hıçkırdı.

"Beni bu kadar mutlu etme... Kalbim patlayacak."

Hıçkırıkları çoğalırken sözlerinden mi yoksa ağlamasından mı etkilendim bilmiyorum ama birden ben de ağlamaya başladım. Onun gibi hıçkırarak ağlamıyordum belki ama gözlerimden yaşlar boşalıyordu işte. Sanırım onca zamanın ardından sevgisine karşılık bulan kalbim, anın neden olduğu şoktan sıyrıldıktan sonra yeni yeni algılamaya başlamıştı yaşananları. Başkasını sevdiğine inanıp kendimi bu aşktan vazgeçirmeye çalıştığım, umutsuzluğa kapılıp içimi yediğim günler dün gibiydi hala. O kadar sıkıntılı andan sonra mutluluktan ağlamak benim de hakkım değil miydi? Koskoca adam olsam bile?

Başkalarının yanında kolay kolay akmayan gözyaşlarım, Beril onlardan biriymişçesine seri bir şekilde inerken yanağımdan aşağı usulca yutkundum. Normalde utanırdım ağlamaktan, yani en azından başkalarının yanında ağlamaktan ancak nedense şu an hiç utanç duymuyordum. Sonuçta onun karşısında, onu kazandığım için ağlıyordum ve bundan sonra ölene kadar yanımda olacağına göre beni her halimle görmesi gerekiyordu, öyle değil mi?

Ah, bunun düşüncesi bile öyle güzeldi ki.

Beril, yanaklarımdaki yaşları görünce önce şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı, hemen ardından da küçük bir çocuk gibi büzdüğü dudaklarının arasından "Ağlıyorsun?" diye mırıldandı. Sesinde hayret vardı. Hali, dudaklarımın iki yana kıvrılmasına neden olduğunda "Mutluluktan," diye fısıldadım. "Bu anın gelmesini öyle çok bekledim ki. Bunları yaşayamayacağım diye öyle çok üzüldüm ki. Hayal kırıklığına uğramamak için umut etmekten korktuğum şeyi yaşıyorum şu an, ağlamaya hakkım yok mu?"

Beril, seslice burnunu çektikten sonra küçük ellerini kaldırarak yanaklarıma yasladı ve beceriksizce gözyaşlarımı silmeye çalıştı.

"Ne için olursa olsun ağlama lütfen..."

Kendisi hala hıçkırıklarının arasından ağlarken bana ağlamamamı söylemesi beni hafifçe güldürdü. Başımı biraz daha ona yaklaştırdıktan sonra ağladığı için parıldayan ela gözlerinin tam içine baktım ve "Sen ağlarsan ben de ağlarım, demiştim," diye mırıldandım.

İnce kaşlarını bir çocuk huysuzluğuyla çatarken "Hayır, sen ağlamayacaksın," diye söylendi. "Ben ayağım taşa takılıp yere düşünce de ağlıyorum, sürekli benimle ağlayamazsın ya. Hem kahramanlar ağlamaz bir kere, ne biçim kahramansın sen?"

Kahramanlığıma laf ettiği için yalancı bir sinirle gözlerimi kıstım. "Gözü yaşlı kahramanım belki ben, türümün tek örneğiyim. Olamaz mı?"

Yanaklarımı bir kez daha kuruladıktan sonra elinin tersiyle kendi yanaklarını da sildi ve aynı huysuzluğuyla omuzlarını silkti. "Bana ne, ben ağlak kahraman istemem. Sonra kimse korkmaz senden, nasıl koruyacaksın beni o zaman?"

Sorusunu es geçip kaşlarımı havaya kaldırarak "Ağlak kahraman mı?" diye sordum şaşkınca. Güler gibi bir ses çıkardı.

"Evet, sürekli ağlayana başka ne denir ki? Hem... Sanırım yeniden düşünmeliyim."

"Neyi yeniden düşünmelisin?"

"Senin kahramanım kalıp kalmamanı. Böyle her duygusallaştığında ağlayacaksan ohooo, çok işimiz var senle."

Ağzım deyim yerindeyse bir karış açılırken "Öyle mi hanımefendi?" diye sordum. Yüzündeki eğlenen ifadeyi saklamaya çalışması başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Beni gaza getirmek ve ortamın havasını değiştirmek için böyle konuştuğunun farkındaydım. E, o zaman bana da bu oyuna katılmak kalıyordu.

Beril, küçük burnunu havaya dikerek "Öyle tabii," dediğinde gözlerimi kıstım ve kafamı sen şimdi görürsün dercesine salladıktan sonra onu gıdıklamaya başladım. Beril, anın şokuyla ufak bir çığlık atıp ellerimi tutmaya çalıştığında buna izin vermedim ve onu daha çok gıdıkladım.

"Ya, Mert! Ahahahaha Mert ya! Dursana! Ya ahahahaha bir dur ahahahah yapma ahahahah!"

Durmayacağımı anlayıp geri geri kaçmaya çalıştığında bir anda olayın rehavetiyle ileri atıldım ve o an dikişli yerime saplanan sancıyla sesli bir şekilde inledim. Ben, ellerimi hızla yaramın olduğu yere bastırırken Beril de anında gülmeyi keserek ayaklandı ve "Ne, ne oldu?" diye sordu endişeyle. Ben gözlerimi sıkıca yumup sancının hafiflemesini beklerken Beril de hemen yanı başımda telaşla söyleniyordu.

"Benim yüzümden oldu! Benim yüzümden! Sana dikkat etmeliydim, salaklık ettim! Hemen doktor çağırmaya gidiyorum, sen bekle tamam-"

"Yavrum bir dur!"

Gözlerimi açarak Beril'e döndüğümde şaşkınca bana bakıyor olduğunu gördüm. Sancı, azalarak yok olmaya meylettiğinde üzerimdeki hastane önlüğünün kenarını kaldırarak yaranın olduğu kısma baktım, bandajda kan görünmüyordu. Bu içimi rahatlatırken ona dönüp "Sorun yok," diye mırıldandım. "Ani hareket sonucu sancı girdi sadece, iyiyim."

Beril, ne zaman tekrar dolduğunu anlamadığım gözlerini kırpıştırarak "Olsun," diye mırıldandı. "Yine de birini çağırıyım, baksın. İçim rahat etmez benim."

Elimi yaranın üzerinden çekerek ona doğru uzattım. "Gel bakayım buraya. Sorun yok diyorum, niye inanmıyorsun? Hem zaten birkaç saate hemşire gelip pansumanı yeniler."

Beril, avucunu uzattığım elimin içine bırakırken hala tereddütte görünüyordu. Parmaklarını parmaklarımın arasından geçirerek elimi kavrasa da bana yaklaşmadığında "Ya gelip yanı başıma oturursun, ya da ne kadar zorlanırsam zorlanayım ayağa kalkıp o küçük burnunu ısırırım," diyerek tehdit ettim onu. "Hangisi? Sen seç."

Isırık tehdidini duyan Beril, aynı küçüklüğünde yaptığı gibi boştaki eliyle hızla burnunu kapatırken "Hayır!" diye bağırdı korkuyla. "Isırık istemem! Küçükken bile öyle bir ısırıyordun ki burnumdan nefes alamaz hale geliyordum..."

Sözleri beni sesli bir şekilde güldürürken tehdidimin işe yaramasının sevinciyle "İyi bakalım," diye mırıldandım. "Şimdi gel ve yamacıma oturarak bana tekrar sarıl. Tahminimce Batu annemleri oyalayacak şeyler bulmuştur ama farkında olmasak da uzun süredir burada yalnızız."

Beril, sözlerimden bir şey anlayamadığını gözlerini şaşkınca kırparak belirttiğinde tekrar güldüm ve boşta bulunmasını fırsat bilerek onu kendime doğru çektim. Beril, bir kez daha yanı başıma oturduğunda önüne gelen saç tutamını omzundan geriye doğru ittirdim ve elimi yanağına yaslayarak elmacık kemiğini okşadım.

"Kısacası yavrum, annemler her an gelebilir ve sen onlar geldiğinde annenle birlikte eve gitmek zorunda kalacaksın. Bu yüzden kimse gelmeden önce bir kez daha sarılmalı ve yarına kadar yetmese de çekebildiğim kadar kokunu depolamalıyım ciğerlerime."

Sözlerimin ardından dudaklarını büzdü. "Ama ben bu gece de burada kalırım diye düşünmüştüm."

Bakışlarım kısa bir an büzülmüş dudaklarına kaysa da bunun için fazlasıyla erken olduğunu bildiğimden kahvelerimi hızla elalarına çıkarttım. "Biliyorum güzelim ama annemin eve gitmeyeceğine eminim. Açık olmak gerekirse gönlüm senin yanımda kalmandan yana ama dün de burada kaldın, yoruldun. Bu gece eve gidip güzel bir uyku çek ve yarın okuldan sonra koşa koşa yanıma gel, olur mu?"

Elinden oyuncağı alınmış küçük bir kız çocuğu gibi omuzlarını düşürdü. "Ama yarınki dersim öğleden sonra. Sabah buraya gelsem, sonra okula gidip dönüşte tekrar gelsem?"

Başımı omzuma doğru eğerek sırıttım. "Biliyorum, yakışıklı sıfatımdan bir an bile ayrı kalmak istemiyorsun ama dediğimi yapmalısın. Sana söz veriyorum, uslu duracak ve bu odadan dışarı çıkmayıp seni bekleyeceğim."

Bana kötü kötü baktı. "Sanki çıkabilirmişsin gibi... Hem burada kalmak istememin yakışıklı yüzünle hiçbir alakası yok ve sen zaten o kadar da yakışıklı değilsin."

Kaşlarımı kaldırabildiğim kadar kaldırıp ona bir daha düşün istersen dercesine baktığımda ellerini havaya kaldırdı ve dişlerini göstererek güldü. "Peki, peki. Çarpılmak istemiyorum, sen hayatımda gördüğüm en yakışıklı kahramansın."

Tek kaşımı kaldırarak ona can yakıcı bir bakış attım. "Sadece kahraman mı?"

Oflayarak gözlerini baysa da konuşurken utandığından bakışlarını benden kaçırmıştı.

"Sen hayatımda gördüğüm en yakışıklı adamsın, oldu mu?"

"Bir de öpersen olacak."

Başını hızla bana çevirip şaşkınca "Ne?" diye sorduğunda sağ yanağımı öne çıkarıp işaret parmağımla iki kez vurdum. "Dudakların, diyorum. Yanağıma konmak için yaratılmış bence, diyorum. Bir kere öpsen mi artık, diyorum."

Elini kaldırıp utançla yanağını kaşırken mırıldandı. "He..."

Şaşkın tavrı beni bir kez daha seslice güldürürken işaret parmağımla tekrar vurdum yanağıma.

"Öpücük?"

Beril, birkaç saniye yanağıma baktıktan sonra uzandı ve yanağımı bastırarak öptü. Dudaklarının dokunduğu yerde güller açar, içim bir hoş olurken yavaşça diğer yanağımı döndüm ona. "Yazık ama buna... Ağlamasını istemeyiz değil mi?"

Beril, işgüzarlığıma hafifçe kıkırdadıktan sonra bu sefer daha rahat bir şekilde uzandı ve az öncekine nazaran daha uzun bir öpücük bahşetti tenime. Öpücüğünün ardından geri çekilmeye kalktığında hızla onu durdurdum ve o ne yaptığımı anlayamadan aynı hızla dudaklarımı sertçe yanağına bastırdım.

Özlemiştim valla.

"Mm," diye saçma bir mırıltıyla geri çekildim ve haylaz bakışlarımı kızarmış yanaklarına diktim. "Tadın mı daha güzel yoksa kokun mu, karar vermek çok zor."

Sözlerimle daha da utanıp geri çekileceğini sanırken ben; Beril, hiç düşünmediğim bir şey yaparak aynı benim gibi diğer yanağına iki kez vurdu ve gözlerimin içine bakarak "Ağlıyor," diye mırıldandı. Tavrı beni anlık şoka soktuğunda bakışlarından ciddi olduğunu anladım ve sırıtarak uzanıp gösterdiği yanağına hızımı alamadığım için peş peşe öpücükler kondurdum. O yeter ki istesindi, ben sabaha kadar öpebilirdim onu.

İstemeye istemeye başımı geri çekerek ona haylaz bakışlarımı gönderdim ve "Oldu mu hanımefendi?" diye sordum. Dudakları kıvrıldı. "Hım, çok güzel oldu hem de."

Benimle cilveleştiğini görmek, bilmek ve bu kadar derinden hissetmek... Bunları yaşamadan ölmediğim için mutluydum. Gerçekten.

Ben, oldukça mesut olmuş bir ifadeyle yüzüne bakarken nazikçe iç çekti ve yanımdan kalkarak kenardaki yatak sehpasını önüme çekti. Ben ne yaptığını anlamayarak onu izlerken yanı başımdaki komodinin üzerindeki poşeti aldı ve önümdeki sehpanın üzerine koydu.

Ah, işte şimdi şaşkınlıktan ölebilirdim. Resmen Beril'in buraya gelirken getirdiği yemeği unutmuştum. Yemeği yemeyi değil bakın, varlığını unutmuştum. Sahiden... Bunu nasıl yapabilmiştim?

Beril, yüz ifademi görmeden poşetin içindekileri sehpaya boşaltırken "Bunları senin bu zamana kadar çoktan bitirmiş olman gerekiyordu," diye mırıldandı. "Annenler gelince çok şaşıracak- Aa, sen niye öyle bakıyorsun yemeklere?"

Konuşmasının ortasında kafasını kaldırarak bana baktığında çehremdeki ifadeyi görünce duraksadı. Havada asılı kalan ellerinden biri bana uzanırken "Mert," diye mırıldandı şaşkınca. "Ne oldu? İyi misin?"

Gözlerimi kırpıştırarak başımı doğrulttum ve gözlerinin içine baktım. Hala oldukça şaşkındım.

"Yemekleri unutmuşum," deyiverdim hayretle. "Bana yemek getirdiğini unutmuşum. Yani tamam, bir süredir biliyordum yemeklerin kalbimde kurduğu krallığı yıkarak tahta geçtiğini ama... İlk kez yanı başımdaki yemeğin varlığını unutuyorum, anlayabiliyor musun?"

Beril, bir süre ne dediğimi anlamamış gibi boş bir ifadeyle yüzüme baktı. Bense bu süre zarfında, şu anda burnumun direğini sızlatan o güzel kokuları konuşma boyunca nasıl fark edemediğimi düşündüm ve kendime hayret etmekten başka bir şey yapamadım.

Bakışlarımı elalarından ayırmadan bir şey demesini beklerken ben, birden kıkırdamaya başladı. Yaşadığım şaşkınlıkta gülünecek neyin olduğunu merak ettiğim sırada ellerinden birini kaldırıp saçlarıma götürdü ve alnıma düşen tutamları parmaklarıyla tarayarak geriye doğru yatırdı. Bu hareketi sol yanımda küçük çaplı zelzeleye neden olurken Beril, bu yaptığı yetmezmiş gibi kıkırdamaya devam ederek eğildi ve alnımdan öptü beni. Kalbim bir anlığına atmayı bırakırken yüzümün aldığı ifadeyi görerek biraz daha güldü.

"Hayatım boyunca seni başka kadınlardan değil de yemeklerden kıskanacak olmak... Ağlasam mı, gülsem mi bilemiyorum gerçekten."

Aklım ve fikrim hala alnıma bastırdığı dudaklarında olduğu için sırıtamadım bile bu dediklerine. Haklıydı, beni başka kadınlardan kıskanmasına hiç gerek yoktu ancak ben şu an o kadar iyi anlamıştım ki, beni yemeklerden de kıskanması gerekmiyordu. Zira içim dışım öylesine onunla doluydu ki, bana ilklerimi yıktırmıştı. Can damarımdan, yemeğimden bile daha önemliydi Beril.

"Beni..." diye mırıldandım şaşkınca. "Alnımdan öptün."

Bunu dile getirmem onu utandırmış olacak ki gözlerini benden kaçırarak poşettekileri çıkarmaya devam etti.

"Hım, ne olmuş? Küçükken de öpüyordum alnından?"

Sanki anılmayı bekliyormuş gibi anında zihnime doluşan anıların ardından sinsi sinsi gülümsedim.

"Hım," dedim, onu taklit ederek. "Alnımdan öper, sonra da senin helalin olduğumu söylerdin."

Dediklerim onu biraz daha utandırırken kafasını eğdi ve saçlarının yüzünü kapamasını sağladıktan sonra "Ne olmuş?" diye mırıldandı huysuzca. "Çocuktum sonuçta, saçmalayabilirdim."

Kucağımda duran elimi kaldırdım ve o güzel yüzünü benden gizlemesine neden oldukları için kızıl tutamlarını okşayarak omzundan geriye attım.

"Yine saçmalasana..."

Kafası hala eğik olsa da sözlerimin ardından bakışlarını kaldırarak gözlerimin en içine baktı. "Ne?"

"Çocukken olduğu gibi saçmalasana yine," diyerek tekrar ettim ve sonra yüz ifadesinden bu isteğimi geri çevireceğini anladığımda başımı omzuma doğru eğerek "Lütfen," diye mırıldandım. "Hem ben hastayım, ölümden yeni döndüm. Beni kırmak istemezsin değil mi?"

Kaşlarını huysuzca çattı. "Küçükken de bana bir şeyler yaptırabilmek için duygu sömürüsü yapardın."

Tatlı tatlı sırıttım. "Ve hep işe yarardı."

"Çünkü sana asla hayır diyemiyordum ve seni kırmaktan ya da üzmekten ölesiye korkuyordum."

Başımı omzumdan kaldırarak umutla sordum. "Peki ya şimdi?"

Dudaklarını büzdü ve derince iç çekti. "Sana olan duygularım, çocukluğumda hissettiklerimin katlarca fazlasıyken mi? Asıl şimdi elim kolum bağlı."

Ben, söylediklerini hazmetmeye çalışırken bir kez daha uzandı ve o güzel dudaklarını yeniden alnıma bastırdı. Ardından da başını hafifçe geriye çekerek gözlerimin içine baktı.

"Çok sevgili süper kahramanım, artık helalimsin. Bundan böyle benden başka birini kurtarmayacak, benden başkasının kahramanı olmayacaksın."

Beril, çocukken söylediği şeyleri yeni uyarlamasıyla birlikle söylese ve sesini muzip tonda tutmaya çalışsa da bakışları ciddi olduğunu haykırıyordu. Usulca yutkundum.

"Bu göreve seni kurtararak başladım ve dilerim, görevimi yine seni kurtararak bitiririm; son nefesimi verirken."

Son söylediğim şey, kaşlarını hızla çatmasına ve aynı hızla da geri çekilmesine neden oldu. "Böyle konuşma! Hem de hastanedeyken ve daha yeni uyanmışken... Böyle şeyler söylemeye hakkın yok."

Cidden kızmıştı. Aynı zamanda da çokça üzülmüş görünüyordu. Sehpanın üzerindeki yiyeceklerin paketlerini hırsla açmaya başladığında dudaklarımdaki buruk gülümsemeyle ellerinden birine uzandım ve nazikçe tutarak kendime çektim. Elini, ellerimin arasından çekmese de bakışlarını bana çevirmemişti.

Başparmağımla avuç içini okşayarak elini yüzüme doğru kaldırdım ve başımı eğerek bileğinin iç tarafına dudaklarımı bastırdım. Bu hareketimle titrek bir nefes alırken gözlerini sımsıkı yumdu ve bu yüzden dolduğunu bile fark edemediğim gözlerinden bir damla yaş süzüldü yanağına. Bu, içimi acıtırken boştaki elini hırsla kaldırdı ve yaşı elinin tersiyle kurulayarak gözlerini tekrar açıp hüzünlü bakışlarını bana odakladı.

"Vurulduğunu kendi gözlerimle gördüm, yarana ellerimle baskı uyguladım. Elim, yüzüm, elbisem senin kanına büründü. Seni günlerce yoğun bakım ünitesinin önünde ağlayarak bekledim. Seni kaybetmenin acısını en derinden yaşadım ve daha olanlar bu kadar tazeyken böyle konuşabilmen... Kalbimi acıtıyorsun."

"Ah."

Dudaklarımdan yalnızca bu inilti süzülürken avuçlarımda olan eli sayesinde onu kendime çektim ve yanı başıma oturduğunda ona bir kez daha sıkıca sarıldım. Yüzümü omzuna gömerek "Özür dilerim," diye mırıldandım. "Sadece son nefesimi verirken de senin yanında olabilmeyi dilediğimi söylemek istemiştim. Biliyorum, çok kötü günler geçirdin ve yine biliyorum, hala çok korkuyorsun ama güzelim, benim seni uzun bir süre bırakmaya niyetim yok."

Kazağının üzerinden omzuna bir öpücük bırakarak geri çekildim ve yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Hiçbir şey söylemeden yalnızca gözlerimin içine baktı.

"Ben, seni çok bekledim ve seninle yapmak istediğim onca şeyi hesaba katarsam... Uzun yıllar boyunca benden çekeceğin var."

Hiç de kibar olmayan bir şekilde burnunu çektiğinde usulca gülümsedim ama o, şaşırtıcı bir şekilde bunu umursamadı.

"Yalnızca benim kahramanım olacaksın ama?"

"Böyle bir yakışıklı kahramanı herkes ister," dedim muzip bir tonda. Onunla biraz oyun oynamak istedim, hem biraz aklı dağılmış olurdu. "Başkalarına yazık olmaz mı sonra?"

Kaşlarını huysuzca çatarak "Herkes kendi kahramanını bulsun, bana ne," diye huysuzlandı. "Sen sadece benim süper kahramanım olacaksın. Sadece benim, tamam mı?"

Dudaklarımı yalancı bir mahzunlukla büzdüm.

"Olmazsam?"

Bana kötü kötü baktı.

"Küserim."

"Küsersen ne olur?"

"Giderim."

Yüzü hala avuçlarımın arasında, bakışları milim uzaklığımdaydı. Kaşlarını çatan taraf bu sefer ben oldum.

"Nereye gidersin?"

"Eve."

Cevabına gülmek istedim ancak oyunumu sürdürmem için bunu yapmamam gerekiyordu, bu yüzden kendimi tuttum.

"Bir daha gelmez misin hastaneye yani?"

Kısa bir an düşündükten sonra "Hayır, gelirim," diye mırıldandı. "Çünkü seni merak ederim ama buraya gelsem de seninle hiç konuşmam. Sana gülmem ve bir daha seni öpmem."

Gözlerimi irice açarken "Öldür daha iyi," diye mırıldandım gayriihtiyari ama bu söylediğim onu yeniden kızdırdığında hızla geri vites yaptım.

"Yani şey demek istemiştim, ben-"

Konuşunca saçmalayacağımı anlamış gibi lafımı kesti.

"Sadece benim kahramanım olacaksın?"

"Yavrum," diyerek başımı salladım iki yana. "Ben zaten hep senin kahramanındım."

Gözlerini kıstı. "Yalancı... Beni kurtarmak için mi atladın silahın önüne?"

Güldüm. "Birincisi, ben silahın önüne atlamadım ve ikincisi, bu olan şey kahramanlık sayılmaz."

"Hıı, çok sayılmaz... Bal gibi de sayılır ama neyse, sevdiklerinin senin için hep bir adım önde olduğunu bildiğimden bir şey demiyorum."

Bilmiş tavrı hoşuma giderken hafifçe sırıttım. "Hazır bu kadar yakınımdayken burnunu ısırabilir miyim?"

Sorumu duyunca gözlerini kocaman açarak yüzünü avuçlarımın arasından çekmeye çalıştı. "Hayatta olmaz!"

Haline gülerken başımı bir kez daha boynuma doğru eğerek ona yavru köpek bakışları attım. "Öpeyim bari?"

"Sen de iyi alıştın öpmeye he..."

İstemem yan cebime koy dercesine kurduğu cümleye kafamı geriye atarak kahkaha atarken odanın kapısının açılmasıyla Beril yüzünü hızla ellerimin arasından çekti ve aceleyle kalkmaya çalışırken bacağını komodine çarpıp yatağın yanı başına getirdiği sandalyeye yüzüstü düştü.

Düştüğünü görmemle kahkahamı yarıda keserken, Beril'in sandalyede hızla dönüp bana kötü kötü baktığını görmemle daha güçlü bir sesle gülmeye başladım.

"Oh, ne güzel, keyifler yerinde bakıyorum!"

Annem, gülümseyerek içeri girdikten sonra bakışlarını benimle Beril'in üzerinde gezdirdi ve hemen ardından da sehpanın üzerindeki yiyeceklere çevirdi. "Aa, Mert? Yemekleri niye yemedin oğlum? Hayır, sevmedin mi, de diyemiyorum çünkü senin sevmediğin yiyecek yok."

Beril, huzursuzca yerinde kıpırdandığında gayet rahat bir şekilde omuz silkip "Hiç," diye mırıldandım. "Konuşmaya dalmışız, o yüzden yiyemedim."

Annemin ardında dikilen Batu yarım ağız sırıtarak bana bakarken bir şeyleri belli etmemek adına yüz ifademi sabit tutmaya çalıştım. Gerçi dediklerime zerre inanmayan annem imalı bakışlarını yüzümde gezdirse de babamla Suzan abla buna pek takılmamış gibi duruyorlardı. Melis ise cin gibi açtığı mavi gözlerini bana dikmiş, seni gidi seni dercesine kafasını sallıyordu. Batu'nun restorana gittiğinde her şeyi sevgili nişanlısına yumurtlayacağından adım gibi emindim zaten.

"Her neyse, geç oldu. Biz gidelim de Mert rahat rahat yesin yemeğini."

Suzan ablanın sesiyle herkesin başı ona dönerken annem uzanarak Suzan ablanın kolunu tuttu.

"Her şey için sağ ol Suzancığım. Ben zaten uzun bir süre burada kalacak gibiyim. Numaranı da aldım, ararım haberleşiriz."

Suzan abla "Ne demek," diyerek anneme sarılırken ben de babama döndüm. "Bizimkileri arayayım mı? Sizi eve bırakırlar."

"Yok, oğlum. Gerek yok. Aşağıdan taksi ayarlarım ben."

"İyi, siz bilirsiniz."

Melis, annemlerin arasından sıyrılarak yanıma geldi ve yanımdaki boşluğa oturdu. Beril'in oturduğu yer diğer tarafımda kalmıştı.

"Yakışıklım, biz restorandayken uçak bileti aldık Batu'yla. Malum gelmemiz çok hesapsız oldu ve tam da sınav haftamıza denk geldi. Ne yazık ki uçuş baya erken saatte, gönül isterdi gitmeden evvel bir kez daha görüşelim ama..."

Kollarımı açarak onu göğsüme misafir ettim. "Olur mu öyle şey güzellik? Gelmenize bile gerek yoktu aslında, boşa yoruldunuz," diyerek sırtını sıvazladım. "Hem sorun yok, şurada ara tatile ne kaldı? İzmir'e gelince bol bol vakit geçiririz nasıl olsa."

Yumruk yaptığı elini hafifçe omzuma vurarak "Ne demek, ne gerek vardı?" diye homurdandı. "Ben vurulsam yanıma gelmeyecek misin yani?"

"Saçmalama istersen," dediğimde gülerek geri çekildi ve yanaklarımı şapur şupur öptü. Beril'in öptüğü yerden öpmemiştir inşallah...

"Kendine dikkat et, olur mu? Her gün arayıp kontrol edeceğim seni."

Dudaklarımı birbirine bastırarak gözlerimi kırpıştırdım. "Peki, bilmem kaç numaralı anneciğim. Sütümü içmeden de uyumam."

Melis, gamzelerini ortaya çıkararak gülümserken "Şapşal," diyerek ayaklandı ve yerini Batu'ya bıraktı. Batu da bana dostça sarıldıktan sonra diğerlerinin duymayacağı kadar kısık bir tonda "Yüzünden anladığım kadarıyla her şey tatlıya bağlanmış," diye mırıldandı. "Bir de boşa geldiğimizi söylüyorsun."

Geri çekildiğinde sırıtarak omzuna vurdum birkaç kez. "Eyvallah kardeşim, unutmayacağım bu şanslı kıyağını."

Batu, bir kez daha gülerek ayaklandığında bu sefer babam geldi yanıma. Omzumu yavaşça sıkarak "Ben de bilet aldım ama benim uçak öğlene doğru kalkıyor," dedi. "Önce buraya gelir, sonra havaalanına geçerim."

Başımı salladım. "Tamam, baba."

Babam geri çekildiğinde son olarak Suzan abla geldi ve canımı acıtmaktan korkarcasına yavaşça sarıldı bana. "Oğlum canının çektiği bir şey var mı? Yapıp yarın göndereyim Beril'le?"

Geri çekildiğinde gülümseyerek baktım o güzel yüzüne. Beril, güzelliğini şüphesiz annesinden almıştı.

"Yok ablam, çok sağ ol."

Suzan abla, buna pek inanmamış gibi görünse de kafasını sallayarak "Peki," diye mırıldandı. "Ama bir şey istediğinde çekinmeden ara beni, olur mu?"

Gülümseyerek başımı salladım. "Olur, ablam."

Son olarak yatağın yan tarafındaki sandalyede oturan Beril ayaklandı ve gözlerimin içine bakarak "Yarın okuldan sonra geleceğim," diye mırıldandı. Başımı sallayarak onayladım onu. Bunun üzerine bir an tereddütte kalmış gibi görünse de sanırım aksi takdirde daha çok dikkat çekeceğini anladığından usulca yaklaşıp biraz öncekilere nazaran daha gevşek bir şekilde sardı kollarını boynuma. Kısa süren sarılmamızda diğerlerine çaktırmadan doyamadığım kokusunu çektim içime.

Beril, kollarını çözerek benden ayrıldığında birkaç saniyeliğine birbirimizin gözlerinde kaybolduk ve sonra o, arka koltuktaki çantasını alarak annesinin yanına geçti. Annem dışında herkes bana son bir kez daha veda ederek odadan çıktıklarında derince iç çekerek geriye yaslandım ve önümdeki sehpayı iyice kendime çekerek soğumuş olduklarına emin olduğum yiyecekleri aşındırmaya başladım.

Annem, odanın kapısını kapattıktan sonra yanıma gelerek biraz önce Beril'in oturduğu sandalyeye yerleşti ve bacak bacak üstüne atarak bakışlarını üzerime dikti.

"E, nereden başlıyorsun?"

Annemin sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim ancak ağzımın içine doldurduğum yemekler yüzünden konuşamadığım için yalnızca kaşlarımı havaya dikmekle yetindim. Neye, nereden başlayacaktım ki?

Annem, bakışlarımdan bir şey anlamadığımı anlamış olacak ki bu sefer de kollarını göğsünde kavuşturarak "Beril'den bahsediyorum," diye mırıldandı. "Gözlerinde gördüğüm gülümsemenin sebebi o güzel kız, bu bariz ortada ve de senin ona olan bakışların... Anneciğim, bu zamana kadar kimseye böyle baktığını görmedim ben."

Annemin bir şeyler sezdiğini bakışlarından anlamıştım zaten ve artık Beril de bildiğine göre kimseden saklayacak bir şeyim yoktu. Bu yüzden usulca ağzımdakileri bitirdim ve sonra annemin gözlerinin içine bakarak kocaman sırıttım.

"Beril, benim kız arkadaşım anne."

Annemin ağzı ve gözleri aynı anda açılırken "Ne?" diye bağırdı heyecanla. "Ne zamandan beri?"

Güldüm. "Daha bir saat olmadı."

Cevabımın üzerine kafası karışmış olacak ki kaşlarını çatarak "Dalga mı geçiyorsun Mert?" diye sordu. "Anneyle dalga geçilmez, diye kaç kere dedim ben sana?"

Sırıtmaya devam ederek omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Dalga geçmiyorum ki, doğruları söylüyorum. Aslında bunun için senin yardımını alacaktım ama Batu sağ olsun, gerek kalmadı."

"Hasta falan demeyeceğim bir güzel pataklayacağım şimdi seni ha! Doğru düzgün anlatsana oğlum, hiçbir şey anlamıyorum!"

İsyankâr tavrına biraz daha güldükten sonra kaşlarının iyice çatıldığını görmemle duraksadım ve yemeğimi yemeye devam ederek okulun ilk gününden itibaren yaşananların kısa bir özetini geçtim anneme. Beril'i okulun ilk günü nasıl gördüğümü, nasıl ikinci kez tanıştığımızı, onun aslında kim olduğunu nasıl öğrendiğimi, ona nasıl tutulmaya başladığımı, şerefsizlik yapan Eray'ı ve en son yaşananları... Detaya inmeden ama hiçbir olayı da atlamadan anlattım. En sonunda da Batu'yla konuşurken Beril'in bizi nasıl duyduğunu ve az önce yaşananları üstü kapalı bir şekilde anlatarak son verdim konuşmama.

Annem, tüm konuşmam boyunca hiçbir şey demeyerek yalnızca yemek yiyişimi izledi ancak bakışları, aklından türlü türlü şeylerin geçtiğinin en büyük habercisiydi.

Annemin sessizliğini anlattıklarımı hazmediyor oluşuna bağlarken bunu takmayıp önümde ne varsa silip süpürdüm ve geriye kalan boş paketleri, Beril'in komodinin üzerine bıraktığı poşete doldurdum. İşimi hallettiğimde rahat bir tavırla sırtımı arkamdaki yastığa yasladım ve bakışlarımı hala beni izlemekte olan gözlerine diktim.

"Çok mu şaşırdın?"

Dirseğini sandalyenin kenarına koyduktan sonra çenesini de yumruk yaptığı eline yasladı.

"Tabii ki şaşırdım ama konuşmamamın sebebi bu değil, sadece düşünüyorum."

Kaşlarımı çatarak "Neyi?" diye sordum.

"Ah'ların nasıl tuttuğunu," dedikten sonra düşünceli bir şekilde başını salladı. "Sana çocukluğunda demiştim, bu kızın ahını alıyorsun, gün gelir ödersin, demiştim. Bak, gördün mü? Neyi, nasıl ödeyeceğin hiç belli olmuyor. Allah'ın işi işte..."

Dudaklarıma buruk bir gülümseme ev sahipliği yaparken "Ben de aynı şeyi düşündüm hep," diye mırıldandım. "Çocukluğumda bilmeden ona çektirdim, şimdi de ben çektim. Hem de misliyle."

"Misli olup olmadığı tartışılır," diyerek güldü annem. "Ah, ah, o yavrucağa küçükken neler ettin sen... Kızcağız gözlerinin içine baktı hep, sense onu nasıl başımdan savarım diye düşünüyordun."

Kaşlarımı usulca çatarak "Ben o zaman da Beril'i seviyordum," diye homurdandım. Tamam, küçükken ona çektirdiğimi ben de çok iyi biliyordum ama olan olmuştu işte. Şimdiki aklım olsa elini bir kez olsun bırakır mıydım?

"Ama o seni sadece sevmiyordu, sana bağlıydı. Hatta o küçük kız, kahramanı olarak gördüğü çocuğa bağımlıydı."

"Şimdi de ben ona bağımlıyım anne, hem de çok," diyerek başımı salladım. "Hem, eski zamanları hatırlatarak canımı mı sıkacaksın gerçekten?"

"Senin canın sıkılmış zaten sıkılacağı kadar. Zaten bundan sonra da sıkılmaya devam edeceği bariz ortada. Benim geçmişi hatırlatmama gerek yok ki."

Anlamayarak sordum. "Ne demek istiyorsun? Niye sıkılmaya devam edecekmiş canım?"

Annem, yalancı bir ifadeyle gözlerini büyüterek "Ne demek niye?" diye sordu. "Yavrucuğum nasıl da güzelleşmiş büyüyünce. Hatta birkaç seneye kalmaz, tam bir afet-i devran olur. Sen de günlerini onu erkek sinekten bile kıskanmakla geçirirsin."

"Anne," diye homurdandım dişlerimin arasından. "Ben senin oğlunum, bilmem farkında mısın?"

Annem elini kaldırarak kalbinin üzerine koydu ve işgüzar bir tavırla "Olmaz olur muyum hiç anneciğim?" diye sordu. "Ne yazık ki yaşadığım acı tecrübeler bu farkındalığı edindirdi bana ama ben Beril'in tarafındayım. Bir güzel süründürsün seni, hak ettin."

Gözlerimi şaşkınlıkla kıpırdatırken "Yeryüzünde oğlunu değil de gelinini tutan ilk kaynana olabilirsin anne," dedim.

Çenesini asil bir tavırla havaya dikerek "Gelinci değilim ben anneciğim," diye mırıldandı. "Beril'ciyim, Beril'ci."

Haline ve sözlerine daha fazla dayanamayarak kahkaha atmaya başladım, bana bakıp sırıttı.

"Ay, gelin falan deyince bir şey oldum," diyerek omuzlarını oynattı neşeyle. "Düğünü ne zaman yapıyoruz?"

"Çıkmaya başlayalı bir saat bile olmadığını söylemiştim," diye hayretle mırıldansam da gülmeyi kesememiştim.

"Olsun oğlum, acele etmekte fayda var. Hem insanlar düğünü neden sonraya bırakırlar? Birbirlerini daha iyi tanıyabilmek için. E, sizin de böyle bir derdiniz olmadığına ve bu sene okulu bitirdiğine göre?"

"Ben bitireceğim ama Beril yeni başladı, bilmem farkında mısın sevgili validem?"

Annem sorumla birlikte duraksarken "Aa!" dedi şaşkınca. "Sormayı unuttum, Beril ne okuyor?"

Sanki ben okuyormuşum gibi gururla kabarttım göğsümü. "Hukuk."

Önem gözlerini kırpıştırarak "Öyle mi?" diye sordu heyecanla. "E, bu çok güzel! İzmir'e geldiğinizde Egemen'in yanında çalışır o da..."

Bu gerçekten harika bir fikirdi ve daha önce hiç aklıma gelmemişti. Çünkü düşünmemiştim!

"Anne bir dur Allah aşkına, kaç sene sonrasından bahsediyorsun..."

"Oğlum hayatında ilk kez âşık olmuş, nasıl durayım? O kadar haytalıktan sonra sevmeyeceğim birini koluna takıp geleceksin diye korkuyordum, hâlbuki başımıza neler gelecekmiş değil mi? Suzan'dan iyi dünür mü bulacağım yahu? Hem düğünü de İzmir'de yaparız, ne dersin? Böyle sahil konseptli olur ya da kır düğünü yaparız... Yok, yok, Berilciğim ne isterse onu yaparız. Siz evlenin de ben evin bahçesinde bile yapmaya razı gelirim düğü-"

"Anne!"

Annem heyecanla konuşurken daha fazla dayanamayarak araya girmiştim. Ben hala daha sevgili olduğumuza inanmakta güçlük çekiyordum, annemse neler düşünüyordu!

Annem, sözünü kesmemden dolayı huysuzca bana bakıp "Ne?" diye sordu. "Hayal kurmakta mı suç?"

"Değil anneciğim, elbette değil ama bu kadar uçmasan mı?"

"Beril'e benzeyen küçük bir kızınızın olduğunu düşünsene Mert... Kızıl saçlı, küçük bir cimcime... Ya da sana benzeyen kumral bir erkek çocuğu... Peşinden pıtı pıtı koştuklarını hayal etsene bir!"

Annemin dedikleriyle ağzım açık kalırken istemsizce zihnimde canlandı söyledikleri. Beril'in küçüklüğünün kopyası bir kız çocuğu kulağa çok hoş geliyordu doğrusu. Ya da aynı benim gibi yakışıklı mı yakışıklı bir oğlan çocuğu-

Düşüncelerimin gittiği yerden şaşkınlıkla sıyrılarak anneme baktım, büyük bir keyifle beni izliyordu.

"Hayal ettin değil mi? Hem de sırıtarak... Vallahi oldu bu iş!"

Gülerek pes etmiş gibi kafamı salladım. "Anneciğim bir dur da şimdilik sevgili olmamızın keyfini çıkarayım, olur mu? Bunları zamanı gelince düşünürüm."

"Tamam, tamam," diyerek ayağa kalktı annem. "Sen istediğin kadar düşün, ben de kantine inip keyif kahvesi alayım kendime." Kapıya doğru ilerlerken omzunun üzerinden bana bakıp sırıttı. "Hale bak, oğlum vuruldu diye ağlayarak hastaneye geldim, şimdi de gelinim oldu diye keyif kahvesi almaya gidiyorum."

Söylediklerine içten bir şekilde gülerek kafamı salladım. "Allah'ın işine sual olmaz."

"Olmaz oğlum, olmaz. Her neyse, sen bir şey istiyor musun?"

"Yok, anne, istemiyorum."

"Tamam, oyalanmadan gelirim ben."

Annem odadan çıktığında dudaklarımdaki gülümsemeyi yok etmeden gözlerimi kapadım ve başımı geriye atarak arkamdaki yastığa yasladım. Gözlerimin önüne Beril'in gülümsemesini getirerek derince iç çektim. Bir an olsa sabah olsaydı da onu tekrar görebilseydim...

Önümdeki sarmaları üçer beşer mideye indirirken parmaklarımı yememek için ekstra bir çaba sarf ediyordum. Zira o kadar güzellerdi ve karnım öylesine açtı ki neredeyse gözüm kapalı yiyordum.

Melisler birkaç saat evvel İstanbul'a inip beni telefonumdan arayarak haber vermişlerdi. Telefonumu da havaalanına gitmeden evvel babamla birlikte hastaneye gelen Derya getirmişti. E, sonuçta o bir edebiyat öğretmeniydi ve okulun verdiği izin bitmiş olmasına rağmen benim durumum yüzünden neredeyse bir hafta daha durmuştu burada. Bu yüzden hastaneden çıkmamı bekleyemeden İzmir'e dönmek zorunda kalmıştı. Dün akşam babamlar eve geçtiğinde aynı uçaktan Derya için de bilet ayırtmışlardı ve bu sabah da İzmir'e gitmek için kalkan uçağa binmişlerdi.

Çocuklar, Derin ve Beril okuldaydı. Bu yüzden babamlar gidince annemle birlikte kalmıştık ancak yaklaşık bir saat önce sürpriz yaparak elinde bir tencere sarmayla Suzan abla girmişti odadan içeri. Dayanamadığını ve dün ondan bir şey istememiş olsam bile eskiden sarmalarını çok sevdiğimi hatırlayarak sabah erkenden kalkıp benim için bir tencere dolusu sarma sardığını söylemişti.

Lüksüme bakar mısınız?

Tabii ben, annem saatler evvel hemşirenin getirdiği kahvaltılığın yetmeyeceğini anlayıp kantinden poğaça, börek alıp bana yedirmemiş gibi saldırmıştım sarmalara. Annemse buna şaşırmaya çalışmış ancak beceremeyerek Suzan ablayı da alıp kantine inmişti. Neymiş efendim, benim ondan nasıl çıktığıma hala inanamıyormuş... Hah, benim gibi yakışıklı mı yakışıklı, boylu mu boylu, poslu mu poslu bir evladı varken daha ne istiyordu acaba?

Tek başıma tencerenin dibini görmeye niyetliyken odanın kapısının açıldığını duyduğumda kafamı kaldırarak kimin geldiğine baktım. Eğer çocuklar gelmiş olsaydı tencereyi saklayacaktım ama gelen gönlümün yıldızıydı. Kahvelerim, elalarıyla buluştuğunda yüzüm anında ışıldadı.

"Aa, yeryüzünde yemeklerimi paylaşabileceğim tek insan gelmiş..."

Beril, annesinin burada olduğunu bilmediğinden olsa gerek sadece söylediklerime kocaman gülümseyerek içeri girdi ve yavaş adımlarla yanıma geldi. Bakışları kısa bir an kucağımdaki tencereye kaysa da sonradan tekrar bana döndü. "Merhaba."

Başımı omzuma doğru eğerek şirince sırıttım. "Dudaklarımın hafif yağlı olması seni öpmeme engel olmamalı bence..."

Kaşlarını havaya kaldırarak "Ha?" dediğinde, tencereyi tutmakla görevli olan elimi kaldırarak onun bileğine doladım ve hala şaşkın olmasından faydalanarak onu kendime doğru eğip burnunun ucuna dudaklarımı bastırdım. Başını hafifçe geriye çekerek bana kocaman açtığı gözleriyle baktığında tatlı tatlı gülümsedim.

"Isıramıyorsam bununla yetinirim ben de."

Bana hala alık alık baktığını gördüğümde kendimi tutamayarak güldüm ve önümdeki tencereden bir tane sarma alarak ağzına götürdüm.

"Açlıktan söylediklerimi idrak etmekte zorlanıyorsun sanırım. Biraz annenin sarmalarından ye de kendine gel. Senden başka kimseye de yapmam bunu ha, kıymetini bil."

Beril, bir anda ne dediğimi anlamış olacak ki "Anne-" dediği an, dudaklarının dibinde duran sarmayı ağzına tıktım.

"Önce yemek ye yavrum, sonra anlatırım."

Sarmayı tamamen ağzına aldığında parmağımı bilerek alt dudağına sürterek geri çektim. Bu hareketim onu saniyeliğine duraksatırken hafifçe yutkundu ve bakışlarını benden kaçırarak ağzındaki sarmayı çiğnemeye başladı. Ben de bu süre zarfında ağzıma sarma tıkmış saniyeler içinde mideme göndermiştim.

Beril, sırtındaki çantayı çıkararak yanımdaki komodinin üzerine koydu ve ben bir sarmayı daha mideme indirirken köşedeki sandalyeyi çekerek yatağın yanına yerleşti. Tencereden bir sarma daha alarak ona uzattığımda bu sefer hafifçe gülümseyerek başını eğdi ve benim herhangi bir çabam olmadan sarmayı mideye indirdi. Sırıttım.

"Yemeğimi paylaştığım yetmiyormuş gibi bir de kendi ellerimle yediriyorum... Bunlar seni sevdiğimi söylememden daha kıymetli şeyler, farkındasın değil mi?"

Hafifçe kıkırdadı. "Hım-hım."

Bir sarma daha alarak ağzıma götürürken "Suzan abla sabah erken kalkıp benim için sarmış," diye mırıldandım. "Bir saat kadar önce geldi. Sarmaları bana verdikten sonra da annemle birlikte kantine indiler."

Başını salladı. "Mutfak tezgâhının üzerinde sarma bidonu gördüğümde bir şeyler sezmiştim aslında ama özellikle gelip bir şey demediği için üstelememiştim. Yaprakları sarma işine ben okula gittiğimde başlamış olmalı. Malum sen dersten önce buraya gelmeme izin vermediğin için ben de kütüphanede ders çalışırım diye erken gittim okula."

Tencereden aldığım yeni sarmayı ona doğru uzatırken "Aferin benim yavruma," diyerek takdir ettim onu. "Aç bakayım ağzını, ödül geliyor..."

Ona uzattığım elimi bileğimden tutarak kaşlarını çattı. "Bana yine çocuk muamelesi mi yapıyorsun?"

Gözlerimi devirerek isyankâr bir tavırla ofladım. "Anlaşıldı, biz bu konuyu atlatamayacağız."

Halim ona ne düşündürttüyse "Tamam, tamam," diyerek hızla eğildi, sarmanın yarısını ısırıp birkaç çiğnemenin ardından yuttu ve bakışlarını benden kaçırarak mırıldandı. "Bir şey, demedim. Sen sıkılma yeter."

Son cümlesi yüreğime dokunurken iç çektim ve elimdeki yarım sarmayı ağzıma atarak temiz elimle Beril'e uzandım. Avuç içimi yanağına kondurarak bana bakmasını sağladığımda "Senden sıkılacağımı düşünmen ve seni çocuk gibi gördüğümü sanman çok yersiz kuruntular güzelim," dedim. "Seni sevdiğime inanmıyor musun?"

Bakışlarını önüne indirdi. "İnanıyorum ama-"

"Aması yok," diyerek sözünü kestim. "Sana diyorum ki, yemeğimi severek paylaştığım tek kişisin. Gözlerinin içine baktıkça kendimden geçtiğim, sesini duyduğumda yüreğimin eridiği tek kadınsın Beril. Beni yemeksiz düşünebiliyor musun?"

Başını salladı iki yana. "Hayır."

"Sensiz de düşünme o zaman. Düşüneme. Tamam mı?"

"Hım-hım."

"Şimdi bana bak."

Bakışlarını usulca kaldırıp kahvelerime diktiğinde gülümsedim. "Dün gece anneme sevgili olduğumuzu söyledim ve şimdiden düğünümüzü nerede yapacağımızı düşünmeye başladı."

Beril, gözlerini hızla kocaman açtı ve inlercesine "Ne?" diye bağırdı.

Aklını dağıtmanın vermiş olduğu zevkle sırıttım. "Vallahi bu hiçbir şey... En son kaç torun istediğini söylüyordu, zor susturdum."

Beyaz teni o kadar hızlı kırmızıya büründü ki gülmeden edemedim.

"Ama ben dedim anneme, Beril'e doymadan çocuk mocuk yapmam, dedim. Öyle hemen heveslenmesin ama değil mi?"

Beril'in rengi iyice koyulaşırken kahkaha atmamak için yanaklarımın içini ısırmak zorunda kalmıştım. E, ne vardı yani annemin laflarıyla biraz oynamışsam? Biraz eğlenmek benim de hakkım değil miydi?

"Se-sen ciddi misin?"

Başımı salladım. "Be-ben çok ciddiyim. Evlendikten sonra şöyle bir üç-beş sene gezip tozarız. Sonra birbirimize biraz da olsa doymaya başladığımızı hissedebilirsek çocuk çalışmalarına başlarız, zira ben sonsuza kadar da yaşasam sana doyamam. Bu yüzden çocuk işini fazla ertelemesek iyi olur."

Beril'in artık mora çalacağını fark ettiğimde daha fazla dayanamadım ve kafamı geriye atarak kahkahalarla gülmeye başladım. Öyle bir gülüyordum ki acıyan yaram bile durduramamıştı beni.

Bir süre güldükten sonra gözlerimden gelen yaşları silerek Beril'e baktım. Kocaman açtığı ağzıyla beni izliyordu.

"Sen benle dalga mı geçiyorsun ya?"

Yumruk haline getirdiği elleriyle omuzlarıma vurmaya başladığında gülerek ellerini tuttum ve yüzüme doğru kaldırıp iki elinin üzerine de öpücük kondurdum.

"Küçük bir şakaydı sadece."

Ellerini hırsla geri çekerek "Küçük mü?" diye sordu şaşkınca. "Kalp krizi geçirecektim neredeyse!"

Gülüşümü bastırmaya çalışarak tekrar uzandım ellerine ancak yeniden geri çekilerek bu hamleme mani oldu.

"Yok evlendikten üç-beş sene sonra çocuk yaparmışız, yok önce birbirimize doymalıymışız... Ne evliliği ya? Ben daha on sekiz yaşındayım!"

"Ne olmuş," diyerek omuz silktim. "Ben de diğer ay yirmi iki olacağım."

Sözlerim onu duraksatırken "Diğer ay mı?" diye sordu yavaşça. Ben ruh halinin bir anda değişmesini anlamlandırmaya çalışırken tekrar konuştu. "17 Kasım. Senin doğum günün..."

Bu kadar sene sonra da olsa doğum tarihimi hatırlaması beni içten bir şekilde gülümsetti. Fısıldarcasına konuştum.

"Unutmamışsın."

Hafifçe gülümsedi. Utangaç bir gülümsemeydi bu. "Küçükken nasıl kazıdıysam seni zihnime... Seninle ilgili çok şey hatırlıyorum. Hatta belki de hiçbir şey unutmamışımdır, yalnızca hatırlamam için bahsinin geçmesi gerekiyordur. Tıpkı şimdi olduğu gibi..."

Gözlerinin içinde kaybolmayı dilercesine ona bakarken "23 Nisan," deyiverdim bir anda. Bir şeyleri hatırlayan tek kişi o değildi. "Çocuk bayramında doğan kızıl bir yıldız..."

Yüzüne gamzelerini ortaya serecek büyüklükte bir tebessüm oturdu.

"Eskiden, çocuk bayramında doğan bir çocuk, derdin."

Başımı salladım. "Evet, ama şimdi çocuk değilsin. Bu yüzden bu lafımı değiştirmem gerekiyordu ve bence bu daha çok yakıştı."

Tebessümü genişledi. "Bence de."

Konunun bir anda değişmesini yadırgamayarak ve içten içe mutluluktan ölecekmiş gibi hissederek önüme döndüm ve tencereden aldığım sarmalardan birini ona uzattım. Yavaşça eğilerek sarmanın yarını ısırdığında bir öncekinde yaptığım gibi kalanını kendi ağzıma attım ve tencerede kalan diğer sarmalar da aynı kaderi paylaşarak sırayla midemize indiler.

Biliyordum ki, bu hep böyle olacaktı. Beril, haklı ya da haksız olarak bana alınacak; ben ona laf yetiştirmeye çalışırken zihnimize ansızın geçmişten bir parça düşecek ve şimdi olduğu gibi neyden konuştuğumuzu dahi unutarak geçmişin külleriyle birbirimizin gözlerinde savrulmaya devam edecektik.

Buna razıydım. Bunu tüm hücrelerimle kabulleniyordum. Kızan, küsen, seven ve öpen o olduktan sonra ben her şeye razıydım. Yeter ki Beril olsundu yanımda, ben her şeye göğüs gererdim. Hem de seve seve.

[Koray'dan]

Bir, iki, üç ve kaldır. Döndür, kendine çek ve sonra da... Öp!

Bilmem kaçıncı kez, Asel'i omzuma çıkarmak yerine dudaklarına yapıştığımda; Asel kısa bir an öpücüğüme karşılık verip isyan ederek geri çekildi.

"Koray, bak delireceğim artık! Provayı kaç kere baştan aldığımızı sayamadım bile! Her seferinde aynı yerde koreografinin dışına çıkarak beni öpüyorsun ve tekrar başa sarmak zorunda kalıyoruz! Kaç saattir prova yapıyoruz, bir arpa boyu yol alamadık ya!"

İsyanında haklı olabilirdi ama benim de yapabileceğim bir şey yoktu ki!

"Güzelim, haklısın, bir şey demiyorum ama sen o kadar dibime girince dayanamıyorum, ne yapayım? Dudaklarını koli bandıyla bantlasak mı acaba? Belki o zaman dudaklarına değil de dansa odaklanabilirim."

Önerime gülerek kafasını sallarken yanlış anlamama mani olabilmek istercesine "Sadece sinirden gülüyorum," diye homurdandı. "Önceden böyle şeyler yapmıyordun. O zaman nasıl tutuyordun kendini?"

Çok saçma bir şey sormuş gibi kaşlarımı çatarak "E, o zaman sevgilim değildin," diye açıklama yaptım. "Seni öpmeye hakkım yoktu ama şimdi var. O yüzden de kendimi durduramıyorum."

Asel, sabır dilenircesine iç çekerken önüne gelen atkuyruğunu omzundan geriye savurdu. Sıkıca topladığı gece karası saçları epey uzundu. Uzunca suratı, büyük, dehşet güzellikte mavi gözleri vardı ve harika görünüyordu. Durmadan prova yaptığımız, daha doğrusu yapmaya çalıştığımız, için de alnında oluşan ter damlaları onu çekici göstermişti.

"Daha ilk günden anlamıştım sapık olduğunu da bu kadarını tahmin edememiştim doğrusu. Gerçi, el sıkışmak yerine öpüşerek anlaşmayı tercih eden birinden de başka bir şey beklemek saçmalık olurdu ya, neyse."

Sözlerine sırıtırken odanın kenarına doğru yürüyüp yerdeki su şişelerini aldım. Birini ona doğru fırlattıktan sonra diğerini açıp yarısına kadar dolu olan şişeyi tek dikişte bitirdim ve kolumun tersiyle dudak çevremde kalan suları temizledim. Şişenin kapağını kapayarak aynı yere bırakırken "E," diye mırıldandım, işgüzar bir ses tonuyla. "O gün öpemediğime say işte. Acısını çıkarmaya çalışıyorum."

Birkaç yudum aldığı şişeyi kapatıp hızla kafama fırlattığında çevik bir refleksle şişeyi havada yakalayarak sırıttım. "Cık, cık, cık... Partnerine suikast mı yapıyorsun sen?"

Ellerini beline yerleştirerek bana kötü kötü baktı. "Ben sana bir suikast yapacağım, göreceksin gününü. Yarışmaya çok az kaldı, farkında değil misin Koray? Tamam, sen iyileştikten sonra dansın eskisi kadar umurumda olmadığını söylüyordum ama stresten ölüyorum!"

Az önce bana fırlattığı şişeyi yere bırakarak hafif bir tebessümle ona doğru ilerledim ve tam karşısında durduğumda ellerimi beline yerleştirerek onu kendime doğru çektim. Her ne kadar saniyeler öncesinde bana çemkiriyor olsa da itaatkâr bir şekilde hareketlerime uydu ve kollarını omuzlarıma çıkardı.

"Neler hissettiğini çok iyi biliyorum," diyerek eğildim ve burnunun ucuna küçük bir buse bıraktım. Yarışmaya sayılı gün kalmıştı ve Asel'in içten içe kendini nasıl yiyip bitirdiğini görebiliyordum. İlk tanıştığımız zamanlara kıyasla son günlerde kendini provalara veremiyordu, daha doğrusu yanlış yapmamak için çok kasıyordu kendini. Tabii bunun bir nedeni de benim ayağıma fazla yüklenmemi engellemeye çalışmasıydı ancak bu yüzden de istediğimiz verimi alamıyorduk. "Ve zaten bu yüzden böyle şeyler yapıyorum. Sakinleşeceği yok madem, azıcık sinirlendireyim de kafasını dağıtayım, dedim ben de. İyi etmiş miyim?"

Dudaklarını birbirine bastırarak başını omzuna doğru eğdi. "Şapşal..."

Kaşlarımı havaya kaldırarak "İltifat ettin sanırım?" diye sordum ve o kıkırdarken belindeki ellerimden birini kaldırarak avuç içimi yanağına yasladım.

"Sen de çok iyi biliyorsun ki bu yarışma benim için hiçbir şey ifade etmiyor, yani maddi anlamda. Yoksa manevi olarak bana kazandırdıklarının hakkını asla ödeyemem. En başında da senin için ortak oldum bu işe, şimdi de yalnızca senin için devam ediyorum. Tabii biraz da bizimkilere attığım onca havanın altında kalmak istemediğim için uğraşıyorum."

"Biliyorum, biliyorum. Bunun için de sana çok minnettarım ama gün yaklaştıkça daha çok stres olmaya başladım. Hâlbuki yarışmayı eskisi kadar önemsememem stresimi azaltmalıydı, öyle değil mi?"

Dudaklarımı büzerek "Emin değilim," diye mırıldandım. "Son yaşadığımız şeyleri düşünürsek çok da tuhaf değil bu durum aslında. Önce benim ayağımın burkulması, sonra aramızdaki tartışma, bir süre birbirimizden uzak kalmamız ve bu süreçte birbirimize hissettiğimiz duygular içinde boğulmamız, sonra birbirimize açılmamız... Tüm bunları kısa bir süre içinde yaşadık ve dolayısıyla hiçbir şey olmamış gibi provalara devam etmekte zorlanıyoruz. Tabii bunda benim ayağın da büyük etkisi var. Kaç gündür çalışıyoruz, ancak eski formuma dönebildim. Hâlbuki bunun üstüne katmam gerekiyordu, çok zaman kaybettim."

"Yarışmaya yaklaşık iki hafta var ve sen bu kadar kısa süre içinde toparlanmayı başardıysan, bu iki haftada neler yaparsın tahmin bile edemiyorum."

Dudaklarımı kıvırmaya çalıştım. "Bana moral vermeye çalışmanı anlıyorum ama-"

"Seni kandırmaya çalışmıyorum Koray," diyerek sözümü kesti. Ardından da omuzlarımdaki ellerini kaldırarak yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Yalnızca sana güveniyorum, hem de çok. Ve tabii yapabileceğine de tüm kalbimle inanıyorum. Sen güçlü bir adamsın."

Başımı hafifçe hareket ettirerek parmak uçlarını öptüm. "Fiziksel olarak olabilir tabii ama duygusal olarak..."

"O açıdan da güçlüsün," dedi, net bir tavırla. "Olmasaydın, şu an bana bu kadar güzel bakamazdın."

Gülümsedim, hem de tüm samimiyetimle. "Seni seviyorum Bal Kız."

Kıkırdadı. "Ben de seni seviyorum Keloğlan."

Söylediği son kelimeye seslice güldüm. Ben ona isminin anlamından dolayı ara sıra balla ilgili bir şeyler söylüyordum ve ne zaman bal kız diye seslensem, Asel tüm muzipliğiyle işi başka şeye götürüyordu.

"Hadi, hadi... Bana kel diyerek hakaret edeceğine baştan alalım şu provayı. Bu sefer öpmeyeceğim seni, eğer sen de eskisi gibi kendini kasmadan tüm benliğinle dansa katılırsan provadan sonra Mehmet amcanın yanına gideriz. Uzun zamandır balık ekmek yemedim, canım çekiyor valla."

"Keloğlan çok zeki bir kere, yani sana hakaret ediyor sayılmam," diyerek sırıttı. "Ve balık ekmek çok iyi fikir, karnım kazınmaya başlamıştı."

İlk cümlesini duymazlıktan gelerek "Ben de kahvaltının ardından en son okulda kahve falan içmiştim," diyerek başımı salladım. "Yani çok açım."

Sabahleyin kahvaltıdan sonra çocuklarla okula gitmiş, dersten sonra da Mert'i görmek için hastaneye geçmiştik. Gerçi herif, Beril yanındayken bizi pek sallamamıştı ve bu yüzden biz de fazla oyalanmadan çıkmıştık ya yanından, neyse. Ondan sonra çocuklar eve geçerken ben de son günlerde olduğu gibi Asel'in yanında almıştım soluğu.

"E, hadi o zaman. Dilediğimiz gibi provamızı yapalım ve sonra da kendimizi ödüllendirelim."

Asel, kollarımın arasından çıkarak geri çekilmeye çalıştığında buna izin vermeyip tekrar kendime doğru çektim onu. Bana şaşkın bakışlarla bakarken ellerimi yüzüne götürdüm ve hain bir sırıtışla üzerine doğru eğildim.

"Provaya başlamadan son bir kez daha öpeyim de aklım kalmasın."

Cümlemin ardından kıkırdamasına bile izin vermeden dudaklarına yapıştığımda bana istekle karşılık verdi. Uzun bir öpücüğün ardından nefes nefese geri çekildiğimde oyuncu bir tavırla gözlerini kıstı.

"Hiçbir fırsatı da kaçırmıyorsun yani..."

Sırıttım. "Konu senken mi? Asla."

Asel, başını sallayarak gülmeye devam ederken odanın içinde ilerleyerek yerimize geçtik ve gerekli ciddiyete büründükten sonra provayı bir kez daha baştan aldık.

Saatler süren provaların ardından iyice yorulduğumuza kanaat getirince paydos verdik ve tüm yorgunluğumuza rağmen, iyi iş çıkardığımızın bilinciyle mutlu bir şekilde giyinerek kurs yerinden ayrıldık.

Her ne kadar benim içime sinmese de Asel, Tan'ın kursuna gelmeye devam ediyordu. Bunun ilk sebebi burayı sevmesi ve Tan'ın belli öğrencilerine arada bir ders vermesiydi. Tabii bir de kendi zor zamanlarında Tan'ın maddiyat gözetmeden onu yanına alması ve Asel'e yardımcı olması vardı ki, Asel'e en çok vicdan yaptıran şey buydu. Kabullenmek istemesem de o Tan şerefsizinin Asel'e birçok konuda yardımcı olduğunu biliyordum ve bu yüzden sesimi çıkarmıyordum. Hem zaten Asel'i buradan zorla ayırmak gibi bir aptallık yapmazdım. Bunun yerine sevgili olduğumuzu Tan'ın gözüne sokmakla meşgul oluyordum.

Aslında bu davranışımın hoş olmadığının farkındaydım ama beni Asel'in karşısında küçük düşürme çabalarını ve benim yokluğumu fırsat bilip Asel'i öpmeye çalışmasını hatırladıkça bu farkındalığımı yitiriyordum.

Binanın karşısındaki arabama yerleştikten sonra yaklaşık on dakika içinde sahile vardık. Arabayı sahilin girişine park ettikten sonra arabadan inip Mehmet amcanın, ekmek arabasını park ettiği kısma doğru ilerlemeye başladık.

Sahilin yürüyüş yolu olan kısmına yeni gelmiştik ki Asel birden duraksayarak bana döndü ve şirince gülümsedi. "Mehmet amcanın arabasının olduğu yere kadar yarışa var mısın? Kaybeden, kazanana balık ekmek ısmarlar."

Güldüm. "E, o zaman ben bilerek kaybederim ki."

Dudaklarını büzerek "Ya, Koray!" dediğinde biraz daha gülsem de başımı sallayarak onayladım onu. "Tamam, tamam, öyle olsun."

Gözlerini kısarak işaret parmağını yüzüme doğrulttu. "Bilerek yenilmek yok ama?"

"Tamam, güzelim. Adaletli oynayacağım."

Asel, hevesle ellerini çırptıktan sonra kolundaki çantasını çıkararak bana uzattı. Çantayı her zamanki gibi hiç sorgulamadan alıp sırtıma taksam da "Ne olacak senin bu hallerin?" diye homurdanmadan da edememiştim.

"Homurdanma, yarış daha adaletli olsun diye yapıyorum sonuçta."

Gülerek başımı salladım. "Tabii tabii, kesin öyledir."

Beni takmayarak yanıma geçti ve benim olduğum hizada durarak önüne döndü.

"Hazır mısın? Üç deyince koşacağız."

"Hım-hım, hazırım," diyerek onu onayladım ve bir kez daha onun oyununa geldim.

"O zaman, üç!"

Kısa bir an arkasından baksam da kahkaha seslerini duyunca kendime gelerek peşinden koştum. Hayır, hep aynı şeyi yapıyordu ve ben ne hikmetse hepsinde kanıyordum ona.

Ne yazık ki aşk, böyle bir şeydi işte...

Onun tüm gücüyle koştuğunu gördüğümde ben de bacaklarıma asılarak hızımı arttırdım ve birkaç dakika sonra sırıtarak yanından geçtim. Bu onu kızdırırken arkamdan söylediği şeyleri takmayarak koşmaya devam ettim. Ne de olsa yarışın sonunda bilerek yenilecektim...

Mehmet amcanın balık ekmek arabası görüş alanıma girdiğinde hızımı azaltmadan koşmaya devam ediyordum. Asel, numara yaptığımı anlamasın diye beni geçmesine izin vermiyor ama arayı da açmıyordum. Arabanın yanına varmamıza 5-10 metre kalmışken çaktırmadan yavaşça hızımı azalttım ve onun beni geçmesine izin verdim.

Asel, benden önce arabaya dokunurken büyük bir sevinçle bana döndü ve "Ben kazandım!" diye bağırdı. Kazanmasına bilerek izin vermemişim gibi suratımı asıp "Hile yaptın," diye mırıldandım. "Hep aynısını yapıyorsun."

Sözlerimin üzerine yüzündeki gülümsemeyi silerek bana dik dik baktı. "Senden Oscar'lık oyuncu olurmuş gerçekten... Bilerek yenilmemiş gibi hesap soruyor bir de numaracı!"

Gözlerimi büyüttüm. "Anlamış mıydın?"

"Herhalde yani, alnımda salak mı yazıyor benim ya?"

"O, gençler hoş geldiniz! Bakıyorum da formunuzdan hiçbir şey kaybetmemişsiniz, hala deli gibi didişiyorsunuz."

Mehmet amcanın araya girmesiyle ikimiz de hızla ona döndük. Asel, yürüyerek Mehmet amcanın tam karşısına gelecek yerde duraksayarak "Ne yapalım amcacığım, bununla başka bir şey yapmak mümkün mü?" diye surat astı.

Gözlerimi kısarak ona çapkın bir bakış attım. "Provadayken böyle demiyordun ama..."

Burnunu kırıştırdı. "O provadaykendi canım."

Mehmet amca bize gülerek kafasını salladıktan sonra "Yarım mı yapıyorum yine?" diye sordu. Asel, bana odakladığı bakışlarını Mehmet amcaya çevirdikten sonra "Hım-hım," diyerek onayladı onu. "Bana bir yarım bir de kola veriver amcam."

Mehmet amca, onu onaylayarak yarım ekmek hazırlamaya koyulduğunda şöyle bir etrafa bakındım ve buraya birlikte ilk geldiğimiz gün oturduğumuz bankı boş görünce Asel'e işaret ettim.

"Güzelim, hadi sen gidip banka otur. Ben de ekmekleri alıp geleyim."

Asel, önce bana sonra da işaret ettiğim yere baktıktan sonra kafasını sallayarak "İyi madem," dedi. "Ne de olsa hesaplar senden."

Son cümlesini homurdanarak söyleyip banka doğru ilerlemeye başladığında sırıtarak baktım arkasından.

"Hayırlı olsun delikanlı."

Mehmet amcanın sesiyle bakışlarımı Asel'den alarak ona çevirdim. "Efendim amca?"

Güldü. "Sana da aynısından mı yapayım, diye soruyorum oğlum."

"Aynen amca," diyerek onayladım onu. "Aslında şu an iki yarım bile gömebilirim ama geç oldu, mideyi tıka basa doldurunca gece rahat uyuyamıyorum."

Mehmet amca kafasını sallayarak beni anladığını belirttikten sonra benim için de bir yarım hazırlamaya koyuldu. Bir yandan da konuşmaya devam ediyordu.

"Asel'le aranız baya iyi gördüğüme göre. Hala ilk gündü gibi didişiyorsunuz ama ona, ilk günkü gibi bakmıyorsun. Bir şeyler olmuş, belli."

Yaşlı kurda sırıtarak baktım. Hiç bir şey de kaçmıyordu gözünden.

"Biz Asel'le birlikteyiz," diye açıklama yaptım. "Yani sevgiliyiz."

Mehmet amca ekmekleri ve kolaları küçük bir poşete yerleştirip bana uzatırken "Buna sevindim," diyerek başını salladı. "Seni pek tanımasam da iyi biri olduğun bakışlarından belli oluyor. Ayrıca Asel'in yüzünü hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Senle laf dalaşı ederken bile mutluluktan göz kenarları kırışıyor."

Poşeti alarak cebimden çıkarttığım kâğıt parayı ona uzattım. "Ben de onun yanındayken mutlu oluyorum. Asel bana çok iyi geldi."

Mehmet amca beline bağladığı önlüğün cebinden çıkardığı bozuk paralarla para üstümü verirken "Sen de ona pek iyi gelmişsin," diye mırıldandı. "Karşılıklı derman olmuşsunuz birbirinize, bu öyle kolay bir şey değil delikanlı. Çok şanslısınız."

Dudaklarımı birbirine bastırarak usulca tebessüm ettim. "Biliyorum amca."

"Ey, hadi. Ekmekler soğuman git kızımın yanına. Afiyet olsun size."

"Sağ olasın, hayırlı işler."

Balık ekmek arabasını arkamda bıraktıktan sonra Asel'in yanına doğru ilerlemeye başladım. Denize dönük bankın arkasına sırtını yaslamış, ellerini de ceketinin cebine sokuşturmuştu ve hareket etmeden önündeki manzarayı izliyordu.

Bunu fırsat bilerek sessiz adımlarla hemen arkasında duraksadım ve o daha geldiğimi fark edemeden başımı uzatıp yanağından sertçe öptüm. Bir anlık şaşkınlığın ardından öpücüğümün etkisiyle omzuna yatan başını kaldırıp bana döndüğünde surat ifadesine gülerek bankın etrafında dolandım ve hemen yanına yerleştim.

"Ne geliyorsun öyle sinsi sinsi?" diye sordu, hareketim hoşuna gitmemiş gibi. "Bir de böyle şap diye öpüyorsun, insan biraz kibar olur. Nazikçe öper."

Poşetten çıkardığım ekmekle kolayı ona uzatırken gözlerinin içine baktım. "Severken nazik olmayı sevmiyorum ben, yaptığımdan tat alamıyorum sonra."

Gözlerini devirse de güldüğünü görmüştüm.

"Kemiklerimi kıracakmış gibi sarılmandan belli oluyor..."

Sırıttım ve bir şey demek yerine ekmeğimden koca bir ısırık aldım. Balık, dilimde eşsiz bir tat bıraktığında ağzımdakini yutmadan bir ısırık daha aldım. Harbi acıkmıştım.

Ben ekmeğin yarısını gömene kadar ikimiz de konuşmadan karşımızdaki manzarayı izlemiştik. Onuna susmak bile bir ayrı geliyordu bana.

Kolamdan bir yudum alarak boğazımı rahatlattıktan sonra "Mehmet amca aramızda bir şey olduğunu anlamış," diye mırıldanarak aramızdaki sessizliği bozdum. "Ben de direkt sevgili olduğumuzu söyledim."

Hızla bana döndü. "Ya..."

Tavrına bir anlam veremezken "Ne oldu?" diye sordum. "Hoşuna gitmedi sanki?"

Başını sallayarak "Öyle değil de," dedikten sonra derin bir nefes çekti içine. "Burada değer verdiğim tek tük kişilerden biri Mehmet amca. O yüzden şey ettim. Yani biraz daha ileride benden duysa daha iyi olurdu sanki."

"Ben söyleyince bozulmadı ki. Aksine mutlu oldu baya. Hatta dediğim gibi benden önce o imada bulunarak ağzımdan laf almaya çalıştı, ben de uzatmadan söyledim işte."

Ağzındaki lokmayı yuttuktan sonra güler gibi bir ses çıkardı. "Olur tabii, o da Gülsüm Teyze gibi yalnız başıma ölüp gitmemden korkuyormuştur kesin."

Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Tövbe, tövbe. Ne ölümü kızım bu yaşta? Hem sen yalnız değilsin. Benden önce de değildin, bundan sonra hiç olamazsın."

"Ölümün yaşı mı var Koray?" diyerek kafasını salladı ve iç çekti. "Ama haklısın, artık ben de yalnız başıma ölmeyeceğime inanıyorum."

Ona kızmakla sarılmak arasında gidip gelirken ikisini de yapmadım ve ekmeğimden bir ısırık aldım. Hızla çiğneyip yuttuktan sonra da konuyu değiştirmek amacıyla "Diyelim ki, yarışmayı kazanamadık... Çok üzülür müsün?" diye sordum.

Başını çevirerek gözlerimi odağına aldı. "Üzülürüm ama bunun için kendimi yiyip bitirmem. Bir yerlerde çalışmaya ve ileride açacağım kurs için para biriktirmeye devam ederim."

Dudaklarımı büzdüm. "Peki ya kazanırsak? O zaman ne yaparsın?"

Omuzlarını dikleştirerek gülümsedi. "Öncelikle bir kısmını Tan'a verip borcumu kaparım. Kursu seninle birlikte açacağım için paranın tamamına ihtiyacım olmayacak nasıl olsa," dedikten sonra şirince göz kırptı. "Ve tabii her şeyden önce sertifika almam gerekiyor. Biliyorsun, bu olmadan hiçbir şey yapamam. Çocukluğumdan beri ders aldığım için profesyoneller kadar bilgim var aslında ama konservatuvara gidememek de içimde ukde kaldı ve biliyorum ki kalmaya da devam edecek. Belki kursu açtıktan sonra tekrar sınava hazırlanarak üniversiteye gitmeye çalışırım. Aynı anda iki şeyi yapabileceğimden emin değilim ama düşünüyorum işte. Ayrıyeten tüm bunları bir kenara bıraksam bile kursu açmak için zamana ihtiyacım var. Ne bileyim, mesela kursun yeri çok önemli. Bu yüzden yer konusunda iyi araştırma yapmak lazım. Ardından bunun hukuksal işlerini halletmek gerek... Sonra kursun dikkat çekmesi için iyi bir reklama ihtiyacı var." Duraksayarak başını salladı. "Kısacası bir sürü dert ve maddi kayıp... Bu yüzden uzun bir süre daha kafede çalışıp para biriktirmeye devam etmeliyim."

Dediklerini çok iyi anlıyor ve ona da hak veriyordum ancak benim esas sormak istediğim şey bu değildi. Huzursuzca yerimde kıpırdandım.

"Asel?"

Ekmeğini yemeye devam ederken "Hım?" diye mırıldandı. Alacağım cevaptan korkarcasına yutkundum.

"Biliyorsun ki benim okulum bu sene bitiyor ve ailem Ankara'da yaşıyor."

"Biliyorum... Okuldan sonra onların yanına dönmek zorundasın."

Devam edemediğim cümlemi benim yerime tamamladığında kafamı sallayarak onayladım onu.

"Ve benim seninle gelip gelmeyeceğimi düşünüyorsun?"

Bakışlarımı ondan kaçırma ihtiyacı hissederken bir kez daha salladım başımı. Onu benimle gelmek zorunda bırakamazdım, çünkü böyle bir hakkım yoktu ancak ben de burada kalamazdım. Zira babam buna şiddetle karşı çıkardı. Tek çocuğu bendim ve şirketinin başına geçirebilmek için mühendis olmamı sağlamıştı. Daha doğrusu istemişti ve ben de bu isteğini yerine getirmiştim ancak bundan pişman değildim. Çünkü zamanla bu mesleğe yatkın olduğumu fark etmiştim.

"Aslına bakarsan bunu ben de çok düşündüm ama bir sonuca varamadım. Bu şehrin benim için pek bir önemi yok, yani beni buraya bağlayan tek şey Gülsüm teyze. Normalde hiç düşünmeden peşine takılır, sorgusuzca nereye gitsen seninle gelirdim ama Gülsüm teyzeyi burada yalnız bırakamam. Onun benim için yaptığı onca şeyden sonra ona sırtımı dönüp gidemem."

Bunu düşünmüş olması bile benim için büyük bir mutlulukken, hiç sorgulamadan nereye gidersem oraya gelebileceğini söylemesi içime dokunmuştu. Bana gerçekten çok güveniyordu.

"Onu da alıp gitsek?" diye sordum bir umut. "Annemin Gülsüm teyzeye bayılacağından eminim ki, eğer birlikte Ankara'ya gidersek er ya da geç ayrı eve çıkmamız gerekir. Üçümüz mutlu mesut yaşarız bence, ne dersin?"

Başını omzuna doğru eğerek haylaz bir ifadeyle sırıttı. "Önce evlenme teklif etmelisin, derim."

Kendimi tutamayarak kahkaha attığımda o da güldü. Elimdeki ekmeğin kalan kısmını tek seferde ağzıma attıktan sonra hızla çiğneyip yuttum. "Tek derdin bu olsun yeter ki."

Kolasından bir yudum aldıktan sonra tekrar yüzünü düşürdü. "Ama maalesef tek derdim bu değil. Gülsüm teyze evini bırakıp bizimle gelmez."

Suratım asılırken "Çocukları için mi?" diye sordum. "Pek ziyaretine gelmediklerini söylüyordun sanki?"

Başını salladı. "Çocukları için değil, üzücü ama onların yokluğuna alışmış. Evin varlığı, kocasından hiç ayrılmamış gibi hissettiriyormuş ona. Gülsüm teyze her şeyini arkasında bırakabilir ama evini bırakamaz Koray. Ben de onu bırakamam."

Ne diyeceğimi bilemeyerek iç çektim ve kolamı bitirerek çöpünü ekmekleri getirdiğim poşetin içine koydum. Asel de sessizce ekmeğini bitirdikten sonra çöplerini poşete koydu ve ayaklanarak köşedeki çöp bidonunun yanına doğru ilerledi. Elindekini çöpe atıp gelene kadar gözümü kırpmadan onu izledim, o ise bakışlarını yere eğerek yürümeyi tercih etmişti.

Yanıma gelip banka oturduktan sonra usulca bana sokulduğunda kolumu omzunun üzerinden atarak onu iyice kendime çektim. Kollarını belime dolayarak başını göğsüme yasladıktan sonra içimdeki kargaşanın farkındalığıyla "Şimdi bunları düşünerek yorma kendini," diye mırıldandı. "Zamanı gelince gereğinden fazla düşüneceğiz zaten."

"Öyle ama canımı sıkıyor bu konu," diyerek yanağımı saçlarının üzerine yasladım. Burnuma dolan kokusunu derince içime çekerken "Seni burada bırakıp gidemem," diye mırıldandım. "Ama babamın sözünü de çiğneyemem. En iyisi Gülsüm teyzenin evini yerinden sökerek Ankara'ya götürmek..."

Asel, sesli bir şekilde gülmeye başladığında dudaklarım kıvrıldı.

"Böylesine mantıklı bir çözüm de çıksa çıksa senden çıkardı yani."

"Ne sandın yavrum?" diyerek yanağımı saçlarına sürttüm. "Boşa mı diyorum, heykeli dikilecek adamım, diye?"

"A, evet, bir de heykel meselesi vardı değil mi?"

"Hım," diyerek sırıttım. "Nerede açılacağı belirsiz olan kursumuzun girişine koyacağım, anlaştığımız gibi."

Başını çevirerek alttan alttan bana baktı. "Şey, sanırım anlaşmayı feshetmemiz gerekiyor. Çünkü ben bunu yapmaktan vazgeçtim."

Bir an yanlış duyduğumu sanarak kaşlarımı çattım. "Anlamadım?"

Kolumun altından çıkmadan doğrularak omuz silkti. "Anlaşılmayacak bir şey yok. Kursun girişine senin heykelini falan koymayacağım."

"Nedenmiş o acaba?"

"Çünkü kursumun üyeleri kadınlardan oluşacak ve gelip geçtikçe seni seyredecekler. Hatta belki yakışıklılığına dayanamayıp sarılanlar, öpenler bile olur. Hiç derdim yokmuş gibi onlarla mı uğraşayım bir de?"

Duyduklarıma inanamıyormuş gibi yüzüne bakakalsam da ciddi olduğunu fark ettiğimde başımı arkaya yatırarak kahkaha attım. Şaka gibiydi, resmen olmayan heykelimi kıskanıyordu!

Gülmem onu sinirlendirmiş olacak ki yumruk haline getirdiği elini göğsüme vurarak "Ne gülüyorsun be?" diye çemkirdi. "Gayet ciddi bir şey söylüyorum şurada."

Gözlerimi büyüterek ona baktım. "Olmayan heykelimi kıskandığını söylüyorsun, bunun neresini ciddiye alayım Asel?"

Gözlerini kısarak "Onu bunu bilmem ben, heykel sevdandan vazgeçeceksin, işte o kadar, " diye kestirip attı.

"Hayır, efendim, vazgeçmiyorum. Ben o heykel için kabul ettim anlaşmayı."

Kısa bir an düşündükten sonra "Pekâlâ," diye mırıldandı. "Orta nokta bulalım. Vesikalık fotoğrafını çerçeveletip masama koyayım, olsun bitsin?"

Gözlerimi irice açarak "Dalga geçiyor olmalısın," diye homurdandım. Omuz silkti.

"Yo, hala oldukça ciddiyim."

Beni ciddi ciddi kıskandığını anlayıp yerine gelen keyfimi ona göstermeyerek başımı salladım. "Tamam, o zaman. Şöyle yapıyoruz. Ben yine heykelimi yaptırıyorum ama kursun girişine değil, senin odana koyuyoruz. Hem o zaman gelip geçen beni görmemiş olur, hem de kimsenin bana sarılıp sarılmadığını düşünmek zorunda kalmazsın. Artı olarak beni ne zaman özlersen heykelime sarılırsın. Nasıl fikir?"

"Sen," diye mırıldandı, dudaklarını bükerek. "Cidden değişik bir adamsın."

Güldüm. "Senin de benden aşağı kalır bir yanın yok. E, ne diyorsun? Anlaştık mı?"

Ofladı. "Heykelini yaptırmaktan cidden vazgeçmeyeceksin, öyle değil mi?"

"Kesinlikle."

Bir kez daha oflarken başını salladı. "Peki, anlaştık. Heykelini odama koyacağım."

Keyifle sırıttım ve o daha ne olduğunu anlayamadan belinden çektiğim onu gibi göğsüme yapıştırdım.

"Bence bu sefer yenilenmiş anlaşmamızı öpücükle mühürleyebiliriz?"

Gözlerini kocaman açarak şaşkınlıkla inledi. "Ne? Saçmalama Koray!"

"Hiç de saçmalamıyorum. Bu hayatta en sevdiğim şeylerden biri öpüşerek yapılan anlaşmalardır."

"Bu anlaşma bana özel herhalde," diyerek dalga geçtiğinde, onu kızdırmak için "Yo," diye mırıldandım. "Bu benim genel anlaşma şeklim."

Mavi gözleri derhal ateş saçmaya hazır hale gelirken bana kötü kötü baktı. "Hele benden başkasıyla böyle anlaşmaya çalış, bak seni bir güzel pataklamıyor muyum ben?"

Genişçe sırıttım ve başımı iyice eğerek dudaklarımızın arasında birkaç santimlik mesafe bıraktım.

"Pataklayan sen olduktan sonra dayak yemeye de razı olurum ben, merak etme. Ee, neyse. Konuyu saptırdık iyice. Anlaşmamızın büyüsü kaçmadan imzaları atalım en iyisi."

Nazlanma saati bittiğinden olsa gerek göğsümdeki ellerini kaldırarak boynuma doladı. "Atalım bari."

İçten bir gülümsemeyle dudaklarına kapandığımda aklımdan geçen tek bir şey vardı. Evet, bundan sonrasında ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Birkaç sene sonra nerede olacağımızı ya da ne yapacağımızı bilmiyordum ama bir şeyden de adım gibi emindim.

Ömrümün sonuna kadar Asel'le anlaşmalar yapacak ve imzaları da kendi bildiğim şekilde atmamızı sağlayacaktım.

Vee bölüm sonu.

Tuttuğunuz nefesi geri verebilirsiniz :')

Uzun zamandır Mert-Beril odaklı gittiğimizden diğerlerini özlediğimi fark edip açılışı Koray'la yaptım. Yazarken de çok eğlendim, umarım siz de beğenmişsinizdir. 🙏🏻

Baştan alırsak... Selvi'ye söylemek istediğiniz bir şeyler var mı? Mesela Mert'i hastane yatağından kaldırdığı gibi nikâh masasına oturtması konusunda ona teklifte bulunabilirsiniz. Seve seve kabul edeceğinden eminim ben ;)

Beril de giderek alışıyor bu sevgililik olayına sanırım... Ne dersiniz, küçüklüğündeki cesareti tekrar yakalayabilir mi? 🤔

Peki ya Mert'le Koray'ın her fırsatını bulduklarında kızlardan öpücük çalmalarına ne diyorsunuz? 😂

Duygu ve düşüncelerinizi benimle paylaşmadan bölümden ayrılmazsanız çok sevinirim.🥀

Yeni bölümde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın!❤️

Continue Reading

You'll Also Like

3.3M 119K 65
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
57.2K 5.7K 149
Çocukluktan beri arkadaş olan 3 arkadaş, Serkan, Cemre ve Güney... Ve onların hayatlarına dahil olup tüm dengeleri bozacak yeni insanlar...
1.3M 78.9K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
40.5K 5K 33
-Tamamlandı- Dila & Hasan Hasan: Hayat kızmak için o kadar kısa ki, bunu ben yaşadım Dila. Bana kızmak yerine beni sevmeye ne dersin? Dila: Hasan...