KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#9 - Mektup

41.2K 2.1K 246
By bayanclara

[Multimedia: Gökay Başer 🏍️]

Başımı mektuptan kaldırarak bakışlarımı boş duvarla birleştirdikten sonra "Yok artık," diye mırıldandım şaşkınlıkla. Bu... Bu nasıl bir tesadüftü? Bu nasıl mümkün olabilirdi? Ah, kafam almıyordu.

Gözlerim tekrar mektuba kayarken, kahvelerimi mektubun sonundaki ismin üzerine diktim. Şimdi anlıyordum bu ismin bana neden bu kadar tanıdık geldiğini. Meğer... Şaşkınlıkla gülerken kafamı iki yana salladım. Beril'i hiç yadırgamamam, onu sanki uzun zamandır tanıyormuşum gibi hissetmem bundandı demek. Onu gerçekten tanıyordum, hem de 10 yaşımdan beri.

Kalbimde tanımlayamadığım bir şeyler harekete geçerken ne hissedeceğimi şaşırmış durumdaydım. Ben onun kahramanıydım, yani tabii küçükken. Gerçi en son beni kahramanlıktan men etmişti ama sonuçta onun hayatını kurtarmıştım. Bence onu ne kadar kırmış olursam olayım hala kahramanı sayılırdım.

Sayılırdım, değil mi?

Boğazımda oluşan düğümü göndermek istercesine üst üste yutkundum ve gözlerimi tekrar mektuptaki kelimelerin üzerine diktim.

'Çünkü sen benim abim değilsin, sen benim süper kahramanımsın ve ben seni çok seviyorum!'

Nereden bilebilirdim; küçük bir kız çocuğunun yazdığı bu cümlenin canımı böyle yakacağını, yüreğime böyle dokunacağını? Ben hep Mert Atalay'dım. Onumda neysem yirmi üçümde de oydum. Yakışıklı, havalı, egosu kendinden büyük, deli dolu olan o çocuktum. Üstelik küçük yaşıma rağmen birinin hayatını kurtarmıştım. Beril'in... Beril benden küçüktü. Hatırlıyordum da; kendimi onun abisi gibi hissederdim hep. Tek çocuk olduğum için kardeş duygusunu hiç tatmamıştım ama onunla dalga geçmek, ona abilik taslamak ya da ne bileyim, ayak işlerimi ona yaptırmak hoşuma giderdi.

Onun bana hayran olduğunun farkındaydım ama bunu normal olarak karşılamıştım. Yani, kim olsa kendisini koruyan, kollayan ve hatta hayatını kurtaran birine hayranlık duyardı. Bu, kız çocuklarının babalarına duydukları hayranlık gibiydi. Ya da en azından ben öyle sanmıştım.

'Şimdi gitmek istiyorum çünkü sen beni hep üzüyorsun. Artık seni görmek istemiyorum!'

Şu cümleyi ilk okuduğum anı hatırlıyordum. Acıtmıştı. Beril mektubu kucağıma bırakıp koşarak evimizden uzaklaştığında ne hissedeceğimi şaşırmış vaziyetteydim. Bir de üstüne bu mektubu okuduğumda çökmüştüm. Onun bana olan duygularını ilk kabullenişimdi o mektup.

'Gideceğim yerde kendime yeni bir kahraman bulup ona âşık olacağım! Sen de üzüntüden öleceksin! Ha-ha-ha!'

Bulmuş muydu gerçekten? Çocukken bir şeyleri unutmak daha kolaydı. Benim için de öyle olmamış mıydı? Ona tekrar ulaşmak için elimden geleni yapmış ve başaramayınca da kolay olanı seçip unutmuştum.

Sahi, o da unutmuş muydu beni?

Sondaki gülüş sanırım hayatın bana karşı olan tavrını yansıtıyordu. Dileği tutmuş muydu? Sevgilisi onun yeni kahramanı mıydı? Ben gerçekten üzüntümden ölecek miydim?

Korkunçtu belki ama sanırım gidişatım bu yöndeydi.

Mektubu okuduktan sonra sırtımı dolaba yaslayarak yere kaymıştım ve dakikalardır parkenin üzerinde oturuyordum. İnce eşofmanımdan dolayı biraz üşüyordum lakin mektubu okuduktan sonra içimde çıkan yangın bunu hissetmemi engelliyordu.

'Hoşça kal, artık süper kahramanım olmayan Mert! Seni hiç özlemeyeceğim!'

Uzattığım bacaklarımı kendime çektim ve çenemi dizlerimin üstüne yaslayarak boş duvarı izlemeye başladım. Ne düşüneceğimi, ne yapacağımı şaşırmış vaziyetteydim. Göz kapaklarımın açık durmakta zorluk çektiğini fark ettiğimde, onlara istediğini verdim ve kendi kendime "Beni gerçekten hiç özlemedin mi Beril?" diye mırıldanırken gözlerimi yavaşça kapattım.

Karanlığa hapsolduğumda gözlerimin önünde Beril'in elaları canlandı birden. Şimdi fark ediyordum da, gözleri hala aynı bakıyordu. O zamanlar da onda en sevdiğim şeylerden biriydi gözleri. Sanırım bu yüzden onu ilk gördüğümde gözlerine ve hatta kirpiklerinin mükemmelliğine takılı kalmıştım. Tabii takılı kaldığım tek şey gözleri değildi. Kızıl saçları, yanaklarındaki o iki büyük çukur... Onlar bile hala aynıydı.

Sahi, nasıl olmuştu da tanıyamamıştım onu?

Elimdeki mektubu tutan parmaklarım istemsizce sıkılaşırken o gün geldi aklıma, Berillerin taşındığı gün, mektubu bana verip hayatımdan çıktığı gün.

Suzan ve eşi evdeki son eşyaların büyük kamyona taşınmasını izlerken, Beril son görevini yerine getirmek için annesine hemen geleceğini söyledikten sonra Mertlerin evine doğru koşturmaya başladı. Birkaç sokak koştuktan ve nihayet Mertlerin evine geldikten sonra nefes nefese kalmasına aldırmadan kapıyı çalmaya başladı.

Selvi, evlerinin kapısının alacaklı gibi çalınması karşısında oldukça telaşlanarak hızla kapıyı açmaya gitti. Dış kapıyı açıp karşısında oğlunun küçük arkadaşı Beril'i bulunca şaşkınlıkla "Beril?" diye mırıldandı. Onların bugün taşınacaklarından haberi vardı ve zaten dün Suzan'la vedalaşmıştı.

Beril, nefesini düzene soktuktan sonra kocaman gülümseyerek Selvi'ye baktıktan sonra "Selvi Teyze, Mert evde mi?" diye sordu. Selvi şaşkınca kafasını salladıktan sonra içeri doğru dönüp oğluna seslendi. "Mert! Beril geldi oğlum!"

Mert annesinin sesini duyduğunda söylenerek oynadığı oyunu durdurdu ve bilgisayarın başından kalktı. Annesinin yanına yani dış kapıya gittiğinde girişte duran küçük kızı gördüğünde şaşkına uğradı.

Genç kadın Mert'e yer vermek adına biraz geri çekildiğinde Mert annesinin yerini aldı. Beril, her zamanki gibi kahramanına hayranlıkla baktı. Evet, kendine onu unutacağına dair söz vermişti ama şundan da emindi ki Mert'ten daha güzel birini bulmak çok zor olacaktı, hatta belki de imkânsızdı.

Yine de kararı kesindi, onu unutacaktı.

Küçük kız, kahramanının yüzünü incelerken, onu son kez gördüğünü hatırlayınca gözleri doldu ama kendisini tuttu. Onun için daha fazla ağlayamazdı. Bundan sonra o değil, Mert üzülecekti!

Beril, Mert ve annesi kendisine şaşkınlıkla bakmaya devam ederken konuşması gerektiğini hatırladı ve "Şey, biz gidiyoruz ya... Size veda etmeye geldim," diye mırıldandıktan sonra elindeki katlanmış kâğıdı Mert'e uzattı. Mert çattığı kaşlarının altından kâğıda baktığında, Beril daha fazla vakit kaybetmek istemedi ve kâğıdı Mert'in eline tutuşturduktan sonra küçük, çelimsiz kollarını Mert'in beline dolayarak ona sıkıca sarıldı. Mert hala ne olduğunu anlamakta zorluk çektiği için Beril'in sarılışına karşılık vermeyi düşünememişti lakin küçük kız alınmıştı.

Hem de çok.

Beril, biraz daha burada durursa ağlayacağının farkındalığıyla kendini geri çekti ve kendini zorlayarak gülümsemeye çalıştı. Selvi, küçük kızın tatlılığına dayanamayarak eğildi ve Beril'in yanaklarından öptü.

"Kendine çok iyi bak olur mu yavrum?"

Beril kafasını hızla sallayarak "Olur," dedi ve son kez Mert'e baktı. Dudakları gamzelerini ortaya çıkaracak kadar kıvrıldıktan sonra "Hoşça kal süper kahramanım," dedi ve hemen ardından hızla arkasını dönüp oradan koşarak uzaklaştı.

Mert, sonunda kendine gelerek küçük kızın arkasından bağırsa da Beril dönüp bakmadı.

Beril, Mertlerin evine gelirken koştuğu sokaklardan tekrar koştu. Kendini çok tuhaf hissediyordu. Bir yanı çok üzgündü ve bulduğu ilk yere oturup hıçkırarak ağlamak istiyordu. Diğer yanı ise Mert'in mektubunu okuduktan sonra üzüleceğini düşünerek gülmek istiyordu.

Nihayet evlerinin önüne geldiğinde her şeyin hazır olduğunu gördü. Suzan, Beril'e kızarak nerede kaldığını sorduğunda, küçük kız annesinden özür diledi ve doğduğundan bu yana oturduğu evine son bakıp iç çektikten sonra babasının onun için açtığı kapıya doğru ilerleyerek arabaya bindi.

Evet, artık gitme vakti gelmişti.

Annesiyle babası da arabaya bindikten sonra babası arabayı çalıştırdı. Beril arka koltukta tek başına otururken ayakkabılarını çıkardı ve dizlerinin üzerine oturduktan sonra koltukta ters döndü. Bu sayede gidene kadar arkasında bıraktıklarını izleyebilecekti.

Babası gaza basarak arabayı ilerlettiğinde, evlerinin bulunduğu sokağın başında biri beliriverdi.

O biri, Mert'ten başkası değildi ve onlara doğru koşuyordu.

Mert, küçük kızın eline tutuşturduğu kâğıdı okuduktan sonra kendini çok kötü hissetmiş ve Berillerin evine doğru koşmuştu. Onların bugün taşınacakları aklından tamamen çıkmıştı ve ona doğru düzgün veda bile edememişti. Beril, onlara geldiğinde bile ne olduğunu anlayamadığı için konuşamamıştı bile. Üstelik okuduğu mektupta yazanlar canını epey sıkmıştı ve Beril'le konuşması şarttı.

Ancak geç kalmıştı.

Berillerin sokağına girdiğinde görebildiği tek şey, yola çıkan arabanın arka camından ağrı ona bakıp gülümseyen Beril'di.

Kafamı iki yana sallayarak kendime geldim. Beriller taşındıktan sonra da aynı şimdiki gibi mektubu birçok kez okumuştum ama o zaman elimden bir şey gelmemişti. O mektubu okuyana kadar Beril'i üzdüğümü hiç düşünmemiştim. Küçük bir kızın kalbini kırmıştım, hem de çok.

Küçük Beril'in dileği gerçekleşmişti ve mektupta yazan şeyler beni gerçekten üzmüştü. Sanırım biraz da gururum kırılmıştı. Sonuçta beni kahramanı olarak gören küçük bir kız, artık beni istemediğini ve kendine yeni bir kahraman bulacağını anlatan bir mektup bırakmıştı avuçlarımın içine. Nasıl kırılmasındı?

Başımıza gelen bu büyük tesadüfe nasıl karşılık vereceğimi şaşırmıştım doğrusu. Gülsem ayrı dertti, ağlasam ayrı.

Çenemi dizlerimden ayırdıktan sonra bacaklarımı uzattım ve kafamı dolaba yasladım. Gözlerim bu sefer beyaz tavana takıldığında aklıma resim geldi. Melis'in benden habersiz dosyama koyduğuna emin olduğum resim. Beril'in benim için çizdiği resim.

Sırtımı dolaptan ayırdıktan sonra hızla ayağa kalktım ve dolabımın içindeki kutuyu çıkardım. Uzun zamandır kutuyu karıştırmadığım için içinde nelerin olduğunu unutmuştum ama mektup bunun içinden çıktığına göre resim de kutuda olmalıydı. Zira resmi dosyamda bulduktan sonra bir yere atmayıp sakladığımdan emindim.

Kucağımdaki kutuyla birlikte yatağıma doğru ilerledim ve yatağın ayakucuna oturarak bağdaş kurdum. Mektubu sol tarafıma bıraktıktan sonra kutuyu önüme koydum ve kapağını açarak içindekileri çıkarmaya başladım. Daha kutunun ancak yarısını boşaltmışken elime gelen katlanmış kâğıtla duraksadım. Kutuyu, kutunun içinden çıkardığım şeylerin yanına itekledikten sonra iç çektim ve kâğıdı nazik bir şekilde açtıktan sonra önüme koydum.

Renklerindeki sararmalar haricinde değişen hiçbir şey yoktu. Beril'in kâğıdı buruşturarak çöpe attığını söylemişti Melis ve ben kâğıdı düzeltmek için ne kadar çabalarsam çabalayayım eski haline döndürememiştim.

Aslında bu kâğıt bir nevi Beril'in kalbini temsil ediyordu. Kalbini tıpkı onun bu resme yaptığı gibi buruş buruş hale getirmiş, kırmıştım. Kâğıdı eski haline getirmek için uğraşmış ama başaramamıştım. Peki, ya, aynı şeyi Beril'in kalbi için yapsam ne olurdu? O zamanlar kırdığım kalbin tamirini yapmak için vaktim yoktu ve şimdi de vakitten bol bir şeyim yoktu.

Sahi, karşısına çıkıp onun kahramanı olduğumu söylesem; yani eski kahramanı olduğumu söylesem, beni hatırlar mıydı? Bana hala kızgın mıydı, yoksa mektupta da yazdığı gibi beni çoktan unutmuş muydu?

İçimi çekerek resme çevirdim bakışlarımı. Yüzümü buruk bir gülümseme kaplarken, resmin sol üst kısmındaki pelerinli süper kahramana odaklandım. Bir zamanlar onun için böyle bir adamdım. Bana daima güvenirdi. Onu her zaman koruyup kollayacağıma inanırdı. Benim yanımdayken gamzeleri hep belirgin olurdu.

Aslında... Sanırım hep olmazdı.

O zamanlar fark etmemiştim belki ama gerçekler gün yüzü gibi ortadaydı. Evet, ikimiz yan yanayken hep mutlu olurdu ama yanımda bir kız olduğunda yüzünü sürekli asardı. Şımarıklık yaptığını, bütün ilgiyi kendi üzerine çekmek istediğini düşünürdüm. Oysa onun istediği tek şey bendim. Benim ilgimdi, benim sevgimdi. Bunu nasıl anlayamamıştım?

İçim burkulduğunda yutkunmakta zorluk çektim. Acaba dediğini yapmış mıydı? Gittiği yerde kendine yeni kahramanlar bulmuş muydu? Bunu, Beriller ilk taşındığı zamanlarda da düşünmüştüm ama şimdi daha çok merak ediyordum.

Sahi, şimdi de bir kahramanı var mıydı?

Aklıma gelen düşünce yüzümü asmama neden oldu. Sevgilisi olacak o herif Beril'in yeni kahramanı mıydı? O da tıpkı benim gibi Beril'in hayatını kurtarmış mıydı? Beril'i kendine nasıl âşık etmişti?

En önemlisi; bu sorular canımı neden böylesine sıkıyordu?

Oflayarak ellerimi başıma götürdüm ve saçlarımı karıştırdım. Bu olanlardan nasıl bir anlam çıkaracağımdan emin değildim. Acaba ilahi adalet dedikleri şey bu muydu? Bu kadar zaman sonra o küçük kızın birdenbire karşıma çıkıvermesinin sebebi neydi? Kırılan kalbinin intikamını mı almaya gelmişti?

Bu sefer de o mu benim kalbimi parçalara ayıracaktı?

Sıkıntıyla iç çekerken önümdeki resmi elime aldım ve yataktaki boş yere sırt üstü uzandıktan sonra resmi havaya kaldırdım. Pelerinli kahramanın elinden tutarak uçan kıza odaklandım. Boştaki elimi uzatarak işaret parmağımı resimdeki küçük kızın kırmızıya boyanmış saçlarına dokundurdum usulca.

"Gamzeli Kızıl," diye mırıldandım sessizce. "Sahiden, kahramanından intikam almaya mı geldin?"

Bir süre daha resme baktıktan sonra resmi göğsüme koydum ve kollarımı başımın altında birleştirdikten sonra tavanı izlemeye başladım.

Şimdi annesinin yanında olmalıydı. Acaba yanında kim vardı? Sevgilisi olacak herif, yanına teşrif edebilmiş miydi?

Bakışlarım komodinin üzerindeki telefona kaydı. Hastaneden çıkmadan önce numarasını almıştım. Arasa mıydım? Gerçi ne yüzle arayacaktım ki? Merhaba ben Mert; küçükken nefret denilen o illet duyguyu kalbine yerleştiren o kötü süper kahraman, mı diyecektim?

Sahi, Beril'e bunları nasıl anlatacaktım?

Anlatmalıydım... Anlatmalıydım, öyle değil mi?

Acaba ne tepki verirdi? En az benim kadar şaşırırdı, bundan hiç şüphem yoktu. Ha, tabii beni gerçekten unutmadıysa...

Huylarının çoğu aynıydı. Hala çekingen bir kızdı. Muhtemelen ona gerçekleri söylediğimde ve hatta mektupla resmi gösterdiğimde utanırdı. Utandığında vereceği tepkiyi izlemek istediğimi fark ettim. Eskiden utandığında beyaz teninin gazabına uğrardı. Yanakları o kadar çabuk al al olurdu ki, bu yüzden küçükken onu utandırmaya bayılırdım. İki yana bağlanmış kızıl saçları, kıpkırmızı yanakları ve utançla büyüyen elaları onu çok tatlı gösterirdi. Muhtemelen şimdi utandığında eskisinden de güzel oluyordu.

Onun karşısında hissettiğim şeyler şimdi daha mantıklı geliyordu. Daha doğrusu artık onları neden hissettiğime verebileceğim bir cevabım vardı lakin hissetmemin yanlış olduğunun da farkındaydım.

Çekiliyordum. Sanki bir takım güçler beni ona doğru çekiyordu ve karşı koyamıyordum. Yanındayken kendimi sürekli ona bakmak zorundaymış gibi hissediyordum. Sanki o bir sanat harikasıydı ve onu izleyemediğim her saniye bana zarardı.

Ya da kafama taş düşmüştü ve saçma sapan şeyler düşünüyordum.

Düşüncelerimin hızla çıkmaza doğru sürüklendiğini anladığımda, oflayarak yattığım yerden doğruldum ve göğsümden bacaklarımın üzerine düşen resimle kenardaki mektubu özenle katladıktan sonra başucumdaki komodinin üzerine koydum. Daha sonra yatağımın üzerindekileri acele etmeden tekrar kutuya doldurdum ve kutunun kapağını kapattıktan sonra yatağımdan kalkarak dolabıma doğru ilerledim. Elimdeki kutuyu özenli bir şekilde dolaptaki yerine yerleştirdikten sonra dolabın kapağını kapadım ve yatağa doğru ilerledim. Gözlerim komodinin üzerindeki mektupla resme kaydığında derin bir iç çektim ve yatağın üzerindeki ince çarşafı açarak yatağa uzandım. Komodinin olduğu tarafa döndükten sonra çarşafı üzerime örttüm ve ellerimi başımın altına koydum.

Karar vermiştim, yarın hastaneye gidecek ve ona her şeyi anlatacaktım.

Sonuçta bunu ondan saklayamazdım ve en önemlisi gecikmiş bir özür borcum vardı. Onlar taşındıktan sonra ne kadar istersem isteyeyim ona ulaşamamıştım ama şimdi kendi ayaklarıyla bana gelmişti. Ona karşı yapmam gereken çok şey vardı.

Ben kalp kıranlardan nefret eden bir adamdım. Hayatım boyunca da bunu yapmamak için uğraşmıştım ama istemeden küçük bir kız çocuğunun kalbini kırmıştım. Şimdi bunu düzeltmek için elime bir fırsat geçmişti ve ben bu fırsatı kullanmakta kararlıydım.

Umarım, onun kalbini iyileştirmek isterken; kendi kalbimin parçalara ayrılmasını izlemek zorunda kalmazdım.

ღ ღ ღ

"Her ne kadar sabahları erken kalkmaktan nefret etsem de öğleden sonrasını bize bıraktığı için erken saatlerde olan derslere bayılıyorum!"

Gökay; kurduğu cümlenin ardından Koray'la beni kollarının altına aldığında, ikimiz de aynı anda ona dönerek yüzümüzü buruşturduk. Gökay, eğlendiği her halinden belli olan yüz ifadesiyle yüzlerimizi inceledikten sonra yalandan dudaklarını büzdü.

"Ay, kıskanmasanıza ayol! Size daha çok bayılıyorum tabi ki aşkımlar!"

Kamer'le Feza yanımızda alayla gülerlerken gözlerimi devirdim. Hayır, şu çocuk niye her fırsatını bulduğunda bize sarkıyordu, anlamıyordum doğrusu. Bir ara ciddi anlamda hemcinslerinden hoşlandığını sanıp korkmuştum lakin kızlara olan davranışlarının bizden de beter olduğunu görmek bir nebze olsun içimi rahatlatmıştı.

Yine de korkmadan veyahut iğrenmeden edemiyordum işte.

Gökay'ın omzumdaki kolunu hızla itekledikten sonra ondan uzaklaştım. Koray da benim gibi ondan uzaklaşırken Gökay sırıttı.

"Bana olan aşkınızı göstermenize bayılıyorum doğrusu. Nefsinize sahip çıkamayacağınızı düşünüp benden uzaklaşıyorsunuz ya dibim düşüyor gerçekten!"

Feza ile Kamer'in gülüşleri kahkahalara dönerken sabır dilenerek iç çektim ve sinirle "Ben senin dibini bir düşüreceğim, göreceksin gününü!" diye bağırdım. Hastaneye, Beril'in yanına gitmem gerekirken; hiç işim yokmuş gibi bir de bu zevzekle uğraşıyordum.

Gökay, ona bağırmamdan hiç etkilenmeyerek kıvırta kıvırta yanıma geldi ve yumruk haline getirdiği elini cilveli bir şekilde omzuma vurdu.

"Düşürsene."

Anlamayarak kaşlarımı çattım ve "Ha?" dedim.

"Dibimi diyorum. Düşürsene bir. Nasıl düşüreceğini çok merak ettim."

Ben ne diyeceğimi şaşırmış bir vaziyette olduğum yerde kalakalırken, Koray da Fezalara katıldı ve yarıla yarıla gülmeye başladılar. Onların gülme sesleri beni kendime getirirken, dişlerimi sıktım ve "Gel lan buraya," diye bağırdıktan sonra Gökay'ın üzerine atıldım. Gökay yalandan çığlık atarak kaçmaya başladığında sinirle peşine düştüm.

Aslında onu tutana kadar durmamaya kararlıydım lakin arkamdan gelen bağırışla ayaklarım yere çivilendi.

"Kamer Peyam!"

Hızla arkamı döndüğümde Kamer'in karşısında duran mavi saçlı kızı gördüm.

Mavi saçlı kız mı?

Kızın arkası bana dönük olduğu için yüzünü göremiyordum lakin bu mesafeden bile Kamer'in yüzünün renginin attığını fark edebilmiştim. Koray, şaşkınca kıza bakarken; Feza, ne olduğunu anlamamış olsa gerek kaşlarını çatmıştı.

"Aha, şimdi gerçekten sıçtı işte."

Ne zaman yanıma geldiğini anlamadığım Gökay, gözlerini kırpmadan diğerlerine bakarken; kaşlarımı daha da çattım. Hiçbir şey anlamamıştım.

"Neler oluyor?"

"Abi uzun mesele, anlatmaya zaman yok. Şimdi Kamer'e yardım etmemiz gerekiyor."

Gökay, biraz önceki ruh halinden tamamen arınmış bir şekilde Kamerlere doğru ilerlemeye başladığında hemen peşine düştüm.

Onların yanına yaklaştığımızda ilk duyduğum şey kızın sert sesiydi. Kamer'i dövmemek için zor duruyor gibi bir hali vardı. Anlamlandıramamıştım.

"Ya sen bunu nasıl yaparsın? Ben sana onca şeyi bu yüzden mi anlatmıştım? Bana acı diye mi?"

Gökay, Koray'ın yanında durduğunda; ben de Feza'nın yanında durdum ve gözlerimi kıza çevirdim.

Beyaz tenliydi ve mavi saçlarının yüzüne fazlasıyla yakıştığı su götürmez bir gerçekti. Sol burun deliğinde küçük bir piercing vardı ve bu ona ayrı bir hava katmıştı. Siyah, ince kaşları fazlasıyla çatılmıştı ve sinirden olsa gerek kırmızıya dönen yanaklarındaki küçük çiller daha belirgindi.

Her şey iyi güzeldi de, bu kızın bizim Kamer'le işi neydi?

Kamer'in rengi yavaş yavaş kendine gelirken, dudaklarını yaladı ve "Sana acıdığım için yapmadım," dedi sakince.

Sahi, ne yapmıştı ki?

Kız, dudaklarını alayla kıvırdıktan sonra "Hah," dedi. "Yapma ya! Neden yaptığınızı sorabilir miyim o zaman Kamer Bey? İlk kez gördüğünüz biri için fazlasıyla büyük bir meblağ harcamadınız mı? Ah, pardon! Sizin kadar zengin biri için bu para ne ki yani öyle değil mi?"

Kamer, sakinleşmeye çalışırcasına derin bir nefes aldıktan sonra bize döndü.

"Beyler, siz gidin. Ben ararım sizi sonra."

Tam itiraz etmek için ağzımı aralayacağım sırada, Koray hızla kafasını salladı ve beni kolumdan tuttuğu gibi sürüklemeye başladı. Gökay da aynı şekilde Feza'yı sürükleyerek hızla peşimize takıldığında "Ulan ne oluyor?" diye sordum, sabrımın taştığını hissederken. "O kız kim? Kamer'le ne derdi var?"

Arabaları park ettiğimiz yere doğru ilerlerken "Anlatacağım abi," dedi Koray. "Ama daha sonra tamam mı?"

Arabaların yanına geldiğimizde duraksadım.

"Ne demek daha sonra? Siz benden habersiz iş mi çevirir oldunuz ulan?"

"Hop, usta yavaş, benim de hiçbir şeyden haberim yok."

Feza sözlerinin ardından yanıma geldiğinde, Gökay'la Koray'ı göz hapsine aldık.

Gökay, şaşırtıcı bir şekilde sessiz kalırken; Koray "Abi öyle bir şey değil," diyerek açıklama yapmaya başladı. "Aniden gelişen şeyler ama şimdi anlatmaya vaktim yok. Asel'e söz vermiştim, onun yanına gitmem gerek. Hem zaten olanları Kamer'den dinlesen daha iyi olur."

"Lan siz anlatsanız ne ola- Bir dakika, Asel mi dedin sen? Asel de kim?"

Koray, unuttuğu bir şeyi yeni hatırlamış gibi elini alnına vururken "Siz onu da bilmiyorsunuz, değil mi?" diye sorduğunda, Gökay sırıtmaya başladı.

"Neyi de mi bilmiyoruz? Bilmediğimiz başka bir şey daha mı var?"

Feza'nın sorusu üzerine Koray sıkıntıyla saçlarını karıştırdı.

"Anlatacağım abi, yemin ederim anlatacağım ama şimdi gitmem lazım. Kıza söz verdim."

Koray cevap vermemize bile izin vermeden arabasının kilidini açarak şoför koltuğuna geçti ve arabayı çalıştırarak yanımızdan hızla ayrıldı. Feza ile birlikte şaşkınlıkla birbirimize baktıktan sonra Gökay'a döndük. Gökay, teslim olurmuş gibi ellerini kaldırdıktan sonra "Valla benim sizden gizlediğim hiçbir şey yok aşkımlar," dedi kafasını sallayarak.

"Bu kızlar," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ne iş Gökay?"

"Koray'ın dediği gibi çok uzun meseleler be Mert aşkım. Herkes kendi derdini kendi anlatsın ama değil mi? Ben çenemi boş yere niye yorayım?"

Feza sıktığı dişlerinin arasından "Gökay," dediğinde, oflayarak "Tamam ya! Anlatıyorum," dedi. "Bu Koray, Asel diye bir kızın dans salonuna girmiş ve kızı gizlice izlemiş. Kız da buna dans teklif etmiş. Sonra da partner olmuşlar. Kamer de yolda buna çarpan kıza tutuldu mu ne oldu, biz de tam anlayamadık. Bir geldi, kıza yardım edeceğimizi söyledi. Sonra da hastaneye gidip kızın kardeşinin hastane masraflarını ödedik. İşte bu kadar!"

Gökay'ın anlattıklarından anladığım tek şey Koray'la Kamer'in ismi olmuştu. Feza da benle aynı durumda olacak ki aval aval Gökay'a bakıyordu.

"Kız dans mı teklif etmiş? Bu ne demek lan?" diye sordu Feza kafasını sallayarak. "Ayrıca Kamer birine mi tutuldu? Ne ara ulan?"

"Gökay," dedim sinirle. "Biz hiçbir halt anlamadık. Doğru düzgün anlatsana şunu!"

"Ya, of! Anlattım işte aşkım ya! Çenem yoruldu benim! Uzun mesele dediler, inanmadınız. Ben ne yapayım yani? Akşama kendilerine sorarsınız. Ben gidiyorum zaten."

Gökay, peş peşe laflarını sıraladıktan sonra benim arabanın yanında duran motosikletine doğru ilerledi. Kaskını kafasına takarken "Nereye?" diye sordum şaşkınca.

"Gezeceğim az, kafa dinleyeceğim. Malum başımın etini yediniz sorularınızla!"

"Şuna bak," dedi Feza sinirle. "Bir de trip atıyor gavat. Hem suçlu hem güçlü ulan."

Gökay, kafasını bize çevirip omuz silkti ve "Hıh," dedikten sonra -tabii kasktan dolayı sesi bir tuhaf çıkmıştı- motoruna binerek yanımızdan uzaklaştı.

Gökay'ın şu hayattaki en değerli eşyası motoruydu. 17. yaş gününde dedesi hediye etmişti. O günden ne kadar nefret etse de motoruna aynı şeyi yapamamıştı çünkü o günün gecesini motoruyla şehirde gezerek atlatabilmişti. O zamandan beri motorundan ayrılmazdı. Yine dedesi sağ olsun arabası da vardı ama onu İstanbul'da bırakmıştı. Arabaya ihtiyacı olduğunda da bizimkileri kullanıyordu.

Gökay gözden kaybolduğunda Feza'ya döndüm. "Neyse, her ne halt çeviriyorlarsa elbet öğreniriz. Benim şimdi hastaneye gitmem lazım. Seni de kafeye atayım mı?"

"Ha, yok. Derin'le buluşacağım. Beni onun okuluna atsan daha makbule geçer de, hastane ne iş?"

Derin'le bu kadar hızlı ilerlemeleri beni içten içe mutlu ederken bunu dışıma yansıtmadım ve "Arabaya geç," dedim. "Yolda anlatırım."

Arabanın kilidini açtığımda Feza beni dinleyerek ön koltuğa geçti. Ben de şoför koltuğuna geçtikten sonra arabayı çalıştırdım ve Derin'in okuluna doğru yol aldım.

Feza yanındaki camı açarken "Ee," dedi. "Hadi anlat."

Anlattım.

Beril'i kurtardığım günden başlayarak mektuba kadar kısa bir özet geçtim Feza'ya. Feza sonuna kadar beni ağzı açık bir şekilde dinlemişti. Anlattıklarımı sindirebilmesi için ona zaman tanıdım.

"Vay be," dedi en sonunda kafasını sallayarak. "Kırk yıl düşünsem aklımın ucundan bile geçmezdi yani abi, ne diyeyim? Ama harbi şaşırıyordum o kıza olan yakınlığına. Yani daha önce kimseye bakmadığın gibi bakıyorsun ona ve açık konuşmam gerekirse bu kadar kısa sürede bu hale gelmen beni korkutmuştu."

Gözlerimi yoldan ayırarak Feza'ya kısa bir bakış attım.

"Nasıl bakıyorum ki?" diye sordum anlamayarak. Derin bir nefes aldı.

"Benim Derin'e baktığım gibi."

Şaşkınlıkla içimi çektim. "Siktir." Kafamı salladım iki yana. "İçimdeki savaşı dışarıya bu kadar yansıttığımı bilmiyordum."

Dudakları hafifçe kıvrılırken bana tepeden bir bakış attı.

"Merak etme, herkes anlamaz. Benim bir nevi uzmanlık alanım gibi bir şey olduğu için fark ettim."

"Feza," dedim. Sesim beklediğimden kısık çıkmıştı. Hafifçe boğazımı temizledim. "Sanırım... Korkuyorum ben."

Feza dudaklarını birbirine bastırdı ve hafifçe kafasını salladı.

"Bence de korkmalısın, bu işin sonu hayır değil. Onun... Onun sevgilisi var abi."

Son cümleyi söylerken sesinin titremesi, kendini hatırladığını gösteriyordu. Sonuçta bu boktan hissi çok yakından tanıyordu.

"Biliyorum, biliyorum... Ama ben zaten bir şey yapmıyorum ki. Yani sadece... Sadece bakıyorum işte. Gerçi dün geceden sonra hislerim iyice birbirine girdi ama biliyorum. Ne yapmamam gerektiğini çok iyi biliyorum ama sanırım yapamıyorum."

Sustuktan sonra güler gibi bir ses çıkardım. "Ne dediğimi ben bile anlamadım ama sen ne demek istediğimi anladın, değil mi?"

Güldü. Bu fazlasıyla içten bir gülüştü.

"Anlamaz mıyım hiç? Bu yüzden ondan uzak dur demeyeceğim sana. Yapamayacağını çok iyi biliyorum çünkü. Hem yüreğin onun yanında olduktan sonra bedeninin ondan uzak durması hiçbir halta yaramıyor. Tecrübeyle sabit, bana güvenebilirsin."

"Yalnız..." dedim iç çekerek. "Bu dediklerin beni sakinleştirmek yerine daha çok korkuttu."

"Zaten korkman lazım Mert... Korkacak ve kendini her şeye hazırlayacaksın kardeşim. Sonra da zamana bırakacaksın. O gösterecek her şeyi."

Cevap vermedim, diyebilecek bir şeyim yoktu zira. Haklıydı. Şuan ne olup biteceğini bilemezdik. Yaşayarak görecektik. Şu aşamada elimden gelen tek şey dua etmekti. Ona, kendimi kaybedecek derecede bağlanmamak için dua etmek.

Gerisi sessiz geçen yolculuğun ardından Derin'in okulunun önüne geldiğimizde arabayı kenara çektim. Feza kapının kulpunu tuttuktan sonra bana döndü.

"Kalbin onda kalmasın, dikkat et."

Yine verebilecek bir cevabım olmadığı için sessiz kalmayı tercih ettim. Zaten o da cevap vermemi beklemedi ve "Görüşürüz," dedikten sonra arabadan indi. Feza okulun kapısından girene kadar ardından baktım ve gözden kaybolunca derin bir iç çekerek tekrar yola çıktım.

Nefes almakta zorluk çekiyormuşum gibi hissettiğimde yanımdaki camı tamamen indirerek içeri serin havanın girmesine izin verdim. Sonbahar aylarındaydık ve havalar git gide soğuyordu. Tenime vuran soğuk hava biraz olsun iyi gelmişti. En azından hala kendimdeydim.

Kırmızı ışıkta duraksadığımda parmaklarım direksiyonda ritim tuttu.

"Kalbim onda kalmasın," diye mırıldandım kendi kendime. "Ya her şeye rağmen onda kalmayı tercih ederse? İşte o zaman ne yapacağım?"

ღ ღ ღ

Hastanenin merdivenlerinden çıkarken ellerim iki yanımda sallanıyordu. Belli belirsiz bir heyecan basmıştı yüreğimi. Onunla konuşurken sakin kalmayı başarabilecek miydim sahi?

Hastanenin büyük kapısından içeri girdikten sonra danışmaya yöneldim. Danışmadaki görevliden Suzan ablanın kaldığı odayı öğrendim ve merdivenlere yöneldim. İkinci kata geldikten sonra koridorda ilerleyerek danışmadaki görevlinin söylediği oda numarasını aramaya başladım. Koridorun sonuna doğru ilerlerken nihayet aradığım odayı buldum ve adımlarımı odanın kapısına doğru yönlendirdim. Kapının önünde dikildikten sonra elimi ceketimin cebinin üstüne koyarak mektupla resmin varlığını kontrol ettim ve derin bir nefes aldıktan sonra odanın kapısını tıklayarak içeri girdim.

Beril, annesinin yatağının başındaki sandalyede oturuyordu. Beni gördüğünde ilk önce şaşkınlıkla gözlerini büyütmüş sonra da kocaman gülümsemişti.

Yerinden kalkmaya yeltendiğinde elimi kaldırarak onu durdurdum. Ona doğru ilerledim ve yanındaki sandalyeye oturduktan sonra Suzan ablaya döndüm.

Beril'i ilk gördüğümde tanıyamamıştım ama dün mektubu bulamasaydım bile Suzan ablayı mutlaka tanırdım. Hala aynıydı çünkü. Yaşlanmıştı, yüzünde bunun verdiği kırışıklıklar vardı ama hala çok güzeldi.

Dudaklarım benden habersiz kıvrılırken "Annen nasıl?" diye sordum. Gözlerimi Suzan abladan ayıramıyordum. Beril'i kurtardığım günden beri bana çok iyi davranmıştı. Beni seviyordu, tıpkı benim de onu sevdiğim gibi.

"İyi çok şükür," dedi Beril kafasını sallayarak. "Sabahleyin gözlerini açtı ama ağrısı biraz fazla olduğu için doktoru ağrı kesici verdi. Ondan beridir de uyuyor."

Anladığımı belirtircesine kafamı salladım. "Sen nasılsın peki? Uyuyabildin mi dün gece?"

"Eh," dedi, elini gelişigüzel sallayarak. "İdare ettim sayılır."

"Ama dün çok kan verdin, bünyen çok güçsüz," dedim sinirlenmeye başladığımı hissederken. "Dikkat etmen gerekiyor. Annene bakabilmen için senin de iyi olman gerekiyor Beril."

Beril, bir an bana şaşkınlıkla bakakalsa da kafasını salladı.

"Haklısın ama annem böyleyken... Ne bileyim, uyuyamadım işte."

Üzerine gitmemeye karar vererek lafı çevirdim. Zaten ona kendini yorduğu için kızmaya hakkım olduğunu da nerden çıkarmıştım?

"Arkadaşın kalmadı mı seninle dün gece?"

"Çok ısrar etti de eve gönderdim. Sonuçta oturmaktan başka yaptığımız bir şey yok. Boş yere uykusuz kalsın istemedim. Zaten sabah da Eray geldi, çok yalnız kalmadım yani."

Sevgilisinin ismini duymak yutkunmamı zorlaştırmıştı.

"Burada mı hala?" diye sordum kısık bir sesle.

"Eray mı? Yok, değil. Öğleden sonra dersi vardı, okula gitti."

Belli belirsiz bir rahatlamayla sandalyeye yayıldım. "Anladım."

"Keşke sen de zahmet etmeseydin buraya kadar. Dün numaramı almıştın zaten, arasan da yeterdi."

"Olur mu öyle şey?" dedim kafamı sallayarak. "Hem zaten sadece anneni sormak için gelmedim ben."

Anlamayarak kaşlarını çattı. "Nasıl yani?"

"Dün gece dolabımda bir şey buldum ve senin de görmek isteyeceğini düşündüm," diyerek elimi ceketimin cebine attım ve katlanmış kâğıtları çıkardım. Beril şaşkınca bir bana bir de çıkardığım kâğıtlara bakarken "Ne ki onlar?" diye sordu.

Hafifçe gülümsedim ve kâğıtları ona uzattım. "Bence kendin bakmalısın."

Beril kaşlarını çattıktan sonra çekinerek bana doğru uzandı ve elimdeki kâğıtları aldı. Mektubu kucağına koyduktan sonra küçükken çizdiği resmi yavaşça açtı.

Ve şaşkınlıkla kalakaldı.

Ela gözleri kocaman olurken bir elini ağzına kapadı ve şaşkınlıkla inledi. "Bu," dedi. Sesi titriyordu. "İnanamıyorum. Bu nasıl olur?"

Bakışlarını bana çevirdiğinde ellerimi iki yana açtım.

"Kader."

Beril, bir süre yüzümü inceledikten sonra resmi bıraktı ve kucağındaki mektubu avcunun içine aldı. Kısık bir sesle "Ne olur düşündüğüm şey olmasın," diye mırıldandıktan sonra mektubu zarifçe açtı. Kâğıdı gördüğünde ağzı şokla açılıp kapandı ve alt dudağı titrerken, elaları kendi el yazısının üzerinde gezinmeye başladı. Beyaz teni yazdıklarını okudukça kırmızının tonlarına boyanırken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

Nihayet kafasını kendi yazdığı mektuptan kaldırarak bana döndü ve titreyen sesiyle "Sen," diye fısıldadı.

Yavaş yavaş utanmaya başladığımı hissederken elimi enseme atıp kaşıdım.

"Ee, şey... Evet, ben. Mert Atalay. Küçük Beril'in süper kahramanı..."

ღ ღ ღ

Kamer'in mi başı dertte yoksa Mert'in mi, ne dersiniz? 🤭

Gördüğüm kadarıyla Koray'ı da baya özlemişsiniz. Doğru söyleyin; asıl özlediğiniz kişi Koray mı yoksa dansçı kız mı? 😋

Bu arada oy ve yorumlar biraz az mı sanki? Ailemizin büyümesi ve kitabın keşfedilmesi için oy ve yorumlarınıza ihtiyacım var. Esirgemeyin, olur mu? 💁🏻‍♀

Bir aksilik çıkmadığı takdirde haftaya bugün yine bu satırlarda buluşacağız. O zamana kadar kendinize çok iyi bakın!

İnstagram: rabiiaosma


Continue Reading

You'll Also Like

30K 1.5K 18
"Af-" İsmini söyleyemeyeceğim bir hala geldim. Göğsümün üstündeki eli göğsüme işkence yaparcasına sıkıyor ve bırakıyordu. Bunu defalarca yaparken dud...
3.3M 119K 65
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...
40.5K 5K 33
-Tamamlandı- Dila & Hasan Hasan: Hayat kızmak için o kadar kısa ki, bunu ben yaşadım Dila. Bana kızmak yerine beni sevmeye ne dersin? Dila: Hasan...
2.6K 98 11
İngilizce öğretmeni olan Zerya hayali evlenmeden hayat sürmekken abisini kurtarmak için sevmediği adamla evlenmek zorunda kalır, önceden beri sevdiği...