KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#27 - Çöken Omuzlar

31.4K 1.4K 262
By bayanclara

[Multimedia: Asel Çakır 💃🏻]

🎶Çağan Şengül ~ Uykusuz Geceler🎶


[Koray'dan]

Kıstığım gözlerimle ardından bakarken "Bugünün son koşusu olacak," diye mırıldandım kendi kendime. "Ama en güzeli olacak."

Ve koştum. Asel'in ağırlığıyla hantallaşan bedenim beni az da olsa zorlasa da bununla başa çıktım ve Asel'i yakaladığımda tek tek saçlarını yolacağımı hayal ederek daha da artırdım hızımı.

Önce o, ardından da ben kursun olduğu sokağa girdiğimizde "Arabana ilk varan kazanır!" diye bağırdı, arkasını dönmeden. Ve işte tam da o zaman birinciliği ona bırakamayacağımdan sızlayan kaslarımı yok sayarak hızımı arttırdım ve arabanın yanına varmamızdan hemen önce aramızdaki farkı bir nefeslik mesafeye indirdim.

Arabamın yanında durduğumuzda ilginç bir şey oldu. O, "Ben kazandım!" diyerek elini arabanın camına yasladığı anda, ben de elimi onun elinin üzerine koymuştum.

Berabere kalmış mı sayılıyorduk?

Asel, sol elinin avuç içiyle arabanın camına dokunduğu için rahatça yüzünü bana dönerek "Ben kazandım," dedi tekrar. Umursamaz bir şekilde omuz silktim.

"Aynı anda dokunduk. Sen kazanmış olamazsın."

Kaşlarını çattı.

"Bilmem farkında mısın ama arabaya dokunan benim. Sen elini benim elimin üzerine koydun."

"Olabilir, sonuçta parmak uçlarım arabaya değiyor, bak," dedim, kafamla işaret ederek. Başını çevirerek ellerimize baktı. Dediğim gibi, elim onun elinin üzerindeydi lakin parmak uçlarım arabanın camına temas ediyordu.

Tekrar bana döndü.

"O zaman cama en fazla temas eden ben olduğum için kazanan ben olmuş oluyorum."

Alayla gülerek diğer elimi de kaldırıp sağ kolunun yanından cama yaslayarak onu bir nevi kıskaca aldım.

"Yok ya."

Kaşlarını çattı.

"Var ya."

Başımı ona doğru eğerek "Berabere," dedim. Bu sefer alayla gülen oydu. Başını sol omzuna doğru indirerek beni taklit etti.

"Yok ya."

Sinirlerim gerilirken, yüzümü daha da yaklaştırdım yüzüne. Neredeyse burunlarımız sürtüşecekti ama o an umurumuzda olan tek şey yarışı kimin kazandığıydı.

"Berabere," dedim tekrar, dişlerimin arasından.

Gecenin karanlığında parıldayan mavilerini gözlerimden ayırmadan "Yenilgiyi kabullenmeyi öğrenmelisin, ben kazandım," dedi.

"Bence sen de benimle inatlaşmaman gerektiğini öğrenmelisin. Yoksa sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsın."

"Yapma ya," dedi, alayla. "Ne yaparsın."

"Yapınca görürsün," dedim, başımı dikleştirirken.

Burun buruna olduğumuz halde kavga etmemiz ne derece normaldi, emin değildim. Gerçi normal bir davranışımızın olduğundan da emin değildim ya, neyse.

"Yapsana," dedi, kararlılıkla. "Ne yapacaksan yap da görelim. Hadi yap."

O beni kışkırtmaya devam ederken neden yaptığımı bilmeden gözlerimi dudaklarına indirdim. En ufak bir boyaya ihtiyaç duymadığını bas bas bağıran dolgun dudakları, fazla iştah açıcı gelmişti birden.

Aklımdan geçen düşüncelerle hafifçe yutkunduğum sırada, tekrar gözlerine çıkardım gözlerimi. Birden sakinleşivermişti mavileri. Biraz önceki gibi ateş saçmıyordu, sanki meraklı bir hali vardı. Sorguluyordu sanırım. Bir sonraki hamlemi, aklımdan geçenleri sorguluyordu.

Gözlerim tekrar dudaklarına kaydığında, artık onun mavilerinin de gözlerime bakmadığını fark ettim. O da benim dudaklarıma bakıyordu şimdi.

Bir kez daha yutkunduktan sonra başımı hafifçe ona doğru eğerek burunlarımızın birbirlerine temas etmelerine neden oldum.

"Şlak!"

Enseme aldığım öldürücü olmayan ama canımı fazlasıyla yakan darbe sonrasında gördüğüm rüya sonlanırken, ne olduğunu anlayamamış olmanın verdiği şaşkınlıkla kafamı hızla kaldırdım ve etrafa baktım.

Uyku mahmuru gözlerim her şeyi bulanık görürken hala gördüğüm rüyanın etkisinde olduğumun farkındaydım. O gün yaptığım şey olur olmadık zamanlarda aklıma gelip duruyor, bu da yetmezmiş gibi rüyalarıma giriyordu. Derdim büyüktü.

Derdim çok büyüktü.

"Oğlum kış uykusuna mı yattınız anasını satayım ya? Uyanmak nedir bilmiyorsunuz ulan!"

Feza'nın söylenmelerine cevap vermeye gerek duymazken ellerimi yüzüme götürdüm ve gözlerimi ovuşturdum. Hala açılmış sayılmazdım.

"Burada sizden ala ayı mı var da kış uykusuna yatan biz olalım," diye ters ters konuştu Gökay. Kafamı çevirip ona baktığımda benden bir farkının olmadığını gördüm. Anlaşılan o da benim gibi suikasta kurban gitmişti.

Elimi enseme atarak acıyan yeri ovalarken gözlerimi tepemizde dikilen Feza'ya çevirdim.

"Harbiden ayısınız ulan. İnsan böyle mi uyandırılır?"

"Ne yapsaydık?" diyerek gözlerini kıstı Kamer. Gökay'ın diğer tarafında duruyordu. Muhtemelen Feza bana, o da Gökay'a geçirmişti. "Öperek mi uyandırsaydık sizi?"

Gözlerimi devirdim. Cevap vermeye tenezzül bile etmedim lakin Gökay dangalağı boş durmadı ve biraz önce acıyla suratını buruşturan o değilmişçesine sırıttı.

"Bana uyardı."

Gökay'a ters ters baktıktan sonra önüme döndüm. Gözlerim benden bağımsız bir şekilde etrafı tararken "Mert nerede?" diye sordum.

"Tuvalete gitti. Otoparkta buluşacağız, hadi yürüyün."

Kamer'le Feza bizi beklemeden amfinin çıkışına doğru ilerlemeye başlarken ayağa kalktım ve hala gözlerini açık tutmakta zorlanan Gökay'ın yanına gittim. Elimle kolunu iteleyip "Hadi yürü de gidelim," dediğimde kafasını yavaşça kaldırıp bana baktı.

"Ben burada mı kalsam acaba? Çok güzel uyunuyor burada, şimdi eve gidene kadar uykum kaçar benim."

Kaşlarım gözlerime doğru inerken "Mal mısın oğlum, kalk da gidelim işte ya," dedim onu ciddiye almayarak. İttirdiğim kolunu kendine doğru çekti ve "Üf, git başımdan Koray ya. Uykum var diyorum, uyuyacağım ben," diyerek kafasını masaya koydu.

"İyi be, senle mi uğraşacağım? Ne halin varsa gör," diye homurdandıktan sonra diğerlerinin peşine düştüm. Elimi ceketimin cebine götürerek telefonumu çıkardım ve saate baktım. Dörde geliyordu.

Tam bu sırada verdiğim bir söz düştü zihnimin kuytularına. Asel'e söz vermiştim. Dört buçukta kursta olmam ve onu alarak evlerine gidip prova yapmamız gerekiyordu.

Ayaklarım benden bağımsız bir şekilde hızlandığında Kamerlere yetişerek yanlarında yürümeye başladım.

"Ha işte ondan sonra da-"

Kamer, Feza'ya bir şeyler anlattığı sırada beni fark edince duraksadı ve gözlerini bana çevirdi.

"Gökay nerede?"

"Gelmedi, eve gidene kadar uykusu kaçarmış. Amfide kalıp uyuyacakmış."

"Geri zekâlı," diye homurdandı Feza. "Bu çocuk gerçekten geri zekâlı..."

"Bırakalım kalsın abi ya," diye söylendim. "Uğraştığımıza değmez."

Fezalar da bana hak verdiğinde Gökay'ı fakültede bırakarak otoparka geçtik. Ben Asel'in yanına geçeceğim için sabah kendi arabamla gelmiştim. Kamer de Gökay'la birlikte kendi arabasıyla gelmişti.

"Mert nerede kaldı abi ya?"

Kamer'in sorusunun ardından etrafımıza bakınırken Feza'nın telefonu öttü. Bakışlarımız ona kaydığında arka cebindeki telefonu çıkararak gelen mesaja baktı. Gözleri ekranda gezinirken kaşları hafifçe çatıldı.

"Mert'in işi çıkmış. Siz gidin, yazmış."

Benden önce davranan Kamer, "Ne işi çıkmış?" diye sordu.

Feza kafasını kaldırarak bize baktı ve omzunu silkti.

"Bilmiyorum ki, yazmamış."

"Arasana bir," dedim. "Merak ettim."

Feza, Mert'i aradıktan sonra telefonu kulağına götürdü ve beklemeye başladı. Kısa bir sürenin ardından telefonu indirerek "Çalıyor ama cevap vermiyor," dedi.

"Bak, ben de merak ettim şimdi," diyerek yanağını kaşıdı Kamer. "Birden çıkabilecek bir iş... Ne olabilir ki? Bu çocuk bizden bir şeyler mi gizliyor?"

Feza, bilmiyorum dercesine dudaklarını büzdü. "Ciddi bir şey olsaydı haberimiz olurdu bence."

"Feza haklı," diyerek başımı salladım. "Önemli olsaydı söylerdi mutlaka."

"İyi madem," diyerek onayladı beni Kamer. "Biz gidelim o zaman."

"Ben Asel'in yanına gideceğim. Prova yapacağız," diyerek araya girdim.

Dalga geçer sansam da anlayışla kafasını salladı Kamer. "Tamam, ben bırakırım Feza'yı."

"Tamam, abi. Görüşürüz o zaman."

Çocuklarla vedalaştıktan sonra arabama binerek yola koyuldum.

O günden sonra, yani onların düğün fotoğrafını gördüğüm günün sonunda yaptığım şeyden sonra benim için her şey değişmiş gibiydi. Sonuçta kendime gelme sürem birkaç saniye daha uzun olsaydı onu öpmüş olacaktım.

Dudaklarım, Asel'in dudaklarıyla mühürlenecekti.

Evet, yapmamıştım. İrademe sahip çıkmış ve bunun olmasına engel olmuştum lakin o anları asla unutamıyordum. Böylesine kendimi kaybetmeme neden olan şeyi hala anlayabilmiş değildim. Evet, o gün kafam iyi değildi. Evet, dalgındım. Evet, bir şeylerin farkına varamıyordum ama onu öpmeye kalkmam? Bu basite alınabilecek bir şey değildi benim için.

Oysa Asel için durum tam tersi vaziyetteydi. O günden sonra birkaç kez yan yana gelmiş ve prova yapmıştık. Buluşma zamanlarımız için telefonda konuşmuş, dans koreografisi hakkında mesajlaşıp durmuştuk ve o eski Asel'di. O günden sonra ne kendini geri çekmişti, ne de daha yakın olmuştu bana.

O aynıydı ama ben değildim.

İstemsizce geri çekmiştim kendimi. Adımlarımı düşünerek atıyor, ağzımdan çıkacak olan cümleleri zihnimde defalarca kez tartıyordum. Beni yanlış anlamasından ölesiye korkuyordum. Hele ki ona ümit vermekten... Bu en son isteyeceğim şey bile olmazdı. Olamazdı.

Dans provasındayken yanlışlıkla ona gereksiz bir temasta bulunmamak için kendimi öylesine kasıyordum ki, hareketleri yanlış yapıyordum. Üstelik bunun farkındaydı. Onunla aramda açtığım mesafenin, eskisi gibi espriler yaparak başını şişirmediğimin ve kendimi ondan sakındığımın fazlasıyla farkındaydı. Bunu biliyordum.

Tüm bunlara rağmen hiçbir şey yokmuş gibi davranmaya devam ediyordu ve bu canımı sıkıyordu.

Ne istediğimden asla emin değildim. Bana hesap sorsa ya da aynı benim gibi kendini geriye çekerek aramıza mesafe koysa daha mı iyi hissederdim?

Hayır, o zaman daha kötü olurdum. Bunun farkındaydım. O halde daha ne istiyordum?

Allah'tan, belamı...

Bugünkü dersimin ardından prova için sözleşmiştik ve kurs müsait olmadığı için onun evine gidecektik. Benim için problem değildi zira Gülsüm Teyze'yi o kurstakilerden çok daha fazla sevdiğim bir gerçekti. Üstelik dans odasının da benim için kurstaki salondan bir farkı yoktu. Küçüklüğü umurumda değildi zira zaten iki kişiydik.

Asel, okuldan direk onlara geçmemi söylediyse de kurs yolumun üzerinde olduğu için onu almak istemiştim. Saçma bir şekilde bunu ona borçluymuşum gibi hissediyordum.

Zihnimdeki düşünceler azalmak yerine birbirinin uçlarına kördüğümle bağlanarak daha da uzarken kursun olduğu sokağa girdim ve gözlerimi yol kenarlarında gezdirdikten sonra arabamı müsait bir yere park ettim. Arabadan inerek kapısını kilitledim ve anahtarı cebime atıp önünde Kuplay Dans Kursu yazan binaya doğru ilerledim. Gördüğüm isim aklıma buradaki dans hocasını getirdiğinde istemsizce yüzümü buruşturdum. O egolu heriften ciddi anlamda hiç hoşlanmamıştım.

Binanın önüne geldiğimde büyük demir kapının kapalı olduğunu fark ettim ve cebimdeki elimi çıkarıp uzanarak zile bastım. Elimi tekrar cebime yerleştirdikten birkaç saniye sonra kapı büyük bir gıcırtı eşliğinde açıldı ve geçen günkü sarışın kız karşımda belirdi.

Adı neydi?

Sanırım A'yla başlıyordu. Aslı? Asuman? Ayşe?

I-ıh, hatırlamıyordum. Lakin gözlerindeki ifadeye bakılırsa o beni hatırlamıştı.

"Oo, Asel'in yakışıklı partneri Koray... Hoş geldin."

Laubali tavrına yüzümü buruşturmak istesem de kendimi tuttum ve "Selam," dedim. "Asel içeride mi?"

Yüzündeki, beni gördüğü an oluşan sırıtış sönerken "Olmaz mı?" diye homurdandı. "İçeride Tan'la dans ediyor."

Tan'la dans ediyor demek, peki.

İçime çöreklenen kötü hislerden kendimi soyutlamak isterken "Geldiğimi Asel'e haber verir misin?" diye sordum. İçeri girip onları göresim gelmemişti. Her ne olursa olsun o uzun saçlı herifin benden daha iyi dans ettiği gerçeğini kabullenmek de görmek de istemiyordu canım.

"Niye ben çağırıyormuşum? Gel de kendin çağır, uşağın mı var?"

Kızın yaptığı ani çıkışa gözlerimi devirirken "Senle konuşanda kabahat," diye homurdandım ve yanından geçerek içeri doğru ilerlerken arkama bakmadan konuştum.

"Kapıyı yağlasan iyi olur, zira senden farkı yok. Değerli kulaklarımı rahatsız ediyor."

Arkamdaki adım seslerinin duraksadığını fark ettiğimde çaktırmadan sırıttım ve koridorda ilerlemeye devam ettim. Biraz sonra duyduğum yabancı müziğe doğru çevirdim yönümü. Dans ettikleri odanın önüne geldiğimde içime çöreklenen sıkıntıyı yok saymaya çalışarak derin bir nefes aldım ve içeri girdim.

Tam da tahmin ettiğim gibi, burun buruna dans ediyorlardı.

Bu görüntü ayaklarımın yere çakılmasına neden olurken usulca yutkundum. Vücudum gerilmişti ve bunun farkındaydım.

Adamın Asel'e olan bakışlarında bariz saf bir hayranlık ve tutku vardı. Buna yemin edebilirdim. Ancak Asel için aynı şeyi söylemezdim. Tüm dikkatinin hareketlerinde olduğu yüzündeki ciddi ifadeden belli oluyordu.

Hoca olacak denyo, kollarını sıkı denecek bir şekilde Asel'in ince beline sarmıştı. Asel'in bir eli adamın omzundayken, diğer eli koluna yerleşmişti. İleri geri gittikleri bir pozisyonun ardından Asel sağ bacağını kaldırarak adamınkine doladı ve adam onu birkaç kez döndürdü. Bu görüntü cebimde olmayan elimin yumruk olmasına neden olduğunda elimin üzerinde hafif bir dokunuş hissettim.

Kafamı hızla çevirerek elime baktığımda gördüğüm ojeli tırnakların sahibi o sarışın kızdan başkası değildi. Elimi hızla kendime çekerken "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diyerek sordum sertçe. Beni takmadı ve gülümsedi.

"Onu kıskanıyorsun."

Ağzım, beklemediğim bu yanıtla istemsizce açılırken "Hah," diye bir ses çıkardım. "Ne de güzel saçmalıyorsun öyle."

Gözlerini kısarak gözlerime baktı. Sanki istediği cevabı benden değil de gözlerimden alacakmış gibiydi.

Birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi neredeyse hiçe indirgediğinde "İnkâr etme," dedi. Bakışları hala gözlerimdeydi. "Onları yan yana görmek hoşuna gitmiyor. Bunu kabullenmek istemiyorsun belki ama emin ol vücut dilinden çok iyi anlaşılıyor."

Onu umursamıyormuş gibi görünmeye çalıştım. Dudaklarımı büzerek "Az daha saçmala," dedim. "Dinlemesi zevkli oluyor."

"Neyi dinlemesi zevkli oluyor?"

Kulaklarıma çarpan narin sesin sahibi karşımdaki kız değildi.

Kafamı çevirerek Asel'e baktığımda mavi harelerini yanımdaki sarışınla benim aramda gezdirdiğini gördüm. Asel'in hemen arkasında da Tan denen herif vardı ve dik dik suratıma bakıyordu.

Yüzüme nazar değdirmeseydi bari.

Birkaç adım gerileyerek sarışın kızla arama mesafe koyarken umursamazca omuz silktim. "Hiç, hiçbir şeyi."

Cevabımın üzerine yanımdaki kız dudaklarını gizli bir tebessümle kıvırdığında, Asel ona dik dik baktı. Kızı bu tavırları hoşuma gitmese de umursamayarak Asel'e baktım ve düz bir sesle "Gidelim mi artık?" diye sordum.

Mavilerini kızdan alarak bana baktı. Bakışları sanki bir şey anlamak istiyormuş gibi bir müddet yüzümde gezinse de aradığını bulamamış olacak ki usulca salladı kafasını. "Gidelim."

"Eşyalarını al da gel, burada bekliyorum seni."

Asel, kafasını bir kez daha salladıktan sonra sarışın kıza son kez baktı ve yanımızdan ayrıldı. Onun ardından diğer kız da gittiğinde Tan'la baş başa kalmıştık.

Aman ne heyecanlı (!)

Tan, bakışlarını bir saniye olsun yüzümden ayırmazken birkaç adım atarak dibimde durdu.

"Yine gelmişsin bakıyorum."

Kaşlarım, kurduğu cümlenin saçmalığıyla çatılırken "Evet, geldim," dedim başımı sallayarak. "Ve de gelmeye devam edeceğim. Bir sıkıntı mı var?"

Tek elini eşofmanının cebine yerleştirerek omuz silkti.

"Yo, ne sorun olabilir ki?"

Dudaklarımı büzerek başımı başka yere çevirdim. "Ben de öyle düşünmüştüm."

"Asel'e yetebildiğini düşünüyor musun?"

Sorusunu algılayabildiğimde yavaşça ona döndüm ve ciddi olup olmadığını yüzünden anlamaya çalıştım. Bakışları ne kadar ukala olduğunu bas bas bağırıyordu. Ama bilmediği bir şey vardı. Kendime olan güvenim haddinden de fazlaydı ve bunu göstermekten asla çekinmiyordum.

Dudaklarım alaylı bir ifadeyle kıvrılırken "Şu dünyada yetemeyeceğim şeyin olmadığını düşünüyorum," dedim ve ekledim. "Her anlamda."

Sözlerimin ardından bozulsa da bunu göstermemek için dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladı.

"Öz güveninin maşallahı var," dedikten sonra gözlerini gözlerime dikti. "Ama bu saçma öz güvenin seni yarışmanın birincisi yapmayacağını bilecek kadar akıllı olduğu umuyorum."

Sinirle dudaklarımı yaladım ve ona rahat olduğumu göstermek için boştaki elimi de cebime attım. Omuzlarımı hafifçe dikleştirdiğimde ona tepeden bakmaya hak kazanmıştım.

"Senin derdin ne?" diye sordum lafı gevelemeden. "Uzatmadan çıkarsana ağzındaki baklayı. Hayır, böyle boş boş konuşarak nereye varmaya çalışıyorsun, inan anlamıyorum."

Anlıyorum da, anlamak istemiyorum.

"İyi," diyerek tamamıyla bana döndü yüzünü. "Söyleyeyim o zaman. Benim derdim Asel. Oldu mu?"

Dilimi üst dişlerimin üzerinde gezdirirken boş boş baktım sıfatına. Elim kaşınıyordu. Yemin ederim elim kaşınıyordu ve ben bu kaşıntıyı onunla gidermek istiyordum.

Umursamaz bir yüz ifadesiyle kaşlarımı kaldırdım. "Cık, olmadı."

Onu alaya almam onu iyice delirtirken elini kaldırıp bana doğru uzattı. İşaret parmağını sol göğsümün birkaç milim uzağına sabitlerken "Hangi cehennemden çıktın bilmiyorum ama Asel'in aklını karıştırmana izin vermeyeceğim," diye sertçe konuştu. Siyah, kalın kaşları çatılmış, köşeli çenesi seğirmeye başlamıştı. "Bu zamana kadar yanında olan kişi bendim. Onunla ilgilenen bendim. Onu benden almana izin vermeyeceğim, anladın mı beni?"

İçimde kopan fırtınalarını ustaca saklamayı başarırken, aynı umursamazlıkla yüzüne bakmaya devam ettim.

"Kimsin ki sen?" diye sordum kafamı yana eğerek. "Basit bir dans hocasından fazlası olduğunu mu sanıyorsun?"

"Senin gözünde ne olduğum beni zerre ilgilendirmiyor," diye homurdandı. Alaylı bir gülüş dudaklarımı kıvırırken başımı doğrulttum.

"Ben Asel'deki yerini söylemiştim zaten. Yoksa benim için hiçten bir farkın yok."

Tan, tam anlamıyla dumura uğrarken ağzı şaşkınlıkla açılıp kapandı. Bir şeyler söylemeye çalışıyormuş da söylediklerimi hazmedememiş gibi duruyordu. Hak etmişti. Hem de fazlasıyla hak etmişti. O kim oluyordu da Asel'in üzerinde hak tayin edebiliyordu?

"Koray."

Kolumda hissettiğim dokunuşla birlikte yüzümü Tan'dan çekerek yanıma gelen Asel'e baktım. Bir eliyle çantasını taşırken diğer eliyle bana dokunuyordu. Bakışları, Tan'la aramda gezinirken kaşları çatılmıştı. Ne konuştuğumuzu merak eder gibi bir hali vardı.

Kolumdaki elini bileğinden yakalayarak sert olmayan bir şekilde tuttum ve Tan'ın gözlerinin içine bakarak konuştum.

"Hoşça kal, hoca."

Tan, gözle görülür bir sinirle bana bakarken ona ukala sırıtışımı gönderdim ve Asel'e döndüm.

"Hadi gidelim."

Asel, şaşkınca yüzüme bakmaya devam ederken başını salladı ve Tan'a döndü.

"Görüşürüz."

Asel'le birlikte hocanın yanından ayrılarak odadan çıktık ve binanın girişine doğru ilerlemeye başladık. Dudaklarımda engelleyemediğim alaylı bir sırıtış vardı.

"Niye gülüyorsun?"

Ses tonundaki merakı ve şaşkınlığı seçebiliyordum. Sırıtışımı bozmadan omuz silktim ve ona bakmadan cevap verdim.

"Hiç."

Kaşlarını çattığını ve bana dik dik baktığını hissedebiliyordum. Umursamadım.

"Tan'la ne konuşuyordunuz?"

Girerken kapalı olan demir kapının açık olmasının verdiği rahatlıkla yürümeye devam ederken tekrar omuz silktim. "Hiç... Öyle havadan, sudan."

Binadan çıktıktan sonra arabaya doğru ilerlerken hala tuttuğum bileğini kullanarak beni durdurdu. Ona doğru döndüğümde gözlerim tuttuğum bileğine kaydı ve parmaklarımı açarak bileğini serbest bıraktım. Bileğini tuttuğumu bile unutmuştum.

"Şey," diye mırıldandım gözlerimi mavilerine çevirirken. "Affedersin."

Bunu pek de umursamışa benzemiyordu ama harelerindeki soru işaretlerini görebiliyordum.

"Sen beni salak mı sanıyorsun?" diye sordu birden kaşlarını çatarak. Afalladım.

"Ne? Hayır, tabii ki, bu da nereden çıktı?"

İnce kaşlarını biraz daha çattı.

"Yanınıza geldiğimde Tan'ın suratı sinirden kızarmıştı ve sen alayla gülüyordun. Siz böyle mi havadan sudan konuşuyorsunuz?"

Kaşlarımı kaldırdım. Ben de bir şey oldu sanmıştım.

"Beni yine kendince gömmeye çalıştı," diyerek kafamı salladım ve dudaklarımı büzdüm. "Yarışmayı kazanacağımıza ihtimal bile vermiyor ve beni her gördüğünde yetersiz biri olduğumu söyleyip duruyor. Sence ben bu lafların altında kalacak bir adam mıyım? Tabii ki ağzının payını verdim ve o da karşımda kalakaldı."

Duraksayarak ellerimi iki yana açtım ve "İşte olan bu," dedim. Onunla olan kısımları bilerek atlamıştım. Zira beni yanlış anlamasını istemiyordum.

Yüzü asıldı ve hızla konuşmaya başladı.

"Sen yetersiz falan değilsin."

Güldüm. Bu, umursamaz bir gülüştü.

"Bunun zaten farkındayım ve onun dediklerini zerre umursamıyorum."

Tamam, belki biraz; çok çok az...

Kafasını sallayarak gözlerini benden kaçırdı ve mırıldandı. "Özür dilerim."

Kaşlarım anında çatılırken "Onun için özür mü diliyorsun?" diye sordum inanamayarak. "Bu çok saçma."

Mavilerini bana çevirdi. "Hayır, onun adına dilemiyorum. Seni onunla ve Alara'yla muhatap ettiğim için özür diliyorum. Sen bana büyük bir iyilik yapıyorsun ama benim yaptığım tek şey seni sinirlendirecek kişilerle bir araya getirmek."

Asel, sarışın kızın adının Alara olduğunu bana anımsattığında, pek de umursamadım. O kızın adı da dâhil olmak üzere hiçbir şeyi umurumda değildi.

Gözlerim kısılırken "Böyle düşünmen beni üzer," dedim. "Ne Tan denen herif ne de o kız umurumda bile değil. Bana söyledikleri şeyler de aynı şekilde. Umurumda olan tek şey sensin ve tabii bir de senin hayalin."

Sözlerimde samimiydim. Umursadığım tek şey Asel'di ve bu dolaylı yoldan hayallerini de umursamama neden oluyordu. Onun için dans etmeyi öğreniyor, onun için o yarışmayı kazanmak istiyordum. Tek derdim hayaline kavuşabilmesiydi. Tek derdim onu mutlu edebilmekti.

Gülümsedi. Bu küçük ama içten bir gülümsemeydi.

"Teşekkür ederim, gerçekten çok teşekkür ederim."

"Buna gerek yok ama için rahatlayacaksa rica ederim," diye mırıldandım ve etrafa bakındım. "Yolun ortasında dikilmek yerine gitsek mi artık? Gülsüm Teyze kesin geleceğimi bildiğinden harika yemekler yapmıştır ve benim karnım zil çalıyor."

Sözlerimin üzerine gözlerini devirdi ama gülümsemesi büyümüştü. En azından ip gibi dizilmiş beyaz dişlerini ucundan da olsa görebiliyordum.

"Rüşvetçi seni..."

Sırıttım ve ona çapkınca göz kırptım. Bunu bir anda içimden geldiği için yapmıştım, tıpkı eskiden olduğu gibi.

"Her şeyin bir karşılığı olmalı ama değil mi? Kursa da heykelimi diktireceksin, o yüzden sana yardım ettiğimi unutma."

Eskisi gibi rahat davranmama bir an şaşırsa da bozuntuya vermeyerek kafasını salladı ve "Sen iflah olmazsın," diyerek arkasını dönüp arabama doğru ilerledi. Birkaç saniye arkasından baktıktan sonra ilerleyerek yanına vardım ve arabamın yanına gittik.

Sanırım o yaptığım hatayı unutmamın ve eskisi gibi davranmamın zamanı gelmişti. Zira kendimi geri çekmenin ne bana ne de Asel'e faydası vardı.

Arabaya bindikten sonra Gülsüm Teyze'nin evine doğru yol aldık.

Birkaç dakika boyunca ikimiz de konuşmadan yolu izlerken Asel'in sesi arabadaki sessizliğin üzerine çığ misali düştü.

"Bir şey sorabilir miyim?"

Gözlerimi kısarak ona döndüm. Bana bakıyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım ve tekrar yola dönerken kafamı salladım.

"Tabii."

"Kurstayken," diye mırıldandı ve nasıl devam edeceğini bilmiyormuş gibi kısa bir süre duraksadı.

"Kurstayken," diyerek devam etmesini istedim.

"Yani," diyerek kafasını sağa çevirdi ve yola bakarak devam etti. "İlk geldiğin zaman Alara'yla ne konuşuyordunuz? Sanki bir ara elini tutuyormuş gibiydi."

Kaşlarım çatılırken "Elimi mi tutuyordu?" diye sordum.

"Tam tutmak değil aslında. Sadece onun elini, senin elinin üzerinde gördüm."

"Ha," dedim neyden bahsettiğini hatırlayarak. O sarışın kız, elini yumruk yaptığım elimin üzerine koyup Asel'i kıskandığımı ima etmişti.

Ama tabii ki bunu Asel'e söyleyemezdim.

Bakışlarım direksiyonu tutan ellerime kaydığında biraz düşündüm. Gözlerim, serçe parmağımın başlangıç yerindeki küçük yarayı bulduğunda rahatlayarak derin bir nefes verdim ve elimi direksiyondan kaldırarak ona doğru uzattım.

Yola bakmaya devam ederken "Şu serçe parmağımın oradaki yarayı görüyor musun?" diye sordum. Mavileri elimin üzerinde gezindikten sonra bir yere kilitlendi ve başını salladı.

"Gördüm."

"Hah, işte o da onu görmüş de merak etmiş ne olduğunu."

Birden elimin üzerinde bir baskı hissedince afallayarak ona döndüm. Elimi ince parmaklarıyla kavrayarak kucağına koydu ve eğilince önüne gelen kahverengi saç tutamlarını kulağının ardında iliştirdi. Daha sonra aynı eliyle uzanarak elimin üzerindeki ufak yarayı okşadı.

Bu, çok tuhaf hissettirmişti. Tarif edemeyeceğim kadar tuhaf.

Tuhaf ama güzel...

Bakışlarını elimden kaldırmadan sordu. "Ne oldu ki buraya?"

İşaret parmağını yaranın üzerinde bıraktığında yutkunarak yola baktım. Yağmurdan kaçayım derken doluya tutulmuştum zira yarasının mazisi hiç güzel değildi. O yaranın hatırlamak istemediğim zamanları hatırlatmaktan başka bir halta yaradığı yoktu.

"Yumruk atmıştım," diye mırıldandıktan sonra yutkundum. "Cama."

Bakışlarının bana döndüğünü hissetsem de ona bakmadım. Bakmak istemedim.

"Ne zaman?" diye sordu ve ekledi. "Ne zaman yumruk attın?"

Nefes alamadığımı hissederken derin nefesler aldım. Saklamanın manası yoktu. Söylemesem de tahmin edecekti.

"O zaman," diye mırıldandım sessizce. "İlk öğrendiğim zaman."

Duraksayarak başımı salladım ve gülmeye çalıştım. Lakin ne kadar başarılı olduğumdan emin değildim.

"Aslında çok daha büyüktü," diyerek devam ettim konuşmaya. "Zamanla o hale geldi. Muhtemelen birkaç sene sonra o da terk edecektir beni."

Elinin tekrar yaramın üstünde gezindiğini hissettim.

"Daha önce fark etmemiştim," dedi, kısık çıkan sesiyle.

Ona kısa bir bakış attığımda yaraya baktığını gördüm.

"Küçük ya, ondandır," diye mırıldandım. "Önemli değil zaten. Unutmak istediğim şeyleri hatırlatmaktan başka halta yaradığı yok."

Bir şey söylemediğinde tam elimi çekmek üzereydim ki hiç ummadığım bir şey yaptı.

Sıcacık dudaklarını elimde hissettim, tam yaramın üzerinde.

Tam anlamıyla feleğim şaşırırken, direksiyon hâkimiyetimi kaybetmemek için kendimi zorlamam gerekmişti.

"Ne kadar işe yarar bilmiyorum ama..." dedikten sonra içine derin bir nefes çektiğini işittim. "Belki artık yarayı görünce aklına başka şeyler gelir."

Ne diyeceğimi bilemedim. Konuşmaya kalksam saçmalayacağımdan adım kadar emindim. Bu yüzden dudaklarımı birbirine bastırmaktan başka bir şey yapmadım.

Zaten Asel de bir şey söylememi beklememiş, elimi kucağındaki çantasının üzerine bırakmıştı. Bunun üzerini elimi çekerek tekrar direksiyona yerleştirdim ve biraz önce dudaklarının değdiği yere baktım.

Yanıyordu. Yemin ederim, cayır cayır yanıyordu.

Ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım. Bunu niye yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Yalan söyleyemezdim. Şu an birçok şeyi aynı anda hissediyordum lakin asla kötü hissetmiyordum.

Arabanın içindeki oksijenin bana yetmediğini düşündüğüm sırada elim camın düğmesine gitti ve gözlerim o anda dışarıdaki pastaneye takıldı. Gülsüm Teyze'ye yine eli boş gitmek ayıp olurdu.

Camı yarıya indirdikten sonra yan yola saparak pastanenin olduğu sokağa girdim. Arabamı pastanenin önünde durdurduğumda Asel şaşkınca bana baktı.

"Niye durduk ki burada?"

Yola çıkmadan evvel taktığım emniyet kemerini çıkarırken "Gülsüm Teyze hangi tatlıyı seviyor?" diye sordum. Sorumun üzerine kaşları hafifçe çatılırken "Buna hiç gerek yok," dedi.

Gözlerimi kısarak ona baktım. Tuhaf bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.

"Buna sanırım ben karar verebilirim. Hem istemezsen yemezsin, zorlayan yok."

Asel, sözlerimin üzerine gözlerini devirerek önüne döndü ve bana bakmadan "Sütlaç seviyor," diye mırıldandı. Kafamı sallayarak kapımı açtıktan sonra arabadan çıktım. Kapıyı arkamdan kapatmak üzereyken kısa bir an duraksadım ve başımı eğerek Asel'e baktım.

"Sen neyi seviyorsun?"

Bakışları bana döndü ve "Sütlaç alman yeterli," dedi. Sıkkın bir ifadeyle oflayarak "Ya sen söylesene, kendime alacağım ben," dedim.

Mavilerini bir kez daha devirip "Kendin neyi seviyorsan onu alsana o zaman," diye homurdandı.

"En çok trileçeyi severim ama canım onu yemek istemiyor. Başka şeyler yemek istiyorum."

"İyi, trileçeden başka bir şey al o zaman."

Keçi inadı içimi çekmeme neden olurken "Asel," dedim baygın bir ses tonuyla. "Pastanedeki her şeyden almamı istemiyorsan sevdiğin tatlıyı söyle."

Gözleri şaşkınca büyürken, ciddi olup olmadığımı anlamak istercesine yüzümü taradı.

Ve ben ciddiydim.

Oflayarak "Kadayıf seviyorum," dedi ve ekledi. "Oldu mu?"

Sırıttım. "Oldu."

Arabanın kapısını kapattıktan sonra arkamı döndüm ve pastaneye doğru ilerlemeye başladım.

Pastaneden içeri girdikten sonra tatlıların olduğu tarafa doğru ilerledim ve sütlaçla kadayıf siparişi verdim. Pastanecinin hazırladığı poşetleri kavradıktan sonra ücretini ödedim ve pastaneden çıkarak arabama gittim. Poşetleri arabanın arka koltuğuna bıraktıktan sonra yerime geçtim ve arabayı çalıştırarak yola çıktım.

Kalan yaklaşık on dakikalık mesafede ikimizden de çıt çıkmamıştı. Benim aklım ne kadar umursamamaya çalışsam da elime kondurulan öpücükteydi. Asel'in düşüncelerininse nereye bağlı olduğunu bilmiyordum.

Gülsüm Teyze'nin evine vardığımızda, arabamı bahçe kapısının önüne park ettim. Arabadan inerek arkaya bıraktığım poşetleri aldıktan sonra arabayı kilitledim ve Asel'in peşinden yürümeye başladım.

İki katlı şirin ev, canlı rengiyle gözlerimi alırken bu evi sevdiğimin farkına vardım. Asel, demir kapıyı açarak kenarda bekleyince memnuniyetle içeri girip kapıyı kapatmasını izledim. Kapıyı kapattığında yanıma geldi ve Gülsüm Teyze'nin küçük taşlardan yaptığı yolda yürümeye başladık.

Evin kapısına vardığımızda Asel çantasından anahtarını çıkararak kapıyı açtı ve ayakkabılarını çıkararak içeri geçti. Ben de ayakkabılarımı çıkardıktan sonra içeri girdim ve "Gülsüm Anne! Biz geldik!" diyerek evi dolanmaya başlayan Asel'e bakarak kapıyı ayağımla kapattım.

Asel, Gülsüm Teyze'yi aşağıda bulamayınca merdivenlere yöneldi ve bana bakmadan konuşmaya başladı.

"Duymuyor herhalde, ben bir yukarıya bakayım. Sen elindekileri mutfağa koy, ben buzdolabına yerleştiririm."

Ayaklarım, aldığı komutla mutfağa ilerlerken "Sen işine bak," dedim. "Ben hallederim."

Mutfağa girdikten sonra gördüğüm masayla yüzümü kocaman bir gülümseme kaplarken buzdolabına doğru ilerledim ve poşetten çıkardığım tatlıları dolaba yerleştirdim. Yerleştirme işi bittiğinde dolabı kapatarak masanın yanına gittim ve Gülsüm Teyze'nin masasını ağzımdan su akıtmamaya çalışarak bir güzel süzdüm.

Bakışlarım orta boylu tencerenin içindeki sarmaları bulduğunda gözlerim sevinçle kocaman oldular. Elimi uzatarak tencerenin kapağını açacağım vakit tencerenin kenarındaki kâğıdı buldu gözlerim. Sarmayı ikinci plana atarak kâğıdı elime aldım ve üzerindeki eğri büğrü yazılmış yazıyı okumaya çalıştım.

Çocuklar, ben karşı komşuya kadar gidiyorum. Bu masayı sizin için hazırladım. Ben gelene kadar masadaki her şeyi silip süpürmüş olsanız iyi olur. Size afiyet olsun.

Son cümleyle yüzümdeki gülümseme büyürken Asel telaşla mutfağa girdi.

"Koray, Gülsüm Anne yok."

Elimi kaldırdım sorun yok dercesine.

"Not bırakmış, komşuya gitmiş."

Asel, elini kalbine götürerek derin bir nefes verdi.

"Oh, iyi bari. Bu kadın bir gün kalbime indirecek."

"Sakin ol," dedim bu kadar endişelenmesine bir anlam veremeyerek. "Haber vermeseydi de markete falan gitmiş olabilirdi."

Kafasını salladı.

"Tek başına bir yere gitmez o. Sadece arada karşı komşumuz olan Hanife Teyze'ye gider, o kadar. Onda da mutlaka haber verir."

"Anladım," diyerek kâğıdı ona uzattım. Asel, uzattığım kâğıdı parmaklarımızı temas ettirmeden aldı ve mavilerini kâğıdın üzerinde gezdirdi.

"Neyse, dediğini yaparak sofrayı silip süpürelim bari. Sonra gelip kızmasın," diyerek güldü ve kâğıdı masaya bıraktı.

"Olur ama önce ellerimi yıkasam iyi olacak," dedim.

"Lavabonun yerini biliyorsun."

Gülerek başımı salladım ve lavaboya gşderek elimi yıkayıp tekrar mutfağa geçtim. Asel, ben gelene kadar tabaklarımıza çorba koymuş; tenceredeki sarmaları da büyükçe bir tabağa boşaltmıştı.

Dört kişilik masanın bir yerine iliştiğimde, Asel de mutfak lavabosunda elini yıkayıp karşıma oturdu.

"E, o zaman afiyet olsun."

Çorbalarımızı içene kadar hiç konuşmadık. Buna gerek duymamıştım çünkü sabah kahvaltısıyla duruyordum ve çorba gerçekten çok lezzetliydi.

Çorbam bittiğinde Asel ayaklandı ve tabağıma uzandı. Elimi elinin üzerine koyarak "Ben hallederim," dedim. Gözleri birkaç saniye elinin üzerindeki elimde oyalansa da bakışlarını bana çevirdi ve "Saçmalama lütfen," diyerek tabağı aldı. "Misafirsen misafirliğini bilecek ve bir tarafının üzerinde oturacaksın."

Tabağımı alarak ocaktaki tencerelerin başına geçtiğinde arkasından şaşkınca bakmakla meşguldüm. Daha sonra dayanamayarak güldüm.

"Yemeğimi senin yedirmeni istesem?"

Tabağıma pilav koyarken omzunun üstünden bana baktı. Dudaklarında şaşkın bir gülümseme vardı. Çok sevimli görünüyordu.

"Abartmasan mı?"

İmayla tek kaşımı kaldırdım.

"Hani misafirdim?"

Pilavımın yanına köfte serpiştirirken "O da bir yere kadar," diye homurdandı. Gelip tabağımı önüme koyduğunda "Senin de bir lafın bir lafını tutmuyor," diye söylendim. Kendi tabağını alarak tekrar ocağın başına geçerken "Senin mi benim mi?" dedi. Sesi alaylı değildi.

Dayanamayarak "Nasıl yani?" diye sordum. Kendi tabağına da yemek doldurduktan sonra sessiz kalarak gelip karşıma oturdu. Masadaki kaşığını eline aldıktan sonra bana kısa bir bakış attı.

"Ne, nasıl yani?"

Kaşlarım usulca çatıldı.

"Yani ne demek istedin?" diye sordum. Kaşığını pilavına daldırırken omuz silkti. "Şakalaşmıyor muyduk? Dalga geçtim işte."

Hayır, geçmemişti. Bundan emindim ama üstelemedim. Çünkü içimden bir ses üstelediğim takdirde zararlı çıkacak kişinin ben olduğumu söylüyordu.

"İyi," dedim çatalımı alarak köfteme batırırken. "Dediğin gibi olsun."

Bu yemek bitene kadar aramızdaki son konuşma olmuştu. Gülsüm Teyze'yi utandırmamış ve ciddi anlamda her şeyi silip süpürmüştük.

Elimi hafifçe çıkan göbeğime koyarak arkama yaslandım ve gözlerimi Asel'e çevirdim.

"Gülsüm Teyze'nin ellerine sağlık, her şey çok güzel olmuş."

"Afiyet olsun," diyerek gülümsedi ve ekledi. "Sarmayı ben sarmıştım."

Dudaklarım beğeniyle bükülürken "Vay," dedim. "Hem lezzetli hem de serçe parmağım kadardılar. Senin de ellerine sağlık o zaman."

Gülümsemesi büyüdü. "Beğenmene sevindim. Tekrar afiyet olsun."

Gözlerim boş masada gezinirken "Yalnız her şeyi silip süpürdük. İnşallah kadıncağız aç değildir," diye mırıldandım.

"Merak etme," diyerek ayağa kalktı ve masadaki boşları toplamaya başladı. "Yemek yemeden gitmiş bile olsa Hanife Teyze onu doyurmuştur. Eve gelince de aç kalmaz, çünkü kendine bir şeyler ayırıp buzdolabına koyma gibi bir alışkanlığı var."

Gülerek başımı salladım. "Güzel bir alışkanlık, kadına yemek bırakmıyorsan demek..."

Gözlerini devirdi ve elindekilerle tezgâha doğru ilerledi.

"Herkesi kendinle karıştırmasan mı?"

Sandalyeden kalkarak masadaki diğer boşları toplayıp tezgâha götürdüm. "Sen benim çok yemek yediğimi falan mı sanıyorsun? Tamam, yemek yemeyi severim ama sen yemek canavarı görmemişsin."

Bir an duraksadım ve başımı kaldırıp ona baktım. Beni izliyordu.

"Sahi, sen Mert'le tanışmadın değil mi?"

Başını salladı iki yana.

"Gökay ve Kamer'i gördüm sadece."

"Belli. Tanışmış olsan bana bir şey diyemezdin çünkü."

Güldü. "O kadar mı kötü?"

"Kötü yanında halt etmiş bak, o derece yani."

Boşları suya tutmaya başladığında önümdeki bulaşık makinesini açtım ve sudan geçirdiği bulaşıkları koyduğu yerden alarak makineye dizmeye başladım. İlkten itiraz etmeye çalışınca onu umursamadım ve işimi yapmaya devam ettim. Bulaşıkları elimde yıkamıyordum ya.

Suya tuttuğu tabak çanakları tezgâha koymak yerine direk bana uzatmaya başladıktan sonra "Arkadaşlarına çok değer veriyorsun," diye mırıldandı.

"Çok," diyerek onayladım onu.

Musluğu kapatarak ellerini tezgâha yasladı ve bana döndü.

"Bir şey sorabilir miyim?"

Kafamı salladım. "Tabii."

"İstersen cevap vermeye de bilirsin. Sadece... Merak ettiğim için soracağım."

Kaşlarım usulca çatılırken ne soracağını merak etmeye başlamıştım.

"Tamam, sor bakalım."

"Üniversiteye başladığında, yani işte arkadaşlarınla tanıştığın zamanlarda onlara güvenmekte sorun çektin mi?"

Duraksadım. Bulaşıkları makineye doldururken hafifçe eğildiğim için doğruldum ve kalçamı arkamdaki tezgâha yasladım. İçime derin bir nefes çekerken gözlerimi mutfağın küçük penceresine çevirdim.

"Zor olmuştu," diyerek başımı salladım. "Yediğim o kazıktan sonra dost edinmeye bile korkar olmuştum. Çocukluk arkadaşımın beni sırtımdan bıçaklaması..." Duraksayarak ona döndüm ve dikkatle beni inceleyen mavilerinin en içine baktım. "İnsanlardan çekinmeme neden olmuştu. Arkadaş edinmeye korkar olmuştum. Daha doğrusu ihtiyaç duymuyordum."

"İyi ama o zaman onlarla nasıl tanıştın?"

Dudaklarıma küçük bir tebessüm bulaşırken "Ben tanışmadım ki, onlar beni buldu," dedim.

Kaşlarını kaldırdı. "Nasıl yani?"

Kollarımı göğsümde kavuştururken "Okulun ilk günü," diye başladım anlatmaya. "Banklardan birine oturmuş, etrafımı süzüyordum. Öylesine çevreyi izleyip duruyordum. Sonra gözlerimin önünde bir şey oldu."

Merakla sordu. "Ne oldu?"

"Bizim okulun giriş kapısının önünde büyükçe bir ağaç var. Salak Gökay ağacın üzerindeymiş."

Gözleri şaşkınca büyüdü. "Ne işi varmış ki ağacın tepesinde?"

Omzumu silktim. "Bilmiyorum ki. Yani o gün onları uzaktan izlediğim için bilmiyordum. Tanıştıktan sonra da sormadım."

"Ee, sonra ne oldu?" diye sordu merakla.

"Ben okula girenlere bakmaya başladığım sırada kapıdan içeri Mert girdi. Girmesiyle de yere yapışması bir oldu tabii."

Dayanamayarak güldüm. O görüntüyü asla unutamayacaktım.

"Nasıl yani?" diye sordu.

"Gökay, ağaçtan düşüp Mert'in üzerine kondu."

Dediklerimi sindirmek için birkaç saniye bekledikten sonra kahkaha attı.

"İnanamıyorum... İlkokulda düştü desen neyse diyeceğim de, üniversitede olmuş olması..."

"Gökay'ın zekâ seviyesi zaten ilkokul düzeyinde, şaşırmana gerek yok," dedim başımı sallayarak. Gülmeye devam etti.

"Ama asıl sorunun olayların burada bitmemiş olması."

Gözlerini büyüttü. "Sonra ne oldu?"

Sırıttım. "Gökay'la Mert yerde sürünmeye devam ederken, okulun kapısından Kamer girdi. Elindeki telefonuyla ilgilendiği için onları fark etmeyip ayağı Gökay'ın bacağına takıldı ve o da kaderine razı gelip üzerlerine düştü."

Asel daha gülmeye başlarken "Baya düşüşlü bir tanışma olmuş," diye mırıldandı. Başımı salladım.

"Aynen öyle. Oturduğum bankta bir müddet onları izleyip kendi kendime gülmüştüm. Sonra ilk derse girdiğimde bir de baktım üçüyle aynı bölümdeyim."

"Müthiş denk gelmiş," diye mırıldandı. "Bunun karşısında tesadüfün bile başı önüne eğilir."

Güldüm. "Haklısın."

Asel musluğu açarak tekrar bulaşıkları sudan geçirmeye başladığında eski pozisyonumu alarak uzattığı bulaşıkları makineye yerleştirdim.

Yaklaşık on dakikanın ardından mutfağı toplayarak Asel'in dans odasına geçtik. Üzerimdeki ceketi çıkararak bir köşeye bıraktığımda Asel üzerimi inceledi. Siyah bir kot pantolonla, koyu yeşil bir tişört vardı üzerimde.

"Eşofman getirmedin mi?"

Omzumu silktim. "Bilerek almadım. Pantolonla da rahat hareket edebiliyorum. Alışkanlık olmuş."

Birçok kez pantolonla maç yaptığımdan ya da koşuya çıktığımdan cidden alışkanlık olmuştu. Evet, eşofman tabii ki daha rahattı ama pantolon da rahatsız etmiyordu.

"İyi, sen bilirsin," diyerek bileğindeki tokayla saçlarını tepesinde topuz yaptı. "Başlayalım o zaman."

Cebimdeki telefonu çıkararak ceketimin üzerine bıraktım ve "Tamam," diyerek onu onayladım. Bugün, özellikle kurstan çıktıktan sonra eskisi gibi davranmaya başlamıştık. Gerçi Asel hep öyle davranmaya çalışıyordu ama ben buna engel oluyordum.

Oysa şimdi o günü aşmışım gibi hissediyordum. Evet, bu mümkündü. Asel'le iki yakın arkadaş olabilir ve eğlenceli vakit geçirebilirdik. Bir anlık kafa karışıklığımın bunu engellemesine izin vermeyecektim.

Asel, telefonundan dans müziğimizi başlattığında karşı karşıya gelerek pozisyon aldık.

Dans etmeye başladığımızda yaşananları aklımdan çıkararak rahat olmaya çalışıyordum. Yakın pozisyonlarda aklıma başka şeyleri getirmemek için üstün bir çaba sarf etmem gerekiyordu ama bunu başarıyor gibiydim.

O günkü anlık bir hataydı. Bundan ötesi değildi, olamaz da.

Aklımdan sürekli bunu geçirdiğim sıra dikkatsizliğime geldi ve elimi uzatarak Asel'i yakalamam gereken bir yerde hareket etmedim. Asel'in bana doğru uzattığı el boşluğa geldiğindeyse dengesini kaybetti.

Tam yüz üstü yere yapışacağı anda telaşla uzanarak belini kavradım ve onu kendime doğru çektim.

Lakin bu yaptığım pahalıya mal olmuştu.

Asel, onu hızla kendime çekmem sonucu göğsüme kapandığında yüzü tam olarak yüzüme denk geldi. Tıpkı o araba kenarında olduğumuz gibi burun buruna geldiğimizde gözlerimi mavilerinden ayırmadan usulca yutkundum. Bu kadar zor olmamalıydı. Önceki provalarda da böyle pozisyonlara girebiliyorduk sonuçta, o günü hatırlamamalıydım.

Hatırlamamalıydım.

Hatırlamamalıydım.

Dizlerimin fermanı çekilmiş gibiydi. Ne geri gidebiliyor ne de onu itebiliyordum. Öylece o güzel yüzünü seyrederken zihnimde ağır bir münakaşa dönüyordu. Hislerim birbirleriyle çarpışıyor lakin bir sonuca varmak şöyle dursun, elimden tuttukları gibi beni bataklığa sürüklüyorlardı.

Çırpınıyordum ama dışarı çıkamıyordum.

Lakin çıkmam lazımdı. Bu saçma düşüncelerden sıyrılmam ve battığım yerden çıkmam şarttı.

Ben kendimle mücadele içindeyken Asel de anlam veremediğim bakışlarını gözlerimden bir an olsun ayırmıyordu. Niye öyle bakıyordu bilmiyordum. Sanki kafası soru işaretleriyle doluydu ve aradığı cevabı yalnızca gözlerimden alabilecekmiş gibiydi.

Aradan ne kadar süre geçtiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu. O durumda ne kadar kaldığımızı inanın bilmiyordum. Saniyeler, belki de dakikalar boyunca kokusunu derinden duyabileceğim bir pozisyonda kalmıştık.

Sonra mı?

Asel geri çekildi. Benim kendimde olmadığımı fark etmiş olacak ki, gerileyerek bana dokunan ellerini benden uzaklaştırdı. Gözlerim ondan ayrılıp aramızdaki birkaç adımlık mesafeye inerken "Pardon," diye mırıldandım zar zor çıkarabildiğim sesimle. "Bir an bocaladım."

"Önemli değil," diyerek kafasını salladığında tekrar mavilerini buldu harelerim. Bir tuhaf bakıyordu. "Baştan alalım ama önce bir su içip geleceğim. Sen de ister misin?"

Kafamı salladım.

"Yok, sağ ol."

Asel, bir kez daha başını sallayarak odadan çıktığında karşımdaki aynadan kendime baktım. Afallamış görünüyordum. Bana ne oluyordu? Neden böyle tuhaf hissediyordum? Neden aklımdaki düşüncelerden kaçmak istiyor ama bunu bir türlü başaramıyordum?

Ondan... Etkileniyor olabilir miydim?

Bu düşünce ansızın zihnime düşüverdiğinde, sol yanımda bir ağırlık hissettim. Anlamlandırmakta zorluk çektiğim bir ağırlık.

Birkaç adım atarak aynaya yaklaştım ve gözlerimin tam içine baktım.

Uzun zaman olmuştu birinin kokusunu beğenmeyeli. Uzun zaman olmuştu yüreğimde iyi ya da kötü bir şeyler hissetmeyeli. İhanete uğradığımdan beri kendimi nasıl soyutladıysam, kimseye farklı şeyler hissedemez olmuştum. Gerçi bunu istemiyordum da. Çünkü varlığını görmezden geldiğim büyük bir güven sorunum vardı.

En sevdiklerin tarafından yara almak kolay değildi. Zamanın bile zor dayandığını bir acıydı bu. Sevmiştim, kendimden çok sevmiştim ve aldatılmıştım. Bunlar söylendiği kadar kolay değildi kesinlikle. Açtığı yara, hissettirdiği tüm o acı şeyler çok, çok ağırdı. Ve ben ister istemez uzaklaşmıştım.

Sevmekten de, güvenmekten de.

Ama şimdi çok farklı hissediyordum kendimi. Asel'in yanındayken rahattım, kendimdim ama bundan da önemlisi iyiydim. Gerçekten iyiydim.

Tuhaf bir şekilde bana iyi geliyordu. Onunla dans etmek, şakalaşmak ve hatta yarışmak bile beni mutlu ediyordu. Ona güveniyordum da. Bunu inkâr edemezdim.

Ama hislerimden de emin değildim. Sonuçta tanışalı daha ne kadar olmuştu ki? Bu kadar kısa bir süre zarfında ona nasıl güvenebilmiştim? Başından geçenler miydi, beni ona bağlayan? Yoksa bana hissettirdikleri miydi?

Ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Şu an sanırım istemsizce ona çekildiğimin farkına varmıştım ve bu beni şaşırtmamıştı bile. Sanki biliyordum.

Biliyordum da kendimden saklıyordum...

Peki ya ona yaklaşmalı mıydım, yoksa uzaklaşmalı mı?

İşte bunu bilmiyordum.

"Evet, baştan başlayalım mı?"

Duyduğum narin ses beni düşüncelerimin arasından çekip aldığında aynadan ağrı onu buldu gözlerim. Giderken ki halinden eser yoktu. O şaşkın, afallamış hali gitmiş; yerine her zamanki Asel gelmişti.

Bilerek mi yapıyordu? O da kendini benden mi sakınıyordu?

Kafamı salladım usulca.

"Olur, başlayalım."

Düşünecektim. Düşünecek ve bir karara varacaktım ama şimdi değil. Şimdi verdiğim sözü yerine getirmem gerekiyordu. Şimdi ona iyi bir dans partneri olmam gerekiyordu.

[Mert'ten]

İhanet.

Altı harften oluşan tek bir kelime...

Elimi kolumu bağlayan, ne hissedeceğimi şaşırtan, zihnimin kuytularında kendine yer açmaya çalışan uğursuz bir kelime...

Adımlarım yere sert basıyordu, tıpkı kalbimin göğüs kafesime yaptığı baskı gibi. Kız, çöktüğü yerden kalkmayarak ağlamaya devam ederken hızlı adımlarla ona doğru yürüyordum.

Hissedebiliyordum. Biraz sonra duyacağım şeylerle yıkılacağımı ve Beril için olan duygularımın üzerine koca bir acıyı yükleyeceğimi hissedebiliyordum.

Adımlarım, kızın tam önünde duraksadığında bakışları ayakkabılarımı buldu. Duraksadı. Az önce ağlarken sarsılan omuzları gerildi. Yere temas eden ellerinin titrediğini görebiliyordum.

Lakin tüm bunlar beni zerre alakadar etmiyordu. Bencilceydi belki ama aklım da fikrim de Beril'deydi şu an.

Zaten sevmek, biraz da bencil olmak değil miydi?

Ayakkabılarımda olan bakışları bacaklarımdan yukarı tırmanmaya başladığında, sabırla göz göze gelmeyi bekledim. Sanki bunu biliyormuşçasına başını kaldırmak için hiç acele etmedi. Ben de beklemeye devam ettim. Bakışlarında, o iğrenç duyguyu görebilmek için bekledim.

Ve gözlerimiz buluştu.

Güneşin alnında iyice belli olan kahverengi hareleri beni görünce dehşetle büyüdü. Kaşları havalandı, olanları anlamlandırmakta zorluk çekiyormuşçasına yutkundu.

Hâlbuki burada olan biteni anlamlandıramayan, anlamlandırmak istemeyen tek kişi bendim. O değildi.

Titremesini durduramadığı dudaklarını aralayarak sordu. "Senin ne işin var burada?"

Kendimden emin bir bakış attım ona. "Bunu sorması gereken kişi ben değil miyim?"

Bakışları bir müddet yüzümde gezindikten sonra yere çevrildi.

"Ağladığımı gördüğün için mi geldin?"

Yutkundum.

"Hayır, en yakın arkadaşının sevgilisini öptüğünü gördüğüm için geldim."

Bakışları hızla beni bulduğunda gördüğüm tek şey saf bir korkuydu.

Ellerini telaşla yüzüne götürdükten sonra gelişigüzel kuruladı yüzünü.

"Neden bahsediyorsun sen?" diye sordu, zar zor duyduğum bir ses tonuyla. Kaşlarım çatıldı.

"Aptala yatma," dedim dişlerimi birbirine bastırarak. "Neyden bahsettiğimi bal gibi biliyorsun ve anlatacaksın. Duydun mu beni? Beril'in arkasından çevirdiğiniz bütün her şeyi bir bir anlatacaksın!"

Sesim, mani olamadığım bir şekilde yükseldiğinde irkildi. Bu, umurumda bile olmadı.

Bakışları tekrar yere kaydı. Yerdeki ellerinden destek alarak doğruldu ve yavaşça ayağa kalktı. Yüzüme bakmadan arkasını dönerek biraz evvel oturduğu banka doğru ilerledi.

"Anlatacak bir şey yok. Git başımdan."

Ağzım şaşkınlıkla açılıp kapanırken kendime engel olamadım ve birkaç adımda ona yetişerek kolundan tuttuğum gibi onu kendime çevirdim.

"Eğer şu an Beril'i arayıp onu aldattığınızı söylememi istemiyorsan anlatırsın. Duydun mu beni? Bununla da kalmam; seni de, o Eray denen puştu da gebertirim. İnan bana yaparım."

Bakışları tuttuğum koluna kaydığında "Canımı acıtıyorsun," dedi. Yalan söylüyordu. Acıtacak kadar sert tutmadığımın gayet de farkındaydım.

"Gerçekten canını acıtmamı istemiyorsan konuş!" diye bağırdım. "Kendimi kaybetmeden evvel konuşsan iyi edersin, yoksa karışmam."

Dolu gözlerinden yanaklarına yaşlar inerken bir müddet yüzümü inceledi ve fısıldayarak sordu.

"Neden görmemiş gibi yapmayı denemiyorsun?"

Gözlerimin karardığına yemin edebilirdim.

"Ben sizin gibi şerefsiz miyim? O kızı kullanmanıza izin verir miyim?!"

Birden hiç beklemediğim bir şey yaptı. Tuttuğum kolunu hızla çekerken "Burada kullanılan tek kişi benim!" diye bağırdı. "Duydun mu beni? Bu saçma hikâyede kullanılan da harcanan da yalnızca benim! Onca şeye göğüs gerdikten sonra bir paçavra gibi kenara atılan benim!"

İtiraf etmem gerekirse dedikleri aklımı karıştırmış ve beni bir hayli şaşırtmıştı ama bunu ona belli etmedim ve sertçe sordum. "Ne saçmalıyorsun?"

Güldü. Ama acıyla gelen gülümsemelerdendi bu.

"Tabii ya," dedi başını sallayarak. "Zaten hep ben saçmalarım. Benden başka herkes mantıklı konuşur ama ben hep saçmalarım!"

Bir elimi belime, diğerini de burun kemerime koyduktan sonra sakin kalabilmek adına derin nefesler çektim içime. Az bir şey sakinleştiğimde burun kemerimdeki elimi çekerek bankı gösterdim.

"Şuraya otur ve her şeyi baştan anlat. Hiçbir şeyi atlamadan sadece doğruları anlat!"

Bana dik dik baktı. "Biliyor musun? Bunu yapmak zorunda değilim." Duraksayarak başını salladı. "Ama yapacağım. Çünkü senelerdir tüm acıyı ben çekiyorum ve bundan artık sıkıldım. Yoruldum." Sesi kısıldı. "Çok yoruldum."

İlerleyerek bankın ucuna oturduğunda dirseklerini diz kapağına yasladı ve başını ellerinin içine aldı. Ben, olduğum yerde dikilmeye devam edince kafasını kaldırmadan "Otur," dedi. Dediğini yaptım ve gidip bankın diğer ucuna usulca yerleştim. Bunu yapmamın tek bir sebebi vardı, o da duyacağım şeylerin ardından ayakta durmakta zorluk çekeceğimi bilmem.

Yanına oturduğumda derince soluduğunu fark ettim. Konuşmak için güç toplamaya çalışır gibi bir hali vardı.

Ve sonra kafasını kaldırmadan konuşmaya başladı.

"Eray'la liseye başladığımda tanıştım. İlk önce arkadaş olduk sonra ise şimdikilerin tabiriyle kanka. İyi anlaşıyorduk. Düşüncelerimiz uyuşuyordu ve bu bizim daha yakın olmamızı sağlıyordu. Bir zaman sonra öyle bir hale geldik ki yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmemeye başladı."

Sustu. Yutkunduğunu işittim. Başını ellerinin arasından çekip bana bir an olsun bakmadan denize döndü ve devam etti anlatmaya.

"O bana karşı hep bir arkadaş edasıyla yaklaştı. Kardeşi olarak gördü beni. Benim duygularım ise zamanla değişti. İlk önce ben de ona arkadaş gözüyle bakıyordum. Başka türlüsü aklımın ucundan bile geçmiyordu ama sonra ne olduysa hislerim değişmeye başladı. Onu artık arkadaşım olarak göremiyordum. Bana erkek arkadaşlarına davrandığı gibi davrandığında bozuluyordum."

Tekrar duraksadı ve başını salladı usulca.

"Aslında ilk zamanlar bunu kendime yediremeyip saçmaladığımı düşünmüştüm. Ona fazla değer verdiğim için böyle hissediyorum diyordum ama zamanla ondan hoşlandığımı kabullenmek zorunda kaldım. Kabullendim kabullenmesine ama ne yapacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu. Eray'ın bana başka türlü şeyler hissetmediğine emindim ve ona açılırsam ne tepki vereceğini kestiremiyordum. Benden uzaklaşma ihtimali gözümü korkutuyor ve ona açılmamı engelliyordu. Sırf onu yakınımda tutabilmek için hep içimde tuttum sevgimi. İçim acıya acıya bana kız kardeşiymişim gibi davranmasına katlandım."

Gözlerini kapatarak sırtını banka yasladı. Bakışlarımı kaçırmadan onu izliyor ve anlattıklarını hazmetmeye çalışıyordum. Derince iç çekti ve devam etti konuşmaya.

"Eray, lisedeyken de şimdiki kadar yakışıklıydı ve bu, onu okuldaki kızların gözdesi yapıyordu. Biraz da çapkındı. Kızlara yüz verirdi. Sık sık sevgili değiştirip dururdu. Bense beni öldürecek raddeye gelen kıskançlığımı yatıştırmaya çalışır dururdum. Kızların kalıcı olmadığını söyleyerek kendimi sakinleştirmeye çalışırdım ki öyleydi de. Öyle gerçekten sevdiği biri olsaydı söylerdi bana. Oysa o takılmak ve eğlenmek için çıkıyordu kızlarla, biliyordum."

Bir kez daha sustu ve gözlerini açıp uzun sayılabilecek bir müddet önümüzdeki manzarayı izledi. Konuşmak için kendini zorladığının farkındaydım ve her duraksadığında bir sonraki konuşma için kendini hazırladığını anladığım için tekrar anlatmaya başlamasını sessizce bekliyordum.

Lakin bu sefer biraz fazla duraksamıştı. Bu yüzden bir şey deme ihtiyacı duydum ve "Sonra?" diye mırıldandım. Sesim onu irkilttiğinde daldığının farkına vardım.

Birkaç saniyenin ardından kafasını yavaşça bana çevirdi ve gözlerimin içine bakarak dudaklarını kıvırdı. Alaylı bir kıvırıştı bu; fazlasıyla acı barındıran bir kıvırış.

"Sonra... Lise sonda sınıfımıza yeni bir kız geldi."

Dudaklarındaki alaylı gülümseme büyüdüğünde kimden bahsettiğini anlamıştım.

"Beril?" dedim sorarcasına. Sırf konuşmuş olmak için sormuştum.

Hüma içini çekerek kafasını salladıktan sonra tekrar önüne döndü ve gözlerini mavi semaya dikerek anlatmaya devam etti.

"Beril... Çok güzel bir kız. Doğal kızıl saçlar, estetikçilerin elinden çıkmış gibi görünen muhteşem bir burun, ela gözler, kocaman gamzeler ve muhteşem bir fizik... Allah bazılarını gerçekten özene bezene yaratıyor."

Alaylı bir kıkırtı çıktı dudaklarının arasından. Duyduğum sesteki acıyı en derinden hissettim.

"Sınıftaki çoğu çocuk gibi Eray da daha onu ilk görüşünde etkilenmişti. Bunu, Beril'e olan bakışlarından anlamak öyle kolaydı ki. O an anlamıştım. Eray'ın sıradaki hedefinin yeni kız olduğunu anlamıştım."

Kafasını omzuna doğru eğdi ve bakışları beni buldu.

"Sonra tabii ki her şey aynı tahmin ettiğim gibi oldu. Eray birkaç ay Beril'i etkilemek için uğraştı. Eh, Beril de Eray'ın yakışıklılığına ve sempatik tavırlarına kapıldı tabii. Sonra da tahmin edeceğin üzere çıkmaya başladılar."

Doğruldu. Gözleri kızarmıştı ve hala doluydu. Konuştukça ufak damlalar yanakları boyunca süzülüyordu ama bunu umursuyor gibi durmuyordu.

"Beril'in, okula yeni geldiği için pek arkadaşı yoktu. Eray da beni ona en yakın arkadaşı olarak tanıtmıştı. Eray'ın yanındaki bütün kızlardan ettiğim gibi Beril'den de içten içe nefret ediyordum ama bunu tabii ki belli etmiyordum. İçim acırken gülümsemeyi Eray sayesinde çok iyi öğrenmiştim."

Araya girme ihtiyacı hissettim.

"Anlamadığım bir yer var," diye mırıldandım. "O gün hastanede seni onun en yakın arkadaşı olarak tanıtmıştı bana, Eray itinin değil."

Alayla kıvrıldı dudakları.

"O öyle sanıyor," dedi ve iç çekti bilmem kaçıncı kez. "Sürekli onlarla birlikte olduğum için Eray'dan sonra en çok vakit geçirdiği kişi ben olmuştum. Eh, dolayısıyla da en yakın arkadaşı. Ona olan nefretim günden güne büyüyordu ama bunu ona belli etmiyordum. Eray'ın önceki sevgililerinde olduğu gibi Beril'den de sıkılacağı günü iple çekerek her gün rol yapıyordum."

Kendimi tutamadım ve yüzümü buruşturdum. "Bu çok adice."

Gocunmadı, bozulmadı. Alayla gülmeye devam etti. "Farkında değil miyim sanıyorsun? Ama elimde değil. Sevdiğim adamla birlikte olan birini nasıl sevebilirim? Hadi beni geç, bunu yapabilecek bir insan evladı var mı sence?"

Doğruyu söylemek gerekirse sanmıyordum. En basitinden kendimi örnek verirsem, Eray itinden en başından beri rahatsız oluyor; tüm bunları bilmeden önce sebepsizce nefret ediyordum ondan.

Ama bu onu haklı çıkarmazdı. Çıkaramazdı.

"Lafı çevirme de devam et," diye homurdandım. Umursamayarak omuz silkti ve konuşmaya devam etti.

"Zaman geçti. Onlar çıkmaya başlayalı aylar olmuştu ama Eray ondan bir türlü kopmuyordu. Hatta önceki kızlara nazaran Beril'e karşı çok daha ilgiliydi ve bu beni ölümüne korkutuyordu. En sonunda korktuğum başıma geldi ve Eray da Beril'e âşık oldu," deyip derin bir nefes çekti içine. Beni buldu gözleri. Yanakları yaşlarla çevrilmişti. Acıyla gülümsedi.

"Bundan daha acı olan ne biliyor musun? Eray, Beril'e âşık olduğunu ondan önce bana söyledi. O gün... O gün hayatım boyunca yaşadığım en kötü gündü ve tabii yaşayacağım diğer kötü günlerin başlangıcı.

Okul bitine kadar onların vıcık vıcık aşklarını izlemekten başka bir şey gelmedi elimden. Eray'ın gün geçtikçe Beril'e daha çok bağlanması beni mahvediyordu. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Ne ondan vazgeçebiliyordum ne de sevgimi belirtecek bir harekette bulunabiliyordum ve tüm bunlar yetmiyormuş gibi ikisinin de hayatında en yakın arkadaş pozisyonuna gelmiştim. O haldeyken akıl sağlığımı korumayı nasıl başardığımı inan bilmiyorum."

Onun kadar olmasa da tüm bunları duymak benim canımı da acıtıyordu. Beril'in o herife olan bağlılığını duymak, sol yanıma yumruk yemiş gibi hissetmeme sebebiyet veriyordu. Zordu. Dinlemesi bile çok zordu.

"Sonra," diye devam etti konuşmasına. "Okulun sonlarına doğru aralarına bir soğukluk girdi. Dediğim gibi, Eray Beril'e âşıktı ve ona hiç kimseye olmadığı kadar çok bağlıydı ama popüler bir çocuktu ve çevresi oldukça genişti. Beril de zamanla onu kıskanmaya başlamıştı. Aslında bu benim için tuhaf değildi. Onun yerinde ben olsaydım ben de kıskanırdım ki, kıskanıyordum zaten. Sadece hakkım olmadığı için kıskandığımı belli edemiyordum.

Eray, beni yakın arkadaşı olarak gördüğü için hiçbir şeyini saklamazdı benden. Bu yüzden Beril'e karşı hissettiği şeyleri gelip bana anlatıyordu. Benim aksime Beril'i haklı bulmuyor ve onun bu tavırlarından sıkıldığını söylüyordu bana. Beril'in kıskançlıkları onu giderek bunaltmaya başlamıştı ve Eray tabiri caizse kaçacak yer arıyordu."

Olayların başladığı yere geldiğimizi hissedebiliyordum. Gözlerim kucağımda ne zaman yumruk haline getirdiğimi bilmediğim elime kaydığında sessizce dinlemeye devam ettim.

"Hayatımda ilk defa korkaklığımı üzerimden atarak bir şeyler yapmak istedim. Fırsat ayağıma kadar gelmişken geri tepemezdim. Bu yüzden Eray'ı doldurdum. Beril'in hareketlerini benim de onaylamadığımdan bahsettim. Yersiz kıskançlık yaptığını ve daralmakta haklı olduğunu söyledim."

"Yani hissettiklerinin tam tersini vurdun dışa," diye mırıldandım sinirle. "Sırf o itin gözüne girebilmek için yalan söyledin."

Sinirimin farkında olsa da bunu umursamadı ve anlatmaya devam etti.

"Ona arka çıkmam, Eray'ın güvenini iyice arttırdı ve ne zaman tartışsalar kendini hep haklı gördü. Her seferinde tek suçlunun Beril'i olduğunu söyleyip durdu. Araları gittikçe bozuluyordu ve gün geçtikçe birbirlerini daha çok kırmaya başlıyorlardı ama yine de ikisi de ayrılmayı akıllarına bile getirmiyorlardı.

Buna deli oluyordum ama elimden hiçbir şey gelmiyordu.

Öyle böyle derken okul bitti ama bunlar hala sevgiliydi. Araları ilk zamanki gibi asla değildi ama buna rağmen ayrı kalmamak için aynı üniversiteye gittiler. Bense, Eray'dan ayrılmayı hiç istemesem de onlarla aynı yere gitmeyi kaldıramayacağımın bilinciyle başka üniversiteye gittim. Yine de onlardan hiç kopmadım."

"Ne oldu da bu hale geldiniz?" diye sordum. "Nasıl oldu da onu öpme cesareti gösterebildin?"

Sorumun üzerine alayla güldü ve gözlerini denizden ayırmadan dudaklarını araladı.

"Tatilin ilk ayının sonlarıydı. Gecenin bilmem kaçında telefonumun sesiyle uyandım. Arayan Eray'dı. Elimin ayağıma nasıl girdiğini, nasıl heyecanlandığımı ve titreyen ellerimle telefonu nasıl açtığımı dünmüş gibi hatırlıyorum.

İçmişti. Konuşurken dili dolanıyordu ve ne dediğini anlamakta zorluk çekiyordum. En sonunda zor da olsa cüzdanını evde unuttuğunu ve barda mahsur kaldığını anlayabilmiştim. Benden evine gidip cüzdanını getirmemi istemişti lakin elbette ki böyle bir şey yapmadım.

Telefonu kapattıktan sonra hiç düşünmeden hazırlanıp bir taksiye atlamış ve konum attığı bara gitmiştim. Bar o kadar kalabalıktı ki onu bulabilmem uzun sürmüştü.

Zor da olsa onu bulabildikten sonra hesabını ödedim ve onu dışarıda bizi bekleyen taksiye bindirip evine götürdüm. Şansıma o gece ailesi evde yoktu. Bu yüzden ben ilgilendim onunla. İlk önce onlarca kahve içirdim, sonra soğuk duş almasını söyledim. Duştan sonra biraz daha kendine gelmiş gibiydi ama hala sarhoştu.

Haline acıyarak ona neden içtiğini sordum. Beril'le büyük bir kavga ettiklerinden bahsetti. Sanırım o güne kadarki en büyük kavgalarını etmişlerdi. Ona olan aşkını bakışlarından anlayabiliyordum ve bu canımı öyle yakıyordu ki, nefesimin kesildiğini sanıyordum.

Saatlerce ettikleri kavgadan bahsetmesine rağmen lafı hiç ayrılığa götürmüyordu. Onun tavırlarından sıkıldığını ve eskiye dönmek istediğini söylüyordu. Onu bırakmak aklının ucundan dahi geçmiyordu ve benden ona yardım etmemi istiyordu."

Birden hırsla bana döndü ve yüzündeki yaşları gelişigüzel sildikten sonra sesini yükseltti.

"Ben de insanım. Anlıyorsun değil mi? Ben de insanım! Senelerce acı çekmiştim ve bir umutta olsa ayrılmalarını bekliyordum ama o benden yardım istiyordu.

Acıyordu. İçim kavruluyordu. Her yerim kan revan içindeydi. Kaç senedir yüzümün gerçekten güldüğünü hatırlamıyordum bile. Onu sarhoş eden Beril'di ama toplamaya çalışan bendim. O Beril'e âşıktı ama derdini ben çekiyordum. Kavgayı Beril'le ediyordu ama benimle etse bu kadar yanmazdı canım. Uzun zamandır hayatındaydım. Var olmasına vardım ama ikinci planda olmaktan hiçbir zaman kurtulamamıştım.

Dayanamadım ben de. Öyle bir yere gelmişti ki artık susamadım. Yok sayamadım. Gizleyemedim. Bağırıp çağırdım. Sürekli onu bana anlattığını ve sıkıldığımı söyledim, hem de sesim yırtılırcasına bağırarak.

Ani tepkim karşısında afallamıştı. Sonuçta ona ilk kez öyle bir tepki veriyordum, şaşırmakta haklıydı. Benim aksime sakin bir şekilde tavrımı anlamlandıramadığını söyledi ve ben de anlattım. O güne kadar içimde biriktirdiğim her şeyi o gece ağlayarak anlattım ona. Beni şoke olmuş bir şekilde dinledi. Aklının yerinde olmadığını görebiliyordum. Anlattıklarımı ertesi gün hatırlar mı hatırlamaz mı bilmiyordum ama anlattım. En ufak bir şeyi atlamadan anlattım ama ne oldu biliyor musun? Bana ne dedi, biliyor musun?"

Cevap vermemi beklemedi.

"Bunları bilseymiş bana yakın davranmazmış. Beni yalnızca arkadaşı olarak görüyormuş ve ilerisi olamazmış. İmkânsızmış. Hatta istersem benden uzaklaşabilirmiş." Duraksayarak kafasını salladı hiddetle. "Ben zaten benden uzaklaşmasın diye içime atmıştım hislerimi onca sene. Beni bırakmasından korktuğum için açamamıştım ağzımı. Sahi... İyi ki de anlatmamışım. Hatta keşke hiç anlatmasaydım. Çekip gitseydim bu şehirden. Belki o zaman onu unutup başkasını sevebilirdim."

Ağlarken sarsılan omuzlarını izledim bir müddet. Hazmetmem zordu. Öğrendiklerim ağır geliyordu.

"İyi ama o halde siz," deyip sustum. Devamını nasıl getireceğimi bilememiştim ama o demeye çalıştığım şeyi anlamış gibi "O gün belki bir daha ona bu kadar yakın olamayacağımın farkındalığıyla bir şey yaptım," diye devam etti ve ne yaptığını sormaya kalmadan "Eray'ı öptüm," diye ekledi.

Kaşlarımı kaldırarak ona şaşkınca baktığımda yüzüme bakmamasına rağmen "Bana öyle bakma," diye mırıldandı. "Aşağılık gibi davranmıştım belki ama o an ilk defa kendimi düşünerek bir şey yapmıştım ve bundan pişman değildim. Pişman olmadım, neden biliyor musun? Çünkü biraz önce duyduğun şeyleri söyleyen o değilmişçesine karşılık verdi bana. O da beni öptü! Oysa sadece birkaç saniye önce benden uzak durmaktan bahsediyordu..."

Midemin ağzıma geldiğini hissederek yüzümü buruşturdum. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktü? Bu nasıl bir iğrençlikti? O it herifin söyledikleriyle yaptıklarının birbiriyle alakası olmamasını hangi sözcük açıklayabilirdi?

Ben daha kendime gelemeden "O gecenin sabahı aynı yatakta uyandık," diye devam etti Hüma ve öğürmemek için zor tuttum kendimi. Buna inanamıyordum. Bütün bunları sıradan bir olaymışçasına basitçe anlatmasına dayanamıyordum.

"Benden iğrendiğinin farkındayım ama öğrenmek isteyen sendin. O yüzden aç kulaklarını, iyi dinle," dedi yüzsüzce. Gözlerimin ona değmesine bile katlanamadığımdan bakmadım ona. Sabah kahvaltısının ardından yemek yemediğim için ilk defa mutlu hissettim kendimi. Yoksa kusmam kaçınılmazdı.

"Ondan saatler önce uyanmış olmama rağmen yataktan kalkmadım," diye devam etti. "Onu tehdit falan etmeyecektim. Benden nefret bile etse hayatımın en güzel gecesini geçirmiştim. Tek istediğim beni gördüğünde vereceği tepkiyi görmekti. Gece yaşanılanları hatırlayıp hatırlamadığından emin değildim. Hatırlasa bile hiçbir şey yaşanmamış gibi devam etmeyi isteyeceğini düşünüyordum. Aklıma gelmeyen kötü düşünce kalmamıştı ama uyandığında aklımdan geçen hiçbir şeyi yapmadı."

"Yapmadı?" diye sordum, emin olmak istercesine. Kafasını salladığını hissettim.

"Aklımdan geçen hiçbir şeyi yapmadı ama ne yaptı biliyor musun? Gözlerini bana çevirip uzun denebilecek bir müddet beni süzdü ve eğilerek beni öptü."

Bunu dinlemeye ne kadar dayanabileceğimi hiç bilmiyordum ama boğazıma kadar gelen safra tadı fazla zamanımın kalmadığının habercisiydi.

"O öpücük bana o güne kadarki en büyük umudu verdi. İlk kez Eray'ın gerçekten benim olabileceğini düşünmeye başlamıştım ama her zamanki gibi boşa hayal kurmuşum." Alayla güldü. "Beril'den ayrılmadı. Üstelik benden de uzaklaşmadı. Ben de, bana metres gibi davranmasına razı geldim. Onsuz olmaktansa, beni ikinci plana atmasına göğüs gerebilirdim."

Dayanamadım. Birden ayağa fırladım ve biraz önce oturduğum yere kuvvetli bir tekme atarken bağırdım. "Bunu nasıl yaptın?! Böyle iğrenç bir şeyi kendine nasıl kabul ettirebildin?"

Ani tavrım karşısında irkilse de bu pek umurumda olmadı. Bir elimi hiddetle ona savurduktan sonra kendimi durdurdum ve havadaki elimi yumruk haline getirdim.

"İğrençsiniz," dedim yüzümü buruşturarak. "Midemi bulandırıyorsunuz. Sen de, o puşt herif de, aptal hisleriniz de!"

Bana umursamaz bir bakış fırlattı. "Bana zaten bildiğim şeyleri söylemene gerek yok."

Bu kadar rahat olması zıvanadan çıkmama sebep olacaktı.

"O zamandan bu yana aldatıyorsunuz yani Beril'i? Öyle mi?!"

"Evet," dedi gocunmadan başını sallarken. "Bu zamana kadar hep kaçak göçek buluşmaya devam ettik. Beni kullandığının farkındaydım ama ondan uzaklaşmak istemediğim için sesimi çıkaramıyordum. Yine de bir keresinde Beril'den ayrılmasını ima edecek oldum ve ağzımın payını alarak tekrar sustum. Her şeye rağmen mutluydum. Eray, Beril'e âşık olsa da dokunduğu kişi o değil, ben oluyordum ve bunu kendime yetiriyordum."

Sustu ve ayağa kalktı. Birkaç adım atarak önümde durduğunda bana nefretle baktığını fark ettim. Sonra birden elini kaldırdı ve işaret parmağını göğsümün üzerine koydu.

"Ama senin yüzünden," dedi dişlerinin arasından. "Senin yüzünden onu tamamen kaybettim."

Dediklerine bir anlam veremezken, iğrenerek bana dokunan elini ittirdim ve bağırdım. "Ne saçmalıyorsun?!"

"Eray, aramızdaki ilişkinin ifşa olmaması için Beril'le arasındaki olumsuzlukları gidermişti. Onun kıskançlıklarını sorun etmiyor ve onu kızdıracak şeyler yapmıyordu. Kısacası araları düzelmişti. Ama sen Beril'in hayatına girdiğinden beri her şey değişti. Beril, çoğu vaktini seninle ve senin arkadaşlarınla geçiriyor. Bunu fark etmemiş olamazsın!"

Ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Bunun sizinle ne alakası var?"

Alayla güldü. "Ne alakası mı var? Beril, şu kahramanlık saçmalıklarını bana da Eray'a da anlattı. Seni ve arkadaşlarını gerçekten çok seviyor ve bu Eray'ı rahatsız etmeye başladı. Her ne kadar benimle takılsa da Beril'e bağlı ve Beril senin yüzünden aralarına mesafe koyduğu için kabak benim başımda patladı!"

"Sen," dedim söylediklerine bir anlam veremeyerek. "Sen delirmişsin!"

"Hakkım var," diye bağırdı. "Onca yaşadığım şeyden sonra delirmeye hakkım var! Ben tam işleri yoluna koydum, az da olsa mutluyum derken bir de bakıyorum elimde avucumda ne varsa uçmuş gitmiş."

"Saçmalamayı kes!"

"Eray seni kıskanıyor, anlamıyor musun?" diye bağırdı ve beni büyük bir şok tufanının içine attı. Benim kıskanılacak neyim vardı? Beril onun sevgilisiyken, beni neden kıskanıyordu?

"Ne diyorsun sen?"

"Beril, sürekli senin peşinde dolanıyor. Belli ki bu senin de umurunda olmadığı için fark etmemişsin. Son zamanlarda zamanının çoğunu seninle geçirdiği için Eray kıskançlık krizlerine girdi ve aramızdaki ilişkiyi bitirdi. Benden bir çırpıda vazgeçti. Neden biliyor musun? Tüm vaktini Beril'e harcamalı ve onun aklının sana kaymasına engel olmalıymış çünkü! Eğer ufak bir açığımızı yakalarsa senin varlığına güvenerek onu tek kalemde silermiş!"

Afallamıştım. Dediklerine bir anlam veremiyordum. Resmen dilim tutulmuştu. Beril, bütün vaktini benimle mi geçiriyordu? Peki, ben niye bunu göremiyordum? Niye onu her gördüğümde sevgilisini beklediğini söylüyordu o zaman?

Saçmalıyordu. Bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Siz kafayı yemişsiniz," diyerek kafamı salladım. "Beril'in bütün vaktini benimle geçirdiği falan yok! Onun sizden başka arkadaşı olmadığını kendin söyledin. Onun etrafında başkalarının olmasına öyle alışık değilmişsiniz ki kafanızdan hikâyeler uydurmuşsunuz."

Ellerimi sinirle saçlarıma attım ve karıştırdım. Eğer öyle olsaydı, Beril'in gönlü bana kaysaydı bu kadar acır mıydı canım? Bu kadar yanar mıydı içim?

Ona baktım kızgınca. "Ben sana ne olduğunu söyleyeyim mi? Eray seninle oynamış. Tıpkı bir oyuncakmışsın gibi seninle oynamış ve canı sıkıldığında da bir kenara fırlatmış. Sen de gelmiş bunun sebebini bana bağlamaya çalışıyorsun. Yazık... Çok yazık!"

Kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı.

"Doğru konuş benimle!"

"Ne oldu?" dedim alayla. "Haltları yemeye cesaretin var da duymaya yok mu? Basbayağı kullanmış o puşt seni! Seni de Beril'i de kullanmış!"

Sözlerimin üzerine hızla kaldırdığı elini yüzüme indirmek üzereydi ki sertçe tuttum bileğini. Ardından dişlerimin sıkarak tısladım.

"Sakın! Sakın bir daha deneme! Çok kötü olur, duydun mu? Sonucu senin için çok kötü olur!"

Elini tiksinircesine itelediğimde bileğini ovuşturdu. Bir kadına asla zarar vermezdim, verenlerin de hakkından gelirdim ama ben de insandım. Kendimi tutamamıştım.

"Eh, şimdi ne yapacaksın? Her şeyi biliyorsun artık. Susacak mısın?"

Alaylı sözlerinin üzerine kızgınca suratına baktım.

"Elbette ne haltlar çevirdiğinizi bir bir anlatacağım!"

Alaylı ifadesini bozmadan tek kaşını kaldırdı.

"Sana inanır mı sence?"

"İnanmamak için bir sebebi mi var?"

"Benden gidip her şeyi ona anlatmamı bekliyorsan, çok beklersin. Asla böyle bir şey yapmam. Eray'ın da inkâr edeceğinden adım kadar eminim. Sana anlattıklarımı ona kanıtlayamazsın Mert. Sence Beril, hiçbir kanıt olmadan sana inanır mı? Bizim yıllardır çok yakın dost olduğumuzu sanıyor. Saçmaladığını düşünmez mi?"

Şaşkınca kalakaldım. Ne diyordu bu kız?

"Ne demek anlatmayacağım?" diye sordum dehşetle. "İnkâr mı edeceksin bir de?"

Kafasını salladı. "Eray'ı kaybetmemek için yerlerde süründüğümü gördüğün halde bunu soruyor olamazsın."

"Sen," dedim duyduklarımın verdiği şaşkınlıkla afallayarak. "Sen ne iğrenç bir insansın? Ne gurursuz bir kadınsın? Senin hissettiğin şey aşk falan değil, seninki bir tür psikopatlık!"

"Hakkımda ne düşündüğün beni zerre etkilemiyor," dedi umursamazca.

Ellerimi saçlarıma daldırıp sinirle çekiştirdim. Sinirimi kendimden çıkarmazsam elimden bir kaza çıkabilirdi.

"Bilmem farkında mısın ama Eray seni zaten bırakmış. Doğruları söylememen onların birlikte olmaya devam etmelerine neden olmaktan başka bir halta yaramaz!"

"Onların araları iyi olduğu müddetçe benim bir şansım olacak. Ama Beril'le Eray ayrıldığı takdirde suçlu sadece ben olacağım. Eray'ın benden nefret etmesine katlanamam."

Bu laflarının ardından ona bir şey anlatmaya çalışmam kendimi boş yere yormam demekti. Nasıl olmuştu da bu hale gelmişti? Kendini resmen değersiz ilan ediyordu. Onu önemsemeyen biri için kendini hiçe sayıyordu.

Bu saçmalıktan başka bir şey değildi.

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kararlıca kafamı salladım.

"Beril bana inanır mı inanmaz mı bilmem ama bunu ona söyleyeceğim. Her ne olursa olsun bunu ona borçluyum. Gerisi ona kalmış. Sana da son bir şey söyleyeceğim."

Tek kaşını kaldırdı, dinliyorum dercesine.

"Burada takıntılı biri varsa o da sensin. Böyle aşk olmaz. Sevgi dediğin şey böyle bir şey değil. Dilerim gözlerinin önüne inen perde kalkar da hatanın farkına varırsın."

Yüzü ciddileşirken gözlerime baktı. İçten olup olmadığımı anlamaya çalışır gibiydi ve ben son derece samimiydim.

O, beni izlemeye devam ederken konuşacak başka bir şey bulamadığım için ona sırtımı döndüm ve çöken omuzlarımla birlikte tekrar okula gitmek için yola düştüm.

Çaresizdim.

Ne yapacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Yardıma ihtiyacım vardı ve kimin yanına gideceğimi çok iyi biliyordum.

ღ ღ ღ

Günlerdir bu bölüm için uğraşıyorum ve fark etmişsinizdir ki kendimi aşarak upuzuuun bir bölüm yazdım. 😌 Oy ve yorumlar az gelirse darılırım ona göre. ;)

Bölüm hakkında neler düşünüyorsunuz? Benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen.🥀

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve sevildiğinizi unutmayın.

İnstagram: rabiiaosma

İnstagram: xbayanclara

İnstagram Sayfası: kizilyildiz.officalpage

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 43.2K 38
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
1.1K 69 3
Kendine teşekkür et. O mermer zemine güvenle attığın adımların, Diline yayılan o en sevdiğin kahvenin Tadına vardığın güzel anların Ve sevdiğin ço...
4.4M 234K 48
Wattys 2016 kazananı! Yarı Texting. 2017'de Epsilon Yayınevi ile basıldı. 21.02.2022 tarihinde bölümler Wattpad'e yeniden yüklenmeye başlandı. ...
3.3M 119K 65
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...