KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

بواسطة bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... المزيد

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#43 - Koca Bir Karanlık

36.7K 2K 1K
بواسطة bayanclara

"Mert! Artık süslenmeyi bırak ve kapıya bak!"


Keyifli bir ıslıkla saçlarımı el yordamıyla düzelttiğim sıra canım kuzenimin cırtlak sesini duyduğumda ıslık çalmayı bırakıp yüzümü buruşturdum. Mutfaktan bağırmasına rağmen yanı başımda çığırıyormuş gibi hissetmem ne kadar normaldi?

Zilin bir kez daha çalmasıyla Derin'in yeniden bağırmasından korkarak aceleci adımlarla odamdan çıktım ve mutfağa doğru "Bakıyorum!" diye seslendikten sonra dış kapıya doğru ilerledim.

Bu akşam Derya'yı İzmir'e yolcu edecektik. Bu yüzden Derya gitmeden evvel çocuklarla birlikte toplu bir kahvaltı etmek istemişti. Ayrıca çocuklara ilaveten Beril'i de davet etmişti. Benim için hava hoştu, zira Beril'i görebilmek için sürekli bahaneler uydurup duruyordum. Bu sefer benden bağımsız bir şekilde gelecekti ama sonuç olarak yine bana gelecekti.

Keşke bir de kalbimin hesapsız kitapsız ona gittiğini bilseydi...

Çocukların geldiğini düşünerek açtığım kapının diğer tarafında gönlümün yıldızını gördüğümde istemsizce gülümsedim.

"Hoş geldin."

Yanaklarındaki iki büyük goncayı bana sunarak gülümsememe eşlik etti. "Hoş buldum."

Geriye çekilerek elimle içeriyi işaret ettim. "Geçsene."

Beril, botlarını çıkararak içeri girdiğinde kapıyı kapatıp montunu çıkarmasını bekledim.

"Mert! Feza mı geldi?"

Beril, çantasını vestiyere koyduktan sonra çıkardığı montunu askıya asarken "Ben geldim!" diye seslendi içeri doğru.

"Bundaki doyumsuzluğu da kimse de görmedim," diye homurdanarak gözlerimi devirdim. "Kızı, zorla Feza'ya gönderen ben olmasam anasının karnından Feza'ya âşık olarak doğduğunu sanacağım."

Beril, salık bıraktığı saçlarını omzunun gerisine atarken sözlerime kıkırdadı. "Deme öyle, ayıp."

Gülme sesi içimi bir hoş ederken tavrımı bozmamak için kendimi kasmam gerekmişti. Bu kız niye böyle güzel gülüyordu yahu?

"Neresi ayıp canım, ben sadece gerçekleri söylüyorum."

"Mert, kapıda mı dikiyorsun kızı? Gelsenize buraya!"

Sözlerimin hemen ardından bu sefer Derya'nın bağırışını duyunca iç geçirerek "Bunlar başımızı şişirmeden yanlarına gitsek iyi olur," diye söylendim. Beril, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladı ve mutfağa doğru ilerledi. Ben de hemen peşine takıldım.

Kızlar, en son yarım saat kadar önce yaptıkları şeyleri yiyorum diye beni mutfaktan kovmuşlardı. Şimdi çağırmalarının en büyük nedeni Beril'e olan güvenleri olmalıydı ancak yanılıyorlardı. Zira bu konularda Beril'den hiç çekinmiyordum ki çekinmek için bir sebep de yoktu zaten. Yemek yemek ne zamandan beri ayıp sayılıyordu Allah aşkına?

Beril'in arkasından mutfağa girdiğimde bakışlarım direkt masayı buldu. Kalabalık olacağımız için masayı büyütmüşlerdi ve masanın üzerinde yok yoktu. Gözlerimden kalpler fışkırdığına yemin edebilirdim.

Beril, Derya ve Derin'le merhabalaştıktan sonra aynı benim gibi masayı süzerek "Ben de yardım ederim diye biraz erken gelmeye çalıştım ama siz zaten her şeyi hazırlamışsınız," diye mırıldandı. Aralarındaki konuşma bir kulağımdan girip diğerinden çıkarken yiyeceklere daha yakından bakabilmek için usul usul masaya yaklaştım. Ancak ne yazık ki adımlarım Derya'nın gözünden kaçmamıştı.

Beril'e ithafen "Güzelim, sen Mert'i buradan uzak tutsan bize en büyük yardımı etmiş olursun zaten," diye mırıldandı. "En son dayanamayıp mutfaktan kovmuştuk ama bakışlarından anlaşıldığı üzere aklı başına gelmemiş."

Beril'in bakışlarının bana kaydığını hissettiğimde başımı kaldırarak ona döndüm. Dokunsam gülecekmiş gibiydi, kendini zor tutuyordu. Ne vardı yani yemeklere sulanıyorsam? İnsanlar sadece başka insanlara sulanacak diye bir kaide yoktu ya!

"Ben onu içeriye götüreyim en iyisi."

Beril, kızlara ithafen konuştuktan sonra yanıma gelerek kolumdan tuttu ve "Hadi Mert," dedi. "Kızların ayağına dolanmayalım da işlerini çabuk bitirsinler."

Beni, küçük bir çocukmuşum gibi avutmaya çalışmasına bozularak "Ben burada iyiydim ama ya," diye mırıldansam da beni içeri yönlendirmesine karşı çıkmadım. Oturma odasına girdiğimizde -kolumu salondayken bırakmıştı- söylene söylene ilerleyerek ikili koltuğa attım kendimi.

"Bu ne arkadaş ya? Neyi sevsek suç! Hep bir engel, hep bir engel... Benimki de can yani!"

Beril, kıkırdayarak yanıma oturduğunda ona yandan yandan baktım. Hayır, sözlerimi dinlememiş gibi gülüyordu bir de vicdansız. Gülüşünden öpemedikten ya da seni gülerken doya doya izleyemedikten sonra gülmesinin bana ne faydası vardı?

Niye sevdiklerim benden esirgeniyordu?

Bari yemek yiyebilseydim...

"Çocuklar gelmeden sofra bozulmasın diye izin vermiyorlardır, azıcık sabret."

"Masanın düzeni bizim çocukların çok umurunda ya sanki..." diye homurdandım. "Ben neysem onlar da o. Yani yalnızca yemek görecek gözleri, masayı değil. Hem böyle olmasa bile onlar yabancı mı? Ne gerek var mutfaktan kovmaya yani..."

Beril, nihayetinde gülmeye son vererek başını eğdi ve düşünceli gözlerle baktı yüzüme.

"Sen gerçekten çok açsın."

Ona inanamazmış gibi bakarken "Yavrum, ben ne diyorum iki saattir ya?" diye söylendim. "Aç olmasam niye sızlanayım bu kadar?"

Bana, suç işlemiş bir çocuk gibi bakarken "Ne bileyim, ben her zamanki gibi şey yapıyorsun sandım," diye mırıldandı.

Kaşlarımı çattım. "Ne yapıyorum?"

"Yani sen hep açsın ya, onu kastettim."

"Beni tanımış olman güzel," diyerek başımı salladım. "Ama şu an açlığın zirvesindeyim, çünkü en son gece yatmadan önce yemek yemiştim."

"Ha," dedi, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken. "Geceleyin uykunda spor yaptın herhalde..."

Ona yalandan kötü kötü baktım. "Geç sen dalganı, geç..."

"Ya, tamam, tamam," diyerek ayaklandı ve oturunca toparlanan kazağını şöyle bir düzeltti.

"Nereye?" diye sordum kaşlarımı alnıma doğru kaldırırken.

Önüne gelen saçını kulağının ardına sıkıştırarak "Senin için poğaça çalacağım," diye mırıldandı. Bir an dediklerini idrak edemediğimden "Ha?" dedikten sonra zihnimde uygun yerlere yerleşen kelimelerle birlikte gülmeye başladım. "Sen ciddi misin?"

Omuzlarını dikleştirerek "Evet," dedi ve kararlı bakışlarla baktı bana. "Su içmeye gitmiş gibi yapıp onlara çaktırmadan bir tane poğaça çalacağım. Çocuklar gelene kadar idare edersin artık."

Yüz ifadesine daha fazla dayamayarak başımı geriye atıp seslice gülmeye başladığımda sinirlenerek yumruk yaptığı küçük elini omzuma indirdi ve "Ne gülüyorsun ya?" diye söylendi. "Haline üzüldüm ve kendimi tehlikeye atmak pahasına mideni düşündüm şurada!"

Başımı omzuma doğru eğerken gülmeye devam ettim. "Sen benim için kendini böyle tehlikelere mi atacaksın?"

Onunla dalga geçmeme bozularak "Of! Sana da iyilik yaramıyor," deyip tekrar yanıma oturmaya kalktığında kolundan tutarak durdurdum onu.

"Tamam, tamam. Özür dilerim. Ne olur, poğaça çal benim için!"

Kaşlarını çattı. "Hala dalga geçiyorsun ama ya!"

Yüz ifademi düz tutmaya çalıştım. "Dalga geçmiyorum, bak çok ciddiyim. Çok açım güzelim, ne olur benim için poğaça çal."

Oturmaktan vazgeçtiğinde tuttuğum kolunu geri çekerek dikeldi ve bana ters ters bakarak "İyi," dedi. "Acıdım sana. Bekle beni burada."

Gülmemek için dilimi ısırırken hızla salladım başımı.

Beril, bana arkasını dönerek odanın çıkışına doğru ilerlerken dudaklarımdan kıkırtı dökülmesin diye koltuğa yasladım ağzımı. Yemin ederim, yaşlanmazdı insan Beril'le yaşarken.

Keşke bunu, onunla yaşayarak kanıtlayabilseydim.

Beril, tam kapıdan çıkacağı an birden arkasını dönerek bana baktığında halimi görerek kaşlarını çattı.

"Gülüyor musun sen?"

Ben hiç bu kadar güzel yakalanmamıştım be.

Vazgeçmesinden endişe ederek hızla doğruldum ve kafamı iki yana salladım. "Ne münasebet!"

Bana inanmadığını belli edercesine gözlerini kıssa da bir şey demedi ve arkasını dönerek odadan çıktı. Her ne kadar peşinden giderek onun o hallerine tanıklık etmek istesem de kendimi tutamayıp pot kıracağımı bildiğimden uslu uslu oturduğum yerde bekledim Beril'i.

Saniyelerini sayarak geçirdiğim yaklaşık bir üç dakikanın ardından Beril koşarcasına odadan içeri girdi ve hemen yanıma oturup derince nefeslenirken elindeki poğaçayı bana uzattı. "Az daha yakalanıyordum, al."

Ben, haline gülmemeye çalışarak elindeki poğaçayı alırken mutfaktaki Derya'nın sesini duyduk.

"Ben kızı Mert'e sahip çıksın diye gönderiyorum, Mert'se kendine benzetip bize geri yolluyor. Hay Allah'ım ya!"

Beril, duyduklarının tesiriyle ağzını kocaman açarken gözlerini kırpıştırdı. "Yakalanmışım!"

Daha fazla dayanamadığım için kahkahalarla gülmeye başladığımda Beril sinirle kaşlarını çattı ve bir kez daha yumruk haline getirdiği elini göğsüme yapıştırdı. "Hala gülüyorsun ya, hala gülüyorsun!"

Ona karşılık vermek istiyordum ancak gülmeyi kesemiyordum. Benim için mutfaktan poğaça almaya gitmesi, bunu çalmak olarak nitelendirmesi, fark edildiği halde yakalanmadığını düşünmesi ve tüm bu anlara eşlik eden yüz ifadeleri beni mahvetmişti.

Tuttuğum poğaçayı gülerken düşürmemek için ortadaki sehpanın üzerine koyduktan sonra hala bana vurmaya devam eden Beril'e döndüm ve bana vuran ellerini tutarak onu kendime çekip sıkıca sarıldım. Beril, bu ani tavrım üzerine kalakalırken çenemi saçlarına sürttüm ve gülerek "Seni yemek istiyorum," diye mırıldandım.

Sözlerimin üzerine biraz daha duraksadıktan sonra ikimizin arasında kalan kollarından birini çıkararak omzuma vurdu. "Madem beni yemek istiyordun, niye poğaça diye tutturdun? Senin yüzünden rezil oldum!"

Muhtemelen ne dediğinin farkında değildi ancak yine de sözlerinin üzerine duraksamama engel olamamıştım. Başımı geriye çekerek onunla yüz yüze gelmemizi sağladığımda "Ne?" diye sordum. Bana ters ters baktı. "Ne, ne?"

Muzipçe kaşlarımı kaldırdım ve "Biraz önce poğaça yerine seni yememi teklif ettin bana," diye mırıldandım. Gözlerini kocaman açarken "Ne?" diye bağırdı. "Ben öyle bir şey demedim!"

"Evet, ama ima ettin?"

"İma da etmedim, sen yanlış anlamışsın!"

"Ha, yani sorun bende. Öyle mi?"

Hırsla salladı kafasını. "Evet, sende. Hem ne tuttun beni mengene gibi, bıraksana ya!"

Sinirini çıkarmak için bana yüklenmesini memnuniyetle kabul ederken "Sen de bu kadar tatlı olma," diyerek izin verdim kollarımın arasından çıkmasına.

Beril, bana ters ters bakarak kendini geri çektiği an zil çaldı. Sanki bunu bekliyormuş gibi anında ayaklanan kızıl yıldızım eliyle poğaçayı işaret etti ve "Ben kapıyı açıp gelene kadar ye bunu," diye emretti. "Boşuna rezil olmuş olmayayım bari."

Beril, söylenmeye devam ederek kapıyı açmaya gittiğinde orta sehpaya uzandım ve üzerindeki poğaçayı alarak iki ısırıkta bitirdim. Beril'in şapşallıklarıyla eğlenirken kısa süreliğine unutmuştum ama harbi açtım ben ya.

Çocukların gelmesini bahane ederek ayaklandım ve odadan çıkarak salona geçtim. Beril, hepsini tek tek buyur ederken mutfaktan çıkan Derin hızla sevdiceğine koşup sarıldı. Gözlerimi baydım.

Görmemişin sevgilisi olmuş, tutmuş her fırsatta yapışmış!

Derin'in arkasından elindeki havluya elini silen Derya da mutfaktan çıkarak çocuklara selam verdi.

"Hoş geldiniz gençler, kahvaltı hazır. Ellerinizi yıkayıp gelin hadi."

Çocuklar banyoya yöneldiklerinde ben, Derya'nın arkasından sıvışarak mutfağa girip sandalyeme yerleştim ve hiç vakit kaybetmeden önümdeki tabağa kahvaltılıklardan bol bol yerleştirmeye başladım. Eh, çok bile dayanmıştım canım!

"Gören de seni günlerce aç bıraktık sanır Mert ya," diye söylenerek içeri girdi Derya. "Altı üstü birkaç saat sabretmeni istedik senden."

Gözlerimi yemeklerden bir saniye olsun ayırmadan "Sabrettim ya kızım işte," dedim ve tabağımı doldurmaya devam ettim.

"Hı-hım, belli nasıl sabrettiğin..."

Derya'nın imalı çıkan sesi üzerine kafamı kaldırınca kapı girişinde duran Beril'i gördüm. Laf ona gitmişti...

Beril, utangaç bir tavırla masaya yaklaştıktan sonra Derya'ya dönerek "Şey, ben," diye açıklama yapmaya girişmişti ki Derya, elini kaldırarak susturdu onu. "Bir şey söylemene gerek yok güzelim, ben biliyorum," dedi ve bana bakarak konuşmasına devam etti. "Nasıl beceriyor bilmiyorum ama insanları etkisi altına almakta üstüne yok."

Keyifle sırıtarak Derya'ya öpücük attım. "Ben de seni seviyorum, canım kuzenim."

Derya, bana ters ters bakmaya devam ederek karşımdaki sandalyeye yerleştiğinde, Beril de hemen yanımdaki sandalyeye oturdu.

Çok geçmeden Derin ve çocuklar da mutfağa gelerek yerlerine geçtikten sonra kahvaltımız başlamış oldu. Kalabalık ortamların en vazgeçilmez şeyi toplu sohbetlerdi. Biri ortaya laf atarak sohbeti başlatırdı, sonra aradan biraz zaman geçince bir de bakardınız ki herkes küçük topluluklar oluşturup ayrı şeyler konuşmaya başlamış...

"Ee, Gökay, Simge'yle nasıl gidiyor?"

Derya'nın sorusu masadaki herkesin ilgisini çekmiş olacak ki konuşanlar duraksayarak Gökay'a baktılar. Soyer'le buluşalı neredeyse bir hafta olacaktı ve normalde kardeşinin yanında en fazla 2-3 gün duran adam, bir türlü İstanbul'a dönmeye niyetlenmemişti. Tabii bu en çok Gökay'ın sinirine dokunuyordu, çünkü her ne kadar görüşmelerine izin vermiş olsa da Soyer, sürekli Simge ve Gökay'ın bir araya gelmelerini engelliyordu.

Çatalındaki patates kızartmalarını ağzına atmadan hemen önce homurdandı Gökay. "Ne bileyim? Simge'yle mi çıkmaya başladım, Soyer'le mi anlamadım ki. Adam her dakika başımızda, kendi yoksa da gölgesini bırakıyor. Bir gidemedi gitti yani..."

"Niye öyle söylüyorsun kuşum ya, Simge'nin abisinin de epey gideri var yani."

Sözlerinin ardından hepimiz Derya'ya döndüğümüzde bize tip tip bakarak "Ne?" diye sordu. "Yalan mı söyleyeceğim, yakışıklı adam işte."

"Valla ablam haklı," diyerek omuz silkti Derin. "Feza'mdan hoş olmasın ama baya hoş bir adam."

Gökay, bu duyduklarından hoşnut olmayarak hızla bana döndü ve aramızda oturan Beril'den dolayı öne doğru eğilerek "Ben mi Soyer mi, Mert aşkım?" diye sordu.

Kaşlarımı çatarak homurdandım. "Oğlum benim arkadaşım olan sensin, Soyer'i niye seçeyim?"

Elindeki çatalı masaya bırakarak "Ya öyle değil," dedi. "Hangimiz daha yakışıklıyız?"

Seslice ofladım. Herkes bitmiş gibi kızın abisini kıskanıyordu resmen!

"İkiniz de birbirinizden çirkinsiniz kardeşim, oldu mu? Şimdi rahat bırak da yemeğimi yiyeyim ya!"

Çocuklar, sözlerime gülerken bana burun kıvırdı Gökay. "Aman, senden bir şey isteyende kabahat zaten..."

Ekmek sepetinden aldığım küçük dilime reçel sürerken ona hiç dönmeden söylendim. "Sevilmesen çekilecek çile değilsin be Gökay."

Gökay, şaşırtıcı bir şekilde dediklerimden sonra sustu. Hatta birkaç dakika sonra sandalyesini geriye ittirerek ayaklandı. Hepimizin bakışları ona dönerken "Nereye gidiyorsun lan?" diye sordu Kamer. Gökay, sanki az önce sinirlenen o değilmiş gibi sırıtarak bana döndü ve gözlerimin içine bakarak konuştu.

"Nikâh dairesine. Dört yılın sonunda Mert aşkımın beni sevdiğini duymuşken daha fazla vakit kaybedemem."

Herkes saniyelik bir afallamanın ardından kahkahalarla gülmeye başladığında derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bu çocuğun da bir anı bir anına uymuyordu ki anasını satayım...

Gökay, sadece saniyeler içinde gitmekten vazgeçerek sandalyesine geri oturduğunda "Neyse," diye mırıldandı. "Şimdi oralarda sıra vardır, bekletirler beni. Karnımı doyurayım, sonra giderim."

Hemen yanımdaki Beril, kıkırtılarının duyulmasını istemiyormuş gibi dudaklarını birbirine bastırırken onun halini fark eden Gökay sırıttı ve yana kayarak Beril'e omuz attı.

"Sende bizim nikâh şahidimiz olursun kız!"

Herkesi bir kahkaha tufanı daha sararken içimden ona kadar saymaya başladım. Derhal sakinleşmeliydim, yoksa elimden bir kaza çıkacaktı.

Beril, benden korktuğundan olsa gerek eliyle gülüşünü gizlemeye çalıştığında dişlerimi sıkarak konuştum. "Gökay, adam gibi kahvaltını edeceksen et, etmeyeceksen de defol git kardeşim."

Gökay, masanın üzerinde duran çatalı eline alarak tabağındaki domatese saplarken beni hiç takmayarak "Oho, Mert aşkım sen de," diye söylendi. "Hem sevdiğini söylüyorsun hem de beni kardeşin ilan ediyorsun. Bir karar ver yani."

Masadaki gülüşmeler kesilmezken "Ya sabır," diyerek derin bir nefes aldım. Bir gün bu çocuk yüzünden kanser olursam asla şaşırmazdım.

Cevap verdikçe bana direnmeye devam edeceğini bildiğimden sessiz kalarak en iyi bildiğim şeyi yaptım, kahvaltımı yapmaya devam ettim. Neyse ki taktiğim işe yaramıştı da Gökay, birkaç imalı laf daha söyledikten sonra onunla ilgilenmediğimi görünce diğerlerine sarmıştı.

Masada konu konuyu açmaya devam ederken Derya birden omuzlarını dikleştirip "E, Mert?" diyerek herkesin dikkatini benim üzerimde topladı. "Gökay'a bile birini bulduk, sen hala boştasın kuşum. Yardım lazımsa bir el atayım."

Bu konuya nasıl geçtiğimizi anlayamasam da neden geçtiğimizi elbette anlamıştım. Arabulucu Derya iş başındaydı!

"Aa, hakikaten Mert aşkım ya... Hatırlıyor musun, okulun ilk günü hepimiz sapken biz senle dalga geçmiştik. Şimdi şaşırtıcı bir şekilde hepimizin hayatında iyi kötü birileri var ama sen hala sapsın. Büyü falan mı yaptılar sana acaba?"

Gökay, benle uğraşmaktan vazgeçti mi demiştim? Halt etmişim.

"Şu an bunu yaptığım için çok şaşkınım ama Gökay'a hak veriyorum," diyerek güldü Kamer.

Kamer'in ardından diğerleri de benimle dalga geçedursun ben, tek ilgilendiğim kişiye döndüm, Beril'e. Bakışları tabağındaydı ve yerinde huzursuzca kıpırdanıyordu. Bu, konuşmadan rahatsız olduğu anlamına mı geliyordu?

Dudaklarımın kıvrılmasına engel olmak için boğazımı temizleyerek "Size ne kardeşim?" diye sordum. "Ben böyle mutluyum belki."

"Yalnızlık Allah'a mahsus kardeşim. Bunu ben bile anlamışken kendini boş klişelerle avutma bence."

Kaşlarımı çatarak Koray'a baktım. Derya'yla ortaklık mı kurmuşlardı, ne yapmışlardı, anlamamıştım ki.

"Koray haklı," diyerek tekrar lafa girdi Derya. "Bak bu sene mezun olup İzmir'e döneceksin zaten. Çalışmaya başlayınca zaman çabuk geçer. Ben en iyisi İzmir'e dönünce halamla konuşayım da sana gelin adayı aramaya başlayalım. Sen gelince de hangisiyle anlaşırsan biraz flört edersin. Sonra nişan yapıp biraz bekleriz. Ardından düğün dernek derken bir de bakmışsın baba olmuşsun!"

Kız yalnızca bir dakikada nihai sonumu yazmıştı resmen.

Derya, cümlesini tamamladığında ben daha dediklerini hazmedemeden hemen yan tarafımdaki Beril'in deli gibi öksürmeye başlamasıyla hızla ona döndüm.

"Ay, zeytin çekirdeği boğazına kaçtı kızın!"

Gökay'ın bunu nasıl fark ettiğini sorgulamakla vakit kaybetmek yerine yan tarafıma dönerek kolumu uzattım ve çok da ağır olmayacak şekilde sırtına vurmaya başladım.

Endişe dolu kısa bir vaktin ardından Beril, boğazına kaçan çekirdeği eline tükürdüğünde hemen önündeki suyu alarak ona uzattım. "İç, güzelim."

Beril, ona birkaç yudum su içirmeme izin verdikten sonra başını geri çekerek derince nefeslendi. Bardağı tekrar masaya koyduktan sonra "İyisin, değil mi?" diye sordum. Beni başını sallayarak onayladı.

"İyiyim, iyiyim ama bir lavaboya gitsem iyi olacak."

Beril, yavaşça ayaklandıktan sonra mutfaktan çıktığında Derya'nın keyifle mırıldandığını duydum.

"Olacak bu iş, olacak."

Kaşlarımı çatarak "Ne diyorsun kızım ya?" diye homurdandım. Beril, boğulma tehlikesi geçirmişti ama onun aklı hala...

Bir dakika.

Derya'nın dediklerine mi bozulmuştu o?

Derya, yüz ifademden ikilemde kaldığımı anlamış gibi "Ya," diye mırıldandı sırıtarak. "Kıskanılıyorsunuz Mert Bey."

Bakışlarım sebepsizce çocukların yüzlerinde gezdiğinde, hepsinin Derya'dan hallice olduğunu fark ederek kaşlarımı çattım. "Ne biliyorsunuz kıskandığını? Belki konudan bağımsız bir şekilde gerçekleşti?"

"Kardeşim," diyerek ona dönmeme neden oldu Feza. "Anlıyorum, kendini ümitlendirmemek için hep en kötüsünü düşünüyorsun ama gerek yok. Beril'de de sana karşı bir şeyler var, bu çok bariz. Yalnızca fitillenmeyi bekliyor."

Bunları söyleyen bir başkası olsa bu kadar inanmazdım belki ama Feza'dan duyunca istemsizce duraksamıştım. Evet, kendimi en kötüsüne inandırmaya çalışıyordum çünkü boşa umutlanınca her şey daha da kötü oluyordu.

Ancak... Sanırım gerçekten de Beril için kaçacak yer kalmamıştı. Madem fitillenmeyi bekliyordu, bunu seve seve yapacaktım ki çoktan yapmaya başlamıştım da zaten.

Diyecek bir şey bulamayarak sessiz kaldığımda, Beril mutfaktan içeri girerek tekrar yanıma oturdu. İçimdeki karmaşayı gözlerimden belli etmemeye çalışırken "Daha iyi misin?" diye sordum. Başını sallayarak onayladı beni. "Hım-hım, iyiyim."

Herkes tekrar kahvaltısına dönerken "O zaman anlaştığımız gibi ben dönünce Selvi halamla konuşuyorum," diyerek bana döndü Derya. Telepati yoluyla anlaşmayı ne zaman öğrenmiştik, bilmiyordum ancak bu sefer isteyerek onun oyununa dâhil oldum. O ateşi çakmaktan çıkarma vakti gelmişti.

Pek de istekli görünmemeye çalışarak "Ne yaparsan yap Derya," diye mırıldandım. Dünden razı bir şekilde cevap veremezdim, çünkü bu bende çok yapmacık dururdu. "Yeter ki beni rahat bırak."

Sırıttı, Derya. "Okey, anlaştık."

Onu yalancı bir gülümsemeyle geçiştirirken çaktırmadan Beril'e baktım. Bakışları yine tabağındaydı ve bizimle ilgilenmiyormuş gibiydi. Tabii tabağındakileri yemek yerine onlarla uğraşmayı tercih etmişti. İnsanlar bunu canları sıkkınken yapardı, öyle değil mi?

Keyfimin iyice yerine geldiğini hissederken açılan iştahımla birlikte tabağımda kalanları büyük bir ivedilikle silip süpürdüm.

Diğerlerinin enerjilerinin bir an bile azalmadığı ancak Beril'in ikinci yarısında sessiz kaldığı kahvaltının ardından Derya'yla vedalaşarak evden çıktık. Beril'in mutsuz görünmesi beni de üzüyordu ancak bir şeylerin farkına varması lazımdı ve bu yüzden gönlünü almak için okula gidene kadar beklemeyi tercih etmiştim.

Çocuklar Kamer'in arabasına geçince, Beril, Derin ve Feza da benim arabama yerleştiler. Direksiyona geçtikten sonra arabayı çalıştırıp yola çıktım. Derin'i bıraktıktan sonra bizim okula geçecektik.

Derin'in hiç susmadığı, Feza'nın gözünü bile kırpmadan kuzenimi izlediği, Beril'in ise yol boyu sessizce dışarıya baktığı yaklaşık yirmi dakikalık yolculuğun ardından arabamı Derinlerin okulunun önünde durdurdum.

"Benim ders sizinkinden yarım saat önce bitiyor. Ben sizin çıkışınıza gelirim, sonra da hep beraber ablamı alıp havaalanına götürürüz."

Dikiz aynasından ağrı Derin'e bakarak kafamı salladım. "Olur, öyle yaparız."

Derin, Feza'yı yanağından öptükten sonra "Hadi görüşürüz yavrumlar," diyerek arabadan inince kontağı çevirip tekrar yola çıktım.

Derin'in olmadığı fazlasıyla belli olan sessiz ve kısa yolculuğumuzun ardından arabamı okulun otoparkına park ettim. Sırayla arabadan inerek okula doğru yürürken "Ben bir kantine uğrayacağım," diyerek yanımızdan ayrıldı Feza. Giderken bana attığı bakıştan bunu bizi yalnız bırakmak için yaptığını anlamış ve çaktırmadan sırıtmıştım. Bu çocuk da az değildi hani...

Beril'i fakültesine kadar bırakacağım için onunla birlikte yürümeye devam ettiğimizde Beril, bakışlarını bana çevirmeden "Mert?" dedi. Sesindeki soru işaretlerini seçebilmiştim. Ne diyeceğini deli gibi merak ederken hevesli görünmemeye çalışarak "Hım?" diye mırıldandım.

Elini kaldırıp omzuna götürdü ve omzundaki saçlarının küçük bir kısmını parmağına dolarken "Şey," dedi. "Kahvaltıda Derya bir şeyler dedi ya hani... Yani sana gidince kız bulacakmış hani, öyle söyledi."

Allah'ım... Gerçekten orada kalmıştı.

İçimdeki deli divane sevinci belli etmemek için kendimi dizginleyerek sakin bir ses tonuyla "Evet, söyledi," dedim.

Birden duraksayarak bana döndü ve düşünceli bir ifadeyle "Sen de onu onayladın," diye mırıldandı. "Yani bulmasını istedin."

Gözlerinde gördüğüm şey... Kırgınlık mıydı?

Kırgınlığını sevmek istiyordum onun, tam da şu an kırıldığı her yerden öpmek istiyordum.

Başımı salladım. "Hım-hım, öyle yaptım."

Elini saçından çekerek aşağı indirirken "Ciddi miydin?" diye sordu. "Yani başından savmak için mi söyledin, yoksa gerçekten istiyor musun?"

Umursamaz bir ifadeyle dudak büktüm. "Yani, pek hevesli sayılmam ama okuldan birini bulamadığıma göre bizim oralardan biriyle evlenmek zorundayım sanırım."

Omuzları hayal kırıklığıyla çökerken "Ama sen sevmediğin biriyle nasıl olacaksın ki?" diye sordu şaşkınca. "Yani Güneş'i bile şey yapmadın, başkasını..." Duraksayarak yutkundu. Nasıl devam edeceğini bilemiyormuş gibi görünüyordu. "Sevmediğin biriyle nasıl olacaksın?"

Sevdiğimle de olamıyorum ki be kızıl yıldızım, ben ne yapayım?

"Haklısın," diyerek başımı salladım. "Sevmediğim biriyle olamam ama belki de severim yani, bunu denemeden bilemeyiz ki."

Beril, kısa bir an gözlerime bakakaldıktan sonra başını sallayarak önüne döndü. "Doğru, bilemeyiz."

Onu kendime çekip sıkıca sarılmamak için kendimi çok zor tutuyordum. Korkmasına, üzülmesine neden olan bir şey yoktu. Benim kalbim zaten bütünüyle ona aitti.

Ama bunu ona söylemek için biraz daha sabretmem gerekiyordu.

Bir beş dakika kadar sonra Berillerin fakültesinin önünde duraksadığımızda Beril bana dönerek gülümsemeye çalıştı. "Bıraktığın için teşekkür ederim."

"Ne demek," diyerek onun aksine içten bir gülümseme sundum ona. Çünkü mutluydum, zira uzun zaman sonra ilk defa inanıyordum. "Dersin bittiğinde yine buradan alırım seni. Havaalanına gelecektin değil mi?"

Pek de hevesli olmayan bir tavırla "Hım-hım," diyerek kısaca onayladı beni. "Geleceğim."

"Tamam, o zaman. İyi dersler."

"Sana da."

Beril'in yanından ayrılarak kendi fakülteme doğru ilerlemeye başladığımda yüzümde aptal bir sırıtış vardı. Hayır, Beril'in bana karşı ne hissettiğini net olarak anlayamamıştım ki bence o da bilmiyordu hislerini. Bu çok normaldi bana göre, zira başına hoş şeyler gelmemişti. Zamana ihtiyacı vardı; belki bir şeyler hissetmek için, belki de hislerinden emin olabilmek için. Bu yüzden bekleyecektim işte.

Ancak bekleyişim, pek de sakin bir bekleyiş olmayacaktı.

"Siz arabalara geçin, ben Beril'i alıp geleceğim."

Son dersin bitiminin ardından ayaklanmış, amfinin çıkışına doğru ilerliyorduk. Derslere kendimi ne kadar verdiğim tartışılırdı, zira aklım da fikrim de Beril'de kalmıştı. Her ders arasında kendimi onun yanında bulmamak için kendimle üstün bir savaş vermiştim. Onun benim yüzümden üzüldüğünü düşündükçe yerimde durmam zorlaşıyordu.

Belki de çocukların gazıyla fazla umutlanmıştım; Beril, olanları çoktan unutmuştu. Kim bilebilirdi?

"Niye Mert aşkım? Beril, kendi gelemiyor mu da sen almaya gidiyorsun?"

Gökay'ın benimle dalga geçmesine sinirlenerek elimi kaldırıp ensesine indirdim. "Sana ne lan? İstediğim yere giderim, sana mı soracağım?"

Gökay, yüzünü acıyla buruşturarak ensesini ovarken "Aman tamam be," diye homurdandı. "Sen de hiç şakaya gelmiyorsun yani... Bu katılıkla nereye kadar gideceksin, anlamadım ki!"

"Ben istediğim yere giderim kardeşim, merak etme sen."

Önce amfiden sonra da fakülteden çıktıktan sonra çocuklardan ayrılarak hukuk fakültesinin olduğu yere doğru ilerlemeye başladım. İçimde hala kendimle savaş halindeydim. Bir yanım Derya'nın bana takıldığını ve tabii ki onların ayarladıkları biriyle görüşmeyeceğimi söylemek istiyordu, diğer yanımsa Beril'in gelerek böyle bir şey yapmamamı söyleyene kadar beklememi söylüyordu.

Ancak o yanım, Beril'in bana böyle bir şey söyleyip söylemeyeceğinden emin değildi ve sanırım ben, buna rağmen onu tercih edecektim.

Biraz daha yürüdükten sonra Beril'i, fakültelerinin hemen önünde beklerken gördüm ve ona doğru ilerlemeye başladım. Beril, biraz daha yaklaştığımda beni fark ederek gülümsedi ve bana doğru ilerlemeye başladı.

Bir dakika... Gülümsemiş miydi o?

E, ama hiç üzgün görünmüyordu... Okula girerkenki haliyle bu halinin arasında dağlar kadar fark vardı. Keyfi niye yerindeydi ki?

Beril, yanıma vardığında dudaklarındaki gülümsemeyi eksiltmeden "Merhaba," diyerek selamladı beni. Oldukça şaşkın olduğumdan onun gibi gülümseyemesem de "Merhaba," diye yanıtladım onu.

Elinde tuttuğu çantasını koluna takarken "Diğerleri nerede?" diye sordu.

"Şey, otoparka gitti onlar."

"Hadi, o zaman. Biz de gidelim."

Beril, otoparka yöneldiğinde yerimde kalarak onu izledim kısa bir süre. Ne olmuştu? Niye mutluydu bu kadar? Yine mi yanılmıştım? Yine boşa mı umutlanmıştım? Bir kez daha mı avucumda kalan tek şey hayal kırıklığı olacaktı?

Beril, ilerlemediğimi fark ederek duraksayıp bana döndü ve ince kaşlarını çatarak "Mert?" dedi sorarcasına. "Niye duruyorsun?"

Sorusuyla kendime gelirken başımı sallayarak "Hiç," dedim ve yanına doğru ilerledim. Beraber otoparka doğru yol almaya başladığımızda kaçamak bakışlarla onu izliyordum. Cidden mutlu görünüyordu.

Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda "Bir şey mi oldu?" diye soruverdim. Beril, kaşlarını kaldırarak bana döndü. "Nasıl yani?"

"Yani... Keyfin baya yerinde gibi duruyor da merak ettim."

Dudaklarını büzerek omuz silkti. "Dersler keyifli geçti, ondan herhalde. Hem niye bu kadar takıldın ki? Mutlu olmayayım mı?"

"Ol tabii, ol da," diyerek sustum ve başımı hafifçe iki yana salladım. "Neyse boş ver, hadi geç kalmayalım."

Sözlerimin ardından Beril'in beni onaylamasına kalmadan hiç beklenmedik bir şey oldu.

Okulun içinde bir el silah sesi duyuldu.

İrkilerek içgüdüsel bir şekilde sesin geldiği yere döndüğümde, bizim fakültenin olduğu taraftan peş peşe çığlık sesleri geldi. Beril, korkuyla bana sokulduğunda, koruma içgüdüsüyle kollarımın arasına aldım onu.

"Mert... O da neydi öyle?"

Bu tarafa doğru koşturan öğrencileri çattığım kaşlarımın altından süzerken "Bilmiyorum güzelim, bilmiyorum," diye mırıldandım.

Endişeli bakışlarımı etrafta gezdirmeye devam ederken ne yapacağıma karar vermeye çalışıyordum. Neler oluyordu? Çocuklar neredeydi? Nereye gitmemiz gerekiyordu? Şüphesiz ki yanımda Beril olmasaydı gidip ne olduğuna bakardım ama onu korumak zorundaydım. Bu yüzden kafama göre hareket edemezdim.

Hızlı hızlı etrafı taradığım sıra bir kez daha silah sesi duyulduğunda Beril çığlık atarak daha da sokuldu bana. "Me-mert, hadi gidelim! Çabuk gidelim buradan!"

Omzunu sıvazlayarak onu sakinleştirmeye çalışırken "Tamam, güzelim, gideceğiz," diye mırıldandım ve çocukların otoparkta olduğundan emin olmak için cebimdeki telefonu çıkaracağım sıra birinin bana seslendiğini duydum.

"Mert! Abi, koş! Mert!"

Başımı hızla sesin geldiği yöne çevirdiğimde bizim sınıftan bir çocuğun bize doğru koştuğunu gördüm ve telaşla birkaç adım attım ona doğru, tabii Beril'i de hemen yanımda sürükleyerek.

Çocuk, nefes nefese karşıma dikildiğinde "Hakan?" dedim hızla. "Ne oldu? Nereden geliyor bu sesler?"

Hakan, ellerini dizlerine yaslayarak derince nefeslenirken "Abi, biri seninkilere silah doğrulttu," diye konuştu hızla. "Daha doğrusu herifin teki tanımadığım bir kıza çekmişti silahı ama Feza araya girdi. Kamerler de Feza'nın hemen arkasındalar. Polisi aradılar ama silahlı herif çok fena görünüyor. Her an elinden bir kaza çıkabilir."

Damarlarımdaki kanın çekildiğini hissederken "Siktir," diyebildim yalnızca. "Derin olmalı... Feza'nın önüne geçtiği kişi Derin olmalı!"

Hiç düşünmeden silah sesinin duyulduğu yere doğru koşacaktım ki Beril'in kolumdan tutmasıyla durmak zorunda kaldım. Ah, şu an onunla ilgilenemezdim.

Ellerimi kaldırarak Beril'in yüzünü avuçlarımın arasına aldım ve endişeli gözlerinin en içine bakarak "Sakın buradan ayrılma güzelim," diye tembihledim onu. "Benim gitmem lazım ama seni yanımda götürerek tehlikeye atamam. Hatta burada bile bekleme, çık hemen okuldan."

Ellerini, ellerimin üzerine koyarak hızla iki yana salladı kafasını. "Olmaz, gidemem. Ben de seninle geleceğim, tek gönderemem seni."

Başparmaklarımla yanaklarını okşayarak "Asla," dedim, katı bir tavırla. "Asla peşimden gelmeyeceksin. Aklım bir de sende kalmasın olur mu?"

Daha fazla vakit kaybetmek istemeyerek ellerimi güzel yüzünden ayırdım ancak tam koşacağım sıra Beril kollarını hızla belime dolayarak bana sıkıca sarıldı. Hıçkırdığını işittim.

"Dikkat et, ne olursun dikkat et."

"Hşşt," diyerek başımı eğdim ve saçlarının üzerine dudaklarımı bastırdım. "Ağlama güzelim, hiç kimseye bir şey olmayacak."

İstemeyerek de olsa Beril'in belimdeki kollarını sökerek onu kendimden ayırdım ve yüzüme kayan hüzünlü bakışlarına kıyamayarak bir kez de alnından öptüm onu.

"Sakın peşimden gelme, güvenli bir yerde beni bekle."

Beril'in cevap vermesine müsaade etmeden arkamı döndüm ve koşmaya başladım. O kadar hızlı koşuyordum ki yanından geçtiğim şeylerin ne olduğunu dahi kavrayamıyordum. Bir an önce çocukları ve Derin'i görebilmek için deli gibi koşuyordum yalnızca.

Kısa bir sürenin ardından görüş alanıma giren şeylerle istemsizce duraksadım. Onur denen şerefsiz elindeki silahla birlikte Feza'nın birkaç metre ilerisinde duruyordu. Feza, elinin tekiyle Derin'i arkasına almıştı ve diğer çocuklar da Derin'in dört-beş metre kadar gerisindelerdi.

Bizden başka öğrenci yoktu etrafta. Yalnızca birkaç adım ötemde iki hoca duruyordu ve biri hararetle telefonla konuşurken diğeri de sabırsızca onun konuşmasını dinliyordu. Onlardan bir fayda gelmeyeceğini anladığımda yürümeye devam ederek bizimkilere doğru ilerledim.

Tam yanlarından geçeceğim sıra hocalardan biri durmamı söyleyerek koluma yapıştığında çevik bir hareketle tutuşundan kurtuldum ve onları dinlemeyerek ilerlemeye devam ettim. Kuzenim ve kardeş bildiğim arkadaşlarım oradayken nasıl sakince bekleyebilirdim?

"Demiştim, değil mi? Sana demiştim değil mi, Derin! Bana yaptıklarının hesabını soracağımı söylemiştim, değil mi! Beni hastanelik etmenin ne demek olduğunu göstereceğim lan size! Yaptıklarınızın bedelini ödeyeceksiniz!"

Pişmandım. Köpek gibi pişmandım hem de. İnsanlıktan nasibini almamış olan bu herifi elime fırsat geçmişken öldürmediğim için çok pişmandım...

İt herif o kadar hırslıydı ki gözlerini Feza ve Derin'den başka tarafa çevirmiyordu. Herkesten soyutlanmış gibiydi. Kimseyi umursamıyordu. Kendini adam yaptığını sandığı silahtan ve karşısındakilerden başka kimse yoktu onun için. Bunu fark edebiliyordum.

"Bakın yine insaflıyım, sizi ayırmayacağım. Sırayla göndereceğim ikinizi de. Hadi, söyleyin bakalım. Hanginizden başlayayım?"

"Ulan, adam mısın sen be? Sıkıyorsa elindekini bırakıp gelsene! Gel de göstereyim kimin kimi nereye gönderdiğini!"

Feza, bir yandan sıkı sıkıya Derin'i tutarken diğer yandan sinirle haykırıyordu. Derin... Canımın içi, hıçkırıklarla ağlıyordu ve Feza'nın tutuşuyla zorla ayakta durduğu her halinden belli oluyordu.

Dünya başıma yıkılmış gibi hissederken daha fazla boş boş bekleyemeyeceğimi anlayarak Onur'un arkasına doğru ilerlemeye başladım. Pislik herifin kafasının iyi olmadığı her halinden belli oluyordu. Bu benim için avantaj sağlıyordu ancak her an delirip tetiği çekme ihtimali de vardı.

İlerlemeye devam ettiğim sıra beni fark eden Kamer'in bana seslenmeye çalıştığını gördüm ama umursamadım. Beni durdurmaya çalışacaktı. Allah aşkına, ilkinde durdurmuştu da ne olmuştu?

Ne olduğunu canlı canlı görüyorduk işte.

Bu yüzden aynı hatayı tekrarlamayacaktım. Bu sefer dinlemeyecektim Kamer'i.

Kamer'in ardından diğer çocuklar da Onur'un dikkatini çekmemeye çalışarak bana bir şeyler anlatmaya çalışırken onlara bakmamaya çalışarak ilerlemeye devam ettim.

Nihayetinde Feza'nın görüş alanına girebilecek kadar yakınlaştığımda, Feza'nın beni fark edip gözlerini büyütmesiyle duraksadım. Pot kırdığı an gümbürtüye giden ben olurdum.

Neyse ki Feza, hızla eski yüz ifadesini takınarak Onur'a saydırmaya devam ettiğinde derin bir nefes aldım ve sessizce şerefsize arkasından yaklaşmaya devam ettim. Aramızda birkaç adımlık mesafe kaldığında bir kez daha duraksadım ve ne yapacağıma karar vermeye çalıştım.

Silahı, dengesiz bir şekilde omuzunun biraz daha üst kısmında tutuyordu. Eğer kendimi fark ettirmeden yanına sokulabilirsem kolunu tutup silahın ucunu gökyüzüne doğrultabilirdim.

Evet, sanırım şu an için yapabileceğim en iyi şey buydu.

"Yalnız... Bakıyorum da yokluğumu fırsat bilip çok hızlı bir şekilde kaynaşmışsınız." Duraksayarak deli gibi güldü. "Ama hiç merak etmeyin... Bu dünyadan ayrılışınız da en az sizin kadar hızlı olacak!"

Herifin son dakikaları gözettiğini fark ettiğimde kaybedecek daha fazla vaktimin olmadığını anlayarak içten içe kendimi başarabileceğime dair cesaretlendirdim.

Evet, yeterince hızlı olabilirsem bunu başarabilirdim.

Başaracaktım da.

Gözlerimi sıkıca yumup açtıktan sonra derin bir nefes alarak hızla yerimden atıldım. Saniyeler içinde arkasından atılarak kolunu kavradığımda sandığımın aksine çevik bir hareketle bana doğru dönerek yüz yüze gelmemize neden oldu.

Ve silah, ikimizin arasında kaldı.

Anlık bir afallamanın ardından silahı elimden almaya çalışırken "Nereden çıktın lan sen?" diye bağırdı. "Bu kadar acele etmene gerek yoktu, sıra sana da gelecekti! Beni hastanelik etmeni yanına mı bırakacaktım?"

Çocukların bağırtılarının arasında silahı kendime doğru çekmeye çalışırken "Asıl keşke beni bıraksalardı da seni oracıkta gebertseydim," dedim. "İnan bana, gram pişman olmazdım.

Deli gibi sırıttı. Eğer kafayı sıyırmadıysa, ya alkollüydü ya da haplanmıştı. Aksi takdirde bu yüz ifadesinin ve kan oturmuş gözlerinin bir açıklaması olamazdı.

"Şansına küs o halde Mert Atalay. Zira çok sevdiğin kuzeninin nefret ettiğin eski sevgilisi tarafından eşek cennetine yollanacaksın."

Son sözlerinin ardından silaha daha kuvvetli asıldığında ben de gücümü son zerresine kadar kullanarak ona engel olmaya çalıştım. Silah bir müddet daha aramızda bilinçsizce hareket ettikten sonra bir şey oldu.

Silah patladı.

Hani şu meşhur dizi klasiği vardır ya... İki kişi silahla boğuşmaya başlar, etrafta bağırış çağırış olur, her şey birbirine girer ve en beklenmedik anda bir ses duyulur.

Silahın o güçlü sesiyle herkes bir anlığına şaşkına uğrarken silahla boğuşan iki kişi büyük bir afallamayla birbirine bakar; zira ikisinden biri vurulmuştur.

Ve sonra kimin vurulduğu anlaşılmadan bölüm biter.

Tam olarak aynı şeyi yaşıyordum şu an. Boğuşmamız, silahı paylaşamamamız ve bir anda kopan kulakları sağır edecek kadar güçlü bir ses... Buraya kadar birebirdi her şey.

Lakin biz dizi çekmiyorduk.

Ve bundan da önemlisi ben, olanları dışarıdan izlemiyor, bizzat yaşıyordum.

Vurulan bendim.

Silah, ellerimizin arasından kayıp gittiğinde afallamış bir halde başımı aşağı indirdim ve karnımın hemen üzerindeki kana bulanmış ellerimi gördüm. Gördüklerimi idrak etmekte zorlanırken etraftaki seslerin çoğaldığını, haykırışların oluştuğunu fark ettim ancak seslerin kime ait olduğunu anlayamıyordum. Bağırtıları duyuyordum ama kimin ne dediğini anlayamıyordum.

Usul usul terlediğimi hissederken daha fazla dayanamadım ve dizlerimin üzerinde yere düştüm. Ellerimi bastırdığım yerde inanılmaz bir ağrı ve sancı vardı. Daha önce hiç bu kadar canımın yandığını hatırlamıyordum.

Açık tutmakta zorlandığım gözlerim kapanmaya meylettiğinde omzumdan birinin tuttuğunu hissettim. Kim olduğunu bilmiyordum, telaşla bir şeyler söylüyordu ama anlayamıyordum. Yalnızca, her kimse beni tamamen yere serilmeden önce tuttuğu için minnettardım.

Vücudumdan iyiden iyiye çekilen güç yüzünden başım, yaslandığım kişinin göğsüne doğru düşerken çığlıkların git gide arttığını fark ettim.

Ve sonra onca çığlığın arasında tek birine tutundu yüreğim.

En sevdiğim sesin sahibine, kızıl saçlı güzelime.

Sanki bunu duymayı bekliyormuşum gibi dudaklarımdan silik bir gülümseme geçip gittiğinde acıyla daha fazla savaşamadım ve kirpiklerimin kavuşmasına izin verdim.

Sonrası... Karanlıktı. Koca bir karanlık.


واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

1.1K 69 3
Kendine teşekkür et. O mermer zemine güvenle attığın adımların, Diline yayılan o en sevdiğin kahvenin Tadına vardığın güzel anların Ve sevdiğin ço...
KIZIL KABİR بواسطة 🔗✨

قصص المراهقين

34.7K 2.5K 32
Kızıl, Kabir ve Cellat. Bu oyun üçü arasında kuruluydu. Kızıl, alev. kabir, ölüm. Cellat, katildi. Cellat, kurbanının alevini söndürmüş ve ölüme terk...
Cehennem Asansörü بواسطة Alandra

الخيال (فانتازيا)

30K 1.5K 18
"Af-" İsmini söyleyemeyeceğim bir hala geldim. Göğsümün üstündeki eli göğsüme işkence yaparcasına sıkıyor ve bırakıyordu. Bunu defalarca yaparken dud...
3.3M 119K 65
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...