KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#26 - Alınacak Hesap

25.2K 1.3K 207
By bayanclara

"Yüksek yüksek tepelere kahvaltı masası kurmasınlar! Yüksek yüksek tepelere kahvaltı masası kurmasınlar! Hazırladığım kahvaltıyı Mert kalkmadan bitire de versinler!"

Kulaklarıma çalınan cırtlak ses yüzünden oflayarak daha da bastırdım yüzümü yastığıma. Ablası bitiyordu danası başlıyordu.

Niye bana bir rahat vermiyorlardı?

"Mert'in yemeklerini yesinler de yesinler! Oh, bir güzel yesinler! Mert, aç kalsın; kalsın kalsın! Mert'e yemek kalmasın!"

Ses, giderek yaklaşırken çarşafı üzerime çektim ve bağırdım.

"E, Allah da senin belanı vermesin vermesin!"

Yatağımın sağ tarafı hızla çökerken "Âmin tatlım amin," diyerek kıkırdadı Derin. Hem erken kalkmıştı hem de mutluydu. Bu ne çeşit bir başarıydı, hiç anlamıyordum.

"Ya Derin, git başımdan. Zaten dün Derya'yı otobüse bindirene kadar ağzımdan girip burnumdan çıktı. Bir de senin gevezeliklerinle uğraşamam."

Evet, nihayet Derya'yı İzmir'e postalayabilmiştim ama onu bile zehir etmişti bana. Zira otobüse binene kadar Beril'le ilgili nasihat verip durmuş ve ne dersem diyeyim susmamıştı.

Yok, kahvaltıda görmüşmüş. Benim gözlerim zaten aşkla parlıyormuş ama o da bana karşı ilgisi varmış. Bunun üstüne gitmeli ve savaşmalıymışım. Yoksa onu gerçekten kaybedebilirmişim.

Sahi... Kaybetmek için önce kazanmak gerekmiyor muydu? Ben onu ne zaman kazanmıştım da sıra kaybetme korkusu yaşamaya gelmişti?

"Öyle mi Mert Bey? Demek benim gevezeliklerimle uğraşamazsınız? Demek ben size artık fazla geliyorum? Demek benden sıkıldınız? Demek artık beraber yaşamak istemiyorsunuz?"

Başımdaki çarşafı aşağı indirdikten sonra başımı hafifçe kaldırdım ve ona şaşkınca baktım.

"Bunları hangi lafımdan anladın, cidden çok merak ediyorum."

Elini havaya sallarken bana bakmıyordu.

"Ben anladım anlayacağımı... Aman, canıma minnet zaten! Sen gidince yerine Feza'yı alırım, gül gibi yaşayıp gideriz."

Gözlerimi kıstım.

"Ha, senin derdin başka... Feza'yı eve atıp ona türlü türlü şeyler yapmak istiyorsun demek? İyi, sen bilirsin," diyerek yatağımın başucundaki komodine uzandım ve üzerindeki telefonumu aldım. "Uzun zamandır dayımla konuşmuyordum ben de. Bir arayayım, halini hatırını sorayım."

Derin, mavi gözlerini kocaman açtıktan sonra hızla bana döndü ve elimdeki telefonu kapıverdi.

"Sen ne ara böyle birine dönüştün ya?"

"Sen beni yemekle tehdit ederken iyi," dedim başımı sallayarak.

Yanaklarını şişirdi. "Aynı şey mi?"

Tek kaşımı kaldırarak ona baktım. Ofladı.

"Aman iyi. Neyi nasıl biliyorsan öyle olsun, seninle uğraşamayacağım. Kahvaltıya Feza'yı çağırdım. Birazdan gelir," dediği an zil çaldı.

Kocaman gülümsedi.

"İyi insan lafının üstüne gelirmiş..."

Gözlerimi devirdim. "Ben onun daha değişik bir versiyonunu biliyorum ama neyse. Hem sen niye zırt pırt kahvaltıya birilerini çağırıp duruyorsun? Kahvaltımı başkalarıyla paylaşmak istemiyorum ben."

Ayağa kalkarken bana ters ters baktı.

"Sanki kahvaltıyı sen hazırlıyorsun... Hem Feza başkası mı Mert?"

"Benden başka herkes bana başkası," diye söylendim. "Sen bile!"

Zil tekrar çalarken "Senle uğraşamayacağım. Sevdiceğim beni bekliyor," dedi ve koşar adımlarla odadan çıktı.

Ağzımı yamultarak taklidini yaptım.

"Sovdocoğom bono bokloyor. Ben olmasam sevdiceğine kavuşabilecek miydin acaba? Yok anam yok, bu devirde kadir kıymet bilen kalmamış."

Söylene söylene yatağımdan kalktıktan sonra banyoya geçerek elimi yüzümü yıkadım ve mutfağa geçtim.

Ve onları öpüşürken bastım...

Elim hızla gözlerime giderken "E, ama yani Allah sizi nasıl biliyorsa öyle yapsın e mi? Nimetin önünde yapılacak şey mi bu terbiyesiz ahlaksızlar!" diye homurdandım.

İçime Gökay mı kaçmıştı benim?

"Sen niye üzerini değiştirmeden geldin abicim ya?" diye söylendi Feza Efendi. Sevgilisini daha fazla öpemeyince sinirlenmişti anlaşılan.

"Sana ne lan," diyerek yerime geçip oturdum. "Bugün okula pijamalarımla gitmeye karar verdim belki, sana hesap mı vereceğim?"

"İyi, git," diyerek gözlerini devirdi ve karşıma oturdu. Derin de ocağın üzerinden aldığı demliği masaya koyduktan sonra Feza'nın yanına oturdu ve kahvaltımıza başladık.

Neyse ki yemek yerken bütün üzüntülerimi ve kızgınlıklarımı unutuyordum da keyfim yerine geliyordu.

Canım yemek yemek...

Tabağıma doldurduğum şeyleri ağzıma hızlı hızlı tıkarken "Yavaş," diyerek güldü Feza. "Boğulacaksın."

"Ona dokunmaz," diye söylendi Derin. "Alışkanlık yaptı herhalde. Onun yerinde başkası olsa spazm geçirir belki ama Mert'e hiçbir şey olmuyor."

Sırıttım.

"Bana en çok yemek yerken bir şey olmaz aslanım, sen merak etme."

Oradan buradan konuştuğumuz kahvaltının ardından masayı toplama işini onlara bırakmış -aslında oynaşmaları için onlara müsaade etmiş- ve odama geçerek üzerimi değiştirmiştim. Her zamanki gibi kumrala kaçan saçlarımı taramaya gerek duymayarak elimle şöyle bir karıştırmış, sonra da gerekli olan şeyleri arka cebime tıkıştırdıktan sonra odamdan çıkmıştım.

Feza'yla Derin'i kapının önünde beni beklerken bulduğumda -neyse ki bu sefer birbirlerine yapışık değillerdi- "Ben hazırım, gidebiliriz," dedim.

Evden çıkıp aşağı indiğimizde etrafa bakındım. Bu halimi fark eden Feza "Arabayla gelmedim abi," dedi. "Babam bugün muayeneye götürecek."

Anlayışla kafamı sallarken "Benimki de yaklaştı," diye söylendim. "Bir ara randevu alsam iyi olacak."

Bahçe kapısının önüne park ettiğim arabama yerleştikten sonra gaza bastım ve Derin'in okuluna doğru yola çıktık.

"Ay ben size şeyi söylemeyi unuttum!"

Derin, bir anda sesini yükselterek konuşunca dikiz aynasından ağrı onu buldu gözlerim.

"Neyi?"

"Bizim okulun gezi kulübü iki hafta sonraya kamp gezisi ayarlamış. Hafta sonuna denk geliyor. Cuma akşamı gidip Pazar akşamı dönüyorsun ve güzel yanı dışarıdan da öğrenci katılabiliyor."

"E, iyi işte," dedim çok düşünmeden. "Feza'yla gidersiniz."

"Ya hayır," diyerek itiraz etti hemen. "Hep beraber gidelim. Çocuklar da gelsin. Çok eğleniriz."

Feza kafasını sallayarak "Derin haklı abi," dedi. "Beraber gidersek daha eğlenceli olur."

"İyi," dedim omuz silkerek. "Deriz çocuklara o zaman. Kabul ederlerse beraber gideriz."

"Siz bugün diğerleriyle konuşup bana haber verin ki kulübe giderek kayıt yaptırayım."

"Tamam, Derin. Ben haber veririm sana."

Bu konuşmanın ardından yaklaşık beş dakika sonra Derin'in okuluna vardık ve Derin'i bırakarak bizim okula geçtik. Arabamı okulun otoparkına park ettikten sonra bizimkileri arayarak kantinde olduklarını öğrendik ve adımlarımızı oraya yönlendirdik.

"Aslında bu kamp işi güzel oldu, kafa dağıtırız. Malum grupça kafa dağıtmaya ihtiyacımız var," diye mırıldandı Feza. Hafifçe güldüm. Haklıydı.

"Sen dışında hepimizin..." diye mırıldandım. Zira benim derdim zaten belliydi. Gökay, Simge'yi gördüğü geceden sonra hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu lakin aklının onda kaldığı belli oluyordu. Koray, kendi yarasının üzerine bir de Asel'i eklemişti. Ona yakınlaştığından beri diken üstünde olduğunu söylüyordu. Kamer'se Elif'i öpmüş ve Elif tarafından reddedilmişti.

Geçen günkü kahvaltıdan sonra uygun bir zamanda onu köşeye çekmiş ve olanları öğrenmiştim. Onun deyimiyle her şey bir anda gerçekleşmişti ama yaptığı şeyden pişman değildi. Sadece zamanlamanın yanlış olduğundan bahsedip duruyordu. Kısacası kıza vurulmuştu ama geri dönüş alamıyordu.

"Öyle deme abi ya, benim derdim yok mu sanki?" diyerek söylendi Feza.

Tek kaşımı kaldırarak ona döndüm. "Bu dediğine sen kendin inanıyor musun?"

Kafasını eğerek gülümsedi.

"Sanırım haklısın. Derin bana geldiğinden beri yaşadığım hiçbir sıkıntı dert olarak gelmiyor bana. Sanki en büyüğünü halletmişim de geriye ufak tefek önemsizler kalmış gibi hissediyorum. Başka hiçbir şeyi takmıyorum ki çok şükür öyle büyük bir derdim de yok."

Elimi uzatarak omzunu sıktım dostça.

"Son günlerde beni mutlu eden tek şey sizin bir araya gelmeniz sanırım. Tabii evime gelip yemeklerime ortak olmadığın müddetçe..."

Kafasını sallayarak güldü. Ben de ona bakıp sırıtırken bir şey oldu.

Birine çarptım.

Anlık bir kalakalmanın ardından hızla önüme döndüm ve çarpma anında elindeki kitapları yere düşüren kıza baktım. Şaşkınlıkla gözlerim büyürken tek bir isim çıktı dudaklarımın arasından.

"Güneş?"

Şaşıran tek kişi ben değildim. Üstelik Güneş benden de afallamış görünüyordu.

"Me-mert?" dedi. "Ah, merhaba."

Şaşkınlığımı üzerimden attıktan sonra içten bir şekilde gülümsedim. "Merhaba, uzun zaman oldu görüşmeyeli. Tatilin üzerine bir de kaza geçirince," dedikten sonra bacağına kaydı gözlerim. "Aa, alçın çıkmış."

Önüne gelen saçlarının bir tutamını kulağının ardına sıkıştırırken "Ah, evet," dedi. "İki gün önce çıktı."

"Nasılsın peki? Büyük bir sorun yoktur diye umuyorum."

"Yok, yok. Yani topallayarak yürüyorum ama onun dışında bir sorunum yok. Zaten doktorlar da zamanla düzgün yürüyeceğimi söylediler."

"Anladım," diyerek kafamı salladım. "Tekrar geçmiş olsun. Bundan sonra daha dikkatli ol lütfen."

Dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladı. "Olurum."

Bakışlarım yerdeki kitapları bulduğunda "Ah, kitapları unuttum," diyerek eğildim ve çarpıştığımız an düşürdüğü kitapları topladım.

Güneş "Zahmet etme, ben alırım," diyerek eğilmeye kalktığında uzanarak kolunu tuttum ve "Saçmalama," dedim. "Bacağını zorlama. Ben topluyorum işte."

Gözleri bir anlığına kolunu tutan parmaklarıma kaydı ve usulca kafasını salladı. "Peki."

Elimi geri çekerek yerdekileri hızla topladım ve doğrularak ona uzattım. "İşte."

Gülümsedi ve yanaklarındaki küçük çukurlar belli oldu.

Yalan yok, gamzeleri gayet hoştu ve ona çok yakışıyordu ama gamze görünce aklıma gelen tek bir isim vardı ve o da malumdu zaten.

"Teşekkür ederim," dediğinde, önemsiz dercesine kafamı salladım.

Güneş'in gözleri en başından beri sessizce bizi izleyen Feza'ya kaydı. Sanki onu yeni fark ediyormuşçasına gözleri irileşti.

"Ah, Feza, nasılsın?"

"İyiyim Güneş, sen nasılsın? Geçmiş olsun bu arada."

"Sağ ol," diyerek başını salladı. "İyiyim ben de."

Aramızda kısa bir sessizlik olduğunda kabalık etmek istemeyerek "Bizimkilerin yanına kantine gidiyoruz, sen de bizimle gelir misin?" diye sordum.

Önüne gelen kahve tutamlarını kulağının ardına sıkıştırdı.

"Yok, ben gelmeyeyim. Hem on dakika sonra dersim başlıyor zaten."

"Peki," dedim başımı sallayarak. "Sonra görüşürüz o zaman."

Gülümsedi. "Görüşürüz."

Güneş'in yanından ayrıldıktan sonra kantine doğru ilerlemeye devam ettik. Gözüm bir ara Feza'ya takıldığında çehresinde tuhaf bir ifade olduğunu gördüm ve dayanamayarak sordum.

"Ne oldu?"

Kahveleri beni buldu. Gözleri bir müddet gözlerimde bir şey ararcasına gezindikten sonra iç çekti ve önüne döndü.

"Güneş'e baktıkça kendimi görüyorum."

Ayaklarım istemsizce yere çivilenirken ona döndüm ve "Böyle konuşma," dedim. Benimle birlikte o da duraksadı ve bana dönüp "Ama öyle," diyerek başını salladı.

"Aynı şey değil," diyerek itiraz ettim. "Ben denedim ve olmadı, bunu en iyi sen biliyorsun."

Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı.

"Biliyorum ama yine de üzülüyorum."

"Ben de."

Bunu tüm samimiyetimle söylüyordum. Onun için gerçekten çok üzülüyordum ve ona dair tek dileğim bir gün gerçekten çok mutlu olmasıydı.

Kantine girdiğimizde hiç düşünmeden her zaman oturduğumuz yere doğru ilerledik. Bizimkiler görüş alanıma girdiğinde, yanlarında oturan kişiyi fark ettim.

Beril'i.

Ne konuşuyorlarsa eğleniyor gibi duruyorlardı. Beril, kesinlikle bizimkilere alışmıştı. Tabii onlar da Beril'e. Bu beni nedensizce memnun ediyordu.

Aslında hayır, nedeni belliydi. Beril'i de çocukları da seviyordum ve iyi anlaşmaları beni sevindiriyordu.

Yanlarına vardığımızda bizi ilk fark eden Gökay oldu. Yanındaki boş sandalyeye vurdu ve her zamanki laubali tavrıyla "Böyle gelsene Mert aşkım. Özledim valla. Azıcık hasret giderelim," dedi.

Ona gözlerimi devirerek hiç düşünmeden Beril'in karşısına, Koray'ın yanına oturdum. Feza da ilerleyerek Gökay'ın gösterdiği yere geçti.

Kısa bir sabah günaydınlaşmasının ardından Gökay tekrar lafa girdi.

"Mert aşkım, bu sabah kimi gördüm, tahmin et."

Alayla sırıttım.

"Aynada kendine bakıp yine başkası mı sandın Gökay?"

Beril şaşkınca bana bakarken, diğerleri de gülmeye başladı.

"Hıığğ, çok komik," diyerek gözlerini devirdi Gökay. "O dediğin şey sadece bir kere oldu, o da uyku mahmuru olduğum için aynada kendimi tanıyamadım ve korktum yani doğal olarak."

"Bağırarak gelip benim yanıma yatman da çok doğal zaten," diyerek söylendi Kamer. Gökay gözlerini kısarak baktı Kamer'e. Kaşlarıyla Beril'i işaret ederek "Ayıp olmuyor mu sence de biraz?" diye homurdandı.

"Yo," dedi Kamer gayet rahat bir şekilde. "Beril de bizden, niye ayıp olsun?"

Beril, Kamer'in sözlerini duyunca usulca gülümsedi ve elalarını bana çevirdi. Eh, ben zaten ona bakıyordum. Benim kendisine baktığımı fark edince biraz daha gülümsedi.

"Ya, of, tamam! Konuyu saptırdınız iyice," diyerek bana dönen Gökay'a kaydı bakışlarım.

"Güneş'i gördüm okula girerken. Dönmüş okula," dedi.

Hiçbir şaşırma ifadesi kullanmadan başımı salladım. "Biliyorum."

Gökay şaşırmamama şaşırarak "Nereden biliyorsun?" diye sordu ve benden önce Feza cevapladı sorusunu.

"Buraya gelirken Güneş'le çarpıştı Mert."

Gökay'ın şaşkınlığı iyice büyürken "Oha!" dedi. Tepkisine gözlerimi devirirken "Neye şaşırıyorsun oğlum ya?" diye homurdandım. "İnsanlık hali. Feza'yla konuşuyordum. O sırada karşıdan geliyormuş, görmedim ve doğal olarak çarpıştık."

"Elinde kitap da var mıydı bari?" diyerek güldü Koray. Gayriihtiyari kafamı salladım.

"Hı, vardı. Düşürdü, ben de topladım."

Gökay, sanki bir şey olmuş gibi gözlerini kocaman açarak "Oha ki ne oha!" dedi yüksek bir ses tonu kullanarak. "Aynı filmlerdeki gibi... Gelin olmuş gidiyorsun Mert aşkım, demedi deme!"

Sinirle yerimden kalkacağım vakit Kamer elini omzuma koyarak beni durdurdu ve Gökay'a baktı.

"Boş boş konuşmasana oğlum, dayak mı istiyorsun?"

Kamer'in ardından tam Gökay'a sövmek için dudaklarımı aralamıştım ki bir anlığına orada olduğunu unuttuğum Beril girdi araya.

"Şey, Güneş kim?"

Hepimiz bakışlarımızı ona çevirdiğimizde, Gökay benden önce davrandı.

"Tüm okulun yanık olduğu bir arkadaşımız. Şansa bak ki onun da Mert dışında kimse umurunda değil."

Gözlerimi devirdim. Bu çocuk niye bu kadar boşboğazdı?

Beril'in yüzümdeki bakışlarını fark ettiğimde ona döndüm ve "Bir arkadaş sadece," diyerek açıklama yaptım kendimce. Bu bencil bir cümle değildi, çünkü Güneş benim için gerçekten yakın bir arkadaştan öte değildi.

Beril başını sallayarak bir şey söylemezken, Feza telefonuna bakarak "Gençler saatimiz gelmiş. Kalkmamız lazım," dedi.

"Doğru, ders başlayacak," diyerek ayaklandı Kamer. Onun ardından teker teker ayağa kalktığımızda oturmaya devam eden Beril'e baktım.

"Sen oturacak mısın?"

Kafasını salladı usulca. "Eray gelecek de, onu bekleyeceğim."

İşte o an boğazıma koca bir yumru oturdu. Aslında o hep oradaydı, yalnızca ben şu an fark ediyordum.

Yüzümün asıldığını fark etmemesi için başımı kantinin girişine çevirdim. "Peki, o zaman. Sonra görüşürüz."

Kantinin çıkışına doğru ilerlemeye başladığımda diğerleri de Beril'e veda ederek peşime takıldılar. Fark ettirmemeye çalışarak derince iç çektim. Bu iş giderek sarpa sarıyordu ve ben giderek daha kötü oluyordum.

Boğuluyordum.

ღ ღ ღ

Yorucu ve kafa şişirici bir dersin ardından hocanın amfiden çıkmasıyla ayaklandım ve çocuklara baktım. Gökay'la Koray kim bilir kaçıncı rüyalarını görüyorlardı. Feza, telefonuna bakarak sırıttığına göre kuzenimle mesajlaşıyordu. Kamer ise... Ah, o dalgın dalgın ileriye bakıyordu. Elif denen arkadaş, Kamer'in resmen ayarlarıyla oynamıştı. Bildiğim kadarıyla kıza birkaç kez ulaşmayı denemişti ama başarılı olamamıştı. Niyeti özür dilemekti ama bana göre daha ilerisini de istiyordu. Tabii bunu istemekle kalıp kalmayacağını zaman gösterecekti.

İlgilerini çekmek için boğazımı sesli bir şekilde temizledikten sonra "Beyler ben kantine inip kahve alacağım," diye mırıldandım. "Gelen var mı?"

Gökaylar uyudukları için cevap vermezken, Feza gülen yüzünü bana çevirdi ve kafası iki yana salladı.

"Yok abi, ben buradayım."

Kamer'e dönerek "Kamer sen?" diye sordum ve gözlerinin beni bulmasını sağladım.

"Yok abi ya, ben de durayım burada. Ama gelirken bana da bir soda alırsan iyi olur."

"İyi, siz bilirsiniz," dedikten sonra yanlarından ayrıldım ve amfiden çıkarak fakültenin çıkışına doğru ilerledim.

Kantine gidene kadar hep yaptığım gibi kantinin bize uzak olmasına içimden sövüp durdum.

Kantine vardığımda uzun olmayan kuyruğu görmem beni biraz olsun rahatlatınca ilerleyerek kuyruğa girdim ve sıram gelince kendime bir kahve, Kamer'e de soda alarak sıradan çıktım. Tekrar bizimkilerin yanına gitmek için kantinin çıkışına ilerleyeceğim vakit ilerdeki masalardan birinde oturan Beril çarptı gözüme. Tek başına olması bende yanına gitme isteği uyandırsa da kendimi dizginlemem lazımdı. Kendimi ona fazla kaptırıyordum. Bunu yapmamalıydım.

Ne kadar istesem de gözlerimi ondan ayıramadan çıkışa doğru ilerlerken durgun hali geçti ilgimi. Önündeki karton bardağın içinde ne varsa artık, kaşıkla karıştırmaktan başka bir şey yapmıyordu.

"Merak edecek bir şey yok," diye homurdandım kendi kendime. "Sevgilisini bekliyordur kesin. Umursama ve çık şuradan Mert."

Kendi kendime emir verirken, yaptığımın ne kadar mantıklı olduğu tartışılırdı belki ama ruh halimin de iyi olduğu söylenemezdi.

Beril'e son kez baktıktan sonra kafamı çevirmeyi düşündüğüm sırada, Beril içeceğinin içindeki kaşığı daha hızlı çevirmeye başladı ve sonra nasıl yaptıysa bardağı devirerek içindekini masaya döktü. Üzerine de gelmiş olacak ki hızla ayağa kalktığında daha fazla dayanamayacağımı anladım ve içimi çekerek ona doğru ilerlemeye başladım.

Yanına vardığımda sesimdeki endişeyi saklama gereksinimi duymadan "İyi misin?" diye sordum. Kafasını kaldırıp bana şaşkınca baktı ve sonra "Evet, evet, iyiyim," diye mırıldandı. "Çayım soğumuştu zaten, çok yakmadı."

Gözlerim masaya kaydığında masanın büyük bir kısmının battığını gördüm.

"Hiç içmemiştin sanırım?" diye sordum.

Bana kısa bir bakış attıktan sonra boştaki sandalyeye döndü ve üzerindeki çantasından peçete çıkararak masayı silmeye başladı.

"Aldıktan sonra içesim kaçtı," diyerek mırıldandı.

Ne yapacağımı bilemeyerek ayakta dikilirken elimdekileri masanın kuru kalan bir yerine koydum ve "Yardıma ihtiyacın var mı?" diye sordum.

Masayı sildikten sonra kalktığı sandalyeye oturdu ve temiz bir peçeteyle üzerini silmeye başladı.

"Yok," dedi başını sallayarak. "Hallettim ben."

Durgun hali gözümden kaçmasa da irdelemek istemedim ve biraz önce masaya koyduğum kahveyle sodaya uzandım.

"Pekala, ben gideyim o zaman. Birini bekliyorsun sanırım."

Elindeki peçeteyi masaya koyarak kafasını salladı.

"Yok, yani Eray'ı bekliyorum ama yarım saat sonra çıkacak dersten. Eğer işin ya da dersin yoksa oturabilirsin," dedikten sonra masadaki içeceklere baktı.

"Ama sen birinin yanına gidiyorsun sanırım."

Ses tonundaki imayı sezsem de bundan bir anlam çıkaramayarak "Sodayı Kamer'e aldım ama istersen sen iç," dedim ve ekledim. "Tabii kahveyi de içebilirsin, ben kendime yenisini alırım."

Kafasını salladı. "Bir şey içesim yok, teşekkür ederim. Eğer Kamer'in yanına acilen gitmen gerekmiyorsa biraz otur lütfen."

Yarım saat sonra benim dersim başlıyordu ama tabii ki o kadar oturamazdım. Zira o herifi hiç görmek istemiyordu canım.

Karşısındaki sandalyeye geçerken "On beş dakika oturayım bari," dedim. Kafasını hafifçe sallarken önündeki peçeteleri hafifçe masanın köşesine doğru ittirdi.

Diyecek bir şey bulamayarak kahvemden bir yudum aldığımda istemsizce yüzümü buruşturdum ve "Şeker attırmayı unutmuşum," diye homurdandım kendi kendime. Beril, beni duyduğunda hiç düşünmeden masadaki küçük şeker kasesine uzandı ve içinden aldığı üç küp şekeri bana uzattı.

Şaşkınca bir eline bir de ona baktığımda hafifçe gülümseyerek omuz silkti.

"Üç şeker kullanmıyor musun?"

Buna dikkat etmesi tuhaf hissettirirken "Evet," diye mırıldandım şaşkınca. Elindeki şekerleri teker teker kahvemin içine atarken "Gözüme çarpmıştı," diye mırıldandı ve gözlerimin içine baktı. "Biraz fazla atıyorsun ya, ondan sanırım."

Onu anladığımı belirtircesine kafamı sallayarak masadan aldığım tahta çubukla kahvemi karıştırdım ve tekrar bir yudum aldım. İşte şimdi tam kıvamındaydı.

Masada tekrar bir sessizlik oluştuğunda bunu bölmek istercesine "Dersin bitti mi?" diye sordum.

"Hı,hı," diyerek başını salladı. "Eray'ı görüp eve gideceğim."

Uzatmak istemeyerek "Anladım," diye mırıldandım ve kahvemden bir yudum daha aldım. Beril'e bakmak istemeyerek gözlerimi kantinin içinde dolandırırken "Bir şey sorabilir miyim?" dediğinde bakışlarımı elalarına çevirdim. Bakışlarına bir anlam konduramamıştım.

"Tabii."

"Şey," diyerek önüne gelen küçük bir kızıl tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı ve "Sabah konuşmuştunuz ya, aklıma takıldı. Şu Güneş denen kızla önceden çıkıyor muydunuz?" diye sordu.

Kaşlarım şaşkınca kalkarken niye böyle bir soruyu sorduğunu kavramaya çalıştım. Güneş'e bu kadar takılmasının sebebi neydi?

Sessizliğimi yanlış anlayarak "Affedersin, sanırım özel bir soru sordum," diye mırıldandı ve bakışlarını masada duran ellerine çevirdi.

Yüzünün asık olma sebebi bu olabilir miydi?

Saçmaladığımı fark ederken kendime acıdım. Kız sadece merak etmişti ve bunu canım nasıl istiyorsa öyle yorumluyordum. Belki de Eray'la kavga etmişlerdi ve ona bozuktu. Sonuçta hayatında benden daha önemli birisi vardı.

Usulca yutkunduktan sonra "Hayır," dedim. Bakışları beni buldu. "Özel değil."

"Yani," dedi kaşlarını kaldırarak. "Önceden sevgiliydiniz."

Kahvemden küçük bir yudum aldıktan sonra başımı salladım. "Hayır, değildik."

Anlamadığını belirtircesine yüzüme bakarken açıklama istediği duydum içimde. Belki onu ilgilendirmiyordu ve belki de umurunda bile değildi ama yine de ona sevdalı olan yanım yanlış anlamasını istemiyordu.

"Okul birinci sınıflara özel bir parti vermişti ve biz de çocuklarla birlikte gitmiştik," diyerek anlatmaya başladım. "Partinin sonlarına doğru Güneş'le yanlışlıkla çarpışmıştık ve elindeki kolayı üzerime dökmüştü. Öyle tanışmıştık işte."

Gözlerini gözlerime dikmiş, dikkatlice beni dinliyordu. Gözlerindeki merakı hissediyor ama buna bir anlam veremiyordum.

Daha doğrusu yanlış şeyler düşünmemek için vermemeyi tercih ediyordum.

"O günden sonra okulda birkaç kez karşılaştık ve bir zaman sonra bizimle takılmaya başladı."

Araya girerek şaşkınca "Sizinle?" diyerek sordu.

Kafamı salladım. "Hı, hı. Bizim çocuklarla iyi anlaşmıştı. Tabii benimle de."

Kahvemden bir yudum daha alarak kurumaya yüz tutan boğazımı ıslattım ve kaldığım yerden devam ettim.

"Güneş, çok iyi bir kız. Acayip enerjik ve aslına bakarsan tam bizim kafadan."

"Nasıl yani?" diye sordu merakla.

Nasıl anlatacağımı bilemeyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. Yanlış kelimeler kullanmak istemiyordum.

"Siz kızlar biraz," dedikten sonra duraksayarak devem ettim. "Nasıl desem... Narinsiniz işte. Yani ufak şeylere takılabiliyorsunuz. Saçma şeylere gereksiz değerler biçebiliyorsunuz. Futboldan veya bilgisayar oyunlarından çoğunlukla hoşlanmıyorsunuz. Süs, püs, gösteriş seviyorsunuz," dedikten sonra bana tuhaf tuhaf baktığını fark edince ellerimi kaldırarak "Yanlış anlama, bütün kızlar için demiyorum ama çoğunuz böylesiniz," dedim. "Kaç senedir Derin'le birlikte yaşıyorum, az buçuk bir şeyler öğrendim. Yani Derin de öyle gösterişten pek hoşlanmaz ama oyun oynamama kızar mesela."

"Güneş oyun mu oynuyor?" diye sordu ansızın. Aklıma eski günler gelince kendimi tutamayarak gülümsedim. "Hem de nasıl? Öyle bir pes atıyor ki, ikimiz aynı takımda olduğumuz müddetçe hiç yenildiğimizi hatırlamıyorum. Üstelik sadece oyun da değil, birkaç kez bizimle halı sahada maç bile yapmıştı ve dehşet oynuyor. Bunların dışında, düşüncelerimiz çok uyuşuyor. Benim gibi yemeğe ve uykuya çok düşkün. Hiç ufak şeylere takıldığını hatırlamıyorum mesela. Hep geniş çaplı ve olumlu düşünür. Zevklerimiz de acayip uyuşuyor me-"

"Madem bu kadar iyi anlaşıyordunuz, şimdi neden yakın değilsiniz öyleyse?"

Lafımı kestiğinde şaşkınca ona baktım. Sanırım biraz kendimi kaptırmıştım ama anlattıklarımın ardından neden sinirli gibi durduğunu da anlamlandıramadım.

Belki de ben uyduruyordum.

"Benim yüzümden," diye mırıldandım. "Bir zaman sonra Güneş'in bana diğerlerine baktığı gibi bakmadığını fark ettim. Yani hepimizle fazla yakındı ama bana olan bakışlarında arkadaşlıktan öte şeyler olduğunu hissedebiliyordum."

"Senin de ondan farkın yokmuş gibi geldi bana," dedi söylenircesine. "Yani ondan bahsederken... Anla işte."

Kaşlarımı çatarak "Hayır," dedim. "Kabul, onu çok seviyorum ama arkadaşım, dostum olarak. İnsan her kafası uyuştuğu kişiyle çıkacaksa Kamer'le ya da ne bileyim Feza'yla falan çıkmam lazım."

"Aynı şey mi?" diye sordu gözlerini devirerek. Bu halleri ne diyeceğimi şaşırtırken, usulca sinirlenmeye başladığımı hissettim. "Ben sevdiğim kişileri biraz fazla severim. Bunu şimdiye kadar anlamış olduğun sanıyordum."

"Evet, ama-"

"Aması yok," dedim sözünü keserek. "Dediğim gibi Güneş'i çok seviyordum, hala daha seviyorum ama yakın bir arkadaşım olarak. Dostum olarak. Derdi olduğunda ilk koşacağım kişilerden biri ama ona karşı daha ilerisini hissetmiyorum. İnanmayacaksın belki ama denedim. Ona bana baktığı gibi bakmayı denedim ama olmadı."

Kaşlarını kaldırarak yüzümü inceledi bir müddet. Sözlerimde samimi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu ama doğru söylüyordum.

Güneş, birçok kişinin hayatında olmasını dilediği bir kadındı ama düşünceler veyahut huylar değildi kalpleri birbirine bağlayan. Ne olduğu da meçhuldü bana sorarsanız. Herkes kendine yakışacak, fikirleri uyuşacak kişileri sevseydi şayet; dünya böyle bir yer olur muydu? Onca acı, onca sevda, onca mutsuz son yaşanır mıydı?

Onca destan nasıl yazılırdı?

Gerçi şimdi sorsanız, Güneş'e aşık olmayı isterdim. Böylelikle kalbi başkasına ait olan birine hisler beslemez, sevgimin karşılığını fazlasıyla alırdım. Eğer Güneş'i sevebilseydim, çok mutlu olurdum, biliyordum.

Ama olmamıştı işte, kabullenememişti yüreğim onu.

"Sonra ne oldu peki?" diye sordu ve ekledi. "Yani, niye artık yakın değilsiniz?"

Derin bir iç çektim. Ne olursa olsun bu konu sol yanıma dokunuyordu. Birini üzdüğümü bilmek beni mahvediyordu ama sevmediğim birini mutlu etmek için kendimi harcayamazdım.

Birine âşık olurken, karşıdaki kişinin de bizi seveceğinden emin olarak sevmiyorduk ya sonuçta. Bu bir nevi şans oyunu gibi bir şeydi. Biz birini seviyorduk ve karşımızdaki için iki şans bırakıyorduk yalnızca. Ya yüzde elli olan şansımız tutacaktı ve sevdiğimiz kişi tarafından sevilecektik ya da diğer yüzde elli olan şansımız tutacaktı ve sevilmeyecektik.

"Çünkü onun beni sevdiğini bile bile ona yakın olmaya, onu ümitlendirmeye hakkım yoktu. Hislerini fark ettiğim halde bilmiyormuş gibi yapamazdım. Çünkü bu onun daha çok acı çekmesine neden olurdu. Dediğim gibi, benim için çok önemli biri. Onun üzülmesini, hele de benim yüzümden üzülmesini asla istemezdim. Tabii ne yaparsam yapayım onu üzmüş olacaktım ki öyle de oldu."

Sıkıntıyla nefes verdiğimde "Ne yaptın?" diye sordu.

"Bana olan hislerinin farkında olduğumu ama bende bir karşılığının olmadığını kibar bir şekilde anlatmaya çalıştım," dedikten sonra alaylı bir gülüş peyda oldu dudaklarımda. "Sanki kibar olunca can acıtmıyormuş gibi..."

Soğumaya yüz tutan kahvemi kafama diktikten sonra dudaklarımı yalayarak başımı salladım.

"Üzüldü. Çok üzüldü ve ne kadar belli etmemeye çalışsa da canını çok yaktığımın farkındaydım. Bizden uzaklaşmayı tercih eden oydu. Bile bile yanımda duramayacağını söyledi. Onu anlayışla karşılamaktan başka çarem yoktu."

"Seni unuttuğunu düşünüyor musun?"

Ela gözlerine çevirdim kahvelerimi. Kafasından neler geçirdiğini öğrenmek istercesine inceledim yüzünü.

Öğrenemedim.

"Birini unutmanın ha deyince olmadığını düşünüyorum. Öyle olsaydı şayet, Feza senelerce uzaktan acı çekmek yerine Derin'i unutup yoluna bakardı."

Öyle olsaydı şayet, seni bırakarak yoluma devam edebilirdim.

Ama olmuyordu işte. İnsan canının her istediğini yapamıyordu.

"Anladım," diyerek başını salladı. "Onun için üzüldüm."

"Ben de," dedim. "Ben de üzülüyorum."

Onun için de, kendim için de çok üzülüyorum.

Elimi uzatarak cebimdeki telefonu çıkardım ve saate baktım. Derse beş dakika kalmıştı. Telefonu tekrar cebime koyduktan sonra yavaşça ayaklandım. "Birazdan dersim başlayacak, gitmem lazım."

Gözlerinin, o herif için parladığını görmeden evvel kaçmam lazım.

Kafasını salladı usulca.

Masadaki sodayı alırken "İstemediğine emin misin?" diye sordum. "Kamer'e yenisini alabilirim."

"Hayır, teşekkür ederim. Canım istemiyor," dediğinde, "Pekala," dedim ve ekledim. "Sonra görüşürüz o halde."

"Görüşürüz, sana iyi dersler."

"Sağ ol."

Onunla o günkü son konuşmamız bu olurken yanından ayrılarak kantinden çıktım ve fakülteye doğru ilerledim. Güneş'i anlatmak pek de iyi gelmemişti. Onu üzdüğümün hep farkındaydım ama hayatıma Beril girdiğinden ve ona başka şeyler hissettiğimden beri onu daha iyi anlar olmuştum.

Canını çok yakmıştım ve yakmaya devam ediyordum. Kim bilir, belki de bu yüzden benim de canım yanıyordu.

Aklımdaki türlü düşüncelerle amfiye girdiğimde bizimkileri bıraktığım gibi buldum. Tek fark Kamer'in de başını masaya yaslamış olduğuydu.

Yerime geçtiğimde Kamer'i hafifçe omzundan dürtükledim, gözlerini açarak bana baktı. Uyumuşa benzemiyordu.

Sodayı ona uzattığımda doğruldu ve "Sağ ol abi," diyerek sodayı aldı.

Elimi önemsiz dercesine sallayarak önüme döndüm. Tam o sırada kapıdan giren hocayla birlikte uyuyan iki dostuma baktım. Uyandırsam da uyku mahmurluğundan kurtulana kadar dersi dinleyemeyeceklerini bildiğimden uyandırma zahmetine girmedim ve dersi dinlemeye başladım.

ღ ღ ღ

Günün son dersinin ardından kafamın kazan gibi olmasından dolayı yüzüm oldukça asıktı. Yorulmuş ve fazlasıyla acıkmıştım. Bir an önce eve gitmek ve Derin'imin yemekleriyle tıka basa karnımı doyurup güzel bir uyku çekmek istiyordum.

Tabii tüm bunlardan önce bir kaza çıkmaması için tuvalete gidip mesanemi boşaltmam gerekiyordu.

Feza, sabahtan beri uyuyan Gökay'la Koray'ı kaldırmaya çalışırken "Ben tuvalete gidiyorum," diyerek ayaklandım. "Otoparkta buluşuruz."

Kamer, kafasını sallayarak beni onayladığında masadaki telefonumu alarak cebime attım ve hızlı adımlarla amfiden çıktıktan sonra lavaboya gittim. Şansıma bomboştu. Hemen tuvaletlerden birine girerek işlerimi hallettikten sonra kapının açıldığını ve birinin içeri girdiğini işittim. Bunu umursamadan elimi kapı kulpuna götürdüğümde duyduğum ses ayaklarımın yere çivilenmesine sebep olmuştu.

"Sana zırt pırt beni aramamanı söylememiş miydim?"

Evet, emindim. Konuşan Eray'dı ve bağırarak konuşuyordu.

"Sinirlerimi bozuyorsun!"

Kaşlarım çatıldı. Kimle konuşuyordu ve neden böyle bir üslup kullanıyordu?

"Beril'den bahsedip durma! Onun hiçbir şeyden haberi yok ve asla olmayacak. Duyuyor musun beni?"

Gözlerimi şaşkınca büyütürken "Umarım, düşündüğüm şeyi yapmıyorsundur pislik herif," diye homurdandım sessizce.

"Tabii ki gelmeyeceğim. Gelmeyeceğim diyorum, duymuyor musun? Bir de tehdit mi ediyorsun?!"

Son sorusunda sesini öyle bir yükseltmişti ki kulaklarımı tıkayasım gelmişti.

"Hay ben senin sesini si-"

Küfrümü dudaklarımı birbirine bastırarak durdurdum ve sessizce mırıldandım. "Küfür etmeme bile değmezsin."

"Beni orada bekle. Anladın mı? On dakikaya yanında olurum, eğer yanlış yaparsan sonucuna katlanmak zorunda kalırsın!"

Kapının sertçe çarpma sesini duyduğum an hiç düşünmeden hızla tuvaletten çıktım ve ellerimi yıkadıktan sonra dışarı attım kendimi. Kapı ağzında sağa sola bakınırken onu koridorun sonunda gördüğümde hızla ona doğru koşmaya başladım. Ne haltlar çevirdiğini öğrenmem gerekiyordu.

Derin'in birkaç gün önce söyledikleri çalındı kulağıma. Sahilde sarıldığı kız, telefonda konuştuğu kişi miydi? Gerçekten Beril'e kıymış mıydı? Onu aldatmış mıydı?

"Umarım düşündüğüm şeyi yapmıyorsundur," diye mırıldandım kendi kendime. Her ne olursa olsun, ne kadar acı çekecek olursam olayım Beril'in yıkılmasına gönlüm razı gelmiyordu. Aldatılmak, hayal kırıklığına uğramak öyle basit şeyler değildi. Bunu herkes kaldıramazdı.

Aslına bakarsanız bunu kimse kaldıramazdı.

Eray, merdivenlerden inerek fakülteden ayrıldığında biraz gerisinde kalarak onu takip etmeye devam ettim. Arabam otoparktaydı ama onu almaya gidip Eray'ı kaçırma ihtimalini göze alamazdım.

Neyse ki her nereye gidiyorsa yürüyerek gitmeyi tercih etmişti ve bu durum benim de işime gelmişti.

Ardından yürümeye devam ederken cebimden telefonumu çıkardım ve Feza'ya beni beklememelerini belirten bir mesaj attım.

On dakikalık bir yürüyüşün ardından sahile vardığımızda dudaklarımı sinirle birbirine bastırdım. Ne kadar istemesem de düşündüklerim başıma gelecekti. Bundan nedensizce emindim.

Sahilin ucuna doğru ilerlemeye devam ettiğinde onu geriden takip ediyordum. İnsanların azaldığı yere gittiğinden beni fark etmemesi için kendimi saklama ihtiyacı duyuyordum. Sonunda tek tük birilerinin olduğu yere geldiğimizde, ilerideki bir bankta tek başına oturan bir kız Eray'ı görünce ayaklandı ve koşarak gelip ona sarıldı.

Bense öylece yerimde kalakaldım.

Çünkü kızı tanıyordum.

Ağzım şaşkınlıkla açılırken düşüncelerim birbirine girmiş vaziyetteydi. Kollarını Eray'ın boynuna dolayan kız, Beril'in annesi kaza geçirince hastaneye gelen kızdı.

Ne kadar düşünürsem düşüneyim adını hatırlayamamıştım ama Beril'in onun hakkında söylediklerini anımsıyordum. Liseden arkadaşı olduğunu söylemişti. Yani Eray'la ortak arkadaşlarıydı. O halde sarılmaları doğaldı.

Öyle miydi, sahi?

Ne düşüneceğimi bilemeyerek onları izlemeye devam ettim. Akıma Eray'ın telefonda dedikleri gelmişti. Beril'in haberi olmayacak, demişti. Neyden bahsediyordu?

Onlardan uzakta olduğum için ne konuştuklarını duyamıyordum ama el kol hareketlerinden tartıştıklarını anlayabiliyordum. Üstelik kız ağlıyordu.

Neden ağlıyordu?

Birden bir şey oldu. Ben, telefon konuşmasını yanlış anlayıp anlamadığımı kendime sorarken; kız, parmak uçlarında yükseldi ve Eray'ı öptü.

Yerimde öylece kalakaldığımda ne yapacağımı bilemedim. Zihnim durmuştu. Düşünemiyordum. Hareket edemiyordum. Sadece öylece bakıyordum.

Eray saniyeler sonra kızı ittirdiğinde, yüzünü seçmeye çalıştım. Kızgın görünüyordu. Elinin tersiyle dudaklarını sildikten sonra kıza bağırarak bir şeyler söyledi ve arkasını dönüp gitti.

Bağırdığından dolayı sesini duysam da ne dediğini anlayamamıştım ama bu çok da önemli değildi. Zira kız, Eray arkasını dönerek yürümeye başlayınca dizlerinin üstüne çöktü ve ağlamaya devam etti.

Eray, gözden kaybolduğu zaman daha fazla dayanamadım ve yerde ağlamaya devam eden kıza doğru ilerlemeye başladım.

Soracak hesabım, almaya korktuğum cevaplarım vardı.

ღ ღ ღ

Bir haftada iki bölüm mü? 🙃

Hatta İki Yaralı'yı da sayarsak üç.🤭

(Haberi olmayanlar için buradan da söyleyeyim. İki Yaralı Özel adında yeni bir kitap yazıyorum, detayları profilimdeki kitaba bakarak öğrenebilirsiniz.)

Oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım. Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın ve sevildiğinizi unutmayın.

İnstagram: rabiiaosma


İnstagram Sayfası: kizilyildiz.officalpage

Continue Reading

You'll Also Like

30K 1.5K 18
"Af-" İsmini söyleyemeyeceğim bir hala geldim. Göğsümün üstündeki eli göğsüme işkence yaparcasına sıkıyor ve bırakıyordu. Bunu defalarca yaparken dud...
34.7K 2.5K 32
Kızıl, Kabir ve Cellat. Bu oyun üçü arasında kuruluydu. Kızıl, alev. kabir, ölüm. Cellat, katildi. Cellat, kurbanının alevini söndürmüş ve ölüme terk...
2.6K 98 11
İngilizce öğretmeni olan Zerya hayali evlenmeden hayat sürmekken abisini kurtarmak için sevmediği adamla evlenmek zorunda kalır, önceden beri sevdiği...
57.3K 5.7K 149
Çocukluktan beri arkadaş olan 3 arkadaş, Serkan, Cemre ve Güney... Ve onların hayatlarına dahil olup tüm dengeleri bozacak yeni insanlar...