KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#13 - Bencil

37.4K 1.7K 183
By bayanclara

🎶 Göksel ~ Gittiğinde 🎶


"Ulan," dedim, hayretle kafamı iki yana sallarken. "Duyan da günlerdir görüşmüyoruz sanır. Ne ara oldu bütün bunlar?"

Koray ve Kamer... Sandığımdan da hızlı çıkmışlardı. Üstelik böyle bir şeyi beklemiyordum da, hele ki Koray'dan. Koray, biz onu tanıdığımızdan beri kadınlarla duygusal anlamda ilgilenmiyordu. Hatta hiçbir anlamda ilgilenmiyordu. Şu zamana kadar Koray'la ilgilenen çok kız olmuştu ama hiçbirine Koray'dan geri dönüş olmamıştı. Bazen sırf goygoy olsun diye asılırmış gibi yapardı ama bunun da ciddi bir yanı yoktu. Bu yüzden şu Asel denen kızı merak etmiştim. Koray'ı dans partneri olmaya ikna etmeyi başaran kız, nikâh masasına bile oturturdu.

Kamer'in ise aklı fikri kardeşi Beste'deydi. Bunu bilmeme rağmen bence olay, hasta olan çocuğun hastane masraflarından ibaret değildi. Kızdan bahsederken yüzünde tuhaf bir ifade oluşuyordu ve bunu sadece benim fark etmediğimden de emindim. Sadece diğerleri de benim gibi sessiz kalmayı yeğliyorlardı.

"Ee, Beril'e ne kadar daldıysan artık, bizi unuttun abi. Sensiz idare ediyoruz bu aralar. Bizden haberin olmaması çok normal yani."

Kaşlarımı çatarak Koray'a baktım. Beril ne alakaydı şimdi?

"Kızın annesi kaza geçirmiş, yanında durmamayayım mı yani? Hem sadece benim değil, Feza'nın da haberi yok bunlardan. Onunda mı suçu Beril?"

Kamer kafasını yana eğerek omuz silkti.

"Hayır, onun suçu da Derin ve dolayısıyla ikinizin ortak sebebi kızlar."

"Evet, Koray aşkımla Kamer aşkım ne dedilerse sonuna kadar katılıyorum Mert aşkım. Bizi aldatıp duruyorsunuz, ayıp oluyor yani. Hayır, bizim güzelliğimizin yanında bir şeye benzeseler gam da yemeyeceğim ya, neyse..."

Gökay, elindeki cips tabağıyla odadan içeri girdiğinde ona döndüm. Tabi ki saçmalıklarına cevap verme gibi bir hatada bulunmayacaktım.

"Ulan dolapta ne kadar yemek varsa silip süpürdün zaten gavat. Birde zulayı mı patlattın?"

Gökay buraya ne zaman gelse Derin'in yaptığı yemeklerle resmen savaşa giriyor ve bütün yemekleri mağlup ediyordu. Öyle ki bazen beni bile geçiyordu. Onun yüzünden buzdolabına kilit almayı bile düşünmeye başlamıştım. Nasıl takacağım konusunda en ufak bir fikrim yoktu tabii ama buzdolabını sırtlayamayacağıma göre şimdilik en mantıklı seçenek bu gibi geliyordu.

Gökay sert yüz ifademe aldırmadan dudaklarını büzdü.

"Aşk olsun Mert aşkım ya, lokmalarımı mı sayıyorsun sen benim? Bunun ayıp olduğunu öğretemediler mi sana? Çok ayıp yani, gerçekten çok ayıp!"

Gökay'ın saçmalıkları üzerine homurdanırken gözlerim elindeki cips tabağına kaydı tekrar. Yaşadığım farkındalıkla hızla omuzlarımı dikleştirdikten sonra gözlerimi kısarak "Dolaptaki son cipsi senin yediğini söyleme bana," dedim dişlerimin arasından. Gökay, sinirlendiğimi anlayarak hızla gözlerini kırpıştırdı ve sonra tatlı görüneceğini sandığı salak bir gülümsemeyi yerleştirdi dudaklarına.

"Madem istemiyorsun, o zaman söylemem aşkım."

Koray'la Kamer karşımdaki ikili koltukta otururlarken, her zamanki gibi gülmemek için zor durur bir halleri vardı. Zaten Gökay'ın olduğu yerde ciddiyet olması binde bir gibi bir şeydi. Genelde sinir küpüne dönen biri -nedense genelde bu kişi ben oluyordum- ve yarılana kadar gülen diğerleri oluyordu.

"Gökay," dedim, son cipsimi onun yediğini unutmaya çalışarak. "Bir gün seni öldürüp hapse gireceğim, biliyorsun değil mi?"

Korktuğundan olsa gerek hala kapı girişinde dursa da salak özgüvenini sergilemeyi eksik etmiyordu. Kaşlarını sahte bir sevecenlikle kaldırırken "Beni severken öldüreceksin, çünkü çok tatlıyım. Değil mi?" diye sordu.

"Gökay, bence daha ileri gitme abi," diyerek araya girdi Kamer. "Arkadaş katili olan birinin arkadaşı olarak anılmak istemiyorum."

Gökay burnunu kırıştırdı ve "Aman, sizle de eğlenmeye gelmiyor yani," diyerek ilerledi ve kendini tekli koltuğa attı.

Aslında kalkıp elindeki cips tabağını ondan geri almayı planlıyordum ama tam o anda planımı bozan bir şey oldu.

Kapı deli gibi çalınmaya başladı.

Kaşlarımı çatarak ayaklandım. "Ne oluyor lan?"

Kamer'le Koray da benim gibi hızla ayağa fırlarlarken düşünceli bir şekilde birbirleriyle bakıştılar. Hatta Gökay bile yüzündeki saçma alaylı ifadeyi silmiş, cips tabağını ortadaki sehpanın üzerine koyup kaşlarını çatarak ayaklanmıştı.

Biraz daha burada dikildiğim takdirde kapıdaki kişinin kapıyı kıracağından emin olduğum için hızlı adımlarla kapıya doğru ilerledim. Diğerleri de hemen peşimden geldiler.

Kapıyı açtığımda Feza'nın havadaki eli tam yüzüme inmek üzereydi ki refleksle uzanarak bileğini yakalayıp onu durdurdum. Şaşkınlıkla "Ne yapıyorsun oğlum y-" diyecekken yüzünün etrafındaki uğursuz kızıllığı fark edince laflarımı geri tıktım ağzıma. Üzerindeki gömleği bordo olmasına rağmen koyu renkle boyanmıştı. Boynu dahi aynı renkle kaplıydı.

"Bu ne hal oğlum?"

Koray'ın sesindeki telaş hissedilmeyecek gibi değildi. Zira aynı telaşı hepimizin hissettiğine emindim.

Feza'nın sallandığını görünce uzanıp koluna yapıştım ve o anda kanın kaynağının başının arkasında olduğunu gördüm. Üstelik gömleğinin arkası tamamen kızıla boyanmıştı.

"Feza," dedim neredeyse bağırarak. "Ne oldu lan sana?"

"Abi De-Derin."

Anlamayarak kaşlarımı çattım.

"Ne Derin'i? Ne oldu? Derin'e mi bir şey oldu?"

Sona doğru kendimi dizginleyemez olmuştum.

"O it kaçırdı Derin'i. Başıma bir şey vurdu. Yüzünü görmedim ama bayılmadan önce sesini duydum. O olduğuna eminim."

"Ne diyorsun lan sen?"

Yüreğimde filizlenen korku yüzünden kendimi kaybedecek seviyeye gelmiştim.

"Şimdi bunları konuşmanın zamanı değil," derken konuşmanın onu ne kadar yorduğu yüzündeki terden ve kısık tonlu sesinden fazlasıyla belli oluyordu. "Ne zamandır baygın olduğumu bilmiyorum. Üstelik buraya gelirken de epey vakit kaybettim. Mert acele edelim, ne olur. Onu kurtarmamız lazım!"

Ne düşüneceğimi, ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteydim. Algılamakta zorluk çekiyordum. Onu şerefsizi Derin'i mi kaçırmıştı yani? Doğru mu anlamıştım?

Gökay, yanımdan geçerek Feza'nın diğer kolunu tuttu.

"Feza, sen nasıl ayakta duruyorsun abi? Berbat görünüyorsun lan!"

"Ben iyiyim!" dedi Feza birden bağırarak. "Derin diyorum, Derin'i kaçırdı o şerefsiz! Onu kurtarmamız lazım, acele etmemiz gerekiyor. Beni duyuyor musun Mert? Acele etmemiz gerekiyor diyorum!"

Feza'nın boğazından gelen hırıltılar beni kendime getirdiğinde elimi saçlarıma götürüp çekiştirdim.

"Sıçayım böyle işe! Nasıl kaçırır lan? Nasıl bu kadar ileri gidebilir?"

"Abi şimdi bunları düşünecek vakit yok, Derin'i nereye götürmüş olabilir o şerefsiz?"

Kamer'in omzuma koyduğu eline bakarak düşünmeye başladım. Nereye götürmüş olabilirdi? Ah, o heriften nefret ettiğim için hafızama onunla ilgili hiçbir şey almamaya çalışırdım. Ama şimdi buna deli gibi ihtiyacım vardı.

"Bilmiyorum!" diye bağırdım istemeden. "Nereden bileyim? Zorunda kalmadıkça konuşmuyordum bile onunla."

"Evini de mi bilmiyorsun Mert?" diye sordu Koray, sakince. Ortamı daha fazla kızıştırmamaya çalışıyordu. "Seri katil değil ya bu herif, nereye götürecek kızı? Üstelik zorla alıkoydu, insanlarla dolu bir yere götüremez."

"Bir bulayım, ebesini alıkoyacağım onun!" diyerek kükredim ve kendimi düşünmeye zorladım. Çok nadir de olsa Derin'i birkaç kez o herifin evinden almıştım. Üstelik tek yaşıyordu ve bu Derin'i orada bulma ihtimalimizi artırıyordu.

"Biliyorum," diye mırıldandıktan sonra hızla içeri daldım ve odama girip komodinin üzerindeki arabanın anahtarını alarak tekrar girişe koştum. Koray'la Kamer ayakkabılarını giyip dışarı fırlarlarken, Gökay hala Feza'yı tutmakla meşguldü.

Cidden bundan daha berbat görünebilir miydi, hiç bilmiyordum.

Hızla ayakkabılarımı ayağıma geçirirken, Gökay'ın ayakkabılarını da ona fırlattım ve Feza'ya dönüp "Feza sen evde kalsan daha mı iyi?" diye sordum çabucak. "Hatta Gökay seni hastaneye götürsün, yarana baksınlar."

"Olmaz," dedi Feza, dişlerini sıkarak. "Ben de sizinle geleceğim."

Koray "Feza ama yaran-" diyecek oldu ki, ateş saçan gözlerini hızla Koray'a dikti Feza.

"Geleceğim dedim."

"Tamam," dedim vazgeçmeyeceğini anlayarak. Ben olsam ben de vazgeçmezdim, bu yüzden itiraz etmedim; her ne kadar her an düşüp bilincini kaybedecekmiş gibi görünse de...

Evin kapısını örttükten sonra merdivenlere doğru koşturdum. Kamer de Feza'nın diğer koluna girip onun yürümesine yardımcı olurken, Koray hızlı adımlarla peşimden geldi.

Binadan çıktıktan sonra arabama doğru ilerledim. Sürücü koltuğunun kapısını açarken diğerlerine dönüp "Koray benle gelsin, siz de arkadan takip edin bizi," dedim. Kamer hızla kafasını sallarken Koray yan kapıyı açarak arabaya bindi. Onun ardından ben de hemen arabaya atlayarak arabayı çalıştırdım ve gaza yüklendim. Koray dikiz aynasından Kamerlerin bizi takipte olduklarını teyit ederken, yanlış olduğunu bile bile bütün kuralları hiçe saydım. Kurtarmam gereken biri vardı. Ama daha da önemlisi, öldürmekten beter etmem gereken biri...

"Anasından doğduğuna pişman edeceğim o herifi," diye hırladım dişlerimin arasından. "Benimle tanıştığı güne lanet okuyacak, celladı olacağım."

"Mert, biliyorum çok zor ama sakin olmaya çalışman lazım abi," diye mırıldandı Koray. "Geri dönüşü olmayan şeylerden bahsediyorsun."

"Koray, sıçtırtma sakin olmasına! Feza'yı ne hale getirmiş, görmedin mi? Şu anda yere yığılmıyorsa tek nedeni hissettiği korku! Onu bu hale getirdiyse Derin'e neler yapabilir, hiç düşündün mü?"

Susup direksiyonu daha da sıktım.

"Eğer onun saçının teline zarar verdiyse kurtuluşu yok, geberteceğim o iti!"

Koray konuştukça daha da hiddetlendiğimi anlamış olacak ki şu anda yapabileceği en iyi şeyi yaparak sustu.

Ana caddeden çıkarak ara sokağa girdiğimde gözlerim sokaktaki evlerin üzerinde geziyordu. En son gelişimin ardından uzun zaman geçmişti. Açıkçası hatırlayamamaktan korkuyordum.

Gözlerimi kısarak evlere bakmaya devam ederken "Neredeydi bu siktiğimin evi?" diye homurdandım sinirle. Sokağın sonuna geldiğimde diğer sokağa girip tek tek evleri süzmeye devam ettim ve sonunda gördüm.

"İşte orada," dedim dişlerimin arasından. Arabayı hızla evin önüne park ettikten sonra anahtarı kontaktan almakla bile uğraşmayarak kendimi dışarı attım ve eve doğru koşmaya başladım. Kamer'in arabayı acı bir frenle durdurduğunu ve açılan kapı seslerini duyuyordum ama umursamadan koşmaya devam ettim.

Demir kapının karşısına dikildiğimde o puştun hangi katta oturduğunu bilmediğimi fark ettim. Şu ana kadar umurumda bile olmamıştı ki! Bu yüzünden yapabileceğim en mantıklı şeyi yaptım ve hızla bütün zillere bastım. Elbet biri açacaktı.

Megafondan "Kim o?" sesi yükseldiğinde yanıma gelen Koray'ın gözleri üzerime dikildi. Cevap vermekle uğraşmayıp zillere deli gibi basmaya devam ettim ve sonunda binada oturanlardan biri kapıyı açtı. Hızla içeri daldıktan sonra giriş kattaki kapının önüne dikilip deli gibi kapıyı yumruklamaya başladım.

Kapı açıldığında umduğumun aksine yaşlıca bir kadın belirdi eşikte. Gözleri korkuyla kocaman olmuştu ve elinde bir cep telefonu tutuyordu.

"Teyze Onur puştu hangi katta oturuyor?" diye sordum hızla. Kadın korkuyla bana bakmaya devam ederken, elindeki telefonu sıktı.

"Teyze korkma ne olur ya, bir de senle uğraşmayayım," dedim yalvarırcasına. "Kuzenimi kaçırdı o herif, geç kalmış olabilirim. Ne olur cevap ver!"

Kadın şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

"Kuzenini mi kaçırdı?"

"Teyze soru sorma yalvarırım! Kaçıncı katta oturuyor, onu söyle!"

Kadın bana şüpheyle baksa da söyledi.

"Dördüncü kat, sağdaki daire."

Bir şey demeyerek merdivenlere koşturduğumda Koray'ın teyzeye teşekkür ettiğini duydum. Şu an umurumda olan tek şey Derin'di. İyi miydi?

Merdivenleri ikişer üçer çıktıktan sonra sonunda dördüncü kata geldim ve sağdaki dairenin kapısını yumruklamaya başladım.

"Aç lan kapıyı! Ulan şerefsiz, eğer Derin'e bir şey yaptıysan seni mahvedeceğim, duydun mu beni?"

Deli gibi kapıyı yumruklayıp tekmeleyeme devam ederken karşı dairenin kapısının açıldığını duydum ama umursamadım. Benim yerime diğerleri ilgileniyordu zaten.

Bütün apartmanı ayağa kaldırmama rağmen önümdeki kapı açılmayınca iyice delirdim. Yoksa burada değiller miydi? Evde değillerse, Derin'i nereye götürmüştü?

Kapıya vurmayı kestiğim o an içeriden gelen boğuk çığlığı duyduğumda, tüm binayı yıkacak kadar güç hissettim bedenimde. Korkudan ve kızgınlıktan doğan bir güç.

"Koray," dedim dişlerimin arasından. "Kapıyı kıracağız. Üç deyince."

Koray bir şey demeyerek yanıma dikildiğinde, göz ucuyla Kamer'le Gökay'ın Feza'yı zar zor ayakta tuttuklarını gördüm. Çocuğun gözleri kapanmak üzereydi ve bunun tek sebebi o şerefsizdi.

Bunları o ite ödetmezsem benim adım da Mert değildi.

"Bir," dedim omuzlarımı gevşeterek. "İki, üç!"

Koray'la birlikte kapıya dayandığımızda kapı sallansa da kilidi kırmayı başaramamıştık.

"Tekrar," dedim dişlerimin arasından. "Bir, iki, üç!"

Bu sefer daha güçlü dayanınca kapı yerinden oynadı ve kapının kilidi kırıldı. Koray dengesini kaybedip yere kapaklanırken, ben son anda duvardan destek alarak düşmekten kurtuldum ve içeri doğru koştum.

Onları gördüm.

Derin'in boğazına sarılan o pis eli gördüm.

Derin'in kırmızıdan mora dönmeye başlayan yüzünü gördüm.

Derin'in mavi gözlerinden akan yaşları gördüm.

Ve tam anlamıyla kendimi kaybettim.

Binayı inletecek kadar büyük bir haykırışla birlikte Onur'un üzerine atladım ve onu yere serip yumruklarımı yüzüyle buluşturdum. Gömleğime yapışan elleri, burnundan gelen kırılma sesi, patlayan dudağından ve kaşından akan kanlar... Hiçbir şey, hiçbir şeyi umursamadan ona vurmaya devam ettim. Derin'e yaptıkları için, Feza'yı getirdiği hal için, bizi böylesine korkuttuğu için durmadan vurdum.

Gözleri kayıp kendinden geçene kadar vurdum. Hatta gözlerinin kapandığını görsem de durmadım. Omuzlarımdan tutulup sarsıldığımı hissetsem de gözüm öyle bir dönmüştü ki, beni tutmaya çalışanın kim olduğuna bile bakmadan itip Onur itini yumruklamaya devam ettim.

Vurdum, vurdum ve vurdum... Ta ki Derin'in içime kor düşüren çığlığını duyana kadar. Yumruk yaptığım elim havada asılı kalırken kafamı hızla çevirip ona baktım. Feza'nın başı kucağında duruyordu ve gözleri kapalıydı.

"Mert! Mert, Feza! Feza'ya bir şey oldu! Feza aç gözlerini! Aç ne olur! Açsana Feza!"

Telaşla Onur puştunun üzerinden kalkıp Derinlerin yanına gittim. Ben Onur'un üzerinden kalkar kalkmaz Kamer gidip Onur'un nabzına baktı. Bir-iki saniye sonra derin bir nefes vererek elini kalbinin üzerine koydu ve tişörtünü sıktı.

"Anasını satayım," dedi, ondan daha önce hiç duymadığım bir ses tonuyla. "Öldürdün sandım ulan!"

Kamer'e ifadesiz bir yüzle baktıktan sonra Derin'in diğer yanındaki Gökay'a döndüm.

"Feza'yı sırtıma yüklememe yardım et çabuk!"

Gökay hızla Feza'yı sırtlamamı sağladıktan sonra yavaşça ayaklandım ve "Derin'i alın!" diye bağırdıktan sonra dairenin çıkışına doğru hızlı adımlarla ilerdim.

"Feza, dayan kardeşim," diye mırıldandım acıyla. "Gözünü seveyim dayan ulan, ne olur dayan."

Dairenin kapısında oluşan kalabalığın arasından sıvışarak hızla merdivenlerden inmeye başladım. Apartmanda oturanlar çığlık atar vaziyette bağrışırken hiç kimseyi umursamadım ama Kamer'in ambulansı aramalarını söyleyen sesini işitmiştim. Sinirle homurdandım.

"Ölmediğine pişman edeceğim o puştu."

Binadan dışarı çıktıktan sonra arabama doğru ilerledim ve arka kapıyı açarak Feza'yı yavaşça yüz üstü koltuğa yatırdım. Peşimden gelen Gökay arka koltuğun diğer tarafının kapısını açtıktan sonra koltuğa oturarak dikkatlice Feza'nın yüzünü kucağına koydu. Kapıları kapatıp sürücü koltuğuna doğru ilerlerken apartmandan çıkan Koray'ı gördüm. Derin de kucağındaydı.

"Hastaneye gidiyoruz, çabuk olun!" diye bağırdıktan sonra arabaya atlayarak kontağı çalıştırdım ve gaza bastım.

Kafam öyle allak bullaktı ki ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Tek bildiğim şey kendimi daha önce hiç bu kadar çaresiz hissetmediğimdi.

ღ ღ ღ

"Acıyor mu çok?"

Derin'in sorusu üzerine sırtındaki kolumu sıkılaştırdım ve dokunduğu sargılı elime baktım.

"Hiç acımıyor güzelim."

Hastanedeydik. Feza'nın başının arkasına dikiş atmışlardı. Ayrıca kan kaybettiği için takviye de yapmışlardı. Allah'tan Koray'ın kan grubu tutuyordu da bir de onu aramakla uğraşmamıştık. Feza'yı bir odaya yerleştirmişlerdi ve şimdi de uyanmasını bekliyorduk.

Burnumu Derin'in saçlarına gömüp kokusunu içime çektim. Bu gece beni çok korkutmuştu. Hastaneye geldiğimizde doktorların Feza'yla ilgilendiğini görünce birden bayılmıştı. Sanki Feza'nın güvende olduğunu görene kadar kendini tutmuş gibiydi. Derin'i muayene eden doktor ciddi bir şeyi olmadığını, biraz hırpalandığını söylemişti. Boynu için birkaç krem yazmıştı. Bayılmasını da tansiyonunun düşmesine bağlamıştı. Bu yüzden ona da serum takmışlardı.

Derin, uyanır uyanmaz Feza'nın yanına gelmek istemişti lakin neyse ki serumu bitene kadar onu yatağında tutabilmeyi başarabilmiştim. Ve işte buradaydık. Feza'nın kapısında oturmuş, onun uyanmasını bekliyorduk.

Derin parmaklarını sargımın üzerinde gezdirdi. Hiç istemesem de Kamerlerin zoruyla elime baktırmak zorunda kalmıştım. Onur şerefsizini öldüreceğim derken elimi parçalayacakmışım meğer. Hah, çok da umurumdaydı sanki ya...

Çenemi Derin'in başından ayırmadan gözlerimi kaldırarak karşı koltukta oturan Gökay'la Koray'a baktım. Hiç iyi görünmüyorlardı. Saat gece yarısını geçeli çok olmuştu ve hepimiz perişandık. Tabii Derin ve Feza kadar olmasa da...

Aslında Derin için hala endişeleniyordum. Ayıldığından beri ağlamamıştı. Ya gerçekten kendinde değildi ya da ağlamak için Feza'nın uyanmasını bekliyordu, bilmiyordum. Sadece iyi olmadığını görüyor ve bunu fazlasıyla hissediyordum. Ruh hali berbat durumda olmalıydı. O şerefsizin ellerinin boynuna sarıldığı an gözümün önünden gitmek bilmiyordu ve bunu düşündükçe sanki mümkünmüş gibi daha da hiddetleniyordum.

O puştun evinde neler olduğundan habersizdik. Komşular polisi de ambulansı da aramış olmalıydılar. Kamer bu yüzden acilin oralarda dolanıyordu. O iti bu hastaneye getirirlerse haberimiz olacaktı.

Derin başını göğsümden kaldırdığında kafamı çevirerek ona baktım. O ise koridorun ucuna bakıyordu. Gözlerini takip ettiğimde Feza'nın doktorunun buraya geldiğini gördüm. Derin yavaşça ayaklandığında ben de hemen kalkıp ona destek olmaya devam ettim.

Doktor yanımıza geldiğinde "Endişelenmeyin," dedi hemen. "Sadece kontrol etmek için geldim."

"Onu ne zaman görebileceğiz?" diye sordu Derin.

"Sabaha karşı uyanacağını düşünüyorum. O zaman görebilirsiniz. Başına ağır bir darbe almış, dinlenmesi gerekiyor."

"Hadi Derin'im, gel biz de senin odana dönelim. Sen de dinlen biraz," dedim. Böyle giderse bir kez daha bayılması an meselesiydi.

Derin hiç düşünmeden "Hayır, burada bekleyeceğim," deyip tekrar koltuğa oturduğunda omuzlarımı düşürerek tekrar yanına yerleştim. Doktor da bize son kez bakıp içeri girdi.

Derin başını omzuma yasladığında gözlerim tekrar Gökay'ı buldu. Aynı Derin gibi başını Koray'ın omzuna yaslamış yerdeki fayanslara bakıyordu. Koray da kollarını göğsünde kavuşturup gözlerini kapamıştı. Tam onlara evlerine gitmelerini söyleyeceğim sırada Feza'nın odasının kapısı açıldı ve doktor dışarı çıktı. Yüzünde tuhaf bir ifade vardı.

"Eh, hastamız sabaha kadar dayanamadı sanırım. Düşündüğümden de erken uyandı ve Derin Hanım'ı görmek istiyor," diyerek Derin'e çevirdi gözlerini. "Muhtemelen siz olmalısınız."

Yani etrafta Derin'den başka kız olmadığı için çok yerinde bir tahminde bulunmuştu gerçekten(!)

Böylesine uzun ve fazlasıyla berbat geçen gecenin ardından nihayet Derin'in gülümsediğini görebilmiştim. Dudakları dişlerini gösterecek kadar kıvrıldığında, hızla ayağa kalktı ve bir an dengesini kaybeder gibi oldu. Tetikte olduğum için hızla uzanıp onu tuttum ve düşmesini engelledim. Doktor kaşlarını hafifçe çatsa da bir şey demedi ve Derin'e kapıyı işaret etti. Derin bana kısa bir bakış attıktan sonra içeri girip kapıyı kapadı.

Doktor Derin'i çok fazla içerde bekletmememiz konusunda bizi uyarıp gittikten sonra tekrar oturduk yerlerimize.

"Beyler siz gidin isterseniz, Derin'in gideceği yok nasılsa. Ben de mecbur yanında kalacağım. Feza da iyi zaten, hem yarın okul falan var. Kamer'i de alın, eve gidip güzel bir uyku çekin."

Gökay dirseklerinizi dizine yaslayarak "Sen ne olacaksın abi?" diye sordu.

Elimi salladım, önemsizmiş gibi.

"Derin için ayırdıkları odada kalırım Derin'le, bir şekilde idare ederim yani."

Koray itiraz eder gibi olsa da bahane kabul etmedim. Evet, ben de çok yorgundum ama fizikiden çok ruhsaldı yorgunluğum. Onca yaşanandan sonra sinirlerim yorulmuştu bir kere ama dayanırdım, problem değildi.

Çocukları hastane çıkışına kadar geçirip tekrar Feza'nın odasının önüne geldiğimde koridorun hala boş olduğunu gördüm. Derin gireli epey olmuştu, çıkamamıştı bir türlü. Endişelenip endişelenmeme konusunda tereddütte kalınca, bir kez daha koridora bakındıktan sonra elimi kapının koluna attım ve yavaşça açtım kapıyı.

İçeri bir adım atmamla yerimde kalakalmam bir olmuştu. Çünkü Derin, Feza'nın yanına uzanmıştı ve uyuyorlardı. Bu akşam en çok onlar için zor olmuştu. Feza yarasının büyüklüğüne rağmen Derin için ayakta kalmıştı. Derin de aynı şekilde Feza'nın iyi olduğunu görene kadar acılarına dayanmıştı.

Derin'i kaldırıp odasına götürmeye kıyamadım. Biri ellemediği müddetçe sabaha kadar uyuyacak gibilerdi. Bu yüzden sessiz adımlarla yanlarına doğru yürüdüm ve Feza'nın başucundaki komodinin üzerindeki peçeteye cebimden çıkardığım kalemle not bıraktım. Onları birbirlerine emanet ettikten sonra eve gidebilirdim. Ne kadar iyiymiş gibi görünmeye çalışsam da banyo yapmaya ve üzerimdeki kan kokan elbiselerden kurtulmaya ihtiyacım vardı. Ayrıca Derin'e de yeni elbiseler getirebilirdim. Tabii bir de Feza'nın ailesi vardı. Figen ablayı endişelendirmemek için arayıp Feza'nın bizde uyuyakaldığını, merak etmemesini söylemiştim ama sabah hastaneye gelmeden kafeye uğrayıp olanları anlatmam gerekiyordu.

Yani yapılacak tonla işim vardı.

Peçeteyi uyandıklarında görebilecekleri bir yere bırakıp yatağın ayakucundaki pikeyle üstlerini örttüm ve odayı sessizce terk ettim.

Hastaneden çıktıktan sonra arabama atlayıp gazı kökledim. Hız yapınca bütün dikkatimi yola verdiğim için düşüncelere dalmam zor oluyordu ve şu an hiç düşüncelerimde boğulacak havam yoktu. Bu yüzden yolun boşluğunu fırsata çevirerek gaz pedalına abandım.

Gözlerim kısa bir an için arabanın saatine kaydığında, saatin üçe geldiğini gördüm. Bu yolların hız yapmama yetecek kadar boş olmasını açıklıyordu.

Olması gerekenden daha kısa bir sürede eve vardığımda arabamı evin arka bahçesine park ettim ve hızlı adımlarla binaya girerek bizim kata çıktım. Cebimdeki ev anahtarını çıkararak kapıyı açtım ve ayakkabılarımı fırlatırcasına çıkararak eve girdim. Odama gittikten sonra üzerimdeki cüzdan, telefon vb. şeyleri başucumdaki komodine koydum ve kendimi doğru banyoya attım.

Daha fazla düşünüp kendimi yormak istemediğim için işlerimi çabucak hallettim. Üzerimdeki kan kokusundan sıyrıldığıma emin olduktan sonra banyodan çıkarak üzerimi değiştirdim ve kendimi yatağa attım.

ღ ღ ღ

Sabah çalan alarmı söylene söylene kapattıktan sonra doğruldum ve kendime gelmek için birkaç dakika anlamsızca etrafı süzdüm. Dün gece olanlar teker teker zihnime doluştuğunda yüzümü buruşturdum. Yapmam gereken çok şey vardı.

Zorla da olsa kendimi yataktan atabildikten sonra üzerimi değiştirdim ve mutfağa girerek buzdolabına bakındım. Kendi kahvaltımı kendim hazırlamak hiç bu kadar zor gelmemişti.

Ah, şimdiden özlemiştim Derin'i.

Dolaptaki kahvaltılıkları masaya yerleştirdikten sonra yapabileceğim tek şeyi yaptım.

Sucuklu yumurta.

Çay demlemeye üşendiğim için dolaptaki meyve sularından birini aldım ve ne yediğimden bir haber olarak kahvaltımı yapmaya çalıştım.

Aslında ne yalan söyleyeyim, gece evimi polislerin basmamasına şaşırmıştım. O şerefsiz herifin beni şikâyet edeceğini düşünmüştüm. Ya yediği dayağın ardından hala kendine gelememişti ya da kendi çıkarı için beni şikâyet etmemişti. Sonuçta haneye tecavüz edip onu öldürecek kadar döven bendim ama o da adam yaralamış ve Derin'i kaçırmıştı.

Bana ne olacağı umurumda bile değildi gerçi. Sadece o pislik ceza almadan rahat nefes alamayacağımı biliyordum, hepsi buydu.

Doyduğuma kanaat getirdiğimde masayı hızla topladım ve bulaşıkları sudan geçirerek bulaşık makinesine doldurdum. Daha sonra üzerime bir ceket geçirdim ve cüzdanımla anahtarlarımı aldıktan sonra Derin'in odasına doğru ilerledim.

Derin'in yatağının kenarındaki boş sırt çantasını aldıktan sonra dolaptan aldığım eşofmanla geniş bir tişörtü çantasının içine attım. Şöyle bir etrafa bakınmama ve hatta çekmecelerini karıştırmama rağmen telefonuyla cüzdanını bulamadım. Aslına bakarsanız dün sabah evden çıkarken kol çantası taktığını görmüştüm ama dün gece gözüme hiç çanta falan çarpmamıştı.

Sahi tüm bu olanlar nerede olmuştu? Nasıl olmuştu? Derin o arada çantasını kaybetmiş olabilir miydi?

Bunları düşünerek askılıktan aldığım ince hırkayı da çantaya attım ve başka alacak bir şey bulamadığım için çantayı kapayarak evden çıktım.

Arabama atladıktan sonra hazır olmadığımı hissetsem de arabayı Fezaların kafesine doğru sürdüm. Annesiyle babasına daha fazla yalan söyleyemezdim.

Yaklaşık on beş dakika sonra kafenin önünde durduğumda arabadan inerek kafeye doğru ilerledim. Bahçe kapısından içeri girdikten sonra gözlerimi bahçede kahvaltı yapan insanlarda gezdirerek içeri girdim. İçerinin bahçe kadar kalabalık olmaması benim için daha iyiydi.

Gözlerimi şöyle bir etrafta gezdirdikten sonra çalışanlardan başka kimseyi göremeyince mutfak tarafına geçtim. Tam da tahmin ettiğim gibi Figen ablayla Faruk abi oradaydı. Figen abla beni gördüğünde kocaman gülümsedi ve hızla yanıma gelip sıkıca sarıldı.

"Mert, hoş geldin oğlum! Kahvaltıya geldiniz değil mi? Feza nerede? Üzerini değiştirmek için yukarı mı çıktı? Kim kim geldiniz? Derin de geldi, değil mi?"

O, heyecanla sorularını peş peşe sıralarken, sessizce yutkunup göz ucuyla Faruk abiye baktım. Sanki bakışlarımdan kötü bir şeylerin olduğunu anlamış gibi yavaşça yanımıza geldi ve elini Figen ablanın omuzuna koydu.

"Mert? İyi misin sen?"

Nerden başlayacağımı düşünürken, en iyi yolun her şeyi bir çırpıda söylemek olduğuna karar verdim.

"Dün gece sana yalan söyledim Figen abla, özür dilerim bunun için ama seni endişelendirmemek için söylemek zorundaydım. Feza bir kaza geçirdi ve geceyi hastanede geçirmek zorunda kaldı. Ama hiç merak etmeyin, şu an çok iyi."

İkisi de şaşkınlıktan kocaman olmuş gözleriyle bana bakarlarken, Figen abla birden düşecek gibi olduğunda Faruk abi onu hemen tuttu.

"Ne? Ne diyorsun Mert sen? Ne kazası? Nerede oldu? Ne zaman? Niye haber vermediniz? Ah, Feza!"

"Abla sakin ol lütfen," dedim, uzanıp kollarını tutarken. "Tam detayını ben de bilmiyorum ama dün pek güzel bir gece geçirmedik. Ortalık biraz karıştı. Ben de Derinlere soracağım neler olduğunu. Hastaneye gidiyorum şimdi, sizi de götürmeye geldim aslında ben."

Figen abla gözünden akan yaşları silmeye çalışırken, Faruk abi hızla yanımızdan ayırılıp çalışanlardan biriyle konuşmaya başladı. Tekrar yanımıza geldiğinde "Tamam, bizi idare edecekler. Hadi Figen," dedi ve üzerindeki mutfak önlüğünü çıkarıp kenara koydu. Figen abla da aynısını yaptıktan sonra çantasını aldı ve hep beraber dışarı çıktık.

"Faruk abi hastaneden sonra okula gideceğim ben. Kendi arabanla gelseniz daha iyi olur."

Faruk abi, kafasını sallayarak beni onayladıktan sonra Figen ablayla birlikte kendi arabalarına bindiler ve ben de kendi arabama atlayınca yola çıktık. Faruk abi her ne kadar Figen ablanın yanında belli etmemeye çalışsa da, onun da ne kadar korktuğu gözlerinden belli oluyordu. O da hislerini olduğu gibi belli etse, Figen abla daha da fenalaşırdı. Bundan emindim. Faruk abi de emin olduğundan olsa gerek pek fazla bir şey sormamıştı.

On dakikalık yolculuğun ardından hastaneye geldiğimizde hep birlikte Feza'nın odasına doğru yürüdük. Uyanıp uyanmadıklarından emin değildim ve onları beraber uyurken görmeleri ne kadar uygun kaçardı emin değildim ama bir şey de demedim.

Odanın önüne geldiğimizde odanın etrafında kimsenin olmamasını fırsat bilerek içeri girdim.

Neyse ki uyanmışlardı.

Derin, Feza'nın yatağının yanındaki sandalyede oturuyordu ve artık ne konuşuyorlarsa kapıyı açtığımda ikisi de susarak bize doğru dönmüşlerdi. Figen abla yanımdan hızla geçerek Feza'nın yanına koştu ve ağlayarak sarıldı oğluna. Bu sırada ben de Derin'in yanına gidip kollarımın arasına aldım onu.

"Nasılsın güzelim?" diye sordum kulağına doğru.

"Daha iyiyim Mert," dedi ama ne yüzü ne de ses tonu iyiye benzemiyordu. Uzatmadım. Ne kadar zorlasa da hemen iyi olamayacağını biliyordum çünkü.

Feza annesinin yüzündeki yaşları silerken "Ağlamasana anne ya, turp gibiyim görmüyor musun? Mert ne dediyse abartmıştır kesin," deyip bana döndü ve kızgınca baktı.

Ona özür dilercesine bakıp "Kafandaki bandajı gördüklerinde anlayacaklardı zaten," dedim.

Faruk abi de yatağın diğer tarafına geçip Feza'nın omuzuna dokundu.

"Ne oldu oğlum sana böyle?"

Feza bana kısa bir bakış atıp babasına döndü ve dudaklarını ıslattı usulca. "Önemli bir şey değil baba, dün gece düşüp kafamı vurdum kaldırıma. Sonra da çocuklar hastaneye yetiştirdi beni. Dikiş attılar falan, öyle işte."

Figen abla kaşlarını çatarak Faruk abiye kısa bir bakış attı. Feza'nın attığı yalana pek de inanmışa benzemiyorlardı.

"Feza, biz senin en çok dürüstlüğünü sevmedik mi oğlum? Niye yalan söylüyorsun?"

Figen ablanın kırgınlığı sesinden belli oluyordu.

"Biz senin anne babanız oğlum, bize istesen de yalan söyleyemezsin. Anlarız."

Faruk abinin sözlerinin üzerine bize döndü Feza. Ne diyeceğini şaşırmış gibiydi.

"Benim yüzümden oldu."

Hepimiz Feza'nın ne söyleyeceğini merakla beklerken konuşan Feza değil, Derin olmuştu. Feza "Derin," diyerek susmasını işaret ettiyse de konuşmaya devam etti Derin.

"Eski erkek arkadaşımı biliyorsunuz, ondan ayrılmamı kabullenememiş. Dün Feza beni eve bırakırken arka bahçede taşla vurdu Feza'nın kafasına, sonra da beni kaçırdı."

Figen abla kocaman açtığı gözleriyle bir süre sessizce bize baktı. Faruk abiyse kafasındaki taşları yerine oturtmaya çalışır gibiydi. Derin, Figen ablanın ona kızmasından çekinmiş olacak ki usulca sokuldu bana. Lakin Figen abla üzerine gitmek için Derin'i değil Onur itini seçmişti.

"Nerede o çocuk?" diye sordu sinirle. "Polise verdiniz değil mi?"

"Şey," dedim lafa girerek. "Doğrusu ne olduğunu biz de bilmiyoruz."

Faruk abi "Nasıl yani?" diye sorarken, Figen ablanın gözleri elime kaydı. Sabah duş almadan önce çıkarmıştım bandajı ve elim pek de güzel görünmüyordu doğrusu. Rahatsız olarak yerimde kıpırdanırken, istemsizce yumruk haline getirdim elimi.

"Onun yüzünden mi bu halde elin?"

Kafamı salladım yavaşça.

"Hastanede mi yani o pislik?"

"Bilmiyorum. Dün Derin'i kurtardıktan sonra Feza bilincini kaybedince onu hastaneye yetiştirmek için aceleyle çıktık o itin evinden ama komşuları aramıştır mutlaka birilerini."

"Ah be yavrularım," dedi Figen abla kafasını sallayarak. Sonra gözleri Derin'e ilişti ve onu baştan aşağı süzdü ama en çok boynunda gezindi gözleri. Derin aynı benim gibi yerinde kıpırdanınca Figen abla Feza'nın yanından kalktı ve Derin'in yanına geldi. Elini uzatıp Derin'in saçını kulağının ardına sıkıştırdıktan sonra sanki omzumdaki çantaya kısa bir bakış atarak içinde ne olduğunu anlamış gibi "Üzerini değiştirelim mi Derin? Mert sana kıyafet getirmiş, rahatlarsın hem," dediğinde, Derin usulca burnunu çekti ve yavaşça kafasını salladı. Figen abla bana doğru döndüğünde sırtımdaki çantayı çıkarıp ona uzattım ve Derin'in koluna girerek odadan çıkmalarını izledim.

Onlar odadan çıktıktan sonra Faruk abi Feza'ya dönüp "Ne yani?" diye sordu şaşkınca. "Şimdi sen ve Derin... Şey mi oldunuz? Yani şey..."

Olayların başka yerlere sapacağını fark ettiğimde "Oldu o zaman," dedim, kolumdaki saate vurarak. "Benim dersim var ve şimdiden geç kaldım. Hemen gideyim en iyisi. Dersten çıkınca uğrarım yine."

Kendimi hızla odadan dışarı attıktan sonra derin bir nefes verdim ve hastanenin çıkışına doğru ilerledim. Muhtemelen Figen ablayla Derin'in işi uzun sürecekti, yani onları bekleyecek vaktim yoktu. Faruk abiyle Feza'nın da konuşmaları gereken uzun bir mevzu vardı zira Faruk abinin hiçbir şeyden haberi yoktu.

Hastaneden çıktıktan sonra arabama atladım ve okula doğru yol aldım. Bizimkiler benden önce okulda olurlardı muhtemelen. Bir an önce onlarla konuşmak istiyordum çünkü aklım hala o pislik herifteydi. Ona ne olduğunu acilen öğrenmem gerekiyordu.

Okula vardıktan sonra arabamı okulun otoparkına park ettim ve arabadan inerek fakülteye doğru yol aldım. Dersin başlamasına yaklaşık beş dakika vardı. Bu yüzden adımlarımı hızlandırdım.

Mühendislik fakültesinden içeri girdikten sonra dersin olduğu amfiye doğru ilerledim. Amfiden içeri girdiğimde tam da tahmin ettiğim gibi diğerlerinin çoktan gelmiş olduklarını gördüm. Hızla yanlarına gidip Kamer'in yanına attım kendimi.

"Var mı yeni haber?" diye sordum sabırsızca.

"Yok abi," dedi Kamer kırıştırarak. "Şu bizim Mersin Emniyeti'ndeki tanıdığı aradım sabah. Zor da olsa bir şeyler öğrenmesini rica ettim. Hala haber bekliyorum."

"Onu bunu bilmem de polise seni ihbar etmediği kesin," dedi Koray, kafasını sallayarak.

"Ya da yediği dayaktan sonra hala kendine gelememiştir," dedi Gökay ve devam etti. "Oğlum dün sabahki dalgadan sonra harbiden katil olacaksın sandım lan. Gözün dönmüş gibiydi, seni daha önce hiç öyle görmemiştim Mert. Cidden korktum abi, cidden."

Geriye doğru yaslanıp gözlerimi sağ elimin üzerine diktim. Parmak başlarındaki kemikler yara bere içindeydi ve kıpkırmızılardı. Avucumu kapayıp açmaya çalıştım ve aniden hissettiğim acıyla yüzümü buruşturdum. Takmamaya çalışıyordum ama çok fazla acıyordu.

"Ben o herifi öldürmeden kendi elini kıracağını sandım, şuna baksanıza," dedi Koray, elime bakarken.

"Keşke yüzünü kırabilseydim o itin. İşte o zaman inanın elim kırılsa umurumda dahi olmazdı."

Kamer tam bir şey demek üzereydi ki amfiden içeri giren hocayı görünce dudaklarını birbirine bastırdı ve bana gözlerini devirip önüne dönmekle yetindi. Abarttığımı düşünüyor olabilirlerdi ama Derin benim kuzenimdi, benim kanımdandı. Onların çektiği acıyla benim çektiğim acı bir değildi, olamazdı da ve bu yüzden beni anlamaları da zor oluyordu.

ღ ღ ღ

Geçmek bilmeyen bir sürenin ardından hoca nihayet dersin bittiğini söylediğinde ayaklandık. Amfinin çıkışına doğru ilerlerken Kamer'in telefonu çalmaya başlayınca hepimiz duraksayarak hızla ona döndük. Kamer hızla elini cebine atıp telefonunu çıkardı ve ekrana bakarak "Ali abi arıyor," deyip telefonu açtı.

"Efendim abi?"

Karşıdan gelen sesin ardından Kamer gözlerini kısarak "Evet, abi," dedi bu sefer. Meraktan çatlıyordum, Onur'a ne olduğunu öğrenebilmişler miydi?

Kamer biraz daha konuştuktan sonra teşekkür ederek kapattı telefonu.

"Ne olmuş lan, öğrenebilmiş mi olanları?"

Kamer gözlerimin içine bakarak kafasını salladı. "Hastanedeymiş. Kendine gelmeden önce komşuları polise ifade verdiği için polisler neler olduğunu az çok öğrenmişler. Yani bizim evi basıp zorla içeri girdiğimizi ve içimizden birinin Onur'u dövdüğünü falan. Onur kendine geldikten sonra onu da sorguya çekmişler ama şikayetçi olmadığını söyleyip kapatmış konuyu."

"Onur deyip durma şuna anasını satayım," diyerek homurdandı Koray. "Bir isim bir insana bu kadar mı yakışmaz abi?"

"Boş ver şimdi ismini," dedim elimi sallayarak. "Yani tüm bunlar o itin hiçbir ceza almayacağı anlamına mı geliyor?" diye sordum sinirle. "Ulan Feza'ya neler yaptı, hele Derin'e... Nasıl cezasız kalmasına izin veririz?"

"Sadece onun değil, bizim ama özellikle senin de ceza almana izin vermiyoruz Mert," dedi, Kamer sertçe. "Adamı resmen öldürmeye kalktın ulan, bu işten yırtmayı mı düşünüyorsun cidden?"

"Umurumda mı sanıyorsun?" diye bağırdım. "Cidden şu an tek derdin ben miyim Kamer? Ne olur lan ceza alsam? Derin'in boynundaki izleri görmedin mi? Beyaz tenini boyayan mor parmak izlerini kendi gözlerinle gördüğün halde nasıl dersin bunları? Ya Feza? Hastaneye yetiştiremeseydik ya onu? Ne olacağından haberin var mı?"

"Bunları ben de en az senin kadar iyi biliyorum!" diye bağırdı Kamer de. "Çok mu heveslisin ulan içeri girmeye? Ya da siciline tertemiz bir suç işlettirmeye? Mezun olacağız şurada birkaç ayın sonunda, seni kim işe alır sanıyorsun? Biraz da kendini düşün anasını satayım, kendini!"

Afalladım. "Ne?"

"Abi tamam ya uzatmayın ha-"

Koray'ın lafını kestim sinirle. "Sus Koray." Sonra da tekrar Kamer'e döndüm.

"Ne demek istiyorsun, açık konuş."

"Tamam," dedi Kamer kafasını sallayarak. "Konuşayım madem... Bıktım anlıyor musun Mert? Kendinden çok bizi düşünmenden, kendini zerre umursamamandan, duygularını hep içine atıp hiçbir şey yokmuş gibi davranmandan bıktım! Yeter ulan! Gerçekten süper kahraman olduğunu falan mı sanıyorsun? Üzgünüm ama değilsin Mert... Bu hayat sadece sevdiklerini düşünebilmen için fazla bencil, anlıyor musun? Ben, Koray, Gökay, Feza ve hatta Derin bile kendi başının çaresine bakabilir. Hepimizi böylesine düşünmek zorunda değilsin, bizim için kendini riske atmak zorunda değilsin. Sadece bizim için de değil, kimse için bunu yapmak zorunda değilsin."

Kamer sustuğunda şaşkınca bakmaya devam ettim ona. Bunları söylerken ciddi miydi gerçekten? Suç muydu, sevdiklerimi kendimden daha önemli kılmam? Suç muydu, dostlarımı korumaya çalışmam?

"Bu mu yani?" diye sordum şaşkınca. "Tüm bu olanlardan çıkardığın sonuç bu mu? Benim, kendisini düşünmeyen aptalın teki olduğumu mu düşünüyorsun yani?"

Koray'la Gökay'a baktım. "Siz de mi böyle düşünüyorsunuz? Abartıyor muyum her şeyi gerçekten?"

"Ben kendi düşüncelerimi söyledim," dedi Kamer araya girerek. "Ama onların da bunun farkında olduğuna eminim çünkü gerçek bu Mert. Bunu saplantı haline getirmeye başlamak üzeresin. Sevdiğin birinin başına bir şey geldiğinde kendini suçluyorsun. Onur şerefsizinin Feza'yı yaralaması veya Derin'i kaçırması senin hatan değildi. Olacağı vardı ve oldu. Bunun gibi olmasa da birçok kötü şey gelecek başına, başımıza. Herkesi sen koruyamazsın, bunu kabullen artık. Kendini düşün biraz da be, kendi dertlerini düşün."

"Peki," dedim kafamı sallayarak. "Sizi haddinden fazla düşündüğüm ve korumaya kalktığım için özür dilerim. Sevdiklerimi korumaya çalışmak yanlış bir şeymiş, öğrendiğim iyi oldu."

Birkaç adım geriye gidip "Hastaneye gidiyorum ben," dedim. "Eh, size göre dostlarımı düşünmem yanlış ama olsun, yine de onların iyi olduğunu bilmeye ihtiyacım var."

Arkamı dönüp amfinin çıkışına doğru ilerlerken sessizce devam ettim. "Sizin aksinize."

"Mert, dursana abi! Böyle gitme."

"Mert, beraber gidelim abi!"

Koray'la Gökay'ın seslerine aldırmadan yürümeye devam ettim. Biraz yalnız kalmaya ihtiyacım vardı.

Amfiden çıktıktan sonra hızlı adımlarla otoparka doğru ilerlemeye başladım. Kamer'in dediklerini aklımdan çıkaramıyordum. Bencillik değil miydi bu yaptığı? Yoksa gerçekten kendimi hep ikinci plana atıp birilerini korumaya çalışmak aptallık mıydı?

Adımlarımı yeri delecekmiş gibi sertçe atarken kolumda hissettiğim dokunuşun ardından kolumu hızla geri çekerek arkamı döndüm.

"Gidiyorum dedim, peşime düşün deme-"

Ah, gördüğüm kişi düşündüğümün aksine Koray ya da Gökay değil, Beril'di.

Beril kocaman açtığı ela gözlerini yüzüme dikerek "Şey, affedersin. Kötü bir zamanda geldim galiba," diye mırıldandı.

Neden olduğunu anlamasam da gevşediğimi hissettim. Sanırım onu görmek iyi gelmişti.

"Üzgünüm, seni bizim çocuklardan biri sandım," diye mırıldandım.

"Seni uzaktan gördüm de biraz kötü görünüyordun. Gelip konuşmak istemiştim sadece."

"İyiyim," dedim kafamı sallayarak. Sonra bir şeyi fark ettim. Bunu düşünerek söylememiştim. Ağzımdan çıkıvermişti. Sanki kendimi buna ayarlamış gibiydim zira iyi falan değildim. İyi kelimesinin yanından bile geçmiyordum.

Kamer'in bahsettiği şey bu muydu? Gerçekten kendime hep böyle mi davranıyordum?

Beril iyi olduğuma inanmış gibi görünmese de uzatmadı ve "Eve mi gidiyorsun?" diye sordu.

"Hayır, hastaneye."

Gözleri telaşla büyüdü. "Birine bir şey mi oldu?"

"Çok uzun hikaye, biliyor musun? Ama özet geçecek olursam dün gece biraz olaylı geçti ve sonuç olarak Feza'yla Derin şimdi hastanedeler. Ben de yanlarına gidiyorum."

Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Şimdi iyiler mi peki?"

"İyiler," dedim ve devam ettim. "Yani sanırım."

"Ben de seninle gelebilir miyim?"

Gözlerimi kıstım.

"Dersin yok mu senin?"

"Hayır," dedi hemen. "Yani vardı da bitti, eve gidiyordum ben de."

Düşünmeye başladım. Onu yanımda götürürsem eninde sonunda olanları anlatmak zorunda kalacaktım ve bunu gerçekten istemiyordum. Ama diğer yandan belki Derin'e bir kız arkadaş iyi gelebilirdi. Henüz yaşadıklarını atlatabildiğini sanmıyordum, öyle ki doğru düzgün ağlayamamıştı bile. Beril'i sevmişti. Belki onun yanında kendini rahat hissedip içini dökebilirdi.

İçimden bir ses Beril'i Derin için değil de kendim için götürdüğümü söylüyordu.

"Pekala, sen de gel."

Kim bilir, belki de iç sesim haklıydı.

ღ ღ ღ

Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz çok mutlu olurum. Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere!🥀

İnstagram: rabiiaosma

İnstagram: xbayanclara

AskFm: bayanclara

Continue Reading

You'll Also Like

4.4M 234K 48
Wattys 2016 kazananı! Yarı Texting. 2017'de Epsilon Yayınevi ile basıldı. 21.02.2022 tarihinde bölümler Wattpad'e yeniden yüklenmeye başlandı. ...
40.5K 5K 33
-Tamamlandı- Dila & Hasan Hasan: Hayat kızmak için o kadar kısa ki, bunu ben yaşadım Dila. Bana kızmak yerine beni sevmeye ne dersin? Dila: Hasan...
287K 17.3K 13
"Sizin de var mı bekleyemem diyeniniz?" Kaşları çatıldı ve bir süre yüzüme baktı. Tok sesiyle konuştu. "Bizde tek yol, vatan yoludur. Beklemek istiyo...
1.1K 69 3
Kendine teşekkür et. O mermer zemine güvenle attığın adımların, Diline yayılan o en sevdiğin kahvenin Tadına vardığın güzel anların Ve sevdiğin ço...