Karaca ve Barış (Tutku ve Teh...

By casablanca94

941K 57.3K 18.5K

(FİNAL YAPILDI)Hiçbir aşk bu kadar zor olmamış hiç kimse aşkı bu kadar çok istememişti. Aşktan dili yanmış bi... More

KARACA
Rekabet ve Ödül
Ses
Baran ve Karaca
Yangın
Tartışma
Hemşire
Trajedi
İyi Değilim
Sahip Çıkmak
Yardım Part-1
Yardım Part-2
Kısa Yol
Keşke
Baran
Ateşle Oynuyorsun
Akın Karakurt
Dans
Mutluluk
DUYURU+YB'DEN KESIT
Anı yaşamak
Yük
Deniz
Sezen
Gerçek ve Yalan
Sınav
Adaleti Sağlamak
Gerçek Aşk Ölümsüzdür ve Utanç
Vazife
Tek Gerçeğim
Çok Amaçlı
Gizli Birliktelik
Hayal kırıklığı
Gözü Yaşlı
Zaaf
Saf
İntikam
İki Seçenek
Geri Geleceğim
Karaca'nın korkusu
Kahredici
Avlanmak
Mezar
Umut
Başka bir dönem
Paris
25.08.2016
Evet
Kutlama
Cennet
Barış'ın yanı
Eğlenceli gece
Amerika
Las Vegas
Merhaba Barış
Doğru Olan
Yol
Masum Değiliz
Kutlama
Hisse
Arkadaşlar İyidir
İyi bir adam
Beklenti
İnsan olmak
Duyuru+Finalden KESİTLER
FİNAL-1
FİNAL-2
YENİ HİKAYE TANITIMI
YENİ HİKAYEMİZ YAYINLANDI

Tebrik ederim

8.3K 631 223
By casablanca94

Canlarım, umarım bu bölümü seversiniz çünkü ben çok sevdim.:) Finale son 1 bölüm kaldı ama merak etmeyin Final de 2 part şeklinde olacak.:) 

Son son OYlarınızı bekliyorum.

DUYURU: Ahu, Başak'ın düğünde ne giyeceğini instagramda seçtik. Güneş'in elbisesi ve Karaca'nın gelinliği kaldı. Onları da görmek, oylamak isterseniz "casablancaninkaleminden" hesabına beklerim. 

Keyifli okumalar, YB haftaya Cuma ya da Cumartesi gelir.:)

*--*-*-*--*

Karaca beklemediği bir şekilde karşısında Sezen'i görünce şaşırmış ama bir yandan da sevinmişti doğrusu. Barış'ın onu getirmesine ise şaşırmamıştı. Neye neden üzüldüğünü biliyordu. Ona gözleriyle teşekkür ederken Sezen'e de "Geçsene." diye konuştu. O büyük salona geçtiği sırada merdivenlerden indi. Barış ise kapıda bekliyordu. 

"Sizi yalnız bırakayım."

"Gitmek zorunda değilsin."

"İkiniz olsanız daha iyi."

Evden çıkıp kapıyı kapadı Barış. Karaca ise derin bir nefes alıp salonda ayakta duran Sezen'in yanına gitti. Oturmak için izin bekliyor olması üzücüydü, ona işaret ettikten sonra karşılıklı oturdular. İkisinden de bir müddet ses çıkmadı. Kaçamak bakışlar, dile kadar gelen sözler yerini sessizliğe bıraktı. Ancak biri daha fazla uzatmayacaktı. 

"Lafı dolandırmanın kimseye faydası olmayacak. " dedi Sezen huzursuz bir ifadeyle. "Yaptığım şeylerin ne kadar korkunç ve affedilemez olduğunu biliyorum. Af dilemeyi de beklemiyorum zaten. Buraya veda etmeye geldim."

"Ne vedası?" diye sordu Karaca da. Güzel kaşları çatılmış, yüzünde saf bir merak vardı. 

"Burada daha fazla duramam. "

"Bu nereden çıktı?" 

"Durdukça içim acıyor çünkü. İdil'in ağırlığı hala üzerimde. Hala daha rüyalarıma giriyor, çektiğim acı buradayken daha da katlanıyor sanki. Bu şehir, siz, bana yaptığım şeyleri hatırlatıyorsunuz. Herkesi üzdüm Karaca. İki kişinin tamamen ayrılmasına sebep oldum. Gerçekleri önceden bilseydim böyle olmazdı diyorum ama öyle olmayacağını biliyorum. Geç öğrendim de ne oldu? "

"Tamamen suçsuz değilsin ama İdil'in tercihinin bedelini tek başına ödeyemezsin."

"Öderim. Unuttun mu, o öldü. Geriye kalan sadece benim."

Bir şey diyemedi Karaca. Sezen'in gözlerinde biten yaşları görebiliyordu. Akıtmamak için yukarı bakmış, sonradan buruk bir tebessüm edip gözlerini ona çevirmişti. "Seni de çok üzdüm. İdil'in tercihi diyorsun ama ikinizden birini seçmek de benim tercihimdi. Keşke zamanı geri alabilsem, keşke şimdi geri dönebilsem o ana. Bir dakika durmaz her şeyi Baran'a söylerdim. İdil'e asla yardım etmezdim."

"Ama zamanı geri alamıyorsun."

"Yapamıyorum. Bunun içinde ömrüm boyunca acı çekeceğim." diye mırıldandı buruk bir tebessümle. " Günün sonunda herkes yaptıklarının bedelini öder, değil mi?"

"Evet, İdil canıyla ödedi. Sen de yeteri kadar vicdan azabı çekerek ödüyorsun. Kaçmak bir çözüm değil. Kendine ceza olsun diye yalnız kalacaksın ama tek yaptığı seni daha da tüketmek olacak."

"Mükemmel bir son."

"Değil." dedi Karaca biraz kızarak. "Sana ne kadar kızdığımı biliyorsun, aramız uzun zamandır bozuk ama günlerdir seni düşünmeden edemiyorum. Her ne yaşanmış olursa olsun o benim arkadaşım deyip duruyorum kendime. Evet, affedilmesi zor şeyler yaptın ama olanlar oldu bir kere. Geri döndüremezsin. Ben geçmişi düşünüp hayıflanmanın beni mutlu etmediğini anladım. Kendimi mutlu etmek için de olanları unutmaya çalışıyorum. Barış seni neden buraya getirdi sanıyorsun? Günlerdir aklımdan geçeni yapmak istedi. Seninle yeniden eskisi gibi olabiliriz demiyorum ama şimdi olduğu gibi de küs kalamayız. "

"Bu kadar iyi niyetli olman kendimden daha da utanmamı sağlıyor." 

"Benim niyetimin ne olduğunu biliyorsun. "

"Buraya neden geldiğimin farkındaydım." dedi Sezen de. Burnunu çekti. Gözlerine yaşlar yine hücum etmiş, onları akıtmamak için çabalamıştı. "Çok büyük bir kalbin var, herkese yetecek kadar da büyük. Sana yaptıklarımdan sonra benimle hala daha görüşmek istemen ne kadar iyi biri olduğunu gösteriyor ama Karaca ben senin kadar iyi biri değilim. Kararım değişmeyecek, buradan gideceğim. Güzel günlerimizin anısına sana veda etmeye geldim."

"Kendine ne yaptın sen?"

"En başından yapmam gerekeni."

"Bu hale geleceğimizi tahmin etmezdim."

"Hele ben.." 

Kabullenmiş bir bıkkınlıkla "Ne zaman gideceksin, nereye?" diye sordu Karaca. 

"O belli değil. Uzak bir yer seçmeye çalışıyorum kendime. İki üç hafta içinde belirler giderim. Zaten burada pek bir şeyim yok, biliyorsun."

"Gitmek kolay olacak." 

"Öyle, evet. Karaca yemin ederim böyle olsun istemezdim. Senden her şey için özür dilerim, bu dediklerim sana ne kadar samimi gelir bilmiyorum ama çok özür dilerim."

"Tamam, yeter artık. Buraya kendinden intikam aldığını göstermeye gelmişsin ama yeter. İdil öldü, onu kendi seçimleri öldürdü, sen değil. Bu kafadan çık artık. Bana söylediğin yalanları hatırlamak istemiyorum. Sana her şeyi tamamen unutalım da demiyorum ama en azından hatırlamamaya çalışalım. O yüzden özrünü kabul ediyorum. "

"Teşekkür ederim."

Sohbetlerinin geri kalan kısmı daha sessiz geçti. Karaca ona bir şeyler ikram etmek istedi ancak Sezen'in orada fazla kalmak gibi bir niyeti yoktu. Onu evlendiği için tebrik etti. Karaca ise onu düğününe davet etti. Onu orada görmekten mutluluk duyacağını söyledi, gelir miydi bilemese de en azından o davet etmişti.

O gittikten sonra Barış gelmiş, onunla da uzun uzadıya konuşmuşlardı. Affetmek, geçmişi ardında bırakmak insanı hafifletiyordu. Karaca bunu yapmaya  Barış'la başlamış, şimdi de Sezen'le bitirmişti. 

"Bir insan kendinden bu kadar vazgeçebilirdi.  Konuşmalarını bir duysan, hala aklım almıyor nasıl bu kadar kötü oldu."

"Yalnız kaldı. Yanında kimse yoktu. Dürüst olmak gerekirse sen de yoktun. Kızgınlıkla hareket ettin, o da yalnız kaldı."

"İdil öldüğünde yanındaydım."

"Bir iki gün. Sonrasında yoktun. Ben kaza geçirdiğimde hastaneye geçmiş olsun demeye geldi ve sen ona türlü kötü sözler söyledin. Bana kalırsa o kadarını hak etmiyordu." dedi üzülerek. Olanları düşününce onun için bile üzülüyordu insan. 

"Tüm suçlusu ben miyim yani?"

"Hayır elbette değil. O yaptıklarının acısını çekiyor şu an ama bu kadar kötü olmasının sebebi de yalnız kalması. Hayatım düşünsene, bir travma yaşadı ve yanında kimse yoktu. "

Sessiz kaldı genç kadın. Ne diyebilirdi ki? Düşününce doğru söylüyordu. Sebebi belki de biraz kendisiydi. Elleriyle gözleri ovuşturdu. Ne yapmalıydı bilemedi. 

"Kendini kötü hisset diye söylemedim. "

"Biliyorum ama haklılık payın var, bu da kötü hissettiriyor." derken buruk bir tebessüm etmişti Karaca da. 


Barış da ona gülümseyerek onu kolunun altına çekti. Güzel karısına sarıldı. Hiçbir şeyi dert etsin istemiyordu. 

"Ben aslında birbirinizden bu kadar uzak kalmanıza şaşırıyorum. Sezen ne yapmış olursa olsun birbirinizi seviyorsunuz."

"Evet ama inanç problemi yaşadım." dedi Karaca da. "Şimdi söyleyeceğim şey seni üzmesin ama seninle ayrıldığımızda çok üzgündüm, kimseye güvenemem zannediyordum. Sonra Sezen çıktı karşıma. Bir arkadaş olarak güvenimi kazandı, onunla her şeyimi paylaştım. Seninle yeniden birlikte olduk, ne kadar güzel hayatım yoluna giriyor derken bu kez Sezen patlattı bombayı. Hep bir darbe aldım. İdil öldüğünde ona merhamet gösterdim ama sonrasında bunu yapmaya devam edersem aptallık ederim diye düşündüm. Çünkü bilirsin, yeniden birine inanacak olduğunda en son inandığın kişinin sana neler yaptığını hatırlarsın, kimseye de güvenemezsin." 

"Şimdi ne değişti peki?"

"Sanırım inancımı geri kazanıyorum. Dediğim gibi insan affedince daha iyi hissediyor kendini. Zaten artık hayatımda hep güzel şeyler oluyor, hiçbir şey eksik kalmasın." 

Barış daha sıkı sardı onu. Bunu çözeceğini biliyordu. Ne olursa olsun kendini affetmek, yanındakini affetmek, mutlu olmak için insanın atacağı ilk adımdı. O da zaten Ahu'yu bu yüzden affetmemiş miydi?

*-*-*-*-*

Ertesi gün Karaca, Ahu ve Güneş buluşmuş, düğünün detaylarını konuşuyorlardı yine. Hanımlar için bu sıkıcı olmaktan ziyade keyif vericiydi. Ahu böyle şeylerden pek anlamazdı ama kızlarla arkadaşlık etmek ona güzel geliyordu. 

"Ablan neden gelmedi?"

"Onun yetiştirmesi gereken çok işi var. Düğünler, davetler, yemekler hiç bitmiyor ki. Ablam başını kaşıyacak vakti bulamıyor. "

"Bir açıdan iyi tabi." diye konuştu Ahu. Yanlarına gelen garson siparişlerini almak için geldiğinde tek tek sipariş verdiler.

Karaca "Niye kahve içmiyorsun?" diye sordu Güneş'e. 

"Dünden beridir midem kötü. Bir arkadaşımla dışarı da görüştük, beni daha önce gitmediğim bir yere götürdü. Şirin tatlı bir yerdi ama kahvesi çok kötüydü. Bütün gece midemi ağrıttı. Azıcık çorba içtim ama çıkardım. Sonra da bir şey yiyemedim. "

"İlaç aldın mı?"

"Aldım, aldım. Ateş de nane limon yaptı zaten. O ilaçlardan daha iyi geldi. O yüzden onu söyledim şimdi de."

"Hala mı kötü miden?" diye sordu Ahu da. Üzülmüştü ama en azından bitkin durmuyordu. 

"Evet ama daha iyiyim. Neyse canım beni mi konuşacağız, anlatın bakalım."

Ahu elindeki defteri açtı. Ajandaydı ve bir çok cümlenin sonuna tik atılmıştı. Atılmayanları gösterdi. "Şahsi olarak elbisem henüz bitmedi, bir iki güne biter dediler onu alacağım. Davetiyelerle alakalı hiçbir sorun yok, herkesten geri dönüş aldım. "

"Güzel."

"Ben de organizasyon şirketiyle şu kına gecesi konusunu konuştum." dedi Güneş. "Senin halledeceğin yoktu."

"Ben hala daha kına gecesine gerek var mı diye düşünüyorum. Olan oldu zaten. Bir düğün yapsak yeterdi."

"Canım sen onu kayınvalidene anlat. Hiç kimse istemese onlar istiyor. Pınar Ablayı unutmuyorum valla, öz annesi olsa bu kadar olurdu. Tam kayınvalideydi."

"Ama bir sorun çıkmadı demiştin."

"Hayır canım tabi ki çıkmadı. Sadece düğün zamanı tam kayınvalide gibi davrandı, iyi anlamda elbette. Her şeyi düşündü, hiçbir şeyi eksik bırakmadı ama geleneksel olduğu da kesindi. Kına gecesine hayır diyemiyorlar. "

"Deniz hanım pek bir şey demedi ama kına gecesinden bahsedince sevindi."

"E diyorum ben sana."

Siparişleri geldiğinde sohbetleri de bölündü. Ahu soğuk soğuk içeceğini içerken, Karaca da kahvesini yudumluyordu. Güneş'in bozuk midesi ise nane limonu kokladığında bile düzeliyordu sanki. 

"Gelinlik provan ne zamandı?" 

"Yarın." 

Güneş'te telefonunun notlar bölümüne ekledi bu bilgiyi. Gelinlik için özenle çalışıyorlardı. Bitmiş değildi, şekillenmişti ve o haliyle bile güzel görünüyordu. Onun detaylarını konuştuktan sonra hanımlar kendi aralarında sohbete başladı.

"Ee Ahu, sen ne yapacağına karar verdin mi?"

"Ne gibi?" 

"İş konusunda. Hayat konusunda. Artık burada olduğuna göre hayatın değişti sonuçta."

"İş konusunda bir şeye karar veremedim henüz. Çok hareketli bir mesleği bıraktığım için önce bir süre sakin bir hayata alışmam lazım."

"Zor oluyor mu?"

"Zor olacağını düşünmüştüm ama zannettiğim kadar olmadı. Eğer yalnız kalsaydım zorlanırdım ama yanımda siz varsınız, Ateş var, Barış var, Baran da. "

Karaca ve Güneş birbirlerine baktı o böyle söyleyince. Ahu, onların o bakışını gördü ama görmemiş gibi davrandı. İkisinin de Baran'la aralarında olanlardan şüphelendiğini biliyordu. Zekilerdi ve o biraz açık vermişti. 

"İnsanın yanında sevdiklerinin olması güzel." dedi Karaca da. "Bu arada dün bana Sezen geldi."

"Sezen mi?" derken şaşırmıştı Güneş. Fincanı elinde kalmıştı.

"Onunla ne zamandır konuşmak istiyordum zaten. Barış da bunu bildiği için onu bize getirdi. Biraz konuştuk. Birkaç hafta sonra gidecekmiş."

"Sezen, İdil'in arkadaşı olan Sezen mi?" diye araya girdi Ahu. Olanları biliyordu. Sadece Sezen'le tanışmamıştı. Baran'ın çektiği acının en büyük sebebi İdil'di ancak Sezen'in de kabahati büyüktü. Yine de her iki kadına da çok kızamıyordu. İnsan zorunda kaldıkça kötü şeyler yapabiliyordu. 

Karaca başını salladı. Ona bakan meraklı gözlere anlattı konuştuklarını. Çok kötü şeyler yaşanmıştı, geri döndürülemezdi ama artık kimsenin huzursuzluğa da gücü kalmamıştı. 

"Onu düğüne çağırdım. Geleceğinden emin değilim ama o gün onu da görmek isterim. "

"Ya Baran istemezse?" diye sordu Güneş. Sezen'le şahsi bir derdi yoktu. Sivri dilli bir kızdı, araları iyi değildi ve kendi yaptıklarının cezasını kendisi vermişti zaten ama Baran'ın bunu nasıl karşılayacağını bilmiyordu. Bu yorum Ahu'nun da dikkatini çekmişti. 

"Aralarında bir şey mi geçti?"  diye sordu. 

Karaca "Hayır." dedi hemen. "Barış'ın kaza geçirdiği zaman o da hastaneye gelmişti. Baran'la konuşmuşlar, onu affettiğini bunun da ona en büyük ceza olduğunu söyledi diye biliyorum. Bence Sezen'e daha kötüsünü yapamazdı."

"Baran birilerine zarar verebilecek birine benzemiyor. İdil yüzünden olsa bile. " dedi Ahu. En azından o böyle düşünüyordu. Öğrendiklerine göre konuşuyordu. 

"O, Barış ve Ateş'e göre daha sıcakkanlıdır zaten. Onlar kadar öfkeli değildir. Eğlencelidir ama İdil'in ona yaptıklarından sonra yıkıldı. O dönemde herkesin canını yakacak kadar öfkeliydi. Sezen'i bir gece sıkıştırıp ağzından laf almaya kalktı."

Güneş, masanın altından Karaca'yı dürttü daha fazla konuşmaması için. Genç kadın da bunu anlayınca kendine kızdı. Salak gibi kızın aklını yanlış şeylerle dolduracaktı neredeyse. 

"Yine de Baran aynı Baran sonuçta. Yaptığı en öfkeli şey oydu. Onun yapısında böyle şeyler yapmak yoktur. İdil ölünce onu yeniden kaybeder miyiz diye düşündük ama öyle olmadı. Daha sakin, daha normal. Kendine bir arkadaş edindi bile. Seni."

Ahu ufak bir tebessüm etti ama bu gözlerine ulaşan bir tebessüm değildi. İdil'e ne kadar aşık olduğunu, bir sene boyunca onun ölmediğine inanarak peşine düştüğünü, bunun uğruna her şeyini ortaya koyduğunu biliyordu. Birini bu kadar sevmek akıl işi değildi. İnsanı bir yerde tüketirdi. Baran da tükenmişti ama sonrasında ayağa kalktığını biliyordu Ahu. Şimdi iyiydi, herkesin anlattığı gibi eğlenceliydi, eskisi kadar olmasa da alışıyordu. Onunla aralarında farklı bir kimya olduğu kadar, duygusal bir hoşlantı da vardı. Onun adına mutluydu, devam etmesini öğrendiği belliydi ama İdil'in onun içinde bir sızı olarak kalacağını biliyordu.

*-*-*-*-*

Ahu, lavabodan çıkarken midesinde bir şey kalmadığı için bedeni güçsüz düşmüştü. İki gündür ne yiyorsa çıkarıyordu. Bu sabah biraz daha iyiydi ama tam olarak düzelmiş değildi. Midesini üşütmüştü ya da yediği bir şey dokunmuştu. Geçen gün kızlarla otururken Güneş'in de midesinin bozulduğunu hatırladı. O kahveden demişti ama belkide salgın vardı ve onlarda bir yerden mikrop kapmıştı. Her neyse hiç iyi değildi. Kolay kolay da hasta olmazdı.

Kapı çaldığı sırada koridorda durup duvardan güç alıyordu. Oraya kadar gitmek ona çok büyük zahmet gibi geliyordu ama arada sadece iki metre vardı. 

"Geldim."

Biraz sonra kapıyı açtığında karşısında Baran'ı görünce şaşırmadı. Dün gece ona hasta olduğunu söylemişti.

"Telefonuna neden bakmıyorsun?"

"Çalmadı ki."

"Sessizde bırakmışsındır yine. Hastayım deyince bir şey oldu sandım."

"İyiyim." 

Baran içeri girerken "İyiyi tanımla." diye konuştu. Gerçekten solgun görünüyordu. Üzerine giydiği beyaz kıyafetlerle aynı renkti yüzü. Onu tutup içeri geçtiler. 

"Neden daha önce söylemedin bana?" derken eliyle alnına dokundu. Ateş'i yoktu ama yüzü çok solgundu. 

"Niye söyleyeyim ki? Sen doktor musun?"

"Değilim ama seni merak eden biri olarak bunu bilmek hakkım."

Ahu midesini tuttu. Yine bulanıyordu. Yerinden fırlayıp koşar adımlarla lavaboya girdi. Kapıyı kapatıp kitledi. Baran peşinden gittiğinde lavaboya giremese de sesini duyuyordu. Seslense de cevap alamadı. Ona önceden haber vermediği için kızgındı. Kim bilir kaç gündür bu haldeydi. İnsan hastayken yanında biri olmalıydı. Dün gece öylesine bahsetmişti durumdan ama sabahtan beri onu aramış, ulaşamayınca da çıldırmıştı. Ne kadar endişelendiğini tarif edemezdi. Bir şey oldu sanmıştı. 

Kapı açılınca yüzünün ve saçlarının ıslandığını gördü. Koluna girip "Doktora gidiyoruz." diyerek onu kapıya çevirdi ama Ahu onu durdurdu. "İstemiyorum. Yatarsam geçecek."

"Kaç gündür böylesin?"

"İki sanırım."

"Demek ki yatmak işe yaramıyor. "

"Baran lütfen, gitmek istemiyorum. Beni salona götür hadi. Uyursam bir şeyim kalmaz."

"İnat etme işte, daha iyi olacaksın."

"İstemiyorum." 

Kolundan çıkmak istedi ama genç adam onu durdurdu. Pes edip onu salondaki koltuğa oturttu. Oradaki ince battaniyeyi üzerine örttü. Yanına otururken de yüzüne dokunuyor, iyi olup olmadığına bakıyordu. 

"Mideni mi üşüttün?"

"Sanırım. Geçen gün Güneş'in de midesi kötüydü. Belki de salgındır." 

"Neler yedin birkaç gündür?"

"Aynı şeyleri. Farklı hiçbir şey yemedim. Evde yemek yaparken de ne kadar dikkat ediyorum biliyorsun."

Yanındaki boş çöp kutusuna baktı Baran. Buruk bir tebessüm etti. "O zaman mideni üşütmüşsün. İlaç içtin mi?"

"İçtim ama çıkardım. Bir şey yiyemiyorum. Kokusuna bile dayanamıyorum. Midemi bulandırıyor."

"Sana sıcak su yapayım. Biyotun vardı değil mi?"

"Var. Dün gece kullandım ama bu sabah unutmuşum. "

"Nane limonda yaparım. İyi gelir."

"Yapma yapma. Kokusu mahveder şimdi beni."

"Aksine iyi gelir. " dedi Baran da. Onun yanından kalkıp battaniyesini düzeltti. Canı sıkılmasın diye ona televizyonu açtı. Çöp kovasını da yakınına bıraktı. Şayet kusacaksa bu kez lavaboya gidecek kadar gücü olacağından emin değildi. Mutfağa girip önce sıcak su ısıttı. Mavi biyot masanın üzerindeydi. Dolaplardan birini açıp fincan aldı. Naneyi bulmak içinse birkaç dolaba bakması gerekmişti. 

Su kaynarken o da nane limonu cezveye koyup, su doldurdu. Bunlar ona iyi gelirdi ama bir şey yemediği sürece midesi kötü olmaya devam edecekti. Hafif ne hazırlayabileceğini düşündü. Bu konularda pek iyi değildi. Bir an için Güneş'i aramayı düşündü ama o da ne olduğunu sorgulardı. Annesini aradı. Patates kaynatıp tuzlayarak arkadaşına yedirebileceğini öğrendi. 

Önce kaynayan sıcak suyu biyota doldurdu. Nane limonda olmuştu. Nanelerini süzüp fincana koydu, bir kesme şeker atıp karıştırdıktan sonra içeri götürdü. 

"Al bakalım. " 

Nane limonu ona uzattı. Biyotu da ayaklarına koyarken onların ne kadar soğuk olduğunu fark etti. "Daha kalın çorap giy. Ayakların buz gibi."

"Bence ayaklarımı da üşüttüm."

Baran yatak odasına girip ona çekmecesinden çorap getirdi. Genç kadın ona bardağını uzatıp çorabını giyecekti ama adam ondan önce davrandı. Çoraplarını ona giydirmek isterken Ahu itiraz etse de o buna kulak asmadı. 

"Teşekkür ederim."

"Alt tarafı bir çorap."

"Sadece onun için değil." dedi elindeki fincanı göstererek. Ağzına doğru götürüp önce kokladı. "Mmm.. Kokusu bile iyi geldi sanki." 

"İyi gelir dedim sana. Miden boş olduğu içinde bulanıyor. Şimdi patates kaynatıyorum, o iyi gelir." 

"Sağol ama bu kadar şeye gerek yoktu."

Baran gülerek "Ne kadar inatçıymışsın sen." dedi. Gerçekten bu kadar olduğuna şaşırıyordu. "Huysuzsun da. "

"İkisi de değilim. Sadece birilerinin benim için bir şeyler yapmasına alışkın değilim. Hep tek başımaydım ben. İyiyken de, hastayken de. Başımın çaresine hep kendim baktım."

"Ama artık yalnız değilsin, ben varım."

Ahu'nun kaşları yukarı kalktı. Doğrusu bunu duymayı beklemiyordu. 

Onun şaşırdığını anlayan Baran ise yanlış bir şey dediğini düşünerek "Yani biz varız." diye ekledi hemen. "Sen de artık ailedensin."

"Biliyorum."

"Ben patateslere bakayım."

Mutfağa giderken arkasındaki kızın aklından geçenleri bilmiyordu. Ahu, onun söylediği sözü kendi istediği gibi anlamayı tercih etmişti. Bir açıdan doğruydu sonuçta, yanındaydı onunla ilgileniyordu. O alışkın değildi ama onunla ilgilenmesi hoşuna gitmişti. 

Baran ise bir pot kırdığını düşünüyordu. Tezgaha yaslandı. Umarım dediğini yanlış anlamazdı. Gerçi anlasa ne değişirdi? Fazla yakınlardı. Seks yapıyorlardı ve arkadaşız deseler de her arkadaş birbiriyle seks yapmazdı. Aralarında tuhaf bir kıvılcım olduğunun o da farkındaydı. Yüzüne biraz su vurdu. Kaşları çatıldı. 

 Bu yüzden işleri olduğundan daha farklı yerlere taşımak istemiyordu. Şimdilik.

*-*-*-*-*-*

Ahu, tuzlanmış patatesleri yerken mutluydu. Sanki gözü açılmıştı. Midesi eskisi kadar kötü değildi. Bulantı hissi de git gide azalıyordu ama tam geçmiş değildi. En azından bu patates midesini bastırırdı. 

"Yüzüne renk geldi."

"Gözüm açıldı resmen. Patatesi iyi düşünmüşsün. Nereden geldi aklına?"

"Anneme sordum."

Ahu ağzında patates ona baktı. Pekala. Evet, mantıklıydı. Baran'ın ona uzattığı tuzu aldı. Biraz daha tuzlasa iyi olacaktı. "Sen yemeyecek misin?"

"Tokum. Hem sana yaptım onları."

Ahu, tabakta birkaç dilim patates bıraktı. Midesi bu kadar almıştı. Hiç yoktan iyiydi tabi. Baran onları mutfağa götürdü. Dolaptan ona ilaç baktı. Mide bulantısı için ilaç içerse daha iyi olurdu. Salona döndüğünde ona ilacını da içirdi. Biyottaki suya baktı. Hala daha sıcaktı. Ayakları da ısınmıştı. Kadının ona tebessüm ettiğini gördü. Battaniyesinin altında iyi görünüyordu. 

"Çocuk gibi ilgilendin benimle. Söyle bakalım, bu kadar güzel hasta bakmayı nereden öğrendin?" dedi ama dediği gibi de pişman oldu. Ne aptaldı. İkisininde yüzü düşmüştü. Toparlamak istedi. "Öyle demek istemedim. Yani her erkek sıcak su, nane limon pek bilmez. Siz erkekler bakmaktan çok baktırıyorsunuz ondan dedim."

Konuştukça batıyordu. Gözlerini kapadı bir an kendine kızarak. Açtığında ise Baran'ın onun kadar takmadığını gördü. "Ekipte her işini kendin yaparsın. Görevde her zaman yanında biri olmaz. Mide bulantısı onların yanında hafif kalıyor."

"Doğru."

Kumandaya uzandı Baran. "İzliyor musun, kanallara bakayım mı?"

"Bakabilirsin."

Birkaç kanala baktı. Gündüz kuşağında pek bir şey yoktu. Diğer kanallara geçti. Birkaç ekonomi kanalı, belgesel ve çizgi filmleri gördü. Gülerek "Çizgi film sever misin?" diye sordu ona ama bir cevap alamadı. Uyumuştu. 

Buna sevindi, demek ki rahatlamıştı. Televizyonun sesini kıstı. Koltuğun ucuna kayarak onu rahatsız etmemeye çalıştı. Onu izlemeye başladı. Rahat görünüyordu. Sarı saçları yastığa dökülmüş, güzel tenine biraz olsun renk gelmişti. Uyurken güzel olduğunu biliyordu ama onu yatağın haricinde uyurken izlememişti. Daha uzaktı ve uzaktan da güzeldi. Yüzündeki tebessümü hissedebiliyordu. Ona nasıl kapıldığını, hastalığı için nasıl endişelendiğini biliyordu. 

Ahu onun için basit bir hoşlantıdan çok daha fazlasıydı artık. 

*-*-*-*-*

BİR HAFTA SONRA:

Genç kadın hemşire tarafından adı söylenince yerinden kalktı. Hastanedeydi. Midesi o gün bugündür hala daha düzelmiş değildi. Ara ara düzeliyor gibi oluyordu ama sonrasında yine kötü oluyordu. En sonunda da doktora gelmişti. İçeri girip, doktorun karşısındaki koltuğa oturdu. Omuzlarından dökülen sarı saçlarını geri ittirdi. Çantasını da kucağında tutuyordu. Bu doktoru tanımıyordu ama hastaneye gelince boşta olan bu doktordu. Tahlillerini vermiş, sonuçları çıkmıştı. Kötü bir şey olmamasını umdu. 

"Tahlilleriniz temiz."

"O zaman güzel. Yine de mideyi üşütünce bu kadar rahatsız eder mi?" 

Doktor da gülümsedi. Elindeki son kağıda bakarken gözündeki gözlüğünü çıkardı. "Mideyi üşütmek bu kadar etmez ama başka bir şey eder. "

"Tahlillerimin temiz olduğunu söylediniz. Başka bir şey mi var?"

"Endişelenmeyin Güneş Hanım. Benlik bir durumunuz yok. Sizi başka doktora yönlendireceğim."  derken gülüyordu.  Amacı onu endişelendirmek değildi. Karşısındaki bu güzel kadına söyleyeceği sözle onu mutlu edeceğinden de emindi. 

"Tebrik ederim, hamilesiniz." 

*-*-*-*-*-*

Umarım beğenmişsinizdir :) Sorularıma geçiyorum.

// Sezen ve Karaca'nın konuşması hakkında ne düşünüyorsunuz?

// Karaca ve Barış da şu affetme ve inanç üzerine konuştular. Siz Karaca'nın dediklerine katılıyor musunuz?

// Karaca,Ahu ve Güneş buluştu sohbet ettiler.Bir ara Baran ve İdil'den konuşuldu.Ahu'nun  buna gösterdiği reaksiyon nasıldı sizce?

// Ahu hasta oldu, Baran çok endişelenip yanına geldi, ona bir güzel baktı. O sahneyi beğendiniz mi?

// Güneş hamile, bekliyor muydunuz, sevinmişsinizdir umarım?

Diğer YB haftaya Cuma ya da Cumartesi. xoxo!



Continue Reading

You'll Also Like

7.3K 415 4
Mardin'de bir ağa kızı Jinda Koroğlu avukat olup aile şirketinde çalışıyor. Asi Dik başlı kimseye buyun eğmeyen Jinda, aşka boyun eğecek mi? *******...
4.2M 266K 45
Aylardır izlediği yayıncıya olan hislerinin arttığını düşünen İzem, artık onun dikkatini çekmek ister. Dağhan'a ilk mesajı değildi ama bu sefer onun...
9.2K 406 100
"Unutma bayım, biz aynı kaderin yazılmayan dizeleri, aynı şehrin uyuşmayan semtleriyiz. ve sen bayım, kalbimdeki çıkmazın; devrim kısımı...
1.7M 67.6K 65
Melek ve Ateş... Biri pişmanlığın kor ateşine düşmüş, biri ise yüreğine düşen kor acıyla baş başa kalmış. Peki ikisinin de bu kordan çıkması ne kada...