KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#36 - İhtiyaç

28.8K 1.5K 246
By bayanclara

🎶 Çağan Şengül & Yasir Miy ~ Eksik Kaldım 🎶


"Kahveler de geldi!"

Beril'in sesini işittiğimde bakışlarımı telefonumun ekranından çekerek ona baktım. Elindeki tepsiyle birlikte odadan içeri girerek yanıma gelirken gülümsüyordu. Keyfi yerindeydi. Benim keyfimse o iyi olduğu müddetçe hep iyiydi.

Telefonu ön cebime yerleştirdikten sonra oturduğum koltukta toplandım ve dudaklarımın kıvrılmasına engel olmayarak yanıma oturmasını bekledim. Yavaş ve dikkatli adımlarla koltuğun etrafında dolandıktan sonra çaprazımda durarak eğildi. Tepsiyi yüz hizama kadar indirdiğinde, uzandım ve hemen önümdeki kahveyi aldım.

"Teşekkür ederim."

Tepsiyi orta sehpaya koyduktan sonra beş-on santim uzağıma otururken "Ne demek," dedi ve uzanarak kendi kahvesini de aldı. Göz ucuyla sırtını kanepenin başlığına yaslamasını izlerken, kahve kupasını dudaklarıma yaklaştırdım ve kahvemden koca bir yudum aldım. Kahvenin ağzıma yayılan tatlı tadı dilimi mayhoş ederken "Hım," diye mırıldandım. "Harika olmuş."

İnce, kızıl kaşlarını hafifçe havaya kaldırırken "Sahi mi?" diye sordu. "Şekerini emin olmadan atmıştım aslında."

Kahveyi bir kez daha dudaklarımda buluşturmadan hemen evvel sırıttım. "Acemi şansı diyorsun?"

Sözlerimin üzerine gözlerini devirse de dudaklarındaki o tatlı kıvrılma yerini koruyordu. Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra "Hayatımda ilk kez kahve yapmıyorum ya Mert," dedi. "Sadece kupanın boyutundan dolayı şekerden emin olamamıştım, o kadar. Hem zaten istemeye istemeye attım şekerleri. Zaten kahven sütlü, bir de üç şeker atıyorsun üstüne. Çok sağlıksız."

Bunlar, hep duyduğum şeylerdi. Annemden olsun, Derin'den olsun, çocuklardan olsun, hep duyuyordum ancak alışmıştım ve vazgeçemiyordum. Bunu diğerlerine defalarca kez söylememe rağmen üstüme gelmeleri de sinirlerimi bozuyordu ancak Beril'in söylemesi, daha doğrusu beni düşünmesi apayrı bir etki bırakmıştı üstümde. Hoşuma gitmişti. Hem de çok hoşuma gitmişti.

Kahvelerimi kısa bir an kahve kupasına dokundurduktan sonra tekrar ona baktım ve omuz silktim. "Biliyorum ama böyle seviyorum. Zaten öyle çok sık da içmem, o yüzden sorun olacağını sanmıyorum."

"Yine de daha dikkat etmelisin," diyerek diretti. Benim için endişelenmesinin hoşuma gittiğini saklama gereksinimi duymayarak gülümsedim ve konuyu daha fazla uzatmamak için "Ederim," diye mırıldandım. Beril için belki şekeri azaltabilirdim.

Biraz çabalarsam iki buçuk şekerle de idare edebilirdim sanırım.

Birkaç dakika sessizce kahvelerimizi içtikten sonra Beril, bir anda heyecanla "Aa," diyerek bana döndü. Kaşlarımı merakla havalandırarak ona baktığımda "Annem ne zamandır seni yemeğe çağırmamı söyleyip duruyor," dedi ve elinde tuttuğu kupayı kucağına indirerek devam etti. "Son zamanlarda aklım pek yerinde olmadığı için tabii sana söylemeyi unutuyordum."

Teklifi beni mutlu ettiğinde "Çok isterim," dedim, hemen. "Hem Suzan Abla'nın yemeklerini de çok özledim." Duraksadım ve özlemle içimi çektim. "Yaprak sarmayı annemden bile güzel yapardı."

Beril, tepkime içten bir şekilde güldükten sonra "Yemeğe bu kadar düşkün olmasan nasıl biri olurdun, çok merak ediyorum," dedi ve ekledi. "Aklın fikrin yemekte senin de yani."

Bir elimi kupadan çekerek ileri uzattım ve işaret parmağımı yüzüne doğru kaldırdım. Kafamı yavaşça iki yana sallarken "Duymamış olayım," dedim, tüm ciddiyetimle. "Yemeğe olan sevdam olmasa ben bir hiçtim. Şu an Mert Atalay olarak bir dünya markasıysam, bunu yediğim öğünlere borçluyum. Olmasalardı, olmazdım."

Beril, abartılı sözlerime kahkahalarla gülmeye başladığında sırıtarak onu izledim; ta ki telefonumun zil sesini duyana kadar. Bakışlarımı zar zor Beril'in gülerken kıstığı gözlerinden ayırarak cebimdeki telefonu çıkardım ve kimin aradığına baktım.

Koray arıyor.

Gözlerimi devirdikten sonra kupamı sehpanın üzerine yerleştirdim ve telefonu açarak kulağıma götürdüm. Muhtemelen provası bitmişti ve dadanacak yer arıyordu. E, bugünkü muhteşem satış harekâtını başlatan kişiye kolay kolay yüz verir miydim?

Cevap vermeme bile gerek yoktur sanıyorum.

Beril, dudaklarını birbirine bastırarak kahkahasını sonlandırdığında sesimi ciddi tutmaya özen göstererek konuştum.

"Efendim?"

Koray'ın sesimi duyduğunda derince soluklandığını işittim.

"Abi, neredesin?"

"Nerede olacağım kardeşim?" dedim ters ters. "Sizler tarafından ekildiğim için evime geldim."

Beril, gözlerini yüzüme dikmiş, ilgiyle beni izlerken dikkatimi telefona verme konusunda zorluk yaşamıyorum desem yalan olurdu sanırım.

Ben, Koray'ın af dileyeceğini ve yanıma gelmek için yakaracağını düşünürken "Abi," dedi, tekrar. Sesi o kadar sıkkın çıkıyordu ki, yavaş yavaş işkillenmeye başlamıştım. "Beni almaya gelebilir misin?"

Kaşlarımı göz hizama kadar indirdikten sonra tüm dikkatimi Koray'a verebilmek için bakışlarımı Beril'den çekmiş ve kahve kupamın üzerine dikmiştim. "Araban yok mu, oğlum?" diye sordum. "Kendin gelemiyor musun?"

Sorularımın cevabını beklediğim sıra "Abi, ben hastanedeyim," dediğinde hızla ayaklandım. "Ne hastanesi lan?" diye sordum endişeyle. "Bir şey mi oldu?"

"Endişelenme hemen ya," dedi. "Ciddi bir şey değil, ayak bileğimi burktum gibi bir şey. Araba kullanamıyorum işte. Detayları gelince anlatırım."

"Tamam, tamam. Hemen evden çıkıyorum ben, hangi hastanesin?"

"Merkezdekinde."

Onu onaylayan birkaç mırıltı döktükten sonra aklıma gelen şeyle "Tek misin sen?" diye sordum. "Yanında biri var mı?"

Sesi kısılır gibi oldu. "Asel var."

"Tamam," dedim tekrar. "Yarım saate hastanede olurum."

Telefonu kapatıp cebime attıktan sonra beni endişeyle izleyen Beril'e takıldı gözlerim. Oturduğu yerden kalkarak karşıma dikildiğine "Ne olmuş?" diye sordu merakla.

"Koray, ayak bileğini burkmuş. Hastanedeymiş, onu almamı istedi."

Gözleri kısılırken "Ya," diye mırıldandı üzgünce. "Ciddi bir şeyi var mıymış peki?"

Dudaklarımı büzerek tedirgin bir bakış attım ona. "Olmadığını söyledi ama sesi pek iyi gelmiyordu. Endişelenmemi istemediği için saklıyor olabilir veyahut başka bir şey. Gidince öğreneceğim," dedikten hemen sonra duraksayarak omuzlarımı indirdim. Daha saat erken sayılırdı ancak yine de onu evine tek göndermek istemiyordum. Hastaneyle evleri de ters düştüğü için giderken bırakamazdım.

"Bu arada sen..." diye mırıldandım ne diyeceğimi bilemeyerek. "Burada bekle istersen. Koray'ı alıp gelirim ben. Eğer istersen seni sonra evine bırak-"

"Ben de seninle gelebilir miyim?"

Sorusuyla, cümlemin sonunu getirmeme engel olduğunda şaşkınca ona baktım. "Ha?"

Hafifçe yutkunduktan sonra "Ben de geleyim seninle," dedi. "Belki bir ihtiyacınız olur, yardımım dokunur."

İstemeyebileceğini düşünerek ondan benimle gelmesini istememiştim ancak beni yanıltmıştı. Sanırım bize olan bağlılığı sandığımdan da hızlı büyüyordu.

Kafamı sallayarak "Tabii," dedim. "Tabii, olur. Hadi gidelim."

Üzerimize bir şeyler aldıktan sonra aceleyle evden çıktık ve arka bahçedeki arabama bindikten sonra yola koyulduk. Bu süre zarfında birkaç küçük şey dışında pek konuşmamıştık.

Arabayı normalde kullandığımdan daha hızlı sürerken "Nasıl düştüğünü söyledi mi?" diye sorduğunu işittim Beril'in. Bakışlarımı bir anlığına ona çevirdikten sonra tekrar yola döndüm ve "Hayır," diye mırıldandım. "Detay vermedi. Sadece araba kullanacak durumda olmadığını söyledi."

"Kırık veya çatlak yoksa çok da korkulacak bir şey değildir bence," dedi, yumuşak bir tonda. Endişemi fark etmiş olmalıydı ki, beni sakinleştirmek istercesine konuşuyordu. "Burkulmalar genelde birkaç haftada iyileşiyor."

"Birkaç hafta," diyerek onu tekrar ettiğim sırada aklıma Korayların katılacağı yarışma geldi. Tabii ya! Sesi yüksek ihtimalle bu yüzden kötü geliyordu. Ayağına her ne olduysa provalarını, daha da kötüsü yarışmayı etkileyebilirdi.

"Normalde önemli olmayabilirdi ancak şu sıralar onun için bir gün bile çok değerli," diye mırıldandım iç çekerek.

"Niye ki?" diye sorduğunda, ses tonundaki merak ve ilgi fark edilecek tondaydı.

Kestirmeden gidebilmek için ana yoldan çıkıp ara yola girerken "Yarışmaya hazırlanıyordu," dedim. "Dans yarışmasına."

Şaşkınlıkla birkaç mırıltı çıkardıktan sonra "Koray dansçı mı ki?" diye sordu. Sorusu saçma bir şekilde dudaklarımın kıvrılmasına neden olurken "Dansçıymış da biz bilmiyormuşuz," dedim ve ekledim. "Hatta kendisi bile bilmiyormuş."

Beril, koltuğunda bana doğru dönerek "Nasıl yani?" diye sordu bu sefer. "Hiçbir şey anlamadım ben."

Arabayı dar ara sokaklardan geçirmek için hızımı azalttığım sırada "Kamptayken Koray'ın hayatına giren birinden bahsetmiştim sana," diyerek açıklamaya başladım. "Hatırlıyor musun?"

Birkaç saniye düşündükten sonra "Evet," dedi. "Kesin bir şeyin olmadığını ama o kızın Koray'a iyi geleceğini düşündüğünü söylemiştin."

Kafamı salladım. "İşte o kız dansçı ve adı da Asel. Koray'la tesadüf eseri tanışmışlar ve Koray, Asel'in yarışmaya katılacağını öğrenmiş. Aslında Asel'in bir dans partneri varmış ancak partnerinin bacağı sakatlanmış ve Asel de yeni birini aramaya başlamış. Sorun şu ki, maddi açıdan dardaymış ve zaten bu yarışmaya da onun için katılacakmış. O ayağı sakatlanan dansçı Asel'den para talep etmemiş. Bu sayede Asel, yarışma gelirini kendi için harcayabilecekmiş. Tabii böyle bir talihsizlik yaşadıktan sonra hayalleri deyim yerindeyse suya düşmüş."

Dikiz aynasından kaşlarını havaya kaldırdığını gördüm. "Şey, özel değilse... Ne yapacakmış parayla?"

"Dans kursu açacakmış kendine. En büyük hayaliymiş bu."

Cevabımın ardından "Ya," dedi, üzgünce. "Çok kötü olmuş."

"Öyle ama neyse ki tesadüfen de olsa Koray'la tanıştılar. Koray, onun halini görünce bu zamana kadar dansla ilgili hiçbir şey yapmamasına rağmen ona yardımcı olmak istemiş ve o günden beri yarışmaya hazırlanıyorlardı işte. Sanıyorum az da bir zaman kalmıştı. Eğer dediğin gibi bacağını birkaç hafta bile kullanamazsa, bu onlar için büyük bir dert olur."

İç çektiğini işittim. "İnşallah yarışmaya katılmalarını engelleyecek bir şey olmaz."

"İnşallah."

Yolculuğun gerisi sükûnet içinde geçerken, yaklaşık on dakika sonra hastanenin ön bahçesine park ettim arabayı. Beril'le birlikte hastane kapısından içeri girdiğimizde, onları girişteki koltuklarda sessizce otururken gördük. Koray, bacağını yanındaki koltuğa uzatmıştı ve Asel'se karşısındaki koltukta oturuyordu. Hızla yanlarına doğru ilerledik.

Koray, yerdeki bakışlarını kaldırdığında bizi gördü ve hafifçe yerinde doğruldu. Onun hareketlendiğini gören Asel de Koray'ın bakışlarını takip ederek başını omzunun üzerinden bize doğru çevirdi ve önce Beril'de, ardındansa bende gezindi bakışları. Gözlerindeki ilgiyi fark edebiliyordum.

Yanlarına vardığımızda, Asel ayağa kalkarak Koray'ın yanına durdu. Beril'le birlikte tam karşılarına dikildiğimizde, bakışlarım hızla Koray'ın bileğine kaydı. Sarmışlardı ancak hiç iç açıcı bir görünümü yoktu. Kaba olmayı umursamadan direkt lafa girdim.

"Nasıl oldu abi bu? Doktor ne dedi?"

Asel'in şaşkın bakışlarını üzerimde hissetsem de kahvelerimi Koray'dan ayırmadım. Koray'sa bu halimi oldukça olağan karşılayarak farklı bir tepki vermeden omuzlarını düşürmekle yetindi.

"Sakin ol Mert, telefonda da demiştim zaten sana. Önemli bir şey yok."

"Nasıl önemli bir şey yok ya," diyerek araya girdi Asel. Hepimizin bakışları hızla onda toplansa da onun tek baktığı yer, Koray'ın gözlerinin içiydi. "Doktor tam üç hafta ayağına basamayacağını söyledi. O da en iyi ihtimal!"

Şaşkınlığımı "Ne?" diyerek belli ettiğimde, Asel'in mavi gözleri beni buldu. "Dış bağlarında yırtılma varmış, eğer dikkat etmezse ameliyatlık bile olabilirmiş."

Koray, sertçe "Asel!" dediğinde, Asel bir kez daha ona baktı. "Ne, Asel, ne? Farkında mısın ama şu an benim yüzümden bu haldesin ve... Ve bizim tarihi öne alınan bir yarışmaya katılmamız gerekiyor!"

"Konuştuk bunu," derken, sesi sertliğinden taviz vermiyordu Koray'ın. "Senin yüzünden falan düşmedim. Arkamdaki çıkıntıyı görmediğim için oldu; olacağı varmış yani, ne yapabiliriz?"

Sanki biz yokmuşuzcasına aralarında tartışmaya devam ederlerken, benden evvel Beril hareketlendi. Bir adım öne çıkarak kendi belli ettikten sonra "Şey," diye mırıldanarak dikkatlerin üzerinde toplanmasını sağladı. "Bence bunu konuşmanız gereken yer burası değil."

"Aynen öyle," diyerek Beril'e destek çıktım. "Ayrıca sakinleşmeniz de gerekiyor, bu haldeyken zaten mantıklı düşünemezsiniz. Bize gidelim, gidince ne yapabileceğimize bakarız."

İkisi de bir şey demese de, düşürdükleri omuzlarına bakılırsa söylediklerimizi kabullenmişlerdi. Bunu fırsat bilerek daha ilk geldiğimde yapmam gereken şeyi yaptım ve Asel'e elimi uzatarak "Bu arada, ben Mert," diye mırıldandım. "Gerçi biliyorsundur ama yine de resmi olarak tanışmamıştık."

Asel, boştaki elini kaldırarak elimi tuttuğunda "Ben de Asel," dedi. "Memnun oldum."

"Ben de," diyerek elimi geri çektikten sonra diğer elimle Beril'i işaret ettim. "Beril."

Nasıl devam edeceğim bilemeyerek sustuğumda, Beril beni kurtarmak istercesine gülümseyerek elini uzattı. "Mert'in çocukluk arkadaşı gibi bir şeyim."

Asel, Beril'in elini sıktıktan sonra "Memnun oldum ama arkadaşı gibi derken?" diye sordu merakla. Cevap verme ihtiyacı hissederek "Arkadaşlıktan öte..." diye mırıldandıktan sonra işin içine işediğimi fark ederek lafı çevirmeye çalıştım. "Aslına bakarsan tarifi olmayan bir şey..."

Muhteşem sıvıyorsun koçum, ha gayret.

Koray, yarı alaylı bir şaşkınlıkla bize bakarken Beril'in kıkırdadığını işittim. Ardındansa konuştuğunu.

"Bunu da eve gidince konuşsak daha iyi olur sanırım."

Asel, uzatmak istememiş olsa gerek kafasını sallayarak bizi onayladığında, tekrar Koray'a döndüm. "Nasıl götüreceğiz abi seni?"

Koray, ağzını açamadan Asel yanındaki tekerlekli sandalyeyi önüne çekti. Sandalyeyi o ana kadar nasıl fark edemediğimi sorguladığım sırada da "Arabaya kadar bununla idare edeceğiz sanırım," diye mırıldandı.

"Pekâlâ," diyerek Koray'ın yanına yaklaştım ve kolunu omzuma atarak onu ayağa kaldırıp sandalyeye oturttum. Daha sonra ise arkasına geçerek tekerlekli sandalyeyi sürmeye başlamadan hemen önce "Hadi öyleyse," dedim.

Hep birlikte hastaneden çıktıktan sonra girişe park ettiğim arabanın yanına gittik ve Asel'le birlikte Koray'ı benim arabanın arka koltuğuna yerleştirdik. Eğdiğim başımı kaldırarak birkaç adım geriye gittikten sonra "Bu arada," dedim, Koray'a ithafen. "Senin araba nerede abi?"

"Şurada."

Asel'in sesiyle bakışlarım ona döndüğünde ilerideki arabayı işaret ettiğini fark ettim. Koray'ın arabasına bakarken "Hani araba kullanamıyordun Koray sen?" diye sorduktan hemen sonra aklıma gelen şeyle tekrar Asel'e döndüm. "Ha, sen sürdün."

Asel, başını sallayarak beni onayladığında "Arabayı burada bırakmayalım o halde," dedim. "Sonra gelip alması dert olmasın. Koray'ın arabasını sen alabilir misin?"

"Tabi, tabi. Ben seni izlerim."

"Güzel," dedikten sonra Asel'i tek başına göndermek istemediğimden Beril'e döndüm. "Sen de Asel'e eşlik et güzelim, olur mu?"

Beril, hızla kafasını sallayıp "Olur," dediğinde, ona gülümsemekle yetindim.

"Şey, giderken eczaneye uğramamız gerekiyor. Doktor krem, ağrı kesici ilaç falan yazdı."

"Tamam," dedim. "Bizim evin alt sokağında var eczane. Oradan alırız."

Asel, "Peki," diyerek beni onayladıktan sonra arabalara dağıldık ve yola çıktık. Bu süre zarfında en az konuşan kişi şaşırtıcı bir şekilde Koray olmuştu, ancak kızların yanında bir şey dememiştim. Ne de olsa arabada yalnızken rahat rahat konuşabilirdik.

Hastane bahçesinden ayrıldıktan sonra bakışlarım dikiz aynasından ağrı Koray'ı buldu. Renkli gözleri yola odaklıydı. Kahvelerimi aynadan çekerek önüme diktikten sonra "E, anlatmayacak mısın?" diye sordum.

"Onca emek heba oldu kardeşim. Olan tek şey bu," dediğinde, sesindeki hüzün fark edilmeyecek gibi değildi.

"Oğlum hemen karalar bağlama sen de ya, bir dur. Olanları anlat da bir de ben karar vereyim; heba olmuş mu, olmamış mı?"

Derince nefeslendiğini işittim.

"Alışveriş merkezine yemeğe gitmiştik. Otoparktayken dangalağın teki hızla üzerimize sürdü arabasını. Diğer arabaların arasında görmedi mi bizi artık, ne yaptıysa... O an da Asel önümdeydi, onu geri çekeyim derken arkamdaki demir çıkıntıya takıldım ve düştük. Nasıl becerdim bilmiyorum ama ayak bileğim ters döner gibi oldu, sonra da bu hale geldi işte."

Dudaklarımı sıkıntıyla birbirine bastırdım. "Kötü olmuş ya."

"Oldu," diyerek onayladı. "Ama daha da kötüsü, düşmeden sadece saniyeler öncesinde yarışmanın iki hafta erkene çekildiğini öğrenmemiz oldu. Her şey güme gitti abi. Kelimenin tam anlamıyla boka battık."

"Tamam, oğlum bir dur dedim ya!" diye homurdandıktan sonra "Tam olarak ne zaman olacak yani yarışma?" diye sordum.

Dikiz aynasından kısa bir anlığına ona baktığımda yanaklarını şişirmiş olduğunu gördüm. "Yedi hafta kadar var."

"E, daha varmış," dedim hayretle. "Üç hafta ayağına basamasan bile kalan bir ay sizin işte oğlum. Yetmez mi otuz gün?"

"Üç haftada ayağımın eskisi gibi olacağının bir garantisi var mı, Mert?" diye sordu, tamamen karamsar bir tonda. "Ayrıca üç hafta çok uzun bir süre. Unuttuysan söyleyeyim, ben esasında dansçı falan değilim. Zaten az bir şey öğrenmiştim, tekrar yapamayınca iyice körelirim gider. Bu öylesine bir şey değil, hafife alamam. Asel'in o yarışmayı kazanmaya ihtiyacı var."

Parmaklarımı sıkıntıyla direksiyonun üzerinde gezdirdim. "Asel ne diyor bu işe?"

"Ne diyecek?" dedi alayla. "Kızcağız ağlamamak için zor tutuyor kendini. Abi... Tüm hayallerini bu yarışmaya bağlamıştı. Kazanmamız lazımdı."

Sinirle gözlerimi devirdikten sonra ana yoldan çıkarken yan aynadan kızların arkada olup olmadıklarını kontrol ettim. Kaçırmamışlardı.

"Anlıyorum kardeşim, her şeyi anlıyorum ama daha hiçbir şey olmamışken neden her şey olup bitmiş gibi konuştuğunu anlamıyorum. Bir dur, olayın tazeliğiyle düzgün düşünemiyorsun belli ki. Eve gidelim, sakin kafayla oturup düşünelim. Elbet çıkar bir yol bulunur."

"Bu işin çıkacağı tek bir yol var," diye söylendiğini işittim. "Bu yol da benim için tükürdüğümü yalamak olacak."

Kaşlarımı gözlerime doğru indirdikten sonra tam ne demek istediğini soracaktım ki, görüş alanıma giren eczaneyle susmak zorunda kaldım. Arabayı eczanenin önüne çektikten sonra koltukta döndüm ve Koray'a bakarak "Bunun ne anlama geldiğini de konuşacağız ama önce ilaçlarını almam gerekiyor," dedikten sonra arabadan indim.

"Huh! Oğlum amma ağırmışsın lan sen de..."

Koray'ı, oturma odasındaki ikili koltuğa yerleştirdikten hemen sonra yandaki tekliye oturdum ve derince nefeslendim. Koray'ı merdivenlerden çıkartmak beni mahvetmişti.

Koray, bana yandan yandan bakarak "Sana kaslı vücudumu hafife almaman gerektiğini yıllarca söylemiştim," diye söylendi. "Beni dinlemeliydin."

Gözlerimi devirerek karşıdaki üçlü koltuğa yan yana oturan kızlara çevirdim bakışlarımı. Tamam, herif sürekli sporla uğraştığı için fazlasıyla iyi bir vücuda sahipti ama bunu ona tabii ki söylemeyecektim.

Asel, elindeki eczane poşetini orta sehpanın üzerine bırakırken oldukça kötü görünüyordu. Anladığım kadarıyla Koray'ın dengesini kendi bozduğunu düşünüyor ve bu yüzden suçluluk hissediyordu. Ayrıyeten bir de yarışma mevzusu vardı ki, üzülmekte gerçekten haklıydı. Ama buraya üzülmeye değil, ne yapacağımıza karar vermeye gelmiştik. Bu yüzden bakışlarımı Asel'den alarak Beril'e baktım ve elaları zaten benim üzerimde olduğu için onunla göz göze geldim.

Beni mi izliyordu?

Şu an takılmam gereken en son şey bu olduğu için hafifçe gülümsedim ve "Çay mı demlesek?" diye sordum. Beril, zekiliğini belli ederek hemen yapmaya çalıştığım şeye ayak uydurdu ve "Aa, evet, güzel fikir," diyerek ayaklandı. "Ben bir çay suyu koyayım o zaman. Mutfakta kurabiye falan da görmüştüm, onlardan da hazırlarım."

Beril, odanın çıkışına doğru ilerleyeceği sırada Asel de ayaklanarak "Ben de yardım edeyim," dedi ve ikisi beraber mutfağa gittiler. Onların ardından cebimden telefonumu çıkarıp Kamer'i aradım. Eczaneden doktorun yazdıklarını almıştık ancak bu breys mi, ne haltsa onu almaya fırsatımız olmamıştı. Bu yüzden hazır dışarıdalarken çocuklardan istemek en mantıklısıydı.

Kamer'le konuştuktan ve Koray'ın ciddi bir şeyi olmadığını dile getirdikten sonra telefonu kapayarak tekrar cebime koydum. Ardından da halı desenlerini ezberlemeye çalışıyormuş gibi görünen arkadaşıma döndüm. Telefon konuşmam boyunca ağzını açmamış, hatta şeklini bile bozmamıştı. Eczaneden çıkar çıkmaz eve geldiğimiz için de arabada bana son söylediği şeyleri sormaya fırsatım olmamıştı.

Kollarımı göğsümde kavuşturduktan sonra arkama yaslanarak "Ee," dedim. "Anlatmayacak mısın?"

Bakışlarını bana çevirmeden mırıldandı. "Bunu daha kaç kez sormayı planlıyorsun? Anlattım ya olanları, dahası yok."

"Lafı çevirmeye kalkma Koray," dedim, başımı omzuma doğru eğerken. "Neyden bahsettiğimi çok iyi biliyorsun. Tükürdüğünü yalamaktan kastın neydi?"

Sustu, cevap vermedi. Israrcı davrandım. Hep davranırdım. Çünkü onlar benim en yakın dostlarımdı. Onlara yardımım dokunmayacaksa ne önemim kalırdı?

"Bunları aştığımızı sanıyordum," dedim, sessiz ve düz bir tonda. "İçine kapanmakla bir yere varamadığını, birilerine duygularını anlatmakla bir şey kaybetmediğini anladığını düşünüyordum. Yanılmış mıyım?"

Amacım duygu sömürüsü yapmak falan değildi, ona kim olduğunu hatırlatmaktı. Bu yollardan geçeli çok oluyordu. Onu konuşturmak, içini bize dökmesini sağlamak zor olmuştu. Çocuklarla birlikte çok uğraşmıştık. Aslında her birimiz için ayrı ayrı uğraşmıştık ama başarmıştık da. Biz dışarıdan beş ayrı beden olarak görünebilirdik ancak yıllardır tek bir kişi gibiydik. Bizi en iyi yine biz tanırdık, hatta ailelerimizden bile.

Koray'ın gözleri halıdan ayrıldı. Önce kapıya baktı, ardından da yavaşça bana. İçine derin bir nefes çekerek "Doktora gözüktüğümden beri düşünüyorum," diye konuştu sessizce. Bakışları benimle odanın kapısının arasında mekik dokuyordu. Anlaşılan sesini Asel'e duyurmak istemiyordu.

"Bu yarışma benim için sadece bir yarışma olabilir ama Asel için öyle değil. Arabada da dediğim gibi onun tüm hayalleri bu yarışmayı kazanmasına bağlı, aksi takdirde istediği kursu açmak için yıllarca beklemesi gerekecek. Ben inanıyordum, yani yarışmayı kazanacağımıza. Bana rağmen inanıyordum, çünkü iyiydik. Profesyonel olmamam, ikimiz dans ederken hiç önemli olmuyor. Çünkü dışardan bakılınca görülen şey dansımız değil, uyumumuz oluyordu. Yani en azından ben buna inanıyorum ama artık... Ayağım iyileşse bile bu üç hafta benim için çok büyük bir kayıp ve ne olursa olsun eskisi gibi güvenemeyeceğim kendime. O yarışmaya katılırken kazanacağımdan hiçbir şüphem olmamalı ki kazanabileyim."

Sustu ve ellerini kaldırarak yüzünü ovuşturdu. Bu konuşmanın nereye varacağını merakla bekliyordum ama bir tahminim de yok değildi. Sanki... Vazgeçecekmiş gibi duruyordu.

İçimde saklamadım, direkt yüzüne söyledim.

"Vaz mı geçiyorsun yani?"

Ellerini yüzünden çekti, omuzlarını düşürdü ve kafasını iki yana salladı.

"Asel için vazgeçmek zorundayım. Yarışmayı kazanması için beni bırakması ve kendine yeni birini bulması gerekiyor."

Sırtımı koltuktan ayırdım ve öne doğru kaydım. Sesimin yüksek çıkmamasına dikkat ederek "Yeni birini bulmak bu kadar kolaydı madem, bu kız neden seni seçti?" diye sordum. "En başından dansçı birini bulamıyor muydu?"

Hemen pes etmesi sinirlerimi bozmuştu. Madem kendine bu kadar güveniyordu, niye ilk tümsekte yere düşüyordu? Niye ayağa kalkmaya çalışmıyordu? Bunu ümit bile etmiyordu?

Kaşları usulca çatılırken "Ben karşılığında hiçbir şey istemedim Asel'den," dedi. "Ama bulacağı kişiyle parayı bölüşmesi gerekecek. Tabii kazanırlarsa..."

Kafa karışıklığıyla "E, hani o paranın hepsine ihtiyacı vardı bu kızın?" diye sordum. "Yarısı işine yaramazdı hani?"

"Hiç olmamasından daha iyi değil mi?" dedi sertçe. "Yapacak bir şey yok. Böyle olmasını ben de asla istemezdim ancak çare yok, görmüyor musun? Hem paranın yarısını alabilirse ona destek olurum ve o kursu açarız. Yarışmaya benle katılsaydı kurs onun olacaktı ama bu şekilde de ortak olabiliriz. Bu konuda onu ikna edebilirim."

Şaşkınca kafamı salladım. "Sen zaten her şeyi düşünmüşsün."

Yutkundu ve bakışlarını kaçırdı. "Düşünmek zorundaydım, çünkü ona bir sözüm vardı."

Üstüne gittim. "Bu söylediklerin sözünü tuttuğun anlamına gelmiyor. Sen vazgeçiyorsun. Belki dikkat edersen üç haftaya da kalmayacak, ayağın sapasağlam olacak. Yarışmaya ikiniz katılıp her şeyi planladığınız gibi-"

"Bu söylediklerinin gerçekleşme ihtimali çok düşük, buna sığınarak onu hayal kırıklığına uğratamam. Asel, hala ailesinin neden olduğu enkazının altında can çekişirken, bir de ben mi büyüteyim yarasını? Ben zaten onun için uğraşıyorum, onun için bir şeyler yapmaya çalışıyorum."

"Bunları onunla paylaşmadan mı?" diye sordum gözlerimi kısarak. "Asel'in bunu kabul edeceğinden emin misin? Ya, o kız yeni birini istemezse? Ya seninle dans etmek için ısrar ederse?"

"Hayaline kavuşmak istiyorsa, etmez. Şu an kendini suçlu hissediyor, psikolojisi normale dönünce haklı olduğumun farkına varacaktır."

"Ya varmazsam?"

Duyduğumuz sesle ikimiz de kaskatı kesildik. Konuşmanın sonuna doğru o kadar hararetlenmiştik ki, kapıya bakmayı akıl edememiştik.

Belki de duyması daha iyi olmuştu, kim bilir?

Başımı yavaşça kapıya çevirdim. Asel, kapının ağzında durmuş gözlerini kırpmadan Koray'a bakıyordu. Beril ise elindeki tepsiyle bir adım gerisindeydi ve gözleri bana odaklanmıştı.

Koray'la Asel'i yalnız bırakmamız gerektiğini fark ederek ayaklandım ve Koray'a kısa bir bakış atarak "Biz yan odada olacağız," dedim. Koray, Asel' de olan bakışlarını bana çevirip umutsuzca başını salladığında, odanın çıkışına doğru yürüdüm ve hala Koray'a bakmakta olan Asel'in yanından geçerek Beril'in koluna dokundum. "Hadi güzelim."

Beril, hafifçe başını sallayarak beni onayladığında onunla birlikte benim odama geçtik. Burası, Korayların olduğu odaya daha uzaktı. Belki mutfakta durmamız onları rahatsız edebilirdi, bu yüzden mutfağa gidip gitmeme konusunda emin olamamıştım.

Beril, önden odaya girip duraksadığında, arkasından ilerleyerek odanın kapısını kapattım ve ona döndüm. Gergin duruyordu. "Koraylar şey olmasın diye buraya gelelim demiştim ama eğer rahatsız olacaksan mutfağa geçebiliriz?"

Sözlerimin ardından bana döndü ve kafasını sallayarak "Yo, hiç önemli değil," dedi. "Sadece durumlarına biraz üzüldüm de, o yüzden böyleyim."

Bulunduğumuz yerden rahatsız olmaması beni rahatlattığında, elimle ilerideki çalışma masamı işaret ettim ve "Tepsiyi koy istersen," dedim.

"Peki," diyerek beni onayladığında ilerledi ve tepsiyi çalışma masamın üzerine koyup önündeki sandalyeye oturdu. Bakışları tepsinin üzerinde gezindikten sonra "Çaylar da boşa gitti," diye mırıldandı. Bunu öylesine söylediğinin farkındaydım ancak onun üzülmesine dayanamadığım için her ne kadar çay içesim olmasa da yanında doğru ilerleyip çay kuplarından birini kavradım.

"Biz, bizimkileri içebiliriz bence."

Beril, başını kaldırıp bana baktı ve hafifçe gülümsedi. "Olur."

Çayı ve tabaktaki kurabiyelerden birini alarak yatağıma doğru ilerledim ve başucuna oturdum. Kurabiyeyi ağzıma atıp çayımdan bir yudum aldığım sırada aklım içeride olduğu için sessiz kalmayı tercih ettim. Bir çıkar yol bulabilirler miydi?

Daha doğrusu, çıkar bir yol var mıydı?

"Konuştuğunuz çoğu şeyi duydu, daha doğrusu duyduk."

Başımı kaldırıp ona baktım. İşaret parmağını kupasının ağzında gezdiriyor ve dalgınca tepsiyi izliyordu. Sesli bir şekilde içimi çektim ve düşüncelerimi ondan saklamadım. Bunu yapma ihtiyacı hissetmiyordum. Sanki en çok ona açık olmalıymışım gibiydi.

"Belki de böylesi daha iyi oldu, her şeyi açık açık konuşmalılar."

Elalarını kaldırdı ve benim kahvelerimle buluşturdu.

"Hastaneden buraya gelirken... Detaylı olmasa da anlattı bana, yani başından geçenleri. Ailesinin onu yüz üstü bıraktığını ve anne-babası bile arkasında durmazken hiçbir çıkar gözetmeden Koray'ın onun yanında olmasının, hayalini gerçekleştirmek için bu kadar uğraşmasının ona nasıl iyi geldiğinden bahsetti. Yarışma için de endişeleniyordu tabii ama nedense bana daha çok Koray'ı düşünüyormuş gibi geldi. Doktor, bileğinin daha kötü olabileceğinden bahsetmiş ve onun yüzünden Koray'ın ameliyat olmasından korkuyor. Koray'ı bırakıp başkasıyla yarışmaya katılmaktan hiç bahsetmedi ve o böyle düşünürken, Koray'ın söyledikleri... Sanırım onu yaraladı."

Onu hafif bir şaşkınlıkla dinlerken "Demek içini açtı sana," dedim, şaşkınca. Koray bile bize detayıyla bahsetmemişti Asel'in başına gelenleri ancak yaşadıklarını bilen iki kişiden biri olduğunu söylemişti. Hiç kimseye bir şey demezken, ilk kez gördüğü Beril'e içini açması... Tuhaf gelmişti doğrusu.

Beril, yüz ifademden neler düşündüğümü anlamış olacak ki "Öyle bakma," diye mırıldandı. "Bazen hiç tanımadığın birine içini dökmek, her şeyden daha iyi geliyor. Hakkında hiçbir şey bilmediği için seni yargılayamayacağını bilerek daha rahat anlatıyorsun yaşadıklarını."

Kaşlarım usulca çatılırken "Sanki bu hissi çok yakından tanıyormuşsun gibi konuşuyorsun," dedim, sorgularcasına.

Omuz silkti. "Yaptığım için söylemiyorum, sadece anlayabiliyorum işte. Bazen bana da oluyor çünkü. Yaşadıklarım ağır gelince, sokaktan ilk çevirdiğim kişiye her şeyi anlatmak ve rahatlamak istiyorum ama cesaret edemiyorum tabii."

Elimdeki kupayı yatağımın yanındaki komodine koyduktan sonra ayaklandım ve birkaç adımda yanına vararak hiç düşünmeden önünde diz çöktüm. Güzelliğinde kendimi kaybettiğim elaları, şaşkınca büyüdüğünde tek elimi uzatarak kucağındaki elinin üzerinde koydum.

"Böyle düşünmen beni üzer," dedim, tüm samimiyetimle. "Son yaşadığın şeyler kolay değildi, anlayabiliyorum. Belki ailene dahi anlatman zor oldu veyahut her şeyi tüm çıplaklığıyla anlatamadın çekindiğin için. Bunu da anlarım, gerçekten ama benden sakınmanı kabul edemem. Çocukken nasıl güveniyorduysan bana, yine öyle güven Beril. Yine öyle inan bana. Hatta daha fazla... Çünkü o zaman sadece bir çocuktum, şimdiyse koca adamım. Yanında olmak ve seni koruyabilmek için yapamayacağım şey yok."

Gözleri hızla dolduğunda, boşta duran elimi kaldırdım ve yavaşça yanağına yerleştirip baş parmağımla nazikçe okşadım tenini. "Sadece ben de yokum," dedim, gözlerimi gözlerinden bir saniye olsun ayırmadan. "Hep söylüyorum; Derin var, diğer çocuklar var. Sana koşulsuz şartsız yardım eder ve yanında olurlar ama en çok ben varım, anladın mı güzelim? En çok ben varım."

Boğazından kaçan fütursuz bir hıçkırığın ardından birden kollarını boynuma doladı ve sıkıca sarıldı bana. Anlık şaşkınlığımı ağlamaya başladığında atlattım ve havada duran kollarımı sırtına dolayarak ona sıkıca sarıldım.

"Öyle bir zamanda geldin ki Mert... Öyle bir haldeyken geri döndün ki... Çok ihtiyacım varmış. Sırtımı güvenle yaslayabileceğim birine çok ihtiyacım varmış. Benim sana, süper kahramanıma her şeyden çok ihtiyacım varmış."

Sözleri boğazımda yumru olup yutkunmamı engellediğinde, mümkünmüş gibi daha da sıktım kollarımı.

"Buradayım," dedim, saçlarından ağrı kulağına fısıldayarak. "İnan bana, ihtiyacın olsa da olmasa da hep yanında olacağım. Hep burada olacağım."

Ben cümlemi sonlandırdığım an, dış kapının sertçe örtülme sesi yankılandı evin içinde. Beril, hızla kollarını boynumdan çekip yüz yüze gelmemizi sağladığında; içeridekileri hatırlayarak içimi çektim.

"Sanırım Asel gitti."

Beril, dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra ince kazağının yeniyle yüzünü sildi.

"Ve sanırım şu an Koray'ın sana benden daha çok ihtiyacı var."

Bir kez daha içimi çektikten sonra yavaşça ayaklandım. Haklıydı, Koray istemeyerek de olsa bir şeyleri batırmıştı ve yanlış yaptığına da inansam yanında olmalıydım.

Yanında olmalı ve ona, doğru olduğunu düşündüğüm şeyi göstermeliydim.

[Derin'den]

"Ah, bu da mı sensin?" diye sordum şaşkınca. "İnanmıyorum... Çok tatlısın ama!"

"Sana layık olmaya çalışıyoruz işte."

Feza'nın sözlerinden sonra kıkırdayarak başımı çevirdim ve uzanarak hemen alnımın üzerinde duran çenesine dudaklarımı bastırdım. "Senin layık olmaya çalışmanı yiyeyim ben..."

Gözleri parlarken sırıttı. "Direkt beni yesen daha makbule geçerdi ama olsun, buna da şükür."

Bir kez daha güldükten sonra başımı tekrar göğsüne yasladım ve elimdeki albümün sayfasını çevirdim. Bugün okul çıkışı Feza'yla buluşmuş ve dışarıda bir şey yapmak istemeyerek onların kafesine gelmiştik. Önce Figen Abla'nın yemekleriyle bir güzel karnımızı doyurmuş, ardından da onun odasına çıkmıştık. Şimdiyse onun yatağında uzanmış aile albümüne bakıyorduk.

Mavi harelerim yeni fotoğrafa odaklanırken, gördüğüm düğün fotoğrafıyla gözlerim büyüdü. Feza'nın dizine yerleştirdiğim elimi kaldırarak fotoğrafın üzerinde gezdirdim ve şaşkınca fısıldadım. "Bunlar Figen Abla'yla, Faruk Abi mi?"

"Ta kendileri."

Sesindeki gülümsemeyi işitebiliyordum.

"Ne kadar gençlermiş," diye mırıldandım, fotoğrafı süzmeye devam ederken. Sonra da hayran hayran konuştum. "Figen Abla gerçekten çok güzelmiş," dedikten hemen sonra yanlış anlaşılmamak için devam ettim. "Yani hala güzel ama gençken daha bir başkaymış."

"Nereden baksan yirmi küsür yıl öncesi... Babam da fena değil ama ha?"

Kıkırdadım. "Öyle. Hatta çok can yakmış birine benziyor."

Feza'nın burnunun saçlarımın arasında gezindiğini hissettim. İçine derin bir nefes çekerek "Çok yakmış," dedi ve ekledi. "Ama çok da yanmış."

Büyük bir heyecanla ona döndüm. "Figen Abla mı?" diye sordum. "Figen Abla mı yakmış?"

Dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladı. "Burnunu bir güzel sürtmüş desek daha iyi olur sanki."

"Ya," dedim merakla, gözlerinin içine bakarak. "Ne olmuş, anlatsana."

Başımı omzuna yerleştirerek kahvelerine bakmaya devam ettiğimde; bir elini belime doladı, diğerini ise yanağıma yerleştirerek tenimi nazikçe okşadı. "Büyütecek bir şey değil aslında. Babamı, aynı Mert gibi düşün; yakışıklı, popüler, çapkın ve havalı. Okulda tüm gözler üzerindeymiş, çoğu kız onun peşindeymiş."

Bir elimi, yüzümdeki elinin koluna yerleştirerek bileğinin içini okşarken gülümsedim. "Mert'in karşısına Beril'in çıkması gibi, babanın karşısına da annen mi çıkmış?"

"Hımhım," diyerek şakağımdan öptü. Gözlerimi kapayarak bana bahşettiği huzuru en derinden hissettim.

Çenesini saç diplerimin üzerine yerleştirerek konuşmaya devam etti. "Annem babamdan iki yaş küçük. Yani babam üçüncü sınıfa geçtiğinde annem yeni başlamış okula. Başlamış başlamasına ama daha ilk günden güzelliğiyle dikkat çekmiş okulda. Babam bir keresinde bana, anneni gördüğüm an aklım başımdan gitti, demişti."

"Hadi ya..." dedim heyecanla. "Sonra ne olmuş?"

"Ne olacak? Babam annemin peşinde pervane olmuş. O yılların çapkını gitmiş, yerine bambaşka biri gelmiş. E, annem de babamın ününü öğrenmiş, yüz vermemiş tabii. Güvenmemiş, inanmamış. Babaannem bir keresinde babamın üniversitedeyken yemeden içmeden kesildiğini söylemişti. Neden olduğunu anlayamamışlar, meğer annem yüzündenmiş. Sonradan öğrenince babamın haline üzüldüğünden gidip annemle konuşmuş babaannem, babamın halini anlatmış."

Oturduğum yerde dikleşirken "Ay, çok heyecanlı," dedim. "Annen ne yapmış?"

Halime doyasıyla gülümsedikten sonra devam etti. "Annemin de zaten gönlü kayar gibiymiş ama pes etmiyormuş; ta ki babaanneme kadar işte. Sonra babaannemin hatırına babama bir şans vermeye karar vermiş."

"Ya," dedim, "Çok romantik."

Kafasını omzuna doğru eğerek "Eh, işte," dedi. "Bence bizim hikâyemiz daha güzel."

Suratım sözlerinin üzerine yavaşça düşerken, boğazım düğüm düğüm oldu. Bakışlarımı ondan kaçırarak "Evet, biz çok güzeliz ama hikâyemiz pek güzel değil," dedim ve sıkıntıyla iç çekerek ekledim. "Benim yüzümden."

Yanağımdaki elini çeneme getirerek yüzümü ona doğru kaldırdı ve gözlerini gözlerime kenetledi. "Böyle söyleme... İçinde senin olduğun her şey benim için çok güzel."

Gözlerim dolarken "Böyle düşünmek istiyorsun ama gerçek hiç değişmeyecek," dedim mutsuzca. "Ben hep senin o güzel kalbini kıran kötü karakter olarak kalacağım. Değerini bilemeyen, gözümün önünde durmana rağmen seni görmeyen o-"

Bir anda dudaklarının dudaklarımı bulmasıyla, tek kesilen sözlerim olmamıştı. Nefesim de bu öpücükten nasibini almıştı. Beni, sevgisini göstermek istercesine nazikçe öptüğünde kolundaki elimi yavaşça ilerleterek boynuna tutundum. Yanaklarımdan süzülmeye devam eden gözyaşlarım, en özel anımıza eşlik ediyordu. Sevgimizi, üzüntümüzü, aşkımızı ve acımızı bizimle birlikte paylaşıyorlardı.

Dudakları, tenimi usulca serbest bıraktı ancak çok uzaklaşmadı benden. Bir elini, biraz önce dudaklarıyla dokunduğu dudaklarımın üzerine getirdi ve parmak uçlarıyla şakağıma doğru bir yol çizdi.

"Bir daha," dedi, ben nefesimi düzenlemeye çalışırken. "Böyle şeyler duymayayım bu güzel dudaklardan. Ne kendini ne de beni üzecek şeyler çıkmasın buradan." Eli ilerlemeye devam etti ve nazikçe saçlarımı okşadı bu kez. "Hiçbir sevda acısız olmuyor. Olan da sevda olmaz zaten. Evet, ben çektim ama sana daha evvel de demiştim. Acı senden geldiği müddetçe başım gözüm üstüne Derin'im. Ben seninle her şeye varım. Acıya da, sevdaya da; ölüme de, yaşama da."

Usulca yutkundum. Göz yaşlarım durmuş gibiydi ancak kirpiklerim ve yanaklarım nemliliğini sürdürüyordu.

"Biliyorum," diye mırıldandım sessizce. "Biliyorum ama yine de çok üzülüyorum. Kendime, kendi çaresizliğime; sana, sana çektirdiklerime... Keşke olmasaydı tüm bunlar, yaşanmasaydı hiç. Ne sen ne de ben üzülmek zorunda kalmasaydık bu kadar."

"Yaşanan her şeyin yaşanmasının bir sebebi var. Biz bilemesek dahi var. Belki tüm bunlar yaşanmasaydı, şimdi burada olamayacaktık. Her yaşanmışlık insana iyi ya da kötü bir şey katar. Zaten bizi biz yapan da bunlar. Belki sen beni görmekte bu kadar gecikmeseydin, beni sevmenin nasıl bir mucize olduğunu anlayamayacaktım. Belki birbirimizin değerini böylesine bilemeyecek ve en ufak şeyleri dahi dert eden o kişilerden olacaktık. Geçmiş, Derin'im. Adı üstünde geçmiş... Ne yaparsak yapalım yaşananlar geri alınamayacak, gösterdiğimiz hiçbir çaba bizi öncesine götüremeyecek. O yüzden yaşananlar için üzülmek yerine, yaşanacaklar için sevinmemiz gerek. Evet, bir hata yaptık ve bunun için üzüldük de ama bu üzüntü sonuna kadar bizimle olamaz, olmamalı. Bu hatayı tekrar yapmayacağımız için mutlu olmalıyız. Hayattaki en önemli şeylerden biridir tecrübe. İyi ya da kötü, geçirdiğimiz her şey bize tecrübe olarak geri döner. Bunu da öyle düşünmeliyiz. Anlatabiliyorum, değil mi?"

Bir şey demeyerek yüzüne bakmaya devam ettim. Bakışlarımı yavaşça yüzünün her bir santiminde gezdirdim. Siyaha çalan gözlerinde, biçimli çenesinde, özenerek yapılmış izlenimi veren burnunda, gür kirpiklerinde...

Ben, onun yüzünde gezintiye çıkmışken acele etmedi hiç sorusunun cevabını duymak için. Sabırla bekledi, aynı benim onu izlediğim gibi izledi beni. Bakışlarım esmer tenindeki yolculuğunu tamamlayarak başladığı yere, yani gözlerine döndüğünde hafifçe boğazımı temizledim.

"Öyle güzel anlattın ki," diye mırıldandım hayranlık barındıran ses tonumla. "Bana anlamamak için açık bir kapı bırakmadın."

Dudakları kıvrıldı. "Bunu duyduğuma sevindim."

Onu taklit ederek gülümsedim. "Ben de. Ben de seni bulduğuma çok sevindim."

Feza, yüzündeki o güzel gülümsemeyi büyüterek bir kez daha bana uzanacağı sırada odanın kapısının çalmasıyla duraksadı. Gözlerim hızla büyürken, böyle basılacak olmanın korkusuyla aceleyle uzaklaştım ondan. Feza da benim gibi kendini geri çektikten sonra kapıya döndü ve "Gelebilirsiniz," dedi. Kapı yavaşça aralandıktan sonra görüş açımıza Figen Abla girdi. Belki saçma belki değil ama hala utanıyordum ondan. Oğlunun bana aşık olduğunu ve benim yüzümden acı çektiğini bile bile her seferinde gülümseyerek bakmıştı gözlerimin içine. Hiç kin gütmemişti bana, hiç kötü söz söylememişti. O kadar olgun ve iyi bir insandı ki, olanları öğrendikten sonra yüzüne bakmaya çekinir hale gelmiştim.

Yüzünde hiç eksik olmayan gülümsemesiyle bize baktıktan sonra aynı oğlu gibi koyu kahve olan gözlerini Feza'ya çevirdi ve "Oğlum, yeni malzeme getirdiler," dedi. "Biliyorsun, baban bana bir şey taşıttırmıyor. Elemanlardan da hep kızlar var. Bir yardım ediversen babana?"

Feza, "Tabii anne," diyerek ayaklandıktan sonra bana baktı ve "Sen burada bekle olur mu?" diye sordu. Başımı sallayarak onu onayladım. "Olur."

O, yanımızdan ayrıldığında Figen Abla kapıyı kapatarak bana doğru ilerledi ve kucağımdaki albüme bakarak hemen yanıma oturdu. Gerildiğimi belli etmemek için üstün bir çaba sarf ediyordum. Hayatımda tanıyıp tanıyabileceğim en iyi insanlardan biriydi ve bana bu kadar hoş görülü yaklaşıyorken, çekingenliğimi ona hissettirmemeliydim.

"Eskileri mi yad ediyordunuz?"

Bakışlarım albümdeki fotoğraflara kaydığında "Hımhım," diye mırıldandım. "Feza, sizin tanışma hikayenizi anlattı bana."

İnce kaşlarını havaya dikerek "Öyle mi?" deyip güldü. "Aslında öyle ahım şahım da bir hikayemiz yoktur ama..."

"Bence çok güzel," diyerek gülümsedim. "Özellikle de Faruk Abi'nin annesinin, seninle konuşarak aranızı yapmış olması hoşuma gitti. Yani, normalde gelinler ve kaynanalar hiç anlaşamaz diye bir ön yargı vardır ya."

Evet, müstakbel kaynanama böyle şeyler demem de gerçekten çok hoş...

Kırdığım potun farkında vararak aceleyle "Yani, şey, öyle demek istemedim," deyip saçmalamaya başladığımda, Figen Abla sesli bir şekilde gülerek uzanıp elimi tuttu. "Yanlış anlamadım Derin, endişe etme lütfen. Ayrıca Feza'yla arandaki şeyler kesinleştiğinden beri, benden çekiniyorsun. Eskisi gibi rahat değilsin yanımda. Bunu fark ediyor ve üzülüyorum."

Aceleyle kafamı sallayarak "Hayır, hayır," dedim endişeli bir tonda. "Lütfen üzülme Figen Abla. Ben sadece olanlardan sonra yüzüne bakmaya utanıyorum. Sen o kadar, o kadar iyisin ki... Oğluna yaşattırdıklarıma rağmen bana hep gülümsedin. Hep güzel davrandın. Kırmadın, incitmedin, belli bile etmedin."

Tuttuğu elimi sıkarak "Niye edeyim ki?" diye sordu. "Sevgi öyle bir şeydir Derin, kimseye birini neden sevdiğini soramazsın. Çünkü sorsan da mantıklı bir cevap alamazsın. Sevmişsindir işte, nedeni nasılı yoktur bunun. Herkesin sevdası karşılıklı olacak diye de bir kural yok. Feza seni sevmiş, sen başkasını. Bu çok normal. Benim seni sevmemem için Feza'mın canını bilerek yakman gerekiyor."

"Asla," dedim, kafamı şiddetle sallayarak. "Asla onu bilerek üzmem, üzemem ki."

İçten bir şekilde gülümsedi ve boşta olan elini kaldırarak omzumdaki saçlarımı sırtıma doğru attırdı. "Biliyorum," dedi ardından. "Zaten bunu bildiğim için hiç kızmadım ben sana. Şu an Feza'yla olmasaydın da kızmazdım. Ha, oğlum için canım yanardı; hatta çok yanardı ama bu başka."

"Yine de," diye mırıldandım, gözlerimin dolduğunu hissederken. "Söylediklerin ne kadar doğru olursa olsun herkes senin gibi düşünmezdi ve işin aslı ben de düşünmüyorum. Hala kendimi affedebilmiş değilim, bu gidişle de affedemeyeceğim ama Feza'dan da vazgeçecek cesaretim yok. Ben gerçek sevgiyi onunla tanıdım Figen Abla, onunla öğrendim sevdanın ne demek olduğunu. Önceden yaşadığım şey, tek taraflı bir saçmalıkmış meğer. Sevilmek apayrı bir şeymiş ama bunu o haldeyken, o psikolojideyken fark edemiyorsun. İsterse bütün dünya aksini söylesin, sen kendi bildiğini okuyor ve bunun yanlışlığını anlayamıyorsun. Anladığındaysa iş işten geçmiş oluyor ama bence ben yine şanslıyım. Böyle saplantılı hislerden hiç kurtulamayanlar da var."

Figen Abla omzumu okşayarak "Biliyorum canım, biliyorum," dedi. "Çok şükür ki gerçekleri görebildin ve geri dönüşü olmayan şeyler yapmadan doğru yolu bulabildin. Bundan sonra senin için de Feza için de her şey çok güzel olsun. Hep çok mutlu olun."

İçten bir şekilde gülümsedim ve yanağıma damlayan yaşı hızla silmeye çalışırken "Hepimiz çok mutlu olalım," diye mırıldandım.

"Feza, zaten son zamanlarda hiç olmadığı kadar mutlu. Senin sayende... E, onun mutluluğu bize de bulaşıyor, hep birlikte sırıtıyoruz akşama kadar. Sayemizde müşterilerimiz bile gülüyor. Gülesi olmayan bile zorunda hissediyor kendini."

"Ya," diyerek kıkırdadım. Utanmıştım. "Bunu duymak beni de mutlu etti."

"Eh, çok güzel öyleyse," diyerek elini çekti ve ayaklandı. "Herkes mutlu olduğuna ve aramızdaki sorun olamayacak kadar ufak detayları hallettiğimize göre ben işimin başına döneyim. Faruk beni görmeden fazla idare edemiyor da..."

Aynı anda neşeyle güldükten sonra ben de ayaklandım ve ona minnetle baktım. "Çok teşekkür ederim Figen Abla. Gerçekten her şey için sana minnettarım."

Dudakları samimi bir ifadeyle bükülürken elini uzattı ve kızardığına emin olduğum yanağımı hafifçe okşadı. "Teşekküre hiç gerek yok. Anneler ve kızları arasında böyle şeylerin lafı olmaz, anlaştık mı?"

Sözleri, yutkunmama engel olduğunda ağlamamak için zor tuttum kendimi. "Hımhım, anlaştık."

Elini yanağımdan çekerek birkaç adım geriledi. "O halde ben aşağı ineyim, sen de yüzünü yıka ki deli oğlum seni ağlattığımı düşünüp beni annelikten reddetmesin."

Gözlerimi büyüterek "Ya, olur mu öyle şey?" dediğimde, bir kez daha güldü ve "Takılıyorum sadece," dedi. "Neyse Faruk Abi'n burayı basmadan ineyim, artık. Feza da gelir birazdan."

Başımı sallayarak onu onayladım ve odadan çıkışını izledikten sonra kendimi yavaşça yatağa bıraktım. Sadece harika bir adama değil, harika bir aileye de sahip olmuştum ve bunun için ne kadar şükretsem azdı, biliyordum. Bu yüzden de çok seviyordum.

Çok.

Bölüm sonu :')

Umarım beğenmişsinizdir. Düşüncelerinizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen.💜

Rica ediyorum OY ve YORUMLARINIZI eksik etmeyin.🌼

Bu arada küçük bir etkinlik yapmaya karar verdim. Her bölümün sonunda bir karakteri soracağım size. Mesela bu bölüm Mert'le başlayalım.🌠

Mert Atalay, denince aklınıza gelen ilk üç şey?

Yorumlarınızı okuyacağımdan emin olabilirsiniz.😌

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın!🤗

Continue Reading

You'll Also Like

57.3K 5.7K 149
Çocukluktan beri arkadaş olan 3 arkadaş, Serkan, Cemre ve Güney... Ve onların hayatlarına dahil olup tüm dengeleri bozacak yeni insanlar...
204K 3.7K 20
*Bu hikaye her şeyden önce zorbalık yaşayan, aile ve sınav baskısı hissedenler için. Ben ve karakterlerim her zaman yanınızdayız. Mesafe ilişkisidir...
40.5K 5K 33
-Tamamlandı- Dila & Hasan Hasan: Hayat kızmak için o kadar kısa ki, bunu ben yaşadım Dila. Bana kızmak yerine beni sevmeye ne dersin? Dila: Hasan...
2.6K 98 11
İngilizce öğretmeni olan Zerya hayali evlenmeden hayat sürmekken abisini kurtarmak için sevmediği adamla evlenmek zorunda kalır, önceden beri sevdiği...