Dylan yol boyunca asla susmamıştı. Hatta bir ara benzinimiz azaldığı için yol üzerinde bir benzincide durmuştuk ve Dylan orada da konuşmasına devam etmişti.
Sonunda eve vardığımızda ise, başka bir uzun konuşmaya dahil olmamak adına arabamın onda kalabileceğini söylerek hızlıca eve koşmuş ve kapının önünden ona küçük bir öpücük gönderdikten sonra içeri girmiştim.
Ancak benden önce geldiğini düşündüğüm birileri, salonumda volta atıyor, bir şeyler sayıklarken sanki delirmiş gibi kelimelerin üzerinde vurgu yapıyordu.
Kapının yanındaki etajerin üzerinde duran vazoyu alarak oturma odasına girdiğimde ise ellerini başına koymuş deli gibi dönen Jake ile karşılaştım.
Salonumdaki kitaplığı tamamiyle yere sermişti. Birkaç kitabın sayfaları açık bir şekilde duruyordu. Özellik altını çizdiğim cümlelerin olduğu sayfaları açık bırakmıştı.
Geldiğimi fark etmeyerek, cümlesine devam etti. "Nice zamandır şarkı söylüyorsun,
susamadın mı? Acıkmadı mı karnın ?"*
Neden bahsettiğini anlamıştım. En sevdiğim şiirleri yazdığım defteri sanki bir hiçmiş gibi koltuğun üzerine fırlatmıştı ve sürekli olarak tekrarladığı şeyin, en sevdiklerimden biri olduğunu öğrenmişti.
"Susadım,"* dedim. Nefesim sanki bir diken gibi boğazımı her seferinde delerken. Sesim olası bir ağlama krizinin eşiğinde resmen titriyordu. "Ama çeşme o kadar yavaş akıyor ki..."*
Bakışları anında beni buldu. Sürekli olarak attığı adımlar şimdi sonlanmış, yerini kollarının aşağı düşmesine ve öylece beni izlemesine bırakmıştı. Sanki saatlerdir yürümüşcesine terlediğini gördüğümde, gidip yüzünü okşamak ve sakin olmasını söylemek istedim. Salonumdaki dağınıklık dahi umrumda değilken, toplanamayacak kadar dağılmış ruhumun toplanmasını beklemek istedim fakat imkansızdı. Biliyordum. İmkansızı sevmek istemiştim. Biliyordu.
"Neden yazdın ? Defterine bu şiiri neden yazdın ?" Yorulmuş sesiyle söyledi.
Gergin duran omuzlarımı sanki teslim olmuşcasına aşağı düşürdüm. "Acıktım. Sevecek misin beni yarın?"*
"Ona aşık mısın ?" Cevabımın olumlu olmasını istemeyerek sorduğunu anladım. O yüzden cevap vermeden koltuğa doğru ilerledim, kendimi büyük bir yorgunlukla bıraktım ve bacaklarımı uzatmadan hemen önce kollarımı büyük bir boşluğa açtım.
O ise anlamış gibi hemen kollarımın arasına gelmiş, küçük bir çocuk misali belimi kavrayarak yorgun başını göğsüme bırakmıştı. Kalbimin nasıl delice çırpındığı duyuyordu.
"Tek bir kuralım var, Paris."
"Nedir o ?"
"Ne olursa olsun, geceleri benimle kal."
*Robert Desnos.