KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#17 - Davetsiz Misafir

34.5K 1.5K 304
By bayanclara

[Multimedia: Mert Atalay🦸‍♀️]

"Ah ha, hepinizi yok edeceğim, lanet olasıca pislikler!"

Gökay'ın, kendini oyuna fazla kaptırması sonucunda ağzından dökülen kelimeler, başımızı çevirip ona bakmamıza neden olmuştu lakin ona baktığımızı asla fark etmemişti. O, onun deyimiyle lanet olasıca pislikleri, yani Kamer'le beni öldürmeye çalışıyordu. Feza, Derin'le beraber içerideydi ve Koray da oyun oynamak istemediğini -telefonuyla uğraşıyordu ve ne kadar inkâr etse de Asel'le konuştuğu konusunda hemfikirdik- söyleyince üç kişi kalmıştık. Mecburen ikiye bir olacaktık ve Kamer de ben de Gökay'la aynı takımda olmak istemeyince tek kalarak bize savaş açmıştı.

Kafamı sallayarak önüme döndükten sonra sadece iki hamlede Gökay'ı öldürdüm. Gökay, boynu kesilen karakterine ağzı bir karış baktıktan sonra sinirle bana döndü.

"Beni nasıl öldürürsün? Bunu... Bunu bana nasıl yaparsın?"

Kaşlarımı çattım.

"Oyun, savaş oyunu," dedim, anlamasını kolaylaştırmak için tane tane konuşarak. "Yani amaç bu."

Gökay, söylediklerime inanamıyormuş gibi bir yüz ifadesi takınırken, Kamer birazdan olacakları -onun için eğlenceydi- daha rahat bir şekilde izlemek için kanepede yayılarak arkasına yaslandı.

"Oyunun amacı bu diye beni mi öldürmek zorundaydın? Kamer'i öldürseydin ya!"

Sabır dilenircesine derin bir nefes aldıktan sonra sakin kalmaya çalışarak konuşmaya başladım.

"Kamer benim takımımda Gökay, onu neden öldüreyim?"

"Adam olduğunu kanıtlamak için!"

Kaşlarım hızla çatılırken, Kamer'in ıslık çalışını duymazdan geldim.

"Ne diyorsun sen lan gevşek?"

"Haksız mıyım?" diye sordu Gökay, asla altta kalmayacağını gösterirken. "İkiniz bir oldunuz, Kamer beni sıkıştırdığında kestin zavallı karakterimin kellesini. Adam olsaydınız da tek tek gelseydiniz!"

Ben, ciddi anlamda ne diyeceğimi şaşırarak susarken; Kamer araya girerek "Beni niye karıştırıyorsun lan?" diye sordu.

Bu sefer dönüp şaşkınca Kamer'e baktım. "Tek suçlu ben miyim, oğlum? Sen de bana yardım etmedin mi? Birlikte öldürdük onu."

"Bana ne abi," dedi, Kamer omuz silkerek. "Adamın kellesini kesen sensin, cezası neyse sen çekeceksin."

"Ciddi anlamda bunları duymak yerine yok olmayı tercih ederdim."

Bana fırsat vermeden araya giren Koray'a döndük hepimiz. O da konuşmaya devam etti.

"Gökay'la Gökay oldunuz vallahi, ben de sizi akıllı sanırdım," diyerek kafasını salladığında, "Koray haklı lan," diyerek ayağa kalktım. "Savaş oyununda birbirimizi öldürdüğümüz için özür dileyip cezasını çekmeye razı oluyoruz anasını satayım, bu nasıl iş?"

"Körle yatan şaşı kalkar, diye boşa demiyorlar," diyerek homurdandı Kamer. Gökay, Kamer'e yandan yandan bakarak sırıtınca yine saçmalayacağını anlayarak söyleyeceği şeyleri duymamak için hızla odanın çıkışına doğru ilerlemeye başladım ama ne yazık ki kulaklarımın Gökay'ın o salak sorularını işitmesine engel olamadım.

"Kamer aşkım, biz senle ne zaman yattık ki kız? Sarhoş olmamdan faydalanıp beni yatağına attın da haberim mi yok?"

Kamer, "Ya sabır, ya selamet," diyerek sabır dilenirken, kusmamak için direndim ve kendimi odadan dışarı attım. Midem konuşmanın devamını dinleyemeyecek kadar doluydu zira.

Odadan çıktıktan sonra Feza'yla Derin'in olduğu yere yani mutfağa doğru ilerledim. Onlara bulaşarak olmayan keyfimi yerine getirebilirdim belki.

Yüzüme yerleştirdiğim sırıtışla mutfak kapısından içeri girmek üzereyken kendi adımı duymamla hızla geri çekilmem bir oldu.

Benim hakkımda mı konuşuyorlardı?

Yanlış olduğunu bilsem de merak duyguma yenik düşerek duvarın arkasına sindim ve onları dinlemeye başladım.

"Ya sence de Mert birkaç haftadır fazla tuhaf davranmıyor mu?"

Bu sorunun sahibi biricik kuzenimdi.

"Hangi konuda?"

Feza'nın sesi şüpheli çıkmıştı.

"Biraz durgun gibi, eski neşesi yok sanki."

"Bilmem," dedi Feza. Ses tonuna umursamazlık hâkimdi. Sanki bunu bilerek yapıyor gibiydi. "Benim o kadar dikkatimi çekmedi, her zamanki Mert gibi davranıyor."

"Bizim yanımızda evet," diye homurdandı Derin.

"O ne demek?" diye sordu Feza. Sesine hafif bir merak karışmıştı. Feza'yla aynı şeyleri hissediyordum. Derin ne demeye çalışıyordu?

"Resmen Beril'den kaçıyor. Beril'in olduğu yerde fazla durmamaya çalışıyor, aynı ortamda bulunduklarında da ondan durabileceği kadar uzak duruyor ve bu Beril'in de dikkatini çekiyor. Gelip bana bir şey demedi ama bakışlarından anladım ben. Mert'e bakışlarında kırgınlık var."

Derin'in derdi şimdi anlaşılmıştı...

Bu kararı alalı 2 hafta kadar oluyordu. Derin'i hastaneden eve getirdiğim günün akşamı Beril'i evine bıraktıktan sonra sahile inmiş ve arabamı denizin karşısına park ettikten sonra saatlerce orada oturmuştum. Daha fazla kaçmaya tahammülüm kalmadığından ve hayatımda belirsizlik istemediğimden, dürüst olmak koşuluyla kendimle hummalı bir tartışmaya girmiştim.

Tartışmanın sonucunda vardığım ilk şey Beril'e geri dönüşü olmayan bir şekilde bağlanıyor olduğumdu. Hoşlanma aşamasını çoktan geçmiş, âşık olma yolunda emin adımlarla yürüyordum ama bunu yapamazdım. Düşünmek istemediğim için sürekli unuttuğum bir şey vardı ki o da Beril'in kalbinin zaten birine ait oluşuydu. Sevdiği biri vardı, yani onu seviyor olmam onun için hiçbir anlam teşkil etmeyecekti. Olan bana olacaktı ve acımla ortada kalakalacaktım.

Şu durumda emin olduğum tek şeyse buna engel olmak isteyişimdi. Feza'nın durumuna düşmek istemiyordum çünkü ben Feza kadar güçlü değildim. Dayanamazdım, kaybetmeyi kaldıramazdım. Hayatımda ilk kez kalbime ilişen bu duyguyu, imkânsızlıkların üzerine inşa edemezdim. Yanlışı bile bile kalbimin tam ortasına yerleştiremezdim.

Bu yüzden de Beril'den uzak durmaya karar vermiştim. Onun yanında oldukça ona daha çok alışacak ve onu daha çok benimseyecektim. Daha şimdiden kokusunun yokluğunu hissetmeye başlamıştım mesela. Gamzelerine yakından bakmayı, gülüşünü duymayı, utandığında pembeleşen yanaklarını izlemeyi özlemiştim ve tüm bunlar sadece iki hafta içinde olmuştu. Üstelik onu iki haftadır görmüyor da değildim, sadece onun dikkatini çekmeyecek şekilde mesafeli durmaya çalışıyordum ki Derin'in söylediğine göre bunu fark etmişti. Ama yapabileceğim bir şey yoktu, ona âşık olmak şu an için yapabileceğim en yanlış şey olurdu.

Kısacası Beril'e âşık olmam için kırmızı çizgiyi geçmem gerekiyordu ve ben uzun zamandır bunun doğru olmadığını bile bile o çizginin etrafında dolanıp duruyordum. Uzaklaşmalıydım.

"Bence," dedikten sonra kısa bir an duraksadı Feza. Sesi, düşüncelerimden ayrılıp şu ana dönmeme neden olmuştu.

"Mert doğru olan şeyi yapıyor."

"Doğru olan şeyi mi yapıyor?" diye sordu Derin, sesi suçlayıcı çıkmıştı. "Bunun neresi doğru Feza? Eminim Beril, Mert'in kendinden uzak olma sebebini kendi işlediği bir suça bağlamıştır ve neyi yanlış yaptığını anlamaya çalışıyordur."

"Bu Mert'in ileride çekeceği acıdan daha önemli değil."

Feza'nın sesi tok ve kesindi. Kendi yaşadığı şeyler benim için kesin hüküm vermesine sebebiyet veriyordu ve Derin'in aksine ona hak veriyordum.

"İyi de bunu bilemeyiz ki..."

Feza, güler gibi bir ses çıkardı. "Bunu bana mı söylüyorsun, Derin? Bu duyguyu yıllarca tatmış olan biri olarak söylüyorum ki, o hale geleceğine şimdiden kendini geri çekmesi en iyisi. Ben de seni sevmekten vazgeçmeye çalıştım, hem de sayısız kez ama başaramadım, olmadı. Benim aklım sana âşık olduğumu anladığımda başıma gelmişti, yani geç kalmıştım ama onun hala bir şansı var. Kendini ondan uzak tutmaktan başka çaresi yok."

"İyi ki de olmamış," diyerek mırıldandı Derin. Bunu kimin için söylediğini anlamıştım.

Feza, derin bir nefes çekerken içine "İyi ki," dedi ve devam etti.

"Benim için iyi ki ama bunun Mert için de geçerli olacağını hiç sanmıyorum. Ben Beril'in sevgilisine attığı bakışı gördüm Derin, bu öyle basit bir şey değil. Mert'in canı yanar, hem de çok yanar ve inan bana, buna dayanamaz. Geç olmadan kendini Beril'den uzaklaştırması lazım."

"Ama Feza," derken, sesindeki hayal kırıklığı kendini fazlasıyla belli ediyordu. "Onlar çok iyi olurlar."

"Evet, çok güzel olurlar; şayet Beril'in bir erkek arkadaşı olmasaydı."

İki haftadır düşündüğüm şeyleri daha fazla duymaya katlanamayarak arkamı döndüm ve sessiz adımlarla tekrar içeri döndüm. Onların yanına gitme nedenim keyfimi yerine getirmekti ama ne yazık ki daha beter bir halde dönüyordum çocukların yanına.

İçeridekiler bıraktığım gibilerdi. Sadece Kamer'le Gökay savaş oyununu bırakıp maç yapmaya başlamışlardı. Oyun oynama havasında olmadığım için Kamerlerin yanından geçerek Koray'ın yanına oturdum. Hala mesajlaşıyordu. Kafamın dağılmasını sağlamak için son çare Koray'a bulaştım.

Kaşlarımı çatarak ona döndüm ve "Oğlum ne bu, akşamdan beri kaldırmadın kafanı telefondan," dedim. "Hayır, telefonun içine düşeceğine kızın içine düşmen daha mantıklı olmaz mı sence de?"

Koray'ın telefonun üzerindeki parmakları hareketsiz kalırken kafasını yavaşça bana çevirdi.

"Ay?" dedi, yüzünü buruşturarak. "Ne bu saçma sapan laubali sözler? Yakışıyor mu sana?"

Dudaklarımı büzerek kafamı salladım. "Savunma mekanizması... Durum o kadar vahim demek?"

Kaşlarını çatarak "Ne diyorsun abi ya?" diye sordu.

"Şu dansını diyorum, biz de görsek artık. Şu dangalaklar bile partnerini göreli epey oldu ama ne hikmetse bir ben karşılaşamadım Asel kızımızla."

"Elbet bir gün görürsün abi, ne bu acele? Ayrıca niye gelin adayıyla tanışmak isteyen kaynana gibi konuşuyorsun? Dans edişimi de yarışma günü görürsün, şimdiden rezil hallerimi görüp ömrümün sonuna kadar benimle dalga geçmenize neden olacak değilim ya!"

Koray'ın tek nefeste söylediği şeyleri algılamak için kendime kısa bir zaman tanıdım. Anladığımdaysa dudaklarımın hafifçe kıvrılmasına engel olamadım. Bu kızdan resmen hoşlanıyordu. Bizim Koray, uzun zaman sonra kendini birine açıyordu. Bunu sindirmesi göründüğü üzere biraz zamanını alacaktı ama uzun zamandır küs olduğu aşka tekrar bağlanması her şeye değerdi.

"Tamam, kardeşim," dedim, kafamı sallayarak. "Ben anladım anlayacağımı, daha fazla konuşmana lüzum yok."

Koray telefonunu kapatarak yanına koydu ve bana döndü.

"Ne anladın," diye sordu sinirle. "Allah aşkına ne anladın, söyler misin?"

"Evet, hadi beyler, köylü köyüne! Saat geç oldu, Derin'imin uykuya ihtiyacı var."

Koray'a cevap vermeme müsaade etmeyen Feza, arkasında Derin'le birlikte içeri girdiğinde hepimiz onlara döndük. Feza'nın kolunun altındaki Derin'in yüzünde gülücükler koşuşturuyordu, eh son zamanlarda hep olduğu gibi.

"Ay," dedi Gökay, somurtarak Feza'ya dönerken. "İyi ki bir sevgilin var yani Feza aşkım, yakında altını de bezlersin, benden demesi!"

Feza "Ne diyorsun lan sen?" diyerek Gökay'ın üzerine yürümeye kalktığında; Derin, elini Feza'nın göğsüne yerleştirerek onu durdurdu ve hızla ayağındaki terliği çıkarıp Feza'ya uzattı. Feza mesajı anında alarak Derin'in uzattığı terliği aldı ve hiç vakit kaybetmeden Gökay'ı tam on ikiden vurdu.

"Ahh, başım! Başımı yardılar, yetişin komşular!"

Gökay, kafasına yediği terlikle yere serilirken -kendini yalandan yere atmıştı-; Feza, Derin'in uzattığı eline 'çak' yaparken Koray gülerek kafasını salladı.

"Bunlar harbiden olmuşlar ha!"

Kamer de Gökay'a bakarak gülerken onayladı Koray'ı. "Bence de. Tencereyle kapak bunları görseler hallerinden utanırlar yani o derece."

Feza, Kamer'le Koray'ın eğlenmelerine aldırmadan onlara dönüp "Hadi beyler," dedi. "Birer terlik de siz istemiyorsanız dış kapıya, marş marş!"

Koray ellerini kaldırarak koridora doğru yürürken "Feza'nın hanım köylü olduğunu da gördüm ya, ölsem de gam yemem artık," dedi ve tam o anda Derin'in, diğer ayağındaki terliğe uzandığını görünce tabanları yağladı. Ben arkasından alayla sırıtırken, Kamer'e döndü Feza.

"Senin bir itirazın var mı kardeşim?"

Kamer, kafasını içine çekerek "Haşa hünkârım," dedi. "O da ne demek, olur mu hiç öyle şey? Zevceniz nasıl münasip görürse benim için uygundur, aksini söylemek benim ne haddimedir?"

Kamer'in televizyondaki padişahlı dizilerden kopyala yapıştır yaptığı konuşma sonucunda kaşlarımı çatarak "Ne zevcesi lan gavat, düzgün konuş," dedim.

Kamer, ellerini hayretle iki yana açarak "Daha ne kadar düzgün konuşabilirim, inan bilmiyorum abicim," dedi ve arkasını dönerek Koray gibi koridorda kayboldu. Kamer'in ardından Fezalara döndüm ve elimi kaldırıp tehdit edercesine işaret parmağımı yüzlerine doğru salladım.

"Akıllı olun aklınızı alırım. Bu evde benim sözlerim geçer, sözümü çiğneyenin üstünü çiğnerim ona göre."

Derin, kaşlarını çattı ve çirkef haline bürünerek ellerini beline yerleştirdi.

"Pardon, duyamadım tatlım, ne dedin?"

Cebimdeki telefonumu çıkarıp yüzüne doğru salladım ve alayla "Dayım diyorum canımın ciğeri, dayım," dedim. "Bir telefon uzağımda, biliyorsun değil mi?"

Derin, kıstığı gözlerini gözlerime dikerek "Şantajcı pislik," diye mırıldandı.

"Asıl pislik senin sevgilin, bak çocuğu ne hale getir-" derken Gökay'ın yattığı yere dönmemle, lafımın ağzımda kalması bir oldu.

"Lan Gökay nerede?"

Feza, çattığı kaşlarıyla odayı taradı.

"Daha demin yerde yatıyordu," diye mırıldandığı sırada, kulaklarımı sağır edici bir ses tırmaladı.

Ah, hayır, biri nida atıyordu.

"Allah, Allah, Allah, Allah!"

Nerden çıktığını anlayamadığım Gökay, birkaç saniye havada süzüldükten sonra Feza'nın üzerine indi ve ikisi birlikte büyük bir gümbürtüyle yere kapaklandılar.

Derin şaşkınlıkla çığlık attığında, Koray'la Kamer "Ne oldu lan?" diye bağırarak odaya daldılar.

E, şey, ben mi?

Ben şu anda yere kapaklanmış bir şekilde yarılana kadar gülüyordum. Çünkü Gökay, Feza'nın ona fırlattığı terlikle Feza'nın götüne götüne vurarak "Demek kafamı yararsın ha! Al sana işte, al sana!" diye bağırıyordu.

Kamer'le Koray da onların halini gördükten sonra gülerek yanıma yığıldıklarında, gözlerimden yaşlar boşalıyordu. Neden böyle şeyleri görmek ve hatta yaşamak zorundaydım, bilmiyordum. Muhtemelen başıma gelenler, etrafımda ben de dâhil olmak üzere akıllı insanın olmamasından kaynaklanıyordu. Feza, Gökay bacaklarına oturduğu için sadece elleriyle geriye doğru vurmaya çalışıyordu ama Gökay'ın cüssesi öyle azımsanabilecek bir şey olmadığı için kurtulmayı başaramıyordu. Neyse ki biricik sevgilisi her zamanki gibi imdadına yetişmişti.

Derin, Gökay'ı ayağıyla ittirerek yere düşürdüğünde, Feza hemen toparlanarak sırt üstü yatan Gökay'ın üzerine oturdu ve ellerini boğazına sardı. Tabii ki boğazını sıkmıyordu ama yüzünden bunu yapmak için can attığı belli oluyordu.

Gökay, korkudan şehadet getirmeye başlayınca "Yeter ulan," dedim, zor da olsa gülmeyi kesip ayağa kalkarken. "Herkes defolup gitsin yoksa bu gece bitmeyecek."

"Ben katil olmak istiyorum Mert ve merak etme, bunu başardığım an gece bitecek."

Feza'nın sözlerini, kocaman açtığı gözleriyle izleyen Gökay "Ne!" diye bağırdı. "Daha kadın kılığına girip kadınlar hamamına girmedim, bunu yapmadan ölmek istemiyorum!"

Odada oluşan kısa soluklu sessizliğin ardından hızla Gökay'ın üzerinden kalktı Feza.

"Ya da vazgeçtim, son dileği kadınlar hamamına girmek olan birini öldürüp kendimi küçük düşüremem."

Hepimizin şaşkın bakışları altında Derin'i de alarak odadan çıkan Feza'nın arkasından bakan Gökay, yattığı yerden omuz silkerek -sanırdınız, biraz önce korkudan altına işeyecek hale gelen o değildi de bendim- "Eh, kendi bilir," dedi ve ayaklanıp odanın çıkışına doğru ilerledi. Bize bakmadan yürürken "Herkese iyi geceler," dedi ve bana özel mesaj yollamayı da unutmadı.

"Sana tatlı rüyalar Mert aşkım. Rüyanda beni gör!"

Gökay'ın ardından gözlerimi devirerek Kamer'e döndüm.

"Allah aşkına şunu sağ salim eve götürün de uyusun. Uykusu gelince iyice saçmalıyor."

Kamer oflayarak başını salladı. "Tamam abi, sen merak etme. Hadi hayırlı geceler."

"Hayırlı geceler kardeşim."

Çocukları -nihayet- evden gönderebildiğimde, Feza'yı gönderdikten sonra odasına çekilen Derin'in yanına gittim. Odasının kapısını çaldıktan sonra kapıyı hafifçe aralayarak kafamı uzattım içeri.

"Yavrum yatıyorum ben, var mı bir isteğin?"

Derin, elindeki kitaptan kafasını kaldırarak bana baktı. "Yok kuzum, git yat sen. Hadi tatlı rüyalar."

"Sana da," dedikten sonra kapısını kapatıp banyoya geçtim ve işlerimi çabucak halledip odama gittim. Üzerimdekileri çıkarıp pijamalarımı giydikten sonra günün yorgunluğuyla yatağa attım kendimi.

"Mert! Oğlum kapı çalıyor duymuyor musun? Ellerim yağlı. Sen bakar mısın?"

Annemin bana seslendiğini duyunca gözlerimi bilgisayardan ayırmadan odamdan ağrı bağırdım.

"Kötü adamlar oğlunu öldürmeye çalışıyor ama sen gelmiş kapıya bakmamı söylüyorsun anne! En heyecanlı yerdeyim, kalkamam. Kapı kulpu onu yağladın diye intihar edecek değil ya, sen bak kapıya!"

"Mert! Oraya gelirsem kötü adamlara kalmadan ben öldürürüm seni! Çabuk o koca götünü kaldır ve kapıya bak, yoksa hiç acımam, camdan aşağı atarım o bilgisayarı!"

Annemin çığlığı bana ulaşmakla yetinmeyip bütün evi çınlatınca oflayarak oyunu durdurup kalktım yerimden. Çünkü annem genelde boş sallamazdı, tehditlerini yerine getirmeyi çok severdi. Öyle ki birkaç sene önce sürekli televizyonda maç izleyen babama acayip sinirlenmiş ve sinirini televizyonu parçalayarak atmayı tercih etmişti. Bu yüzden hiçbir şekilde bilgisayarıma bir şey olmasını istemediğimden annem ne diyorsa -daha doğrusu ne zaman beni bilgisayarımla tehdit etse- el mahkûm dediğini yapıyordum.

Ayaklarımı sürüye sürüye odadan çıktıktan sonra dış kapıya giderken deli gibi yumruklanan kapıya doğru bağırdım.

"Geldim be geldim, çatlama!"

Kapıyı açmamla karnıma küçük bir yumruk yemem bir oldu. Sağ kolumu karnıma bastırarak inlerken, karşımdaki kızıl saçı küçük kıza sinirle karışık bir şaşkınlıkla baktım.

"Ne yapıyorsun be kızım?"

Beril, karnıma vurduğu elini şaşkınlıkla ağzına götürüp "Hiih!" diye bağırdı. "Ay, çok özür dilerim Mert! Ben kapıya vuruyordum, sonra sen birden kapıyı açınca şey oldu," deyip duraksadığında, gözlerimi devirerek "Hızını alamadın," diyerek tamamladım cümlesini.

Kafasını hızla aşağı yukarı salladıktan sonra ağzındaki elini bana doğru uzattı. Küçük, beyaz teni elimin tam üstüne geldi ama bana dokunmadı.

"Özür dilerim," dedi, ağlamaklı bir ses tonuyla. "Çok acıttım mı canını?"

Elimi karnımdan çekerek doğruldum, karnımı asıl tutma sebebim refleksti. Yoksa onun o küçük elinin benim canımı acıtma gibi bir lüksü olamazdı.

"Hayır, tabi ki! Neyse, ne işin var senin burada?"

Elindeki kitabı bana doğru uzattı.

"Ödevim vardı da, yapamadığım yerler oldu. Senden yardım istemek için geldim."

Gözlerimi devirdim, ilkokul birinci sınıfa giden bir çocuğun anlamadığı ne olabilirdi?

"Kızım," dedim kafamı sallayarak. "Altı üstü '2+2=4' ya da 'Ali ata bak, Ali çamura yat, Ali Ela'yı öp' yazmayı öğreniyorsun. Soracak ne buluyorsun Allah aşkına ya? Hem de tam meşgul olduğum zamanda!"

Bu agresif tavırlarım aslında beni oyunumdan ettiği içindi, yoksa ona yardım etmekten gocunacak falan değildim.

"Şey," dedi Beril, dolan gözlerini benden kaçırmaya çalışarak. "İşin varsa gideyim ben. Akşam babam gelince onunla yaparım ödevlerimi."

Titreyen alt dudağı birkaç dakika içinde ağlayacağının habercisiydi. Onu üzdüğüm için kendime söverken "Yok yok," dedim, geri çekilirken. "Kalktım zaten, senin ödevlerini bitirdikten sonra devam ederim işime. Hadi geç içeri."

"Yok yok," dedi, sanki beni taklit ediyormuş gibi. "İşin varmış işte, o kadar da önemli değil benim ödevlerim. Gideyim ben."

"Beril," dedim, dişlerimi sıkarak. "İçeri geçmezsen odama kadar kovalarım seni. Hadi geç, bak dışarının soğuğu içeri girdi."

Beril; büyük, ela gözlerini kırpıştırarak bana bakmaya devam edince sıkıntıyla iç geçirdim ve onu kolundan tuttuğum gibi içeri çektim. Ardından kapıyı kapattıktan sonra "Hadi sen benim odama git, ben de hemen geliyorum," dedim. Beril, bir şey demeden kafasını salladı ve benim odama doğru koşturdu. İki kuyruk yaptığı saçlarının koşarken bir o yana bir bu yana sallanması komiğime gittiği için gülerek mutfağa yönelip yemek hazırlayan annemin yanına gittim.

Mutfak kapısının girişinde dikilip anneme baktığımda "Kimmiş oğlum?" diye sordu.

"Beril," dedim omuz silkerek. "Ödevini yaptırmaya gelmiş yine. Bu kız da iyice alıştı bana ödev yaptırmaya yani, her şeyi anlamadığını söyleyerek bana yaptırıyor. Gör bak büyüyünce çok tembel olur bu."

Annem dediklerime gülerek kafasını salladı. "Oğlum, kızcağız daha yeni başladı okula. Gördükleri sana şu an çok basit geliyor ama onun için öyle değil. Sanki sen benim karnımda mı öğrendin her şeyi? Bir zamanlar sen de toplayamıyordun üçle beşi."

"Şşt," dedim, elimi öne uzatarak annemi sustururken. "Sakın başkalarının yanında da böyle şeyler söyleyip beni küçük düşürme. Mert Atalay'ım ben, ne demek üçle beşi toplayamamak ya?"

Annem yüzümü buruşturarak söylediğim şeylere gülerken "Bir zamanlar da altına yapıyordun," dediğinde, daha fazlasını duymak istemediğim için ellerimle kulaklarımı kapattım ve arkamı dönerek hızla oradan uzaklaştım.

Odamdan içeri girerken "Altıma yapıyormuşmuşum," diyerek söyleniyordum. "Fetüsken tuvaletimi tuvalete yapmam gerektiğini öğrenmedim ya ben, nerden bileyim durduğumuz yere bırakamayacağımızı?"

Ardımdan kapıyı kapattığımda Beril'in şaşkın bakışlarının üzerimde olduğunu gördüm. Tam ağzımı açıp ne baktığını soracağım anda anneme olan sinirimi ondan çıkarmamam gerektiğini hatırlayıp sustum.

Gidip yatağıma oturduktan sonra bilgisayar masamda oturan Beril'e döndüm.

"Niye oturdun oraya? Gelsene buraya."

Beril; ince, kızıl kaşlarını çatarak "Ama ödevimi yapacaktık?" dedi, sorarcasına.

"Tamam kızım, ondan çağırıyorum ben de seni işte."

"Ödev masada yapılmaz mı?"

Gözlerimi devirdim.

"Benim masam ödev yapılmak için değil, oyun oynamak için. Oraya oturup ödev yapmak bilgisayarıma hakaret, anlıyor musun?"

Beril, düşünceli bir şekilde kafasını salladıktan sonra masaya koyduğu kitabını kucaklayarak sandalyemden indi ve yanıma gelip yatağa tırmandı.

"Yatakta mı yapacağız?"

"Tabii," dedim kafamı sallayarak. "Hadi geç bakayım şu tarafa."

Beril, gösterdiğim yere doğru ilerlerken "İyi ama burada ödev yapmak uykumuzu getirmez mi?" diye sordu.

Yatağın sağ tarafına yüz üstü uzandıktan sonra Beril'in kitabını önüme aldım ve bacaklarımın diz kapağımdan aşağısını havaya kaldırarak sallamaya başladım.

"Eh, benim amacım da o ya zaten. Ödev yapmanın en güzel kısmı, yaparken uyuya kalmak."

Beril, anlamış gibi kafasını salladıktan sonra yatağın diğer tarafına beni taklit ederek uzandı ve aynı benim gibi küçük ayaklarını sallamaya başladı.

"E," dedim, kitabı açarken. "Neresi ödevin?"

Beril, uzanıp kitabın sayfalarını çevirdi ve bir yerde durdu. "Burası."

"Hımm," dedim açtığı sayfayı incelerken. "Demek iki basamaklı sayılarda toplama işlemi. Söyle bakalım neresini yapamıyorsun?"

Beril, gözlerini açık olan sayfaya diktikten sonra küçük elini uzatarak bir soruyu gösterdi.

"Bak mesela şu. Toplamayı parmaklarımla yapıyorum ben ama bunlarda parmaklarım yetmiyor, sonra da unutuyorum bulduğum sayıyı işte."

Dudaklarım hafifçe kıvrılırken "Parmakların mı yetmiyor?" diye sordum. Kafasını salladı üzgünce. "Evet, mesela sekizle yediyi toplayacağım diyelim," dedikten sonra on parmağını açarak önüme getirdi. Sonra sekizini kapayıp açıkta kalan ikisini havaya kaldırdı. "Bak, iki parmağım kaldı ama sekizle yediyi toplamam lazım benim. Geri kalanını nasıl yapacağım ki?"

Gülmemek için kendimi zor tutarken ciddi ciddi düşünüyormuş gibi yaptım.

"Hım, güzel soru ama sanırım ben kurtuluş yolunu biliyorum," diyerek gözlerimi kıstım. "Ayak parmaklarını saymayı denedin mi?"

Kaşlarını kaldırdı usulca. "Ayak parmaklarım mı?"

"Hı, hı," dedim kafamı sallayarak. Daha sonra doğrulup oturumuma geldim ve "Çoraplarını çıkar bakayım," dedim. Şaşırsa da beni ikiletmeden aynı benim gibi doğruldu ve çoraplarını çıkararak ayak parmaklarını bana doğru uzattı.

"Bak şimdi," dedim ayaklarını tutup kucağıma çekerken. "Ellerinle sekize kadar saydın, bitti değil mi?"

"Evet, bitti," dedi kafasını sallayarak.

"O zaman biz de gerisini ayak parmaklarınla sayarız," dedikten sonra serçe parmağından başlayarak saymaya başladım. "Dokuz, on, on bir, on iki, on üç, on dört ve işte on beş. Gördün mü bak, sekiz elindekiler, yedi de ayağındakiler, ne etti? On beş."

"Aa," dedi ayak parmaklarına bakarken. "Bu benim aklıma hiç gelmemişti." Birden duraksayarak kaşlarını çattı. "İyi de okulda nasıl sayacağım ayak parmaklarımı? Sınıfın ortasında çoraplarımı çıkaramam ki utanırım, sonra gülerler bana."

Onun o masum ve üzgün suratına bakarken kendimi daha fazla tutamadım ve kendimi sırt üstü yatağa atarak gülmeye başladım. Beril, bana şaşkınca bakarken "Niye gülüyorsun şimdi?" diye sordu, kollarını göğsünde birleştirerek. Bu onun bozulduğunun habercisiydi.

Zor da olsa gülmeyi bırakıp yeniden doğruldum ve ona baktım.

"Kız, böyle toplama yapılır mı? Hadi yaptın diyelim, bir yerden sonra ayak parmakların da yetmeyecek, o zaman ne yapacaksın?"

"Nerden bileyim ben?" dedi hırçınca. "Ben mi dedim ayak parmaklarınla say diye, sen dedin!"

"Dalga geçtim ben seninle," dedim, gülerek başımı sallarken.

"Hıh," dedi başını çevirip. "Sen anca benimle dalga geç zaten, başka bir şey yapma!"

"Sen de hep bana küsüyorsun, ben sana bir şey diyor muyum?" diye sordum, gözlerimi kısarak.

"Ben sana hep küsmüyorum bir kere!"

"Öyle mi?" dedim, yalancı bir şaşkınlıkla. "Şu an yaptığın ne peki?"

Oflayarak bana döndü ve kollarını çözerek iki yanına bıraktı. "Ben gidiyorum ya, hiçbir şey öğretemiyorsun sen bana. Ne biçim kahramansın, anlamadım ki?"

"Heh, bak kendi ağzınla söyledin. Kahramanım ben, öğretmen değil. Her şeyi nasıl öğreteyim ben sana? Hadi ben öğrettim diyelim, o zaman öğretmenin ne gereği var, değil mi?"

"Ben sana her şeyi öğret demiyorum ki, toplamayı, çıkarmayı, sayıları öğret diyorum."

"Sayıları mı?" dedim, gözlerimi büyüterek. "Kaç tane sayı var, haberin var mı senin? Nasıl öğreteyim sana hepsini?"

Dudaklarını büzdü. "Kaç tane var ki?"

"Sonsuz tane," dedim kafamı sallayarak. Şaşırdı.

"Sonsuz tane mi? Ne yani yüzden bile mi çok? Hatta binden bile mi?"

"Oho," dedim elimi havada sallayarak. "Sonsuzun yanında yüz kim ki?"

"Demek o kadar çok," dedi omuzlarını düşürerek. "Peki, sen sonsuza kadar saymayı biliyor musun, Mert?"

Böyle soruları refleksle yanıtladığım için "Elbette," dedim, önce. Sonra duraksadım. Bir kahraman olarak çok şey yapmak zorundaydım ama yalan bunların içinde değildi.

"Aslında," diye ekledim. "Hepsini bilmiyorum, işime yaradığı kadarını öğrendim. Sonuçta beynimi gereksiz şeylerle doldurmamam gerek. Hem zaten sonsuza kadar saymak kimin umurunda ki? Ben sadece işime yaradığı kadarını biliyorum, sen de öyle yap."

"O zaman ben yüze kadar saymayı bilsem yeter, gerisi umurumda değil."

Güldüm. "Niye?"

"Çünkü ben sayıları sadece yaşımı söylerken kullanıyorum. Yüz yaşıma gelene kadar zaten bir sürü zaman geçer ve muhtemelen ölürüm. Ölmezsem de biraz daha ezberlerim, olur biter."

Bilmiş bilmiş konuşmasına gülerek kafamı salladım. "Şimdi bırak yüz yaşında ölmeyi de, şu toplamayı öğreteyim ben sana. Normalde sayıları sadece yaşını söylemek için kullanıyor olabilirsin ama emin ol öğretmeninin sınavda sorduğu tek şey yaşın olmaz."

Beril, dudaklarını büzerek tekrar yatağa uzanınca, ben de yanına uzanıp kalemini elime aldım ve anlatmaya başladım.

"Bak şimdi..."

Gördüğüm rüyanın etkisiyle mi uyandım, yoksa burnuma dolan kokular yüzünden mi, emin olmak zordu. Aslında gördüğüm o şeyin rüya olup olmadığından da emin değildim. Çünkü gerçekti, geçmişimdi.

Yavaşça yerimde doğrulduktan sonra sırtımı yatak başlığına yaslayarak gözlerimi ovuşturdum. Bu rüya neyin işaretiydi, anlamamıştım. Neden onu unutmaya karar verdikten sonra deyim yerindeyse her yolum ona çıkıyordu, onu hiç anlayamıyordum.

Oflayarak yorganı üzerimden attıktan sonra yatağın ucuna doğru kaydım ve ayaklarımı aşağı kaydırarak soğuk zemine bastım. Rüyayı zihnimde tekrar tekrar canlandırma isteğimi bastırmaya çalışarak yavaşça ayağa kalktım ve zihnimi odamın içine kadar gelmeye cesaret eden kokuya odaklayarak odadan çıktım. Mutfağa gitmeden önce lavaboya uğrayıp elimi yüzümü yıkadım ve hızla mutfağa yöneldim.

Mutfak kapısında dikilir dikilmez gözlerimin gördüğü muhteşemlikler, şu dünyada görüp görebileceğim en güzel şeylerden biriydi benim için.

"Derin'im, seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun değil mi?"

Bana yandan bir bakış atıp demliğin altını kısarken kıkırdadı Derin.

"Bilmez miyim hiç? Yemek yaptığım zamanlar beni çok seviyorsun ama tabii diğer günler için aynı şeyi söyleyemeyeceğim."

İmalı laf sokuşunun üzerine üzülmüş gibi yaparak elimi kalbime götürdüm.

"Çok kırıldım şu an. Hatta o kadar kırıldım ki bu kırgınlığımı bir şarkıyla anlatmak istiyorum."

Masaya doğru yaklaşarak çatallardan birini elime alıp mikrofon gibi tuttuktan sonra kendi çapımda dans ederek -daha çok Derin'in etrafında dönüyordum- mırıldanmaya başladım.

"Kalbimi kırdın bin defa, sakın dönme ardına. Son kez geldim mutfağına, tüm yemeklerin adına!"

Derin, sözlerini kendi çapımda tekrar düzenlediğim şarkıma kahkaha atarak eşlik ederken, iyice gaza geldim.

"Yemeklerle gideli, aç karınla döneli, Allah affeder mi, yemek yapıp vermeyeni?"

Son sorumun üzerine kendimi tutamayıp ona kalça atınca, minik bedeni darbemi kaldıramayarak yana savruldu. Kahkahası ani bir çığlığa döndüğünde telaşlanarak onu tutmaya çalıştım.

Tuttum da, sadece bunu yaparken elimdeki çatalı yanlışlıkla tuttuğum koluna batırdım.

"Ayy!"

Derin, acıyla çığlık attığında sessiz bir küfür mırıldanarak elimdeki çatalı yere fırlattım ve onu doğrulttum.

"Ne yapıyorsun Mert ya, çatalı koluma sapladın resmen!"

Salaklığımı hangi özrün kapatacağını bilemediğinden tekrar şarkıya bağladım.

"Canını acıttım bin defa, sakın bana darılma! Binlerce kez geldim kapına, tüm afların adına!"

Derin, acısını unutarak tekrar kahkaha atmaya başladığında "Gökay'ın en sevdiği şarkıyı kullanma bana," diyerek kıkırdadı. "Tav oluyorum sonra,"

"Tav ol bana bin defa-"

"Ay, ahahaha tamam sus!" diyerek itekledi beni. "Misafirim gelecek, ben gelmiş senle laklak ediyorum."

"Misafir mi?" diye sordum, kaşlarımı çatarak. Ne yani, bu mükellef sofranın sahibi ben değil miydim?

Gözlerimi kısarak baktım ona. "Feza zillisini mi çağırdın yine?"

Homurdandı. "Feza'ma zilli deyip durma, yoksa esas zilli kimmiş gösteririm sana! Ayrıca hayır, Feza değil, Beril gelecek."

Afallayarak duraksadım.

"Ne demek Beril gelecek?"

"Beril gelecek, Beril gelecek demek işte. Ayaklarının üstünde yürüyerek gelecek," dedikten sonra kısa bir süre duraksadı. "Ya da otobüsle gelir, bilmiyorum. Ay, niye beni oyalayıp duruyorsun, işim var dedim ya!"

"Ya kızım ben sana o kadar serenatlar yapıyorum, sen beni tam kalbimden vuruyorsun! Niye çağırdın Beril'i ya? Zamanı mıydı şimdi yani, üstelik rüyamda bile onu görmüşken!"

"Ne?" dedi Derin, bir anda heyecanla bana yaklaşırken. "Rüyanda mı gördün Beril'i? Nasıl gördün, ne yapıyordunuz?"

"Zıkkımın kökünü yapıyorduk Derin!" dedim, sinirle. "Ne yapabiliriz?"

Gözleri parladı.

"Her şeyi?"

"Sen," dedim kafamı sallayarak. "Sen tanıdığım en terbiyesiz kızsın! Ne biçim şeyler söylüyorsun?"

"Ay," dedi, yüzünü buruşturarak. "Ne bu dizilerdeki masum kız tavırları? Sana hiç yakışmıyor."

"Sana da arkamdan iş çevirmek hiç yakışmıyor. Kızım sen beni deli mi etmeye çalışıyorsun? Beril'den uzak durmaya çalıştığımı anladığının farkındayım. Bunu engellemeye çalıştığının da aynı şekilde... Ama boşuna uğraşıyorsun," dedikten sonra kafamı salladım. "Herkes Feza kadar şanslı mı sanıyorsun? Ya da herkesin onun kadar güçlü olduğunu? Yıllarca gelmeyecek birini bekleyemem. Duydun mu beni Derin? İmkânsızın peşinde koşarak kendime acı çektirmek gibi bir lüksüm yok. Bu yüzden de elimden geleni yapmaya çalışıyorum. İnan bana bu zaten çok zor, bir de sen zorlaştırma, bir de siz zorlaştırmayın anasını satayım ya. Salın beni artık, bir rahat bırakın, olur mu?"

Sonunda beklenen şey olmuştu, içimdekileri daha fazla kendime saklayamamış ve patlamıştım. İstemeden olmuştu belki ama söylediklerim için pişmanlık duymuyordum. Pişmanlık duyduğum tek bir şey vardı.

"Affedersin," dedim, sakin olmaya çalışırken. "Sesimi yükseltmek istememiştim."

Derin, kafasını sallayarak "Önemli değil," dedi ve önündeki sandalyeyi çekerek oturdu. "Sadece ben bu kadar üzgün olduğunu bilmiyordum, yani pek belli etmiyordun."

Derin bir nefes vererek kafamı salladıktan sonra karşısındaki sandalyeyi çekerek oturdum ve omuzlarımı düşürerek "Nasıl belli edecektim?" diye sordum. "Kendime bile itiraf etmekte zorlanmışken, sizlere nasıl söyleyecektim? Bu öyle ha deyince söylenecek bir şey mi?"

Duraksayarak yutkundum usulca.

"Değil... Bu öyle basit bir hoşlanma macerası değil. Bu... Çocukluk hikâyesi. Bolca kahramanlık ve hatta aşk barındıran bir hikâye..."

"Aşk mı?" diye sordu, anlamayarak. "Ne aşkı?"

Hafifçe tebessüm ettim.

"Beril... Küçükken bana âşıktı, yani âşıkmış. Buna aşk denir mi gerçi bilmem ama... Onu kurtarınca, yani kazadan kurtarınca bana hayran olmuştu. Daha doğrusu ben, bana olan tavrını hayranlık olarak yorumlamıştım ama onun o saf sevgisi hayranlıktan daha büyükmüş. Çocukken yanımdan hiç ayrılmazdı, hep benimle vakit geçirmek isterdi. Bazen beni Melislerden bile kıskandığı oluyordu ama ben bunu hep hayranlığına bağlıyordum. Sonuçta ben ergenliğine girmekte olan bir velettim, o ise benim yanımda daha bebekti." Gülerek kafamı salladım. "Yani o zamanlar okula başlayan çocuklar bana öyle geliyordu."

"Bunu biliyor muydun," diye sordu, şaşkınca. "Yani senden hoşlandığını?"

"Hayır, dedim ya bana olan yakınlığını hayranlığına bağlıyordum. Sonuçta onun hayatını kurtarmıştım, bana hayran olması çok olağandı. Sonradan taşınmışlardı İzmir'den, hatırlarsın belki. Taşınacakları gün bana bir mektup vermişti. Sayıp dökmüş, bütün nefretini kusmuş mektupta bana." Kendi kendime güldüm. "Hatta beni kıskandığını ve benim onu hep üzdüğümü anlatmış. Mektubu bir görseydin... Sanırsın küçük bir kız çocuğu değil de, sevgilisinin ihanetine uğramış bir kadın yazmış mektubu... Zaten onu hatırlamam da o mektubu bulmamla oldu."

Derin, dirseğini masaya koyarak elini avuç içine yasladı. Kafasını sallayarak "Komik," diye mırıldandı.

Kaşlarımı çattım. "Neymiş komik olan?"

"Küçükken ona yüz vermeyen senmişsin, şimdi de sen ondan yüz bulamıyorsun. Her şey tepetaklak olmuş. Resmen acı çekme sırası sana gelmiş."

"Bence..." dedim, mırıldanarak. "Duası kabul olmuş."

Anlamayarak kaşlarını kaldırdı. "Nasıl yani?"

"Mektubunaa kendine yeni kahramanlar bulacağını ve benim de üzüntüden öleceğimi yazmıştı."

Derin dudaklarını büzdü. "İçten etmiş demek ki."

"Öyle," dedim, onaylayarak. "Neyse, artık bu konuları konuşmanın bir anlamı yok. Ben kararımı verdim. Ona kendimi kaptırma gibi bir lüksüm yok, bu yüzden mümkün olduğunca uzak duracağım ondan. Herkesin iyiliği için en doğru olan bu."

Çenesini avucundan ayırarak yerinde dikleşti ve mavilerini kahvelerime dikti.

"Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

Anlamayarak gözlerimi kıstım. "Neyden nasıl emin olabiliyorum?"

"Herkes için en iyisinin bu olduğunu nerden biliyorsun? Sence Beril şu an mutlu mu?"

"Gayet de mutlu görünüyor," diye mırıldandım.

"Sen de üzülmüyormuş gibi görünüyordun ama için kan ağlıyormuş," dedi, imayla.

"Derin, yapma. Allah aşkına, aynı şey mi bunlar? Ben bunu saklamak zorundayım ama o, o herifle mutlu olmasa bunu neden saklasın? Neden ayrılmasın?"

"Ben çok mu mutluydum?" diye sordu, kaşlarını çatarak. "Ondan," dedikten sonra gözlerini birkaç saniyeliğine yumarak geri açtı. O geceden beri o puşt heriften korkar hale gelmişti. Aldığımız haberlere göre Onur iti, birkaç gün önce hastaneden taburcu edilmişti ama yaklaşık bir aylık raporu vardı. Yani okula şimdilik devam edemeyeceği için Derin, okula giderken rahattı ama o herif okula döndüğünde ne olacağını hiçbirimiz kestiremiyorduk.

"Ondan ayrılamıyordum ama mutlu olmadığımı en iyi sen biliyordun," diye devam etti. "Geceleri hıçkırık seslerimi kimse değil, sen duyuyordun."

"Aynı şey değil," diyerek ısrar ettim.

"Bal gibi de aynı şey. Beril'in sevgilisi olacak çocuk da hiç sağlam pabuç değil."

Gözlerimi kıstım şüpheyle. "Niye öyle söyledin? Bir şey mi biliyorsun? Beril bir şey mi anlattı?"

"Hayır," dedi, kafasını sallayarak. "Kimsenin bir şey söylediği yok. Sadece gözüm pek tutmadı, o kadar. Biliyorsun, ben biraz arkadaş canlısıyımdır ve normalde herkese kolayca ısınırım ama onu sevemedim."

Gözlerimi devirdim. Aslında içten içe haklı olmasını ummuştu bir yanım. O Eray denen herif iyi biri değilse eğer, Beril ondan ayrılabilirdi ve bu sayede belki ben de...

Düşüncelerimin boğazımı düğümlemesine izin vermeden, ben kör düğüm attım üstlerine. Ben bu değildim, bu kadar bencil bir adam değildim. Bana yakışmazdı. Bunları düşünmek bile bana yakışmazdı.

"Senin onu sevmemen onun kötü biri olduğu anlamına gelmez ve bunu sen de çok iyi biliyorsun. O yüzden gözünü seveyim saçma sapan şeyler yapma güzelim, olur mu? Olacağı varsa olur, olmazsa hiç olmaz zaten."

"İyi," dedi, suratını asarak. "Ne yapıyorsan dozunda yap bari. Kızdan böyle bir anda uzak durmaya başlayınca, Beril'i de şüphelendirdin. Bir şey de diyemiyor zavallım ama bakışlarından belli oluyor kırgınlığı."

"Anladım Derin, anladım. Sen merak etme. Halledeceğim ben," dedikten sonra ayaklandım. "Neyse, gidip üzerimi değiştireyim. Madem misafir gelecek, bu paspal halimle çıkmayayım karşısına. Gerçi ben paspal halimle bile çok yakışıklıyım ama olsun, fazla yakışıklılık göz çıkarmaz."

Güldü.

"İyi, git süslen de gel bari. Kafana sim dökmeyi de ihmal etme sakın."

"Olur," dedim, kafamı sallayarak. "Gelinin kız kardeşi makyajımı da yaparım bir güzel. Disko topu gibi gelirim."

Kıkırdadı. "İyi hadi yürü git."

Mutfaktan çıktıktan sonra odama geçerek üstümü değiştirdim. Daha sonra kendime engel olamayarak aynanın önüne geçtim ve üzerimi şöyle bir süzdüm. Eh, her zamanki gibi can yakıyordum.

Ellerimle saçımı şöyle bir tararken zil çalınca usulca yutkundum. Apansız bir heyecan ayak uçlarımdan saç diplerime kadar vücudumun dört bir yanını sararken kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Bu, Gamzeli Kızıl ne zaman yakınıma gelse hep aynı şey oluyordu. Heyecandan elim ayağıma dolanıyor, davranışlarım tutarsızlaşıyor ve bir Gökay Başer klasiğini uygulayarak ölümüne saçmalıyordum.

Derin bir nefes alarak sakinleşmeye çalıştıktan sonra aynada son kez kendime baktım ve odamdan çıkarak koridora yöneldim. Gerçi benden önce davranan misafirperver kuzenim çoktan kapıya yönelmişti.

Odamın kapı pervazına yaslanarak Derin'in kapıyı açmasını bekledim. Ne yalan söyleyeyim, gülüşünü görmek için can atıyordum.

Yüzümde beklentiyle oluşan hafif gülümseme, Derin kapıyı açtığı an yok oldu. Çünkü kapıda görmeyi umduğum kişi yoktu. Daha doğrusu sadece o yoktu. Zira Beril yalnız gelmemişti. Yanında birini daha getirmişti.

Onu, sevgilisi olacak herifi...

ღ ღ ღ

Herkese merhaba!🥀

Bir yeni bölümle daha karşınızdayım. 💁🏻‍♀️ Nasılsınız görüşmeyeli? Keyfiniz yerindedir umuyorum.

Bu arada hikayenin gidişatı hakkında neler düşünüyorsunuz? 🤗

Mert verdiği kararda haklı mı sizce? 🤔

Ya Koray? Asel'le neler yaşayacak dersiniz? 😏

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız, çok sevinirim.❣️

Yeni bölüme kadar sağlıcakla kalın, görüşmek üzere!🌹

İnstagram: rabiiaosma

İnstagram: xbayanclara

İnstagram Sayfası: kizilyildiz.officalpage

AskFm: bayanclara

Continue Reading

You'll Also Like

643K 30.5K 51
Burak: Ne istiyorsun? 055*: Bu kadar kaba olma ya. 055*: Alt tarafı bir soru soracaktım. Burak: O zaman sor, ders çalışmam lazım. 055*: Alıkoyduysam...
1M 43K 41
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
204K 3.7K 20
*Bu hikaye her şeyden önce zorbalık yaşayan, aile ve sınav baskısı hissedenler için. Ben ve karakterlerim her zaman yanınızdayız. Mesafe ilişkisidir...
2.6K 98 11
İngilizce öğretmeni olan Zerya hayali evlenmeden hayat sürmekken abisini kurtarmak için sevmediği adamla evlenmek zorunda kalır, önceden beri sevdiği...