KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#28 - Çıkmaz Sokak

24.6K 1.3K 94
By bayanclara

🎶 Yaşlı Amca ~ Kaybediyorum Yeniden 🎶

Çaresizlik.

İçimdeki o koca yangının ardından kalan küllerin adıydı.

Birbiriyle büyük bir kavgaya tutuşan hislerimin adıydı.

Arkama bile bakmadan kaçmak istediğim o lanet duygunun adıydı.

"Niye göndermediniz ki beni sanki? Gidip önce o şerefsizin sonra da o yellozun saçını başını yolacaktım ne güzel!"

Derin'in sinirli homurtusunu işitmeme rağmen kafamı gömdüğüm ellerimden kaldırmadım. Çünkü ne verecek cevabım ne de konuşmaya mecalim vardı. Zihnimin her köşesinde bir düşünce nöbet tutuyor, biri sussa diğeri hemen bağırmaya başlıyordu. Aklım karmakarışık, yüreğim paramparçaydı.

"Heh, çok güzel! Susmaya devam edin siz! Onları sahilde sarılırken gördüğümde anlamıştım ben! Dedim size kaç defa, inanmadınız ki bana! Yok akrabası olabilirmiş, yok yakın arkadaşı olabilirmiş! Alın, gördünüz mü yakın arkadaşı!"

Derin'in sesi gittikçe yükselirken iç çekerek yüzümü ellerimden çektim ve dirseklerimi yasladığım diz kapaklarımdan ayırarak oturduğum koltuğa yaslandım.

"Derin, bize bağırıp çağırman hiçbir şeyi değiştirmiyor, farkındasın değil mi güzelim?"

Tam karşımdaki ikili koltukta oturan Feza, odanın içinde dört dönen Derin'den gözlerini çekmeden söylemişti bunları. O da benim gibi sırtını koltuğa dayamış, başını koltuk başlığına yaslamıştı.

Evet, sahilden ayrıldıktan sonra Derin'i aramış ve hemen eve gelmesini istemiştim. Derin de zaten evde olduğunu ve Feza'yı beklediğini söylemişti. Feza gelince evden ayrılmamalarını tembihledikten sonra okula gitmiş ve arabama atladığım gibi eve gelmiştim.

Onlara, tuvalette o şerefsizin konuşmasını dinledikten sonra peşine takıldığımı ve ondan sonra yaşanan her şeyi anlatmış, bana bir çare bulmalarını istemiştim. Bilinmezlik içinde çırpınıyordum. Beynim beni yarı yolda bırakmıştı ve ne kadar çabalarsam çabalayayım adam gibi düşünemiyordum.

Düşüncelerimin hepsi o iti bulup öldüresiye dövmeye dayanıyordu ama bunu yapmak her şeyi daha da karıştıracaktı. Yalnızca bunun farkındaydım.

Derin, ellerini saçlarına atarak kahverengi tutamlarını hırsla çekiştirdi.

"Biliyorum, biliyorum ama o kadar sinirliyim ki patlayacak bir şeyler arıyorum." Duraksayarak başını salladı iki yana. "Yok ben anlayamıyorum. Ne yaparsam yapayım bir türlü basmıyor kafam. Bu ne tür bir iğrençliktir? Nasıl bir mideye sahipler ki böyle bir şeyi... Ah, delireceğim. Beril, çok narin. Bunu kaldırması çok zor olacak, çok zor."

Beril, çok narin. Bunu kaldırması çok zor olacak, çok zor.

Usulca yutkundum. Haklıydı. Beril daha çok toydu ve o şerefsizi seviyordu. O kızı da aynı şekilde...

"Koray'a mı danışsak?" diye sordu Feza. Ses tonu tedirgindi. "Yani en azından Beril'e nasıl söyleyebileceğimiz hakkında fikir alırız."

Kafamı salladım iki yana. "Olmaz. Çocuğun yarası kapanmak bilmiyor zaten, bir de biz tuz banmayalım. Hem o şeylerin düğün fotoğrafını göreli çok az bir zaman oldu. Bu kadarını kaldıramayabilir."

"Mert doğru söylüyor," diyerek onayladı beni Derin. Sesi fazlasıyla sıkıntılıydı. "Hem Koray'a sormamıza gerek yok. Ne şekilde dersek diyelim kızın canı çok yanacak. Bunu engelleyemeyiz."

Ofladığını işittim Feza'nın. "Ne yapacağız o zaman?"

Dişlerimi sıkarak derince iç çektim. "Bilmiyorum. Kahretsin ki bilmiyorum!"

"Bu öyle bir şey değil ki karşımıza çekip anlatalım," diyerek söylendi Derin. "Anlatsak bile idrak edemez. İnanamaz."

"Biz söylesek dahi o puşt sonuna kadar inkâr edecek," dedim sinirle. "Kız da aynı şekilde."

"Kabul etmesini beklemek aptallık olur zaten," diye homurdandı Derin. "Onlarda o haysiyet ne arar?"

"E, ya o zaman Beril bize inanmazsa?"

İşte, korktuğum asıl şey buydu. Bize inanmama ihtimali vardı ve bu öyle basite indirgenecek bir şey değildi. Her ne olursa olsun bizimle okulun başından beri görüşüyordu ama o pislik insanları liseden beri tanıyordu. Bize inanmama olasılığı büyüktü, hele ki benim gözümde çok büyük.

"İnanmasa bile içine şüphe düşer," diyerek cevapladı Derin, Feza'nın sorusunu. "Hem neden inanmasın ki? Aptal mıyız biz? Emin olmadığımız bir şeyi niye söyleyelim? Böyle bir konuda yalan söylenir mi?"

"İsterse tüm dünya karşı çıksın," diyerek başımı salladım usulca. "Seven insan, yüreğinin sahibinin ağzından çıkan şeye inanır. Onun tek sözü, bizim onlarca sözümüzün üzerine çıkabilir."

Derin, söylediklerimin ardından yanıma gelerek tam önümde diz çöktü. Ellerini dizlerime yasladıktan sonra ateş saçan mavilerini gözlerime dikti.

"Böyle saçma şeylerle beynini doldurma. Ortada bir gerçek var. Acı bir gerçek ve bunu bilen biziz. Bu yüzden o kızı kurtarmak bizim görevimiz, en çok da senin."

Acı içinde fısıldayarak sordum. "Ben ne yapabilirim ki?"

"Beril'in tekrar mutlu bir şekilde nefes almasını sağlayabilirsin. Onu yıkıldığı yerden kaldırabilirsin. Ayakta durabilmesi için ona destek olabilirsin."

"Bunları yapmak söylediğin kadar kolay değil," diye mırıldandım.

Derin dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladı ve "Evet, kolay değil," diyerek Feza'ya çevirdi harelerini. Sonra ona öyle güzel baktı ki, yemin ederim benim bile içim gitti.

"Ama kolay olmaması, imkânsız olduğu anlamına gelmiyor," dedi, gözlerini Feza'dan ayırmadan. Sonra bana döndü. "Yanacaksınız. İkinizin da canı çok yanacak ama sonra o kadar mutlu olacaksınız ki, iyi ki yanmışız diyeceksiniz. Sırf sizi bir araya getirdiği için bile seveceksiniz o acıyı."

"Ya istemezse?" diye sordum tereddütle. Bütün özgüvenim, o büyük egom konu Beril olduğunda yerle bir oluyordu.

"Sevilmeyi kim istemez ki?" diye sordu Derin. "Düştüğü yerlerden öpecek, yaralarını kendi yarasıymış gibi özenle saracak, gözyaşlarından sarılacak birini kim istemez?"

Boğazımdaki o koca yumruyu göndermek istercesine yutkundum ama gitmedi. Öylece boğazımda durmaya ve nefes almamı engellemeye devam etti.

Derin'in şefkatle bana bakan mavilerinden ayırmadım bakışlarımı. Ve sonra tam o an bir şeyi itiraf etmek istedi canım. Ben de ettim.

Derince bir iç çektim ve dilimin yanmasını önemsemeden "Onu seviyorum," dedim. Bunu ilk kez dile getiriyordum. Bunu ilk kez kendimden başka birileriyle paylaşıyordum.

Susmak istemedi canım. Hoş gelmişti söylemesi, dilimdeki acıya rağmen. Ben de tekrar söyledim.

"Beril'i seviyorum. Çok seviyorum."

Derin, bu ani itirafım karşısında afallasa da kendini hızla toparladı ve dudaklarını usulca kıvırdı. Başını hafifçe sallayarak "Biliyorum," dedi. "Onu çok sevdiğini biliyorum. Onun cankurtaranı olduğunu da biliyorum."

Dudaklarım büküldü. "Cankurtaran değil, süper kahraman."

Gülümsedi. "Cankurtaran bir süper kahraman..."

Gözlerimi Derin'in mavilerinden alarak Feza'ya çevirdim. Dikkatle bizi dinliyordu lakin gözleri her zamanki gibi Derin'e odaklıydı. Derin, bakışlarımı fark ederek başını omzundan ağrı arkaya çevirdi ve ona dalan bakışları fark etti.

Sonra aynı anda ikisinin de dudakları kıvrıldı. Yüreğimdeki yangının büyüdüğü hissettim. Biz de bir gün birbirimize böyle bakabilir miydik? Gözlerimizin içinde yalnız birbirimizi görebilir miydik?

"Ne zaman söyleyeceksin?"

Feza'nın sesiyle irkilerek kendime gelirken yüzüme odaklanan kahvelerine çevirdim bakışlarımı. Sonra çaresizce başımı salladım.

"Bilmiyorum. Uygun zamanı kollayacağım falan desem saçmalamış olacağım, çünkü bunun uygun bir zamanın olmayacağının farkındayım."

"Aynen öyle," diyerek başını salladı Derin. "Uzattıkça her şey daha da sarpa saracaktır. En kısa zamanda söylemelisin."

"Çok zor olacak," diye mırıldandım kısık çıkan sesimle. "Onun için de benim için de çok zor olacak."

Derin'in elini, kucağımda kavuşturduğum ellerimin üzerinde hissettim.

"Ve biz her daim senin yanında olacağız. Sonuna kadar."

Dudaklarımı birbirine bastırarak minnetle ona baktım. Biliyordum ki, tek başıma kalsam her şey daha zor olacaktı. İyi ki onlar vardı.

"Teşekkür ederim."

Derin hafifçe başını salladıktan sonra son kez ellerimi sıktı ve yerden kalkarak Feza'nın yanına gidip oturdu. Birbirlerine tuhaf bakışlar atmaya başladıklarında, niyetlerini anlayarak içimi çektim.

"Nereye istiyorsanız gidebilirsiniz," diye mırıldandım. "Zaten benim yüzümden burada kaldınız."

Derin hızla bana dönerek "Ah, hayır. Bizim öyle önemli bir planımız yoktu zaten. Burada kalalım," dedi.

Başımı omzuma indirerek, söylediklerine inanmadığımı belirten bir bakışla gözlerine baktım.

"Gidin dedim. Hem biraz yalnız kalmaya ihtiyacım var."

"Emin misin, abi?" diye sordu Feza. Başımı sallayarak onu onayladım.

"Eminim, hadi gidin. Bir de sizin için canımı sıkmayayım."

"Peki," diyerek kabullendi Derin. "Ama kendini kötü hissedersen hemen bizi ara, tamam mı?"

"Tamam, güzelim," dedim sıkıldığımı belli eden bir tonda.

Bana tereddütlü bakışlar atmaya başlasalar da onları takmayarak yavaşça ayaklandım ve odanın çıkışına doğru ilerlerken "Ben odama gidiyorum. Siz de geç olmadan çıkın," dedim ve cevap vermelerine müsaade etmeden yanlarından ayrıldım.

Odama geçerek kapıyı arkamdan kapattım ve yavaş adımlarla yatağıma doğru ilerledikten sonra kendimi sırt üstü yatağa bıraktım. Kollarımı başımın altında çaprazlayarak gözlerimi beyaz tavana diktim ve derince soluklandım.

Kendimi çıkmaz sokağa girmiş gibi hissediyordum. Acıdan kaçış yoktu. Ne yaparsam yapayım illaki birileri acı çekecekti ve o birilerinin en başında canımın içi vardı.

Kızıl saçlı, ela gözlü küçük bir kız çocuğu... Ne ara canımın içi olmuştu, ne ara canımdan bir parça olmuştu, bilmiyordum. Tek bildiğim geri dönülemez bir şekilde kalbime sahip olduğu ama bundan haberi olmadığıydı.

İç çekerek göğsümün havalanmasına sebebiyet verdikten sonra yavaşça yumdum gözlerimi. Zihnimdeki o büyük kalabalıktan kaçmak istiyordum ve kaçabileceğim en yakın yer göz kapaklarımın ardıydı.

ღ ღ ღ

[Gökay'dan]

Gıybet çekemiyorlar bizi

Kıskanıyorlar bizi

Deliriyorlar sevdikçe seni

Tatlı bir melodinin kulağıma ilişmesiyle zihnim, ne zamandır orada olduğunu bilmediğim karanlık kuytudan ayrılırken istemsizce homurdandım.

Sen de inanıp da bunlara

Yorma güzel kalbini

Dedim işte adı üstünde hepsi gıybet

Şarkı çalmaya devam ederken göz kapaklarım açılmamak için direniyordu. Kendimi yorgun hissediyordum ve ne kadar uyursam uyuyayım fütursuzca daha fazlasını istiyordum.

Şarkı susmuyordu.

Bu, uykumun hızlı adımlarla benden kaçmasına sebep olurken sızlanarak gözlerimi araladım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Amfideydim.

Hafifçe doğrulmaya çalıştığımda tutulan omuzlarımın acısıyla yüzümü buruşturdum ve gözlerimi amfide gezdirdim. Kimsecikler yoktu.

Ve şarkı hala çalıyordu.

Kendi kendime "Ulan bu şarkı da nereden geliyor?" diye homurdandığım sırada masanın üzerindeki telefonuma takıldı uykulu bakışlarım. "Aa," dedim şaşkınca. "Telefonum çalıyormuş. Zil sesimi tanıyamadım ya la. Bir de en sevdiğim şarkı olacak..."

Saçma sapan konuşmaya devam ederek telefonuma uzanırken "Bakalım beni bu kadar ısrarla arayan kimmiş?" diye söylendim. Telefonumu kavrayarak önüme getirdim ve ekrandaki isme baktım.

Feza'nın Yâri.

Kaşlarımı çatarken "Bu kız beni niye arıyor ki?" diye sordum kendi kendime. "Feza'yı arayacakken gözleri şaşı beş oldu da beni mi aradı acaba?"

Susmaya meyleden telefonu açarak kulağıma götürdüm.

"Buyurun, Gökay Başer'in telefoncuğu?"

"Gökay, iki saattir arıyorum. Niye açmıyorsun ya?"

Kulaklarımın işittiği cırtlak ses yüzümün asılmasına sebep olurken "Açtım ya kızım işte, niye cırlıyorsun kulağımın dibinde?" diye homurdandım. Uykulu uykulu da hiç çekilmiyordu ki zaten öyle bir sese sahipti ki uyku falan kalmamıştı bende.

Derince soluklandığını hissettim. "Seni onun başına sararak hata mı ediyorum acaba?"

Sesini oldukça kısık tutsa da ne dediğini duymuş ama hiçbir şey anlamamıştım.

"Ha?"

"Yok, bir şey, yok," diyerek beni geçiştirdi. "Feza'yı soracaktım ben sana. Yanında mı?"

Kaşlarım gözlerime kadar inerken "Yo," dedim. "Tekim ben. Onlar yanımdan ayrılalı çok oluyor. Hem beni niye arıyorsun ki sen? Sevdiceğini arasana."

"Ay, aman tamam be. Bir aradım, bin ah işittim. Kapatıyorum."

Kapattı. Hem de yüzüme.

"Allah'ın görmemişi," diye homurdandım. "Ben yüzüne telefon kapatılacak adam mıyım? Terbiyesiz kız."

Telefonu kulağımdan çekerek ekrandaki saate diktim gözlerimi. "Ders biteli de baya olmuş," diye mırıldandım. "İyi uyumuşum he."

Kendi kendime konuşmaya devam ederek telefonu ceketimin cebine koydum ve elimi saçıma atarak iyice karıştırdım. Daha sonra amfiye boş gözlerle bakmaya devam ederek ayaklandım ve oturduğum yerde bir şey bırakmadığıma emin olarak amfinin çıkışına doğru ilerlemeye başladım.

Merdivenleri birer ikişer inerken birden amfinin kapısının açılmasıyla duraksadım. Açılan kapının ardından içeri bir kız girdiğinde şaşkınca ona baktım. Arkası bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum ama görüş alanıma giren sarı saçlar göğsüme tanıdık bir ağırlık bahşetmişti.

"Neredesin ya, seni bulmam için bütün okulu gezmem mi gerekiyor benim? Tamam, bekle beni orada. Hemen geliyorum."

Duyduğum sesle birlikte gözlerim ve ağzım aynı hızla aralandı. Bu ses... Onun sesiydi. İyi ama burada ne işi vardı ve kimle konuşuyordu?

Ben, şaşkınca ayakta dikilmeye devam ederken; Simge, bana dönmeden girdiği gibi çıktı amfiden.

"Ne karıştırıyorsunuz acaba Simge Hanım?"

Düşünceli bir şekilde söylendikten sonra kendime düşünmek için fırsat vermeyerek vakit kaybetmeden merdivenleri hızla indim ve amfiden çıktım. Evet, peşine takılacak ve neden burada olduğunu anlamaya çalışacaktım.

Amfi kapısının önünde dikildikten sonra mavilerimi koridorda gezdirdim. Koridor fazla dolu olmasa da gözlerim aşina olduğu sarıyı ararken biraz zorlanmıştı. Ama neyse ki bulmuştum onu.

Adımlarımı onun olduğu tarafa yönelttiğimde bir yandan düşünüyordum. Benim burada okuduğumu bilmesine rağmen burada ne işi vardı? Koca okulda onca yer varken benim bulunduğum amfiyi nasıl bulmuştu?

Tesadüf müydü?

İşte bu kadarına asla inanmazdım.

Fakülteden çıktıktan sonra kantinin olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladığında biraz gerisinden onu takip ediyordum. Neler karıştırdığını öylesine merak ediyordum ki...

Yürümeye devam ederken istemsizce üzerine kaydı bakışlarım. Altında mini bir kot şort, üzerinde de siyah bir deri ceket vardı. Atkuyruğu yaptığı sarı saçları, yürüdükçe sırtına vuruyordu.

Ne yaptığımı fark ederek gözlerimi üzerinden çektim ve söylenerek başımı salladım. "Ne yapıyorum lan ben?"

Simge kantinin olduğu binanın önüne gelip birkaç saniyelik duraksamanın ardından önündeki basamakları hızla tırmanıp içeri girdi. Ben de az gerisinden gelerek aynı şekilde merdivenleri çıkıp içeri girdim. Bakışlarım etrafta gezinirken ona takıldığında, tekrar peşine düştüm. Buraya ne halt etmeye gelmişti?

Kantine girdiğinde yiyecek-içecek satılan yere değil de masaların olduğu tarafa yöneldiğinde, kafamdaki soru işaretleri giderek artarken peşinden yürümeye devam ettim. Masaların olduğu yerde duraksayarak etrafına bakmaya başladığında, beni göremeyeceği bir yerde durarak onu izledim.

Gözleri kısa bir süre çevrede gezindikten sonra aradığı şeyi bulmuş olacak ki duraksadı ve elini hafifçe kaldırdı. Hala arkasında durduğum için yüz ifadesini göremiyordum ama birkaç adım gerileyerek kime el salladığını seçmeye çalıştım.

Bakışlarım yüzündeki salak gülümsemeyle Simge'ye bakan çocuğu bulduğunda bir anlığına nefesimin kesildiğini hissettim. Bu geçen geceki çocuktu, Simge'yle bizim olduğumuz mekâna gelen çocuk.

Ne yani, burada mı okuyordu?

Aklımdan türlü türlü şeyler geçerken önümdeki boş masalardan birinin sandalyesini çekerek oturdum ve Simge'nin o çocuğun olduğu masaya doğru ilerleyişini gözümü kırpmadan izledim. Simge, çocuğun yanına vardığında, çocuk ayaklanarak ona sarıldı.

Sol yanıma yumruk yemiş gibi hissederken, neden böyle hissettiğime bir anlam veremedim. Simge'ye kandığım ve bana anlattığı o yalan sevgisine inandığım için miydi?

Büyük ihtimalle öyleydi.

Sarılmalarının ardından ikisi de masaya yerleştiğinde gözlerimi kaçırmadan hareketlerini izledim. Simge'nin yüzünü hala net olarak göremiyordum, çünkü yalnızca sağ tarafını görebileceğim bir şekilde yerleşmişti sandalyeye. Lakin bu bile yetmişti gülümsemesini görmeme.

Yalan.

Başından beri anlattığı her şey bariz bir şekilde koca bir yalandı. Evet, ona aramızda bir şeylerin olamayacağını ve önüne bakmasını söyleyen bendim ama bunu bu kadar kısa sürede yapabileceğini hiç düşünmemiştim.

Onu, o gece yanındaki herifle gördüğümde bir şeylerin ters gittiğinden şüphe etmiştim lakin şimdi bundan emindim. Bana olan bağlılığı ve aşk sandığı o şey, saçma bir hevesten ibaretti. Beni görene kadar kendini kandırmıştı ve bana ulaşınca da duygularının sevgi ya da bahsettiği üzere aşk olmadığını anlamıştı. Sadece zor günlerinde sırtını dayayacak bir şey aramıştı ve o da ben olmuştum. Şimdi ise başta ben olmak üzere hissettiği her şey geride kalmıştı.

Her şeyi anlıyordum, anlıyordum da bunun benim için iyi bir şey olması gerekirken neden canımın böylesine sıkıldığını anlayamıyordum. Onun duygularına inanmış mıydım? Anlattıklarına, hislerine değer mi vermiştim? Karşımda benim için ağlamasına kanmış mıydım?

Saçmaydı. Bu hissettiğim ama adını koyamadığım şey koca bir saçmalıktan ibaretti.

Rahatlamam gerekiyordu. Sürekli onu üzdüğümü düşünerek içimi yemekten kurtulmuştum sonuçta. Beni arkasında bırakmıştı, hiç olmamışım gibi.

Zaten ne zaman olmuştum ki? Her şey onun zihninde başlamış ve orada sona ermişti.

Karşısındaki herife gülümserken kıvrılan dudağına kaydı bakışlarım. Dudaklarımı birbirine bastırarak usulca yutkundum. Böylesine güzel gülümseyebildiğine göre beni gerçekten unutmuştu.

O halde bana düşen tek şey de unutmaktı.

Karşıma hiç çıkmamış gibi, benim için ağlamamış gibi, bana hiç sarılmamış gibi, onun için hiç üzülmemişim gibi devam edecektim hayatıma. Tıpkı onun beni bıraktığı gibi ben de onu arkamda bırakacaktım.

Bırakacaktım bırakmasına lakin... Niye bu kadar berbat hissediyordum kendimi? Niye kandırılmış olmak bu kadar koymuştu bana?

Hayal kırıklığı mıydı bu?

Ben bu duyguyu tekrar yaşamamak için yıllar önce vazgeçmiştim birilerine değer vermekten. Aşılamaz duvarlar örmüştüm yüreğimin etrafına. Bu zamana kadar da o duvarı sadece bizim çocukların aşmasına izin vermiştim.

Lakin neden Simge de oradaymış gibi hissediyordum? Sanki o duvarın en tepesine çıkmıştı da içeri girmek yerine geldiği yere dönmeye karar vermişti.

"Aşk denen o saçma şey gerçek değil." Dudaklarım aralandığında gözlerimi Simge'nin yüzünden çekmemiştim. "Görüyorsun işte, eğer gerçek olsaydı karşındaki manzara bu olmazdı."

Dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı salladım. Hissettiğim o saçma kötü duyguların bir önemi yoktu. Çünkü onları hissetmeme değecek biri de yoktu.

Yavaş hareketlerle oturduğum sandalyeden kalktıktan sonra ona son bir bakış attım ve boğazıma oturan yumruyu göndermek için usulca yutkundum.

Yumruyu gitmek yerine daha da büyürken derince iç çektim ve bakışlarımı ondan ayırarak arkama döndüm. Kantin çıkışına doğru yürürken "Umarım mutlu olursun," diye mırıldandım. Onun için yapabileceğim tek ve son şey buydu zira.

ღ ღ ღ

[Kamer'den]

"Bıraktığın için sağ ol abi, yarın görüşürüz."

Kafamı önemsiz dercesine sallayarak "Derin'e selam söyle," dedim. Feza, "Söylerim," dedikten sonra arabanın kapısını kapattı ve Mertlerin apartmana doğru ilerlemeye başladı. Ben de ona son bir bakış attıktan sonra gaza basarak bizim eve doğru yol aldım.

Okuldan çıktıktan sonra Koray prova yapmak için Asel'in yanına gitmişti. Mert, işi olduğunu söyleyip yanımıza dahi gelmemişti. Gökay ise uykusunu bölmemek için amfide kalmıştı. Bu rahatlığın kaçıncı seviyesiydi, inanın ben de bilmiyordum.

Geriye Feza'yla ikimiz kaldığımızda bizim arabaya atlamıştık ve isteği üzere onu Mertlere getirmiştim. Şimdi ise tek başıma yapabileceğim en iyi şey için eve gidecektim; kendimi yatağa atıp sızmak.

Yatağımla kavuştuğum anların hayalini kurduğum sırada, arabanın içini dolduran zil sesiyle kendime geldim ve cebimdeki telefonu çıkararak kimin aradığına baktım.

Beste arıyordu.

İsmi görür görmez dudaklarım şefkatle kıvrılırken telefonu açarak hoparlöre aldım ve telefonu yan koltuğa koydum.

"Abim?"

"Abilerin en yakışıklısı! Nasılsın?"

Yüzümdeki gülümseme derinleşirken "İyiyim abim," dedim. "Sesini duydum daha iyi oldum. Sen nasılsın?"

"Sesimi duyunca daha iyi olmuşmuş. Yalancı," diye söylendi. "Sesimi duyunca iyi oluyorsun madem niye aramıyorsun kaç gündür? Unuttun gittin."

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Ne yazık ki haklıydı. Hayattaki en değerli varlığım kardeşim, Beste'mdi ve buradayken sık sık arıyordum onu. Lakin Elif'ten sonra, özellikle o akşamdan sonra aklım sürekli onda olduğu için Beste'yi biraz ihmal etmiştim.

"Özür dilerim abim," dedim içten bir şekilde. "Bu aralar kafam biraz dağınık ama söz bundan sonra eskisinden de sık arayacağım seni."

"Yok, yok," dedi gülerek. "Bu sefer de günde üç kez ararsın falan, çekemem seni. Eskisi gibi ara yeter."

"Çekemezmiş," diye söylendim. "Laflara bak laflara."

Kıkırtısını duyduğumda içimi çektim. O mutlu olduğunda ben daha çok mutlu oluyordum çünkü annemden bana kalan tek şeydi. Şu hayattaki tek sorumluluğum, tem umudumdu. Kardeşimdi, canımdan öteydi.

"Neyse abiciğim sonra söylenmeye devam edersin. Ben seni başka bir şey için aradım."

Kaşlarım gözlerime doğru inerken "Bir şey mi oldu?" diye sordum telaşla. "Babam bir şey demedi, değil mi?"

"Abi sakin olur musun ya? Babamın bir şey yaptığı yok. Hatta hiçbir şey yapmıyor, her zamanki gibi yani." Derince iç çektiğini duydum. "Her neyse, ne diyecektim? Ha, şey, geçen bahsettiğin kargo geldi. Haber vereyim dedim."

Alt dudağımı dişlerken gözlerimi yavaşça kapayıp açtım. Elif, dediğini yapmıştı demek. Tam da ondan beklediğim gibi...

"Eve mi geldi?"

"Hayır, abi. Şirkete gelmiş de ben babamın asistanına söylemiştim. Sizin oradan beklenilmeyen bir kargo gelirse bana haber verecekti. Sabah gelmiş işte, ben de şirkete gidip aldım. İçine de baktım, dediğin gibi para var."

Sıkıntıyla ofladım. Ne yapıp etmiş, o parayı babama göndermişti.

"Abim şimdi o parayı alıyorsun ve gidip benim odamdaki kasaya koyuyorsun. Anlaştık mı?"

"Tamam da abi, bu neyin parası? Gönderenin isminde Elif Tekin yazıyor, kim bu?"

"Uzun mevzu Beste," dedim sorularından kaçmak istercesine. "Araba kullanıyorum şimdi, daha sonra anlatayım olur mu?"

Ya da hiç anlatmayayım...

"Peki, abi. Ben seni oyalamayayım o zaman, dikkatli sür."

"Sürerim abim, sen de dikkat et kendine olur mu? Derslerine de sıkı çalış, gevşetme sakın."

"Tamam abi," dedi bıkkınca. "Hallediyorum ben, aklın kalmasın."

"Aklımın hep sende olduğunu bilmiyormuş gibi konuşma."

"Ay, tamam, tamam," derken güldüğünü işittim. "Romantikliğin tuttu yine, bu özelliklerini ben de kullanacağına yenge bulsana bana. Okulun bitti bitecek, bir tane adayımız bile yok."

"Sen yine boş boş konuşmaya başladığına göre cidden telefonu kapatma vaktim gelmiş demektir. Hadi görüşürüz," diyerek koltuğa koyduğum telefonu alarak cevap vermesine müsaade etmeden kapadım. Telefonu ceketimin cebine yerleştirirken "Çatlak kız," diye homurdandım. "Yenge meraklısı oldu çıktı. Olsa deli gibi kıskanmayacakmış gibi..."

Kendi kendime saçma sapan konuşurken aklım yine Elif'e kaydı. O parayı nasıl geri vereceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu lakin şu anki derdim bu değildi.

Derdim Elif'in ta kendisiydi.

Evet, onu öperek hata etmiştim. Farkındaydım lakin bundan asla pişmanlık duymuyordum. O an nasıl olmuştu da kendimi kaybetmiştim, bilmiyordum. Bir anlık boşluğuma gelmişti veyahut... Bilmiyordum işte. Sonuç olarak dudaklarım dudaklarına değmişti.

O gece attığı mesajdan sonra cesaretimi toplayabildiğimde onu aramaya kalkmış ve beni engellediğini fark etmiştim. Ondan sonra da başka bir numaradan aramayı aklıma bile getirmemiş ve yüz yüze görüşebilmek için çalıştığı kafeye gitmiştim. Onu görmesine görmüştüm de ama benimle başka birilerinin ilgilenmesini sağlamış, benden sürekli kaçmıştı.

Nihayetinde onunla telefonla da yüz yüze de konuşamamış ve son çare olarak kendimi Emre'nin okuluna atmıştım. Lakin sonra ondan da bana fayda olmadığını anlamıştım.

Elif, Emre'ye kendiyle ilgili şeyleri söylememesini tembihlemişti. Emre de ne kadar ısrar edersem edeyim, hiçbir şey söylememişti. Yalnızca ablasıyla aramın bozuk olduğunu biliyor ve benim tarafımı tutuyor gibiydi ama yine de ablasının lafından çıkmıyordu.

Aslına bakarsanız benimle konuşmayı kabul etse ne diyeceğim hakkında bir fikrim yoktu. Para konusunun bahsini bile açmazdım ki açamazdım zaten. Belki özür dileyebilirdim. Evet, evet, yapmam gereken en mantıklı şey buydu; ondan özür dilemek. Ve sonra da...

Bizim için bir şans istemek?

Evet, ne kadar kabullenmekte zorluk çeksem de istediğim esas şey buydu. Hakkım var mıydı, bilmiyordum ama onun yanında olmak istiyordum. Gülerken, ağlarken, en mutlu anlarında, en çaresiz zamanlarında... Kısacası her anında onunla olmak istiyordum.

Ve bunu ilk kez kendime itiraf ediyordum.

Usulca yutkunduktan sonra ani bir kararla eve gitmekten vazgeçtim ve hızlı bir u dönüşüyle arabayı Elif'in çalıştığı kafenin yoluna soktum.

Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, çünkü zaten hiçbir şeye sahip değildim. En kötü reddedilirdim ve belki bu sayede en azından onu unutmak için bir nedenim olurdu.

Saliselerin saniyeleri, saniyelerin dakikaları kovaladığı bir zaman diliminin ardından kafenin olduğu sokağa girdim ve arabamı uygun bir yere park ettim. Ellerimi direksiyona sıkıca bastırdıktan sonra gözlerimi yumdum.

"Kaybedeceğin hiçbir şey yok," diye mırıldandım kendi kendime. "Bunu yapmak zorundasın."

Kendimi cesaretlendirmek için derince soluklandım ve ardından gözlerimi aralayarak uzanıp kapı kolunu tuttum. Kapıyı açtıktan sonra yavaşça arabadan indim ve kapıyı kapatarak arabayı kilitledim. Gözlerim kafeye kaydığında tekrar "Bunu yapmak zorundasın," diye mırıldandım ve ayaklarımı oraya yönelttim.

Birkaç dakika sonra kafeden içeri girdiğimde bakışlarımı etrafta gezdirerek onu aradım. Ortalıkta gözükmüyordu. Kaşlarım onu görememenin verdiği hoşnutsuzlukla çatılırken ilerleyerek boş masalardan birine oturdum ve etrafa bakmaya devam ettim.

Gözlerim ona ait bir şeyler göremediğinde garsonlardan birini çağırıp sormak için elimi havalandırmıştım ki tam karşımdaki personel kapısının açıldığını ve Emre'nin içeriden çıktığını gördüm.

Elim havada asılı kalırken, Emre beni fark etti ve gözlerini büyüterek bana doğru koştu. Emre'nin bana gelişini şaşkınlıkla izlerken odadan çıkan Elif'e takıldı bakışlarım. Buradaydı.

Emre'nin koştuğunu gördüğünde ona seslenmek için dudaklarını araladığında bakışları bir anda beni buldu ve gözleri irileşti.

Ben onunla göz göze gelmenin tuhaf heyecanını yaşarken, yanıma gelen Emre "Kamer Abi!" diyerek kucağıma atladı. Üzerime atlamasıyla sarsılan sandalye geri doğru eğilecekken hızla elimi uzatarak masaya tutundum ve çıkabilecek rezilliği engelledim.

Emre şaşkınca "Burada ne işin var?" diye sordu. Sonra da hevesle ekledi. "Yoksa ablamla barıştınız mı? Lütfen barıştığınızı söyle!"

Elif, çıktığı kapının önünde durarak bize bakmayı sürdürürken; bakışlarımı kucağımdaki çocuğa çevirdim. Bazen beni bu kadar çabuk sahiplenmesi tuhafıma gidiyor ama yine de sebepsizce mutlu ediyordu.

"Yok, abim," diye mırıldandım. Biraz önce heyecanla kıvrılan dudakları bükülürken "Ya," dedi. "Niye geldin ki o zaman?"

"E, şey," dedim, diyecek bir şey bulamazken. "Yemek... Evet, yemek yemeye geldim. Karnım acıktı da."

İyi ki kafede çalışıyordu kız. Başka yerde çalışsaydı, ne saçmalayacağımı Allah bilirdi.

"Hı," diyerek kafasını salladı. Yüzü asılmıştı. "Anladım. Ben de ablamla barıştıysan bizle gelebilirsin diye sevinmiştim."

Bakışlarım tekrar Elif'e kayarken "Bir yere mi gidiyorsunuz ki?" diye sordum. Birkaç saniye daha orada dikildikten sonra yavaş adımlarla bize doğru gelmeye başladı.

"Bizim öğretmenimiz sınıfça piknik ayarladı. Herkes anne-babasıyla gelecek, benim annemle babam olmadığı için ablamla gideceğiz. Keşke sen de gelebilseydin, o zaman kendimi daha iyi hissederdim."

İçim ani bir acıyla kavrulurken, Emre'ye döndüm. Bakışları bende değil, yerdeydi. Ona ne söyleyebileceğimi düşünürken yanımıza gelen Elif'in varlığıyla duraksadım. Elini Emre'nin omzuna koyarak dudaklarını araladığı anda ondan önce hızlıca konuştum.

"Bence ablan bu seferlik sizinle gelmeme bir şey demez."

Elif'in eli havada kalakalırken, Emre'nin bakışları hızla bana döndü. Yüzü aydınlanıvermişti.

"Sahiden mi?" diye sordu inanamayarak. Gözlerimi Elif'in gözlerine dikerek "İstersen ablana sor," dedim. "Bence seni kırmaz."

Elif'in bakışlarının sertleştiğini fark etsem de bunu şimdilik umursamamayı seçtim. Onu zor durumda bıraktığımın farkındaydım lakin bunu yapmazsam benimle iki kelam edeceği yoktu.

Emre hızla Elif'e dönerek "Olur mu abla?" diye sordu heyecanla. "Kamer abi de bizimle gelebilir mi?"

Elif çattığı kaşlarıyla Emre'ye dönerek "Ablacım sana dediklerimi unutmadın değil mi?" diye sorduğunda, Emre'ye benim yüzümden söylediklerini kastettiğini anladım.

"Unutmadım ama bu seferlik izin versen?" diye sorarak kucağımdan kalktı ve ablasının karşısında durdu. "Gitmek istemediğimi söylememe rağmen beni zorla götürmeye çalışıyorsun. Anne-babamla gidemiyorum, bari sizinle gidebileyim. Olmaz mı?"

Elif'in gözlerinin dolduğuna şahit oldum. Emre'nin fark etmesinden korkmuş olsa gerek bakışlarını kaçırarak kafeye çevirdi. Usulca yutkunduktan sonra gözlerini birkaç kere kapatıp açtı ve kibarca boğazını temizleyip bana döndü.

"Peki, bu seferlik bizimle gelebilir."

Emre sevinerek kollarını ablasının beline doladığında, Elif de ona sarıldı. Kısa süren sarılmalarının ardından ayrıldıklarında Emre, Elif'e baktı.

"Abla, Kamer abi acıktığı için gelmiş buraya. Sen de bana yemek yedirmeye çalışıyordun zaten. Yemeğimi onun yanında yiyebilir miyim?"

Elif, zorla olduğu belli bir şekilde dudaklarını kıvırarak başını salladı. "Tabii, yiyebilirsin."

Emre, sevinçle ellerini çırptıktan sonra gelip yanımdaki boş sandalyeye oturdu.

Elif bakışlarını bana çevirerek "Ne istersin?" diye sordu. Bakışlarım benden bağımsız bir şekilde renkli saçlarında gezinirken "Fark etmez," diye mırıldandım. "Emre ne yiyecekse ondan yerim."

Elif kafasını sallayarak "Peki," dedi ve yanımızdan ayrıldı. Gözden kaybolana kadar ardından baktıktan sonra yanımdaki Emre'ye dönerek saçlarını karıştırdım.

"Teşekkür ederim Küçük Adam."

Gözleri kısılırken "Niye ki?" diye sordu.

Günler sonra ablanla konuşabilmeme vesile olduğun için.

Meraklı hali dudaklarımın kıvrılmasına sebep olurken "Sizinle gelmemi istediğin için," dedim. Şaşkınca gözlerini kırpıştırdı.

"Bence bizimle geleceğin için benim sana teşekkür etmem gerekiyor ama neyse. Rica ederim."

Yüzümdeki gülümseme büyürken elimi saçlarından ayırarak önüme döndüm. Aradığım fırsat ayağıma gelmişti.

Bu pikniği iyi değerlendirmem gerekiyordu, çok iyi.

ღ ღ ღ

Her telden çaldığım bir bölüm oldu.😂 Umarım sevmişsinizdir.🎈

Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim.🙏🏻

Yeni bölümde görüşmek üzere.

İnstagram: rabiiaosma

İnstagram: xbayanclara

İnstagram Sayfası: kizilyildiz.officalpage

Continue Reading

You'll Also Like

12.4K 608 6
İmkansızlığın sıcağından, cazibesinden doğacak bir güneş. Adı aşk. Bu güneşin ışınlarına yabancı olan iki birey. Zamanla güneşin önüne geçmeye çal...
34.7K 2.5K 32
Kızıl, Kabir ve Cellat. Bu oyun üçü arasında kuruluydu. Kızıl, alev. kabir, ölüm. Cellat, katildi. Cellat, kurbanının alevini söndürmüş ve ölüme terk...
3.3M 119K 65
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
1.9M 31.1K 52
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...