KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği

40.1K 1.6K 256
By bayanclara

[Multimedia; G♥K♥F♥M♥K (Şunlara bir kısaltma bulalım ya, böyle olmuyor. 😂)]

"Ay, kesin yine göremeyecek kızı! Kaç bölüm oldu, şu gıcık kadın yüzünden bir türlü bulamadı kızı ya! Şeytan diyor şu esmer fettanı bul, saçını başını yol. Kaç haftadır nedir çektiğim ayol?"

Derin, kucağındaki cips tabağından aldığı koca bir avuç dolusu cipsi ağzına tıkmadan önce söylemişti bunları. Her zamanki gibi karakterlere bağıra çağıra gündüz kuşağı dizisi izliyordu. Tek farkı bu sefer yanımızda Beril'in olmasıydı.

Beril'in hazırladığı yemeği büyük bir afiyetle mideme indirmiş -izlemesi kadar yemesi de epey güzeldi-, sonra onlarla birlikte salona geçmiştim. Derin evde olduğu çoğu zaman televizyon başında olduğu için neredeyse televizyondaki bütün dizi ve programlara aşinaydı. Hani izlediği şey reklama geçince hemen diğer kanalı açanlar vardır ya, hah işte o kişilerin başını Derin çekiyordu. Ayrıca en büyük hobisi dizideki oyunculara ve yarışmalara katılan yarışmacılara avazı çıktığı kadar bağırmak ve sövmekti. Ne yalan söyleyeyim, bazen sırf eğlenmek için onun yanında oturup dizi izleyişini izliyordum.

"Derin, bu sadece bir dizi," dedi Beril, kıkırdayarak. Mükemmel bir ahenkle kıvrılan dudaklarını izlememek için üstün bir çaba sarf etmek zorunda kalıyor ve bu durumdan oldukça rahatsız oluyordum. Böyle şeyler hissetmem hem saçma hem de yasaktı. Saçmaydı, çünkü ilk kez başıma geliyordu. Yasaktı, çünkü Beril'in sevdiği biri vardı.

"Kızdığın kişi de sadece bir oyuncu," diyerek devam etti, Beril. "Kadın işini yapıyor sadece ve seni böylesine kızdırdığına göre işini çok iyi yapıyor demektir."

Derin, Beril'e burun kıvırdıktan sonra kucağımdaki ayaklarını -üçlü koltuğa tek başına oturmasına izin vermeyince kendince böyle bir çözüm bulmuştu- kımıldattı.

"Ben kadının kendisine değil, dizideki karakterine kızıyorum zaten ama insan neden böyle bir rolde oynar ki yani? Şimdi nerede fettan kelimesini duysam bu kadının yüzü gelecek aklıma. Hem, şuna baksana ya... Sence de tam kötü kadın tipi yok mu?"

"Bilmem, belki de kadını tanısan çok seversin?" dedi Beril, gülmeye devam ederken.

"Ne?"

Derin, kocaman açtığı gözleriyle Beril'e baktı. "Ay, benden uzak, Allah'a yakın olsun. Bir kere gıcık kaptım, iyi bir rolde oynasa dahi sevdiremezsin artık bana bu kadını."

"Derin'in katı kuralları var, Beril," diyerek araya girdim. Sesimi otoriter çıkarmaya çalışırken gülmemek için kendimi kasmam gerekiyordu. "Kötü karakteri oynayan oyuncuları asla sevmez ve hatta gıcık olduğu insanlara dizideki karakterin isimlerini takar. Birini bir kez sevmedi mi, iyilikten ölen birini dahi oyna sevmez asla. Ha, bazı erkek oyuncuları hangi rolde olurlarsa olsunlar seviyor ya, neyse."

Beril, gülen gözlerini Derin'e çevirdikten sonra "Öyle mi?" diye sordu. Baya eğlenmiş gibi bir hali vardı. E, bu da bizim yan etkimizdi yani, ne yapalım?

"Öyle tabii," dedi Derin, hiç gocunmadan. "Şimdi Kıvanç Tatlıtuğ azılı suçlu olan bir karakteri oynasa da, etrafa dehşet saçsa da sevilmez mi yani? Adamın tek bakışı yetiyor ya."

Derin, hevesle iç çekerken gözlerimi devirdim. Hani yakışıklı görmesem dediklerine inanacaktım ama her gün aynaya bakan biri olarak bu söylediklerine hak vermek oldukça zordu gerçekten.

"Ah, bak o konuda haklısın," dedi Beril, birden ciddileşerek. Kıvanç Tatlıtığ değil de, Gökhan Alkan ne çekse izlerim. Adamın gamzeleri yetiyor bir kere ya."

"Aah," dedi Derin, yerinde hafifçe doğrulurken. "Bak o adam da çok yakışıklı."

"Değil mi?" diye sordu Beril, hülyalı hülyalı. "Çok karizmatik, o çıktığında gözlerimi ekrandan asla ayıramıyorum."

Gökhan Alkan da kimdi yahu? Üstelik gamzeleri mi vardı? Bu kızın kendi gamzeleri yetmiyor muydu da elalemin gamzesine bakıyordu?

"Eh," dedim, yerimde huzursuzca kıpırdanarak. "Biraz abartmıyor musunuz sizce de?"

"Gocunma tatlım ama bu adamlar mükemmel. Hani senin de epey bir giderin var ama yani onlar başka..."

Derin'e ters ters bakarak "Neleri başka?" dedim homurdanarak. "Dört ayak üstünde mi yürüyorlar sanki? Onlar da insan, biz de insanız sonuç olarak."

"Onlar insan değil, Allah'ın lütfu," dedi, Derin neredeyse ağzından salya akıtarak. Hayır, ne ara bu kadar iyi olmuştu da oyunculara sarkmaya başlayacak hale gelmişti, anlamamıştım doğrusu.

"İyi," dedim başımı sallayarak. "Feza'ya da anlatırsın artık bu, Allah'ın lütuflarını. Bakalım o ne diyecek bu söylediklerine?"

"Feza mı?" dedi Derin, kaşlarını hızla çatarak. Telaşlanmıştı, başka adamlara salya akıtmak lafta kolaydı tabii... "Feza nereden çıktı şimdi?"

Kendimi ne kadar tutmak istesem de başaramadım ve o kötü espriyi yaptım.

"Bunu burada söylemem pek münasip olmaz, değil mi sevgili kuzenim?" dedim, Beril'e yandan bir bakış atarak. "Ben sana başka bir zaman açıklama yaparım."

Derin, ayaklarıyla belimi iteklerken "Terbiyesiz!" diye homurdandı. "Onu mu sordum ben?"

Keyifle sırıttım. Lafı çevirmeyi başarmıştım. Biraz daha Kıvanç ve Gökhan zibidilerinden bahsederlerse kusacaktım yoksa.

Anlamamazlıktan geldim. "Neyi sordun güzelim?"

"Şeytan diyor, şu dizideki kıza olan hıncını Mert'ten çıkar. Yaparım biliyorsun, değil mi Mert?"

Derin, ateş saçan mavilerini yüzüme diktiğinde, sinirinden gram etkilenmediğimi gösterircesine daha çok sırıttım.

"Saçımı mı yolacaksın? Eh, maalesef yolunamayacak kadar kısa saçlarım var. Uzadığında yolarsın artık."

"Uzun olmasına hiç gerek yok," dedi Derin, kafasını sallayarak. "Hem kısa saç daha çok can acıtır, bilmez misin?"

Gözlerim şüpheyle kısılırken, Beril'in gülüşünü saklamak için yüzünün önüne siper ettiği eline kısa bir bakış atıp tekrar Derin'e döndüm.

"Yine de yolunmak için fazla kısa," dedim, direterek. "Kavrayamazsın ki yolasın."

"Cımbız diye bir şey icat etmişler, yıllar yıllar önce," dedi elinin birini havada sallayarak. "Hiç mi duymadın canımın ciğeri?"

"Cımbız mı?" diye sordum ufaktan korkmaya başlarken. Beril'in burada olması şimdilik saçma bir cesaret verse de bana, sonuçta bu evde Derin'le kalacaktım ve ben geceleri uyuyan bir canlıydım. Yani savunmasız hallerim vardı ve Derin fazlasıyla tehlikeli bir yırtıcıydı.

Derin, tam sırıtarak cevap verecekken, kapının zilinin çalmasıyla kucağıma uzattığı ayaklarını hızla aşağı indirerek ayağa fırladım.

"Duydunuz zilin sesini," dedim, işaret parmağımı havaya kaldırırken. "Görev beklemez, malum. Gidip kapıyı açayım ben."

"Aç, aç," dedi Derin, koltuğun başlığına koyduğu koluna başını yaslarken. "Ben cımbızla kafatasını açmadan önce hazır prova yapmış olursun."

Sessizce yutkunduktan sonra Beril'e dönerek Derin'i işaret ettim ve "Ona göz kulak ol," diyerek uyarıda bulundum. "Hala tek kalabilecek yaşa gelmedi."

"Ben sana göstereceğim yaşı şimdi," diye homurdandı Derin. "Yürü git kapıyı aç, deli etme beni."

"Tamam," dedim ellerimi öne uzatarak. "Sen sakin ol yeter ki, ben hemen açarım," der demez odadan bir ok gibi fırladım ve dış kapıya yöneldim. Vücudum öyle bir adrenalinde dolmuştu ki kapının deliğinden kimin geldiğine bakmayı akı edemeden pat diye açtım kapıyı.

Sonra aynı hızla kalakaldım yerimde.

Kamer'le Koray gelmişlerdi. Ettikleri onca laftan sonra kapıma nasıl geldiklerini anlamış değildim ama her zamanki gibi büyüklük bende kalsın diyerekten hafifçe geri çekilip onları sessizce içeri buyur ettim. Konuşmak gelmiyordu içimden.

Önce Koray, sonra da Kamer ayakkabılarını çıkararak içeri girdiklerinde kapıyı arkalarından kapattım ve önlerinden ilerleyerek salona geçmek için harekete geçtim ama daha ilk adımımı attığım anda omzumda hissettiğim el yüzünden durmak yüzünden kaldım.

"Mert... Sen hep demez misin, dargınlık en çok bize yakışmıyor, diye? Şimdi böyle mi olacağız cidden?"

Koray'ı kafasını sallayarak onayladı Kamer. "Abi yapma gözünü seveyim ya."

Dilimi yavaşça üst dişlerimin üzerinde gezdirdikten sonra kısa bir süre için gözlerimi yumup tekrar açtım ve arkama döndüm usulca.

"Bir şey yaptığım yok," dedim kafamı sallayarak. "İnan, yapsam böyle olmazdı. Yapsam, o laflarının altında kalmazdım. Yapsam, benim de sana iki çift lafım olurdu ama yapmıyorum. Madem sizleri önemsemem bu kadar değersiz, ben de bundan böyle önemsemem."

"Ulan," dedi Kamer, şaşkınca kafasını sallarken. "Ben böyle mi dedim? Nerenle dinledin beni kardeşim ya?" Kısa bir süre dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra ofladı. "İyi lan, tamam. Özür dilerim, oldu mu? Hala dediklerimin arkasında olarak seni kırdığım için özür diliyorum. Muhtemelen kendimi yanlış ifade ettim ve sen de beni yanlış anladın. Ya da bunları konuşmak için uygun bir zaman değildi, bilmiyorum ama özür dilerim. Senin bizim için yaptıklarını asla hafife almadım, yok saymadım, değersiz bulmadım ki bulamam da zaten. Aksine sana da yaptıklarına da fazlasıyla değer veriyorum ve seni kaybetmek istemiyorum. Dostun olarak yapabileceğim en iyi şey seni korumak. Tıpkı senin gibi... Seni pişman olacağın şeyleri yapmaktan alıkoymaya çalışıyorum sadece. Yine olsa yine yaparım Mert. Seni kıracağımı bilsem de seni o şerefsizin yanına göndermem. Seni bizden ve ailenden uzaklaştıracak bir şey yapmana izin vermem. Benim sizden başka kimin var lan? Sizi de hapse mi göndereyim anasını satayım?"

Gözlerimi, Kamer'in gözlerine dikerek söylediklerinde dürüst olup olmadığını anlamaya çalıştım. Gözlerindeki ifade netti, yalan söylemiyordu. Ayrıca -benim kadar olamasa da- üzgün görünüyordu.

"Mert..." diyerek araya girdi Koray. "Abi yapmalım lan. Böyle şeyler için üzmeyelim birbirimizi, üzülmeyelim. Hepimizin ortak bir gayesi var, o da birbirimize sahip çıkmak. Seni bizden koparacak bir şey yapmana izin vermeyiz, aynı senin de bizi senden koparacak şeylere izin vermediğin gibi. Biz elmanın beş çeyreğiyiz abi ya, ayrılamayız. Olmaz yani, impossible."

"Koray," diye mırıldandım, başımı sallayarak. Kendimi ne kadar tutmaya çalışsam da dudaklarımın kıvrılmasına engel olamamıştım. "Abi tam duygulanacaktım ama yine Gökaylık edip konuşmayı batırdın ya. Bir bütün dört çeyrekten oluşur, beş değil. Keşke İngilizce kelime ezberlemek yerine az matematik çalışsaydın."

Koray, huysuzca yüzünü buruşturdu.

"Bu aralar da her şeyi karıştırıyorum," deyip elinin tersini alnına bastırdı. "Hasta mı oluyorum, ne?"

"Karıştırman için önce bilmen gerekir kardeşim ve ben ciddi anlamda bir şey bildiğinden şüpheliyim. Giderek üniversiteyi bırakıp ilkokula tekrar dönmen gerektiğini düşünmeye başladım."

Kamer'in kafasını sallayarak söylediği sözler üzerine Kamer'e omuz attı Koray.

"Çok konuşma lan. Ben azından ben senin gibi kalp kırmıyorum."

Kamer hızla kaşlarını çattı. "Ne diyorsun lan sen?"

Olayların konudan fazlasıyla bağımsız bir yere gideceğini fark ettiğimde her zamanki gibi araya girme ihtiyacı hissettim.

Eh, adımın açıklamasına şey yazmaları lazımdı: araya girici.

"Yalnız sizin şuan beni ikna etmeniz gerekiyor, birbirinizle didişmeniz değil."

Koray, Kamer'e olan sinirini benden çıkarabileceği gafletine kapılmış olsa gerek bana dönüp "Eeh, amma uzattın sen de be kardeşim! Çocuk gibi küstün bize resmen. Oğlum biz birbirimizin kafasını patlatsak dönüp 'ne yapıyorsun' demeyen insanlarız, böyle boktan sebeplerle küsüşmeye ne gerek var?"

Bir an duraksayarak yüzünü buruşturdu. "Küsüşmek ne ya? Hakikaten Gökay'a benziyorum giderek. Onu evden atma planımı yürürlüğe koysam iyi olur."

Bana çıkıştığı için uzanarak ensesine sağlam bir şaplak attıktan sonra "Çok konuşma lan, benden önemli işin mi var sanki? Tabii gelip moralimi düzelteceksin, bu senin öncelikli görevin."

"He anasını satayım," diyerek ensesini ovmaya başladı Koray. "Başka işim gücüm yok benim senden başka zaten."

"Ya neyse, neyse. Konuyu dağıttığınız, kaynadı gitti. Mert, affettin beni -dolaylı yoldan bizi- değil mi? Valla özür dilemek hiç benlik değil, hele ki senden dilemek. Özrümü beğenmediysen, yapabileceğim başka bir şey yok yani ona göre."

Adam özrünü bile şartlı şurtlu diliyordu ya. Böyle bir lüks olabilir miydi?

Kollarımı göğsümde birleştirerek Kamer'e dik dik baktım. Onlara küs kalmayı başaramayacağımı elbette biliyordum lakin yelkenleri hemen suya indirmek gibi bir niyetim de yoktu.

"Bir daha öyle abuk sabuk konuşup benim sinirlerimi zıplatacak mısın?"

Gözlerini devirdi.

"Konuşmayacağım ama seni de başının belaya girebileceği yerlere göndermeyeceğim. Dediğim gibi, asla salakça şeyler yapmana izin vermem."

Ona kısık gözlerimle şöyle bir baktıktan sonra omuz silktim. Yelkenleri suya indirmeme sürem buraya kadardı.

"İyi, küsmemiştim zaten. Sadece biraz burnunuzun sürtmesini istemiştim, o kadar."

"Hıh," dedi Koray, alayla. Hala kızgındı. "Küsmemişmiş! Sen onu gel de külahıma anlat Mert Efendi!"

"Küsmedim tabii oğlum," dedim kaşlarımı çatarak. "Çocuk muyum ben? Niye küseyim?"

"Hıı, ondan suratın öyle şak diye kalakaldı amfide değil mi?"

Sakinleşmek istercesine yutkundum.

"Koray, sabrımı zorlamasan iyi olur kardeşim. Bak zaten ellerim kaşınıyor ne zamandır, senden çıkarmayayım hıncımı, oldu mu?"

"Sen bana istesen de bir şey yapamazsın," dedi bilmiş bilmiş.

"Vay," dedim, cesaretinden etkilenmiş gibi yaparak. "Nedenmiş o?"

"Neden olacak?" diye sorduktan sonra eliyle içeriyi işaret ederek "Derin'in yanında oturan kişi yüzünden. Ona şiddet eğilimli biri olarak görünmek istemezsin herhalde?" diye sordu alayla.

"Beril'in burada olduğunu nerden biliyorsun?" diye sordum şaşırarak.

"Konumuz bu değil ama neyse, söyleyeyim," dedikten sonra işaret ve başparmağını birbirine yaklaştırarak "Feza yavruşum küçük bir spoi vermiş olabilir," dedi.

"Hım," dedim kafamı sallayarak. "Yalnız Feza yavruşun sana spoi verirken bir şeyi söylemeyi unutmuş, haberin olsun."

Tek kaşı havalanırken, bana şüpheyle baktı.

"Neymiş o?"

Üzerimdeki uzun kollu gömleğin kollarını yavaşça kıvırmaya başlarken "Beril beni sizden çok önce tanıyordu, yani boş yere birini dövecek biri olmadığımı çok iyi biliyor," dedim ve sevinçle ellerimi çırptım. "Ne dersin, içeridekilere güzel bir şov yapalım mı?"

Koray'ın üzerine yürümeye başladığımda, Koray ellerini bana doğru kaldırarak "Bir dakika, bir dakika," dedi hızla. "Seni bizden önce tanıyordu da ne demek? O seni nasıl daha önceden tanıyor olabilir ve bundan da önemlisi şu an neden üzerime üzerime geliyorsun?"

"Şov dedim ya Koray'cığım, Derinlere güzel bir gösteri yapacağız. Azıcık eğlenmek herkesin hakkı değil mi ama? Hı, ne dersin?"

Koray, adımlarını hızlandırırken, "Berbat derim, iğrenç derim, senin gibi zeki bir adamdan bu düşünce nasıl çıktı derim," diye hızlıca konuştuğunda, arkamdan gelen Kamer gülerek "Keşke patlamış mısırım olsaydı," diye mırıldandı.

"İnan," dedim, "gülmekten ağzına mısır atacak fırsatı bulamayacaktın zaten. Böylesi daha iyi."

"Ah, siz ne de güzel anlaşıyorsunuz böyle?" dedi Koray, tişörtünün yakasını çekiştirerek. "En iyisi ben gideyim de siz rahat rahat konuşun. Yalnız kalmak sizin de hakkınız sonuçta. Sakın içeri gelmek için acele etmeye kalkmayın. Ben içeridekileri idare ederim."

Koray, Kamer'le laflamamızdan faydalanarak kızların olduğu odaya koşturduğunda arkasından sırıtarak baktım. Ne yaparsa yapsın bu ödleği seviyordum.

"Valla Koray'la iyi dalga geçtin ama ben şu Beril meselesine takıldım abi," dedi Kamer ciddileşerek. "Sahi, ne demek istedin?"

Kamer'e dönerek hafifçe tebessüm ettim. "Birazdan anlatacağım."

Kamer'le birlikte salondan içeri girdiğimizde Koray'ın Beril'in yanında oturduğunu gördüm. Öyle ki oldukça az bir mesafe vardı aralarında. Korkusundan Beril'e sokulmaya çalıştığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu ama bilmediği bir şey vardı. Yanında kim olursa olsun, onu pataklamak istersem pataklardım.

Ve her nedense, Beril'in dibine girmesi her şeyden daha çok deli etmişti beni.

Biraz önce yalandan sinirlenmiş numarası yapıyordum lakin Koray'la Beril'in arasında 2 cm bile mesafenin olmadığını gördüğümde vücudumu anlamsız bir kızgınlık bürümüştü.

Koray'ın korku dolu bakışları eşliğinde onlara doğru ilerlerken, Koray birden Beril'i omuzlarından tutarak kendine siper etti.

"Beril! Koru beni!"

Beril, kocaman açtığı gözlerini kırparak bana bakarken "N-ne oluyor?" diye sordu kekeleyerek.

"Beril'i bırakman için bir saniyen bile yok!" diye hırladım dişlerimin arasından. "Çabuk bırak onu!"

"Denize düşsen bulduğun can simidini bırakır mıydın?" diye homurdandı Koray. "Asla bırakmam!"

Koray, Beril'in omzunun üzerinden gözlerini gözlerime diktiğinde, omuzlarımı dikleştirdim.

"Bırakırdım çünkü ben yüzmeyi biliyorum aptal!"

Bunu söyledikten hemen sonra Beril'i elinden tutarak nazikçe -ve tabii zorluk çıkaran Koray'ın eline şaplak indirmek zorunda kalarak- kaldırdıktan sonra onu Derin'in yanına oturttum ve tekrar Koray'a döndüm. Beril'den ümidini keserek koltuktaki yastıkları almış ve yüzünün hizasına tutarak güya kendini korumaya almıştı.

Tam önünde dikildikten sonra kollarımı göğsümde kavuşturdum ve "Seni dövmemem için bana mantıklı bir şey söyle," dedim. Doğrusu mantıklı bir şey söyleyemeyeceğinden o kadar emindim ki çoktan onu nasıl pataklasam canı daha çok acır diye düşünmeye başlamıştım.

Koray, kısa bir süre düşündükten sonra parlayan gözlerini bana çevirdi ve "Gökay," dedi hızla.

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ne olmuş Gökay'a?"

"Motorunu çaldırdı."

Bir anlık şaşkınlıkla ne diyeceğimi bilemedim. "N-ne?"

"Ben onu tamamen unuttum abi ya..."

Arkadan Kamer'in suçluluk barındıran sesini duyduğumda Koray'ın doğru söylediğini anladım ve "Nasıl çaldırdı?" diye sordum. "Ne zaman?"

Koray'dan önce Derin, "Biz şu an Gökay'ın tek aşkı olan Honda'dan bahsediyoruz, değil mi?" diyerek araya girdi. "Ona gözü gibi bakarken nasıl çaldırabilir?"

"Hakikaten," dedim. "Bu nasıl oldu?"

"Çalan hırsıza benzemeyince çaldırıyor abi insan," dedi Koray. "Yani çalan kızı gördüğümde Gökay'a asla inanmadım. O güzellikte birinin hırsız olma ihtimali yoktu benim gözümde."

"Çalan kız mı?" diye sordum afallayarak. "Ayrıca bunun dışında dediklerinden bir halt anlamadım ulan, düzgün anlatsana şunu."

Kamer, "Abi en iyisi ben anlatayım," diyerek araya girince, ona döndüm.

"Anlat."

"Bugün sen yanımızdan ayrılınca Gökay acıktım diye tutturdu. Benim de Elif'in yanına gitmem gerekiyordu, o yüzden Elif'in çalıştığı restorana gitmeye karar verdik."

"Şu kardeşini ameliyat ettirdiğin kız değil mi?" diye sordum.

"Aynen, o."

"Elif mi, ameliyat mı? Neden bahsediyorsunuz be siz?"

Derin'e elimle durmasını işaret ettikten sonra "Dur güzelim, ben sonra anlatırım sana," dedim ve tekrar Kamer'e döndüm. "E, sonra?"

"Sonra biz benim arabaya geçtik, Gökay da motoruna atladı işte. Biz onun bizden önce gideceğini sanıyorduk, biliyorsun deli gibi sürüyor motoru şerefsiz. Her neyse, restorana gittik ama Gökay yoktu ortalıkta. Şaşırdık ama bir şey yapmayıp masanın birine geçerek oturduk. Biz oturduktan bir beş-on dakika sonra geldi bu. Yolda gelirken pamuk şeker satan bir bakkal görmüş. Her zamanki gibi canı çekmiş, motoru bırakmış bakkalın önüne. İşte sonra şekerleri alıp bakkaldan çıktığında bir de bakmış ki motorunda biri oturuyor. Böyle kaskını falan da kafasına takmış. İlkten biri motoru çalıyor sanmış, koşmuş. Sonra motorun üzerinde oturan kişi kaskı çıkarınca bir de bakmış ki karşısında oturan bir kız. Şaşırmış falan bu. Hele kız bundan bir turluğuna motoru isteyince iyice garipsemiş durumu. Kızı zorla indirmiş motorundan."

"Aa, ne var yani kız motora binmek istediyse?" diyerek araya girdi Derin. "Bu gayet makul bir istek. Canı çekmiş olabilir yani, bu benim de başıma geliyor hep."

Gözlerimi devirerek Derin'e baktım. "Bu sadece senin gibi çatlaklar için makul bir istek Derin. Bu devirde bisikletini bile güvenip veremiyorsun, motorunu mu vereceksin?"

"Çatlak olmanın neresi kötü?" diye homurdandı Derin. "Normaller, çatlaklardan daha çatlak bence."

Derin'e cevap verme zahmetine girmeyip tekrar Kamer'e döndüm.

"Sonra ne olmuş?"

"Kızı orada bırakıp bizim yanımıza geldi. Niye geç kaldığını sorunca anlattı falan işte. Sonra bir şeyler sipariş edelim derken Gökay kızı gördüğünü söyledi. Arka masalardan birinde arkadaşlarıyla oturuyordu. Hani böyle eli yüzü düzgün de biri, cidden hiç hırsız tipi yoktu. Koray'la ben de inanmadık. Derin'in dediği gibi çatlağın teki diye düşündük. Gökay'a inanmadığımızı söylesek de yemek boyunca kıza bakıp durduğunu gördüm. Neyse, sonra kız bir ara yok olmuş ortadan. Gökay da o anda motorunun anahtarının üzerinde olmadığını fark etmiş. Ben o ara Elif'in yanındaydım, en son öğrendim olanları. Neyse işte motoruna koşmuş bu ama nafile, giden gitmiş zaten. Gitmeden de not bırakmış kız motorun olduğu yere. Gökay'ın merak etmemesini, motoru geri getireceğini falan yazmış. Biz inanmayıp polise şikâyet ettik ama Gökay restoranda kalıp beklemeye karar verdi. En son buraya gelmeden önce telefonda konuşurken motorunun geldiğiyle ilgili bir şeyler söyledi ama tam anlamadım ne dediğini. Telefonu suratıma kapattıktan sonra bir daha da ulaşamadık. Arıyoruz ama açmıyor, ne yaptığı hakkında en ufak bir fikrim yok."

Kamer derin bir nefes vererek sırtını tekli koltuğun başlığına yasladığında, hissettiğim şaşkınlıktan dolayı ne diyeceğimi bilemedim.

"Neyse, neyse," diyerek araya girdi Koray. "Burada olduğumuzu biliyor, işi bitince buraya gelir ne de olsa. Hazır ben de dayak yemekten kurtulmuşken, girişte söylediğin konuya gelelim. Beril, nasıl seni bizden önce tanıyor olabilir?"

Koray'dan kurtulduktan sonra olan biteni sessizce izleyen Beril'in gözleri kocaman açılarak bana döndü. Aklım Gökay'da olduğu için kafamı çok veremesem de gülümseyerek omzumu silktim hafifçe.

"Bilmediğim bir şey daha mı?" diye sordu Derin, duyduklarına inanamıyormuş gibi. "Siz ne ara arkamdan iş çevirir oldunuz ya?"

"İş çevirmek değil," diye cevap verdi Beril. "Çocukluğumuzda aynı yerde oturuyorduk. Mert benim hayatımı kurtarmıştı, o zaman tanıştık."

Koray'ın ağzı iki karış açıldı. "Hayatını mı kurtardı?"

Beril, hafifçe kızararak kafasını salladı. "Evet. Altı yaşımdaydım. Karşıdan karşıya geçerken, ileriden gelen arabayı görmeyerek yola atlamıştım. Korna sesini duyduğumda olduğum yere çivilenip hareket edemez hale gelmiştim ve Mert, beni görünce kenara çekmese muhtemelen çok kötü şeyler olacaktı."

"Ulan," dedi Kamer, kafasını hayretle sallayarak. "Herif çocukken bile kahramanmış. Ben de gelmiş adamı ikna etmeye çalışıyorum."

"Ah," dedi Derin. "Hatırladım! Fazla net değil ama size geldiğim birkaç sefer onunla karşılaşmıştım."

"Aynen," dedim, başımı sallayarak. "Sen görmüştün Beril'i."

"Bugünlük hayret ve stres kotamı fazlasıyla doldurdum," diyerek arkasına yaslandı Koray. "Lütfen bir otuz sene kadar bana bulaşmayın."

Koray lafını bitirir bitirmez zil çaldığında hızla ayaklandım.

"İçimden bir ses daha şaşıracak çok şeyin olduğunu söylüyor kardeşim," dedikten sonra kapıyı açmaya gittim. Kapı deliğinden baktığımda, görüş alanıma sarı saçlar girince kapıyı aceleyle açtım. Gökay karşımda duruyordu ve fazlasıyla yorgun görünüyordu.

"Gökay," diye mırıldandığımda bir şey demeyerek ayakkabılarını çıkardı ve içeri girip doğru bizimkilerin olduğu odaya doğru ilerledi. Ben de hemen peşinden gittim.

Gökay, herkesin şaşkın bakışları altında adeta bir robotmuşçasına düz hareketlerle Derin'in uzandığı üçlü koltuğun başında dikildi ve Derin'in bacaklarını kenara ittirdikten sonra açılan boşluğa yatarak ayaklarını Derin'in yanına uzattı.

Derin, hemen dibindeki ayaklara şok olmuşçasına baktıktan sonra hızla doğruldu ve Gökay'ın bacaklarının üzerinden atladıktan sonra gidip Beril'in yanına oturdu.

"Gökay, ne oldu lan?" diye sordu Koray. "Motoru geri mi getirdi kız? Derdi neymiş? Cidden tek istediği birkaç tur atıp gelmek miymiş?"

Gökay, Koray'ın sorularını tepkisiz bir şekilde dinledikten sonra ellerini karnında birleştirdi ve bakışlarını beyaz tavana dikerek konuşmaya başladı.

"Beni tanıyormuş zaten. Hatta dedemi bile tanıyormuş."

Kamer'le göz göze geldim. İkimizin bakışlarında da şaşkınlık vardı.

"Dedeni mi tanıyormuş?" diye sordu Koray. "Nerden tanıyormuş?"

"Abisi varmış, piyasada bilinen bir mühendismiş. Dedemin bile tanıdığı biriymiş, düşünün artık."

"İyi de," dedim, kaşlarımı çatarak. "Seni tanıyor olması yaptığının mantıklı bir şey olduğunu göstermez ki."

"Ben de onu anlamadım ya," dedi, Gökay iç çekerek. "Restorandan ayrılmak için çıktığımda bir baktım kız motorumla karşımda dikilmiş. Sonra işte beni tanıdığını söyleyip saçma sapan laflar etti. Ben onu anlamak için üstün bir çaba sarf ettiğim sırada polisler geldi. Kamerler şikâyette bulundukları için kızı -adı Simge'ymiş bu arada- karakola götüreceklerini, benim de onlarla gitmem gerektiğini söylediler. Onlar kızı polis arabasına bindirip götürdükten sonra hemen dedemi aradım. Kız bana abisinin adını falan söylemişti, dedeme böyle birini tanıyıp tanımadığını sordum. İşte o da bana adamın çok bilindik biri olduğunu söyledi. Hatta adamın işlerine gıptayla bakıyormuş ki bilirsiniz, dedem öyle kolay beğenen biri değildir. Sonra ben de olanları anlattım dedeme. Bana şikâyetçi olmamamı söyledi. Kızın abisiyle aramızda çıkabilecek bir sorunun işlerine yansıma ihtimalinin fazla olduğunu falan söyledi. Ayrıca olsam bile motoru geri getirdiği için büyük ihtimalle para cezasıyla yırtacağını, boş boşuna ortamı germemem gerektiğini söyledi ve ben de kızdan şikâyetçi olmadım."

"Ne demek olmadım?" dedi, Kamer sinirle. "Ulan sabahtan beri üç buçuk atıyorsun, kız motorunu alıp götürdü ve senin iznin, hatta haberin bile yoktu. Hiç yoksa bile para cezası almalıydı!"

Gökay, ellerini kanepenin kenarlarına yaslayarak doğruldu ve Kamer'e baktı.

"Abi ben motorda değilim, önemli olan bu kızın bunu neden yaptığı? Hiçbir bok anlamadım."

"Benim gibi biri demek ki, çok da mantık aramamak lazım," diye mırıldandı Derin, omuz silkerek.

"Bu öyle bir şey değil ki Derin," diyerek araya girdim. "Yani bunu hafif çatlaklıkla açıklayamazsın. Kız, Gökay'ı tanıdığını söylemiş. Yani bu herhangi birinden gidip motorunu istemekle aynı şey değil. Özellikle tanıdığı birinin motorunu kaçırmış."

Durup Gökay'a döndüm.

"Kızı ilk gördüğün zaman, bakkalın önünde yani, kız seni gördüğünde şaşırmış mıydı?"

Gökay, kaşlarını çatarak kısa bir süre düşündü. "Hayır, hiçbir tepki vermedi. Sadece ısrarla motoru istedi."

"O zaman o motorun senin olduğunu biliyordu. Yani seni bakkala girmeden önce gördü," diyerek tahmin yürüttü Kamer.

"Abi, kız motorun markasını bile biliyordu. Sadece Honda demesinden bahsetmiyorum. Karşıma geçip 'Bu Honda CBR 250 RR değil mi?' diye sordu. Oğlum siz bile motorun tam adını bilmiyorsunuz, o kız nasıl bilecek?"

"Belki motorlara düşkünlüğü vardır?" diye sordu Derin.

"Belki de düşkünlüğü Gökay'adır."

Gökay geldiğinden beri ilk kez konuşan Beril'e döndük hepimiz. Düşünceli bir tavırla Gökay'a bakıyordu. Gökay, hepimizi susturan bu cümlenin üzerine yanaklarını şişirerek ofladı.

"Ben de bundan korkuyorum ya."

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "O ne demek lan?"

"Ne bileyim abi ya?" diyerek saçlarını karıştırdı Gökay. "Her şey o kadar saçma ki düzgün düşünemiyorum."

"Karakoldan çıkarken kızı görmedin mi? Sorsaydın ya," dedi Koray, kafasını sallayarak.

"Görmedim ki. Şikâyetçi olmadığımı söyledikten sonra hemen ayrıldım oradan."

"Niye lan? Korktun mu?"

"Korkmak değil de," diye mırıldandı Gökay. "Duyabileceğim şeyleri duymak istemedim. Aman neyse, bir daha çıkmaz herhalde karşıma. Bu da saçma bir anı olarak kalır."

"Nereden biliyorsun çıkmayacağını?" diye sordu, Derin. "Belki de sizin okuldan bir kız ve senin platoniğin. Sonunda sana açılmaya karar verdi ve bu şekilde dikkatini çekmek istedi, olamaz mı?"

"Olmasın," diyerek kestirip attı Gökay, sinirle. "Boğazıma kadar boka batmışım ben zaten, bir de bu işlerle mi uğraşacağım?"

İlkine ses etmemiştim ama bu sefer "Ağzını bozma," diye uyardım onu. Bunun üzerine Beril'e -Derin zaten alışıktı- özür dilercesine baktı. "Pardon."

"Önemli değil," dedi Beril, elini sallayarak. Gerçekten de takılmışa benzemiyordu.

"Neyse birader, geldi geçti diyelim, konu kapansın gitsin. İki gündür fazla adrenalinden beynim folloş oldu yemin ediyorum," diyerek konuyu kapatmaya çalıştı Koray. Hemen sonra aklına bir şey gelmiş gibi Derin'e döndü ve "Kız, sen iyisin değil mi?" diye sordu. Derin, banyodan çıktıktan sonra sabahtan beri sık sık yaptığı gibi saçlarıyla boynundaki izleri kapatamadan da konuşmaya devam etti.

"İyisin, iyisin. Maşallah turp gibisin. Az bir şey yorgunluğun vardır, o da yarın sabaha kadar geçer, bir şeyciğin kalmaz."

Derin, boynuna uzattığı elinin rotasını değiştirerek önüne gelen saç tutamını kulağının arkasına yerleştirdi. Daha sonra omuzlarını dikleştirerek "Neden kötü olacakmışım sanki?" diye sordu ve bana kısa bir bakış attı. "Azrail'iyle tanışanlar korksun."

İşte Derin buydu. Benim kuzenim buydu. Ne olursa olsun, içinde hangi fırtınalar koparsa kopsun dik durur, kimseye yedirmezdi kendini. Onunla tam da bu yüzden gurur duyuyordum.

"Bence de," diyerek araya girdi Kamer. "Tabii Azrail olmaya kalkanlar da ufaktan korksa iyi olur."

Bana gönderilen pası fark etmemiş gibi yaparak Beril'e döndüm.

"Annenlere haber verdin burada olduğunu değil mi? Merak etmesinler seni?"

Beril, sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi rahatlayarak, "Vermiştim aslında ama geç olmadan kalksam iyi olur. Yapmam gereken şeyler var da," dedi.

"Tamam o halde, bırakayım ben seni," diyerek ayaklandım. O da hemen peşimden kalktıktan sonra "Hiç gerek yok, ben giderim," dediğinde, kısık gözlerimi ona çevirip sert bir bakış attım.

Beril, hafifçe yutkunduktan sonra "Ya da gidemem, beni bırakman çok iyi olur," diye mırıldandı.

Derin'in kıkırdamasını duymazlıktan gelerek odanın çıkışına doğru ilerledim. Tam odadan çıkacağım anda Koray'ın bana seslenmesiyle durdum.

"Abi, biz de gidelim artık. Yorulduk vallahi, vücudumuz daha fazlasını kaldırmak zorunda kalmadan dinlensek iyi olur."

"Tamam, tamam," dedim kafamı sallayarak. "Siz de gidin, güzel bir uyku çekin. Yarın sabah hepinizi dimdik ayakta göreceğim ona göre."

"Emrin olur kardeşim," diyerek yanımıza geldi Kamer. Ona ters ters baktıktan sonra "Kamer," dedim, son heceyi uzatarak. Ellerini masummuş gibi kaldırarak "Şaka, sadece şakaydı," dedi ve hızla yanımızdan geçerek dış kapıya yöneldi. Onun ardından Koray'la Gökay da gittiklerinde, Beril'e kısa bir bakış atıp Derin'e döndüm.

"Ben Beril'i bırakır bırakmaz geleceğim. Uslu uslu oturup dizini seyret tamam mı?"

"Olur anneciğim," dedi Derin, sesini incelterek. "Sütümü de içerim, sen hiç merak etme."

Biraz önce Kamer'e yaptığım gibi "Derin," dedim, dişlerimin arasından. Televizyon kumandasını aldıktan sonra bana 'yallah' işareti yaptı.

"Hadi defolup gidin, daha esmer yellozla büyük bir kavgaya tutuşacağım."

Elimi, yanımda kıkırdayan Beril'in beline yerleştirdikten sonra "Yürü Beril yürü," diye homurdandım. Beril, belindeki elimi hiç garipsemeyerek talimatıma uydu ve yürümeye başladı.

Dış kapıya gittiğimizde elimi -istemeyerek de olsa- belinden çektikten sonra onun ayakkabısını giymesi için geride durdum. Çocuklar eşiğin diğer tarafında, koridorda duruyorlardı.

"Abi hadi biz kaçtık, yarın görüşürüz," dedi Kamer.

"Tamam kardeşim, dikkatli gidin," dedikten sonra Gökay'a baktım. "Özellikle de sen. Hız yapmak yok."

Gökay, gözlerini devirdi ve "İyi be, tamam," diyerek merdivenlere yöneldi. Kısa bir süre ardından baktıktan sonra Koray'a döndüm. "Sen de şununla git, kafası yerinde değil. Kötü bir şey olmasın," dedim.

"Giderim, abi, merak etme sen. Hadi eyvallah," dedikten sonra Gökay'ın peşine takıldı Koray. Onun ardından Kamer de merdivenlere yöneldiğinde, Beril bağcıklarını bağlayarak yerinde doğruldu. Ben de kendi ayakkabılarımı giydikten sonra kapıyı çekerek Beril'e döndüm. Bana tuhaf bir şekilde bakıyordu. Kaşlarım istemsizce çatıldı.

"Ne?"

"Babaları gibisin."

Tek nefeste söylediği şey aklımı karıştırırken, tekrar "Ne?" diye sordum.

"Diğerlerinin babası gibisin," dedi başını sallayarak. "Alışkanlık olarak yaptığın için fark etmiyorsun ama onlara sürekli öğüt verip duruyorsun. 'Dikkatli git, uslu dur, kaza yapma.'"

Sesini kalınlaştırarak beni taklit ettiğinde, dediklerine takılmasam gülerdim.

"Ne olmuş yani?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Bu kötü bir şey mi?"

"Aksine," dedi, kafasını sallayarak. "Yüreğin çok büyük senin... İçine birçok kişiyi sığdırabilirsin ama bunu yapmak yerine sadece birkaç kişiyi kalbine iyice yayıyorsun. İşte bu yüzden sevdiklerini böylesine önemsiyor ve bunu farkında olmadan yapıyorsun."

Dediklerinden hoşnut olmayarak bakışlarımı kaçırdım.

"Bunları başka bir zaman mı konuşsak?" Ya da bu konuyu bir daha hiç açmasak?

"Görmeyeli baya bir utangaç mı oldun sen?" diye sordu kafasını eğerek. Sesinde hafif bir alay vardı. Kafamı dikleştirerek, kahvelerimi elalarına diktim.

"Dile kolay on iki sene... Değişmeden kalmak zor," diye mırıldandım. "Ayrıca değişen sadece ben değilim, sen de epey değişmişsin."

Mesela artık peşimden 'süper kahramanım' diyerek koşturan o küçük kız çocuğu değilsin.

Bir şey demesine izin vermeden merdivenlere yönelsem de koşturarak yanıma geldi ve "Nasıl değişmişim?" diye sordu. "Boyum falan uzadı, onu mu diyorsun?"

Dudaklarım hafifçe büküldü. Keşke tek kastettiğim boyu olsaydı...

"Bilmem," dedim omuz silkerek.

"Ya Mert, kaçamak cevaplar vermek yerine düzgünce söylese- ah!"

Ardımdan koşturarak inerken ayağı takılınca öne doğru yalpaladı. Neyse ki onu kavrayabilecek kadar yakınındaydım.

Refleksle atılıp belinden yakaladığım gibi kendime çektim onu. Nasıl oldu anlamadım ama bir anda şu televizyon dizilerindeki saçma sahnelerdeki gibi burun buruna geldik. Küçük elleri kollarımın üzerinde dururken, kocaman açtığı gözlerini gözlerime dikmişti. Beyaz teni hafifçe pembeye çalarken, usulca yutkundu. Boynundan gelen o eşsiz kokusu yavaşça burnuma ulaştığında, içime derin bir nefes çekmemek için zorladım kendimi.

Onun yakınında olmak zarardı bana. Artık bundan emindim. Kokusu burnuma dolduğu anda sinir sistemim çöküyor, beyin fonksiyonlarım işlevini yitiriyordu. Bu kötüye işaretti.

O kötü hastalığa ben de yakalanıyordum, hem de hiç istemeyerek.

Yanlış bir şeyler yapabileceğimden korkmaya başladığımda, düşmeyeceğinden emin olarak geriye çekildim ve ayakkabılarına kısa bir bakış attım.

"Sanırım zamanın iyi gelmediği şeyler de var. Hala ayakkabılarının bağcıklarını düzgün bağlayamıyorsun, çocukken de sürekli açılan bağcıklarına takılıp düşeyazardın. Neyse ki o zamanlarda da hep yanındaydım."

Beril, utanarak yere eğildi.

"O zamanlar bilerek yapı-"

Yanlış bir şey söylediğini fark ederek anında sustuktan sonra kafasını kaldıramadan bağcığını bağlamaya devam etti.

"Şey yani bilerek yapmadım da, gevşiyorlar işte!"

Bağcığını bağlayıp ayağa dikildikten sonra bana bakmadan merdivenlerden inmeye başladığında, peşinden ilerdim. Dudaklarım keyifle kıvrılırken "Demek bilerek yapıyordun," diye mırıldandım.

Bana kısa bir bakış attıktan sonra yüzünü buruşturdu.

"Sanki bilmiyordun!"

Kafamı salladım iki yana.

"Bilmiyordum. Ödevlerini yalandan anlamamış gibi yaparak bana yaptırmanı anlamıştım ama sakar olduğun için düştüğünü sanıyordum."

Homurdandı.

"Sakar olduğum için düşüyordum zaten. Bağcıklarımı düzgün bağlamama sebebim, onları senin bağlamanı istememdi. Önüme eğilerek benimle ilgilenmen hoşuma gidiyordu."

Merdivenlerin sonuna geldiğinde, ardına bakmadan yürümeye devam ederek binadan çıktı. Biraz önce bulunduğu boşluğa bakarak iç çektim ve "Keşke yine hoşuna gitse," diye mırıldandım.

Beril'in ardından binadan çıktıktan sonra arabama doğru ilerledim. Benden önce gelip yolcu koltuğunun kapısının önünde beklemeye başlamıştı. Arabanın kilidini açtıktan sonra aceleyle kapıyı açarak kendini arabaya attı.

Değişmeyen bir şey daha vardı. Küçükken de utanınca tıpkı şimdi olduğu gibi çok tatlı oluyordu.

Ben de yerime geçtikten sonra anahtarı kontağa taktım ve "Kemer," dedim. Bana yandan kısa bir bakış atsa da dediğimi yaparak kemerini taktı. Arabayı çalıştırdıktan sonra arka bahçeden çıkarak yola koyuldum.

Yolculuğun ilk dakikaları oldukça sessiz geçerken, bu sessizliği bozan Beril oldu.

"Annem, babama burada olduğundan bahsetti. Seni bir akşam yemeğe davet etmek istiyorlar."

Dudaklarımı büzdüm muzipçe.

"Sen istemiyor musun?"

Şaşkın yüzünü bana çevirdi. "Hı?"

"Annenler beni yemeğe davet etmek istiyorlarmış ya, sen istemiyor musun diyorum."

"Ha, şey, tabii, ben de istiyorum. Niye istemeyeyim?"

"Bilmem," dedim omuz silkip. "Sen öyle deyince sordum işte."

"Lafın gelişi dedim öyle," diye mırıldandı. Bir şey demedim.

Aramızda oluşan kısa sessizliği tekrar bozdu.

"Mert?"

"Efendim?"

"Kız arkadaşın yok mu senin?"

Ona şaşkın bir bakış attım. "Kız arkadaşım mı?"

"Hı-hı. Hiç görmedim de yanında birini, merak ettim."

"Görmemiş olman, kız arkadaşımın olmadığı anlamına geliyor olmasın?" diye sordum, şakacı bir tavırla.

Tek kaşını kaldırarak bana inanmadığını belli eden bir bakış attı.

"Hayatta inanmam. Sap bir Mert Atalay... Duy da inanma!"

"İnanmıyorsun zaten," diye homurdandım, inanmamasına bir anlam veremeyerek. "Bunda inanmayacak ne var?" diye sordum. "Anamın karnından kız arkadaşla doğmadım ya."

"Ortaokuldayken bile hiç rahat durmuyordun, doğrusu üç-dört kişiyi aynı anda idare ettiğine bile inanırım ama sevgilin olmadığına inanmam."

"Aşk olsun," dedim. "Ben öyle iğrenç bir adam mıyım? Beni böyle mi görüyorsun yani?"

"Hayır," dedi hemen. Sesimin kırgın çıktığını anlamış olmalıydı. "Dalga geçiyorum sadece ama yeni bir Alara'nın olmaması beni oldukça şaşırttı doğrusu."

Ona şaşkın bir bakış attım. "Hatırlıyor musun?"

"Unutmak mümkün mü?" diye sordu, homurdanarak. "İnsan ilk nefret ettiği kişiyi unutur mu?"

"İlk nefret ettiğin kişi Alara mıydı?" diye sordum muzipçe. Bana ters ters baktı.

"Ondan önce de biriyle takılıyordun sanırım ama aklımda kalan isim Alara olduğuna göre en çok Alara'dan nefret etmişim demek ki. Aslına bakarsan küçükken benden fazla ilgilendiğin herkesten nefret ediyordum. Kahramanımı başkalarıyla paylaşmak hiç hoşuma gitmiyordu."

Duyduklarımın hoşuma gittiğini saklama zahmetine girmeyerek sırıttım.

"Niye gülüyorsun ya? Küçüktüm o zaman!"

Ona yandan bir bakış attım.

"Şimdi çok mu büyüksün sanki?"

Ah, çarpılmasam iyiydi...

İnatçı bir tavırla burnunu kaldırdı.

"Oradan bakınca hala altı yaşında gibi mi duruyorum? Bilmiyorsan söyleyeyim, on sekiz yaşındayım ben."

Dudaklarımı büzdüm. "On sekiz yaş mı büyük?"

"Kusura bakma," dedi kafasını sallayarak. "Yetmiş yaşındaki bir yaşlıyla konuştuğumu unutuyorum. Senin için on sekiz ne ki?"

Güldüm ve ona kısa bir bakış attım.

"Hala sinirlenince kızarıyorsun demek."

Beril, homurdanarak elinin tersini yanağına yasladı ve yanaklarını serinletmeye çalıştı.

"Sen de hala sinir bozucusun demek."

"Ben sinir bozucu değilim güzelim, yakışıklıyım. Burada bir anlaşalım."

"Ve hala egolu," diye devam etti.

"Ego değil bu," diyerek omuz silktim. "Kendimi çok iyi tanıyorum sadece."

"Bu sadece kendini tanımakla alakalı değil," diyerek iç çekti. "İşin sırrı özgüvenli olmakta... Sendeki özgüven bende de olsaydı keşke."

Bunu yarı dalga geçer bir şekilde söylemişti ama söylediklerinin hafif de olsa gerçeklik payı olduğunu sezmiştim.

"Ne yani, kendine güvenmiyor musun?"

Bana dönmeden yola bakmaya devam etti. "Her konuda değil."

"Neden?"

"Eksik olduğumu biliyorum çünkü."

"Yanlış."

Kaşlarını çatarak bana döndü. "Yanlış olan ne?"

"Eksik olman. Ben sana bakınca bir eksiklik göremiyorum."

"Kastettiğim bu değildi," diyerek ofladı.

"Eksiklik budur," dedim. "Senin kastettiğin şey eksiklik değil, tecrübesizlik. Öz güvenin ne zaman olmaz? Bir şeyi ilk defa yapmaya kalktığında. Neden peki? Dediğim gibi yaptığın şeyi ilk defa yapıyorsundur çünkü, yanlış mı doğru mu olduğunu bilmiyorsundur. Yanlış yapmaktan korkuyorsundur yani. Ama bir-iki defa yanlışlarla dolu deneme geçirdikten sonra korkun birden yok oluverir. Neden? Çünkü alışmışsındır yapmaya. Başına neler geleceğini görmüşsündür.

Bu okula gitmek gibi mesela; birinci sınıfa, liseye ve hatta üniversiteye başlamak ya da bir çocuğu ilk kez yalnız başına markete göndermek gibi... En sonunda her şeye alışırsın ve bunu farkında olmadan yaparsın."

"Bu konuşmadan anlamam gereken, senin özgüveninin esas sebebinin her gün aynaya bakmak olduğu mu?"

Dayanamayarak hafif bir kahkaha attım.

"Bravo gerçekten, ana fikri şıp diye buldun."

Sırıttı. "Bundan böyle her sabah aynanın karşısına geçerek çok yakışıklı olduğumu söyleyeceğim."

Güldüm. "Yanlış şeylere inanmanı istemem."

"Niye? Bence erkek olsaydım senden daha yakışıklı olurdum."

"Bence," dedim, ciddi ciddi düşünerek. "Erkek olsaydın, erkek güzellerinden olurdun. Hani var ya şu kadınlardan daha güzel olan herifler, aynı onlara benzerdin."

Kıkırdadı. "Sanırım gerçekten benzerdim."

Berillerin evlerinin olduğu sokaktan girdikten sonra evlerine doğru ilerledim. Kapılarının önünde arabayı durdurduğumda, kemerini çıkararak bana döndü.

"Teşekkür ederim, her şey için."

"Ne yaptım ki? Yemek yaparak karnımı doyuran sensin. Asıl benim sana teşekkür etmem gerekir."

"Ondan bahsetmiyorum," dedi kafasını sallayarak. "Beni bu kadar çabuk aranıza almanızdan, benim yanımda kendinizi saklamamanızdan bahsediyorum. Hadi sen neyse -ki sen bile çocukken yaşadıklarımızı görmezden gelebilirdin ama gelmedin- de, arkadaşların bile bana çabucak ısındılar. Özellikle Derin'e çok alıştım. Hani dedin ya üniversiteye başlamak gibi diye... Haklıydın. Üniversiteye başlarken tedirgindim. Nasıl olacak, kimlerle tanışacağım, kimlerle takılacağım, neler yapacağım... Her şey muammaydı ama meğer korkmama hiç gerek yokmuş."

Kafasını yana eğerek gülümsedi. "Meğer kahramanım beni yeniden kurtaramaya gelecekmiş."

"Bunda da teşekkür edecek bir şey yok ki. Sonuçta onların davranışlarını ben yöneltmiyorum, içlerinden nasıl geliyorsa öyle davranıyorlar."

"Olsun," dedi omuz silkerek. "Yine de teşekkür ederim."

"Bu arada," dedim teşekkür konusunu kapatmak istercesine. Demek beni hala kahramanın olarak görüyorsun?"

Dudaklarını büzdü. "Aksini ne zaman söyledim?"

Düşünüyormuş gibi yaptım. "Hımm, bana yazdığın mektupta?"

"Ah," dedi kafasını sallayarak. "O mektubu unutabilir misin lütfen? Zaten geri de vermedin. Çeyizine mi saklayacaksın, anlamadım ki!"

"Niye geri vereyim? Verilen mal geri alınmaz derler, duymadın mı hiç?"

"Aman iyi verme. Hatta her gece yastığının altına koy, yatmadan önce her gün bir doz alır, olmayan keyfini yerine getirirsin."

"Bak ben bunu hiç düşünmedim, çok mantıklı," diyerek kafa salladım.

Gözlerini devirerek kucağındaki çantasını omzuna astı ve kapıyı açarak arabadan indi. Son kez bana döndüğünde "Yukarı gelmek ister misin, hem annem sana kahve de yapar," dedi.

"Sen yapsan gelirdim," dedim muzipçe.

Güldü. "Tamam, gel, ben yaparım."

Ciddileştim.

"Çok isterdim ama Derin'i evde fazla yalnız bırakmasam iyi olur. Yani, ne olur ne olmaz."

"Anladım, neyse bir dahaki sefere artık. İyi geceler."

"İyi geceler, Beril."

Beril, bana son kez baktıktan sonra kapıyı kapattı ve evlerine doğru ilerledi. Dış kapıya gidene kadar ardından baktım. Çantasından çıkardığı anahtarla büyük, demir kapıyı açtıktan sonra bana dönerek el salladı. Ona başımı eğerek selam verdim ve içeri girip kapıyı kapattıktan sonra arabayı çalıştırarak gaza bastım.

Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı, yalnız kalıp düşünmeye.

Sol yanımın derdini çözüp çare olmaya, olamayacaksam da vazgeçirmeye...

ღ ღ ღ

Bölüm sonu :')

Sevdiniz mi?

Bölümle veya hikâyeyle ilgili düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.🤗 Tabii bir de oy vermeyi unutmazsanız harika olur, malum ailemizi büyütmemiz için buna ihtiyacımız var.

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, en kısa zamanda tekrar görüşmek dileğiyle!❤️

İnstagram: rabiiaosma


İnstagram Sayfası: kizilyildiz.officalpage


Continue Reading

You'll Also Like

4.4M 234K 48
Wattys 2016 kazananı! Yarı Texting. 2017'de Epsilon Yayınevi ile basıldı. 21.02.2022 tarihinde bölümler Wattpad'e yeniden yüklenmeye başlandı. ...
30K 1.5K 18
"Af-" İsmini söyleyemeyeceğim bir hala geldim. Göğsümün üstündeki eli göğsüme işkence yaparcasına sıkıyor ve bırakıyordu. Bunu defalarca yaparken dud...
1M 43.2K 41
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
12.5K 614 6
İmkansızlığın sıcağından, cazibesinden doğacak bir güneş. Adı aşk. Bu güneşin ışınlarına yabancı olan iki birey. Zamanla güneşin önüne geçmeye çal...