KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#8 - Süper Kahraman

50.9K 2.2K 405
By bayanclara

[Multimedia: Beril Karaman 🌟]


🎶 The Script ~ Superheroes 🎶


Birinden etkilenmemiz ya da hoşlanmaya başlamamız için gerekli belli bir süre var mıydı? Yani karşımızdaki kişiyi daha doğru düzgün tanımadan ondan etkileniyor olmak mantık çerçevesi içerisinde miydi? Aslında bu bir nevi ilk görüşte aşk gibi bir şey değil miydi? Eğer gerçekten öyle bir şey varsa, ilk görüşte hoşlanmanın da olması gerekmez miydi?

Bunları hayatım boyunca hiç düşünmemiştim çünkü düşünmeme neden olacak hiçbir şey olmamıştı. Kadınlarla aram hep iyi olmuştu ama bu zamana kadar birine de vurulmamıştım. Ne bileyim, şu saçma romantik filmlerdeki gibi şeyler yaşamamıştım. Birinin elini tutunca içim gitmemişti, gülüşünü görünce istemsizce mutlu olmamıştım, kokusunu içime çekmek ya da yüzümü boynuna gömmek istememiştim.

Ama nedense şimdi bu duyguları merak eder olmuştum.

O kızıl saçlı kızı dün kantinde gördüğümden beri iyi değildim ve bunun fazlasıyla farkındaydım. Aslında tanışalı çok az bir zaman olmuştu ama bu sürenin yarısından çoğunda yanımdaydı. Kızı daha ilk günden Figen ablaların kafesine götürmüştük ve işin tuhaf yanı bunu sanki hep yapıyormuşuz gibiydi. Yani biz hep yapıyorduk tabii ama yanımızda ela gözlü güzel bir kız olmuyordu.

Aslında işin en garip yanı Beril'i uzun zamandır tanıyormuşum gibi hissetmemdi. Kendimi ona yakın hissediyordum ve yanında hiçbir şeyden çekinmiyordum ki bunun en büyük örneği farkında olmadan ona ısırdığım böreği uzatmamdı. Bunu hangi akla hizmet yapmıştım bilmiyordum lakin yaptığımı yadırgamayarak böreğimden ısırık alması itiraf etmem gerekirse kalbimi ısıtmıştı.

Bu ilk kez hissettiğim duygular bir yandan fazlasıyla hoşuma giderken diğer yandan beni kesinlikle korkutuyordu. Doğruyu söylemek gerekirse ona olan hislerimden şuan pek emin değildim. Yani sadece etkileniyor muydum, hoşlanmaya başlamış mıydım veya duygularım bunların da ötesine mi gitmişti, bilmiyordum. Zaten bu yüzden sorguluyordum, böyle işlerin güne ya da tanıyıp tanımamaya bağlı olup olmamasını.

Her ne olursa olsun -ya da ne hissedersem hissedeyim- ona karşı az da olsa bir şeyler beslediğimin farkına varmıştım. Özellikle o doktor bozuntusunun imaları aklımı fazlasıyla karıştırmanın yanında birkaç şeyi anlamamı da sağlamıştı ve bu yüzden ne yapacağımı şaşırmıştım. Sonuçta Beril'in bir erkek arkadaşı vardı ve şu hayatta istediğim en son şey bile değildi, Feza'nın durumuna düşmek.

Hastaneden çıktıktan sonra arabama atlayarak eve doğru yol alırken aklımdan geçenler tam olarak bunlardı. Kafamın her yerinde ayrı bir zil çalıyordu ve zihnim belli bir şeye odaklanmakta zorluk çekiyordu. Ne yapacağıma karar vermek cidden zor olacaktı.

Eve geldiğimde arabamı binanın önüne park ettim. Arabadan indikten sonra dış kapıdan içeri girerek merdivenlere yöneldim ve üçüncü kata çıktım. Bizim dairenin önüne geldiğimde cebimden anahtarımı çıkartarak kapıyı açtım ve içeri girdim.

Kapıdan girer girmez kulaklarımı çınlatan gülüşme sesleriyle gözlerimin kısılmasına sebep olmuştu. Benim yokluğumu mu fırsat bilmişlerdi? Sesleri takip ederek koridorda ilerledim ve oturma odasına geçtim. Ben hariç herkesin burada olması beni bir miktar şaşırtsa da oyun oynadıklarını, hem de yeni oyun konsolumla oynadıklarını gördüğümde şaşkınlığım hızla sinire dönüştü ve kaşlarımı çattım.

Bensiz, yani ben olmadan, benim oyun konsolumla, hem de daha geçen hafta alıp kıyamadığım için tek el atamadığım oyun konsolumla oynuyorlardı. Bensiz oynuyorlardı lan, bensiz! Şuan kendimi üç, hayır beş, yok vazgeçtim on çocukla sokakta kalmış gibi hissediyordum. Resmen ihanete uğruyordum!

Ben; aklımdan peş peşe suikast planları geçirerek kapının ağzında durmuş süper üçlüye bakarken, o üç angut oyuna daldıkları için beni daha görmemişlerdi. Gözlerimi onlardan ayırıp odadaki ikili koltuğa baktığımda Feza'yla Derin'in dip dibe oturmuş olduklarını gördüm. Hayır, anlaşacaklarını biliyordum lakin bu kadar hızlı olmalarını beklemiyordum ki zaten şu an derdim kesinlikle bu değildi. Hem de hiç değildi...

Feza kolunu koltuğun başlığından ağrı Derin'in omzuna atmış sırıtarak diğerlerinin yaptığı maçı izliyordu. Derin'in maçla bir alakası olmadığından gözleri televizyon hariç her yerde geziyordu ki nihayet beni gördü. Yüzümdeki ifadeden olsa gerek gözleri şaşkınlıkla açılırken, uzanarak Feza'nın kulağına bir şeyler söyledi. Feza'nın kafası ağır çekimde bana dönerken diğerleri hala oyun oynuyorlardı. Feza Derin'in omzundaki kolunu yavaşça çektikten sonra oldukça gürültülü bir şekilde boğazını temizledi.

Gökay arkasını dönmeden "Feza aşkım, ölüyor musun inşallah?" diye sordu neşeyle. Feza gözlerini devirirken "Ben ölmüyorum ama çok değil sadece beş dakika sonra üçünüzün de nefes alacağını sanmıyorum," dedi. Gökay arkasını dönerek alayla "O nasıl ola-" derken beni görmesiyle susunca, Koray da hızla kafasını çevirip beni gördü ve şirince sırıtarak "Aha da şimdi sıç-tık," diye mırıldandı, son kelimeyi heceleyerek. En nihayetinde Kamer de bana doğru dönünce kadro tamamlanmıştı.

Şu hayatta en nefret ettiğim iki şeyden ikincisiydi konsollarımla ben olmadan oynanması. İlki tabi ki aç kalmaktı ama konumuz bu değildi. Pezevenk herifler bir de eskisiyle değil de benim daha oynamaya kıyamadığım oyun konsolumla oynuyorlardı. E, şimdi ben sinirlenmeyecektim de kim sinirlenecekti, değil mi ama?

Gereğinden fazla bir yavaşlıkla gömleğimin kollarını yukarı doğru kıvırırken "Evet benim canlarım, ciğerlerim, biricik dostlarım... İyi bir adam olduğum için size son duanızı etmeniz için bir dakika müddet veriyorum. Kelime-i Şahadet getirmeye başlasanız iyi edersiniz. Ha, bir de unutmadan sormadan edemeyeceğim... Bıçaklanarak mı ölmek istersiniz yoksa boğularak mı? Bildiğiniz üzere istekleriniz benim için bir emirdir."

Koray güçlükle yutkunarak Gökay'a, Gökay da Kamer'e döndü. Derin, Feza'nın omzuna yüzünü gömüp sarsılarak gülerken; Feza da sırıtarak önündeki üçlüye bakıyordu. E, ben olsam ben de sırıtırdım zira biraz sonra evde bir şölen düzenleyecektim.

Yani sadece bana göre şölendi ama zaten bu da fazlasıyla yeterliydi.

"Mert aşkım hiçbir şey göründüğü gibi değil. Her şeyi yanlış anladın, yemin ederim!"

Gökay, karısını aldatırken karısı tarafından basılan adamlar gibi bir ruh haline büründüğünde sinirlenerek "Bir de konsol bizi ayarttı de de tam olsun Gökay!" diye bağırdım. "Bir de yemin ediyor herif ya, çarpılacaksın ulan!"

Gökay son dediğimi takmayarak "Ah, evet, bak, nasıl da bildin?" diye sordu telaşla. "Konsol benim ırzıma geçti. Niyetimi bozdu. Yoksa ben böyle bir şey yapar mıyım? Senin üstüne gül koklar mıyım?"

Sinirlerimin iyiden iyiye bozulduğunu anlayan Koray, Gökay'ın ağzını kapayarak "Kapat şu çeneni aptal," dedi dişlerinin arasından. Kafamı ağır ağır sallarken "Bence de," dedim sertçe.

Gökay ona yüklendiğimizi görünce oturduğu yerde iyice büzüldü. Diğerlerinden bir hayır gelmeyeceğini anlamış olacak ki Kamer tişörtünün yakasını çekiştirerek yavaşça ayağa kalktıktan sonra ellerini bana doğru uzattı ve "Bence anlaşabiliriz kardeşim," diye mırıldandı. Gökay omuzlarını hızla tekrar dikleştirirken, Kamer'i onaylarcasına kafasını hızla salladı ve "Bence de," dedi, neredeyse bağırarak. "Konuşalım, anlaşalım Mert aşkım. Yani ne gerek var bıçağa ipe falan?" dedikten sonra konuşmasını istediğini belirtircesine dirseğini Koray'ın karnına geçirdi. Koray aldığı darbeyle iki büklüm olurken "Aynen, aynen," dedi boğuk bir sesle. "Kesinlikle katılıyorum."

Onların bu tırsak hallerinin fazlasıyla hoşuma gittiğini saklamaya gerek duymayarak kollarımı göğsümde bağladım ve sırıtarak kafamı salladım. "Ah benim aptal yavrum... İpe ne gerek var? Ben direk ellerimi kullanarak boğacağım sizi ve sonra da cezam neyse paşa paşa yatacağım içeride."

Derin, ortalığın fazlasıyla karışacağını anlamış olsa gerek Feza'ya kaş göz yaptı. Feza ona bakıp hızla kafasını salladıktan sonra usulca kalktı yerinden ve Derin'in elini tutarak onu da kaldırdı. "Ee, şey, oldu o zaman. Biz müsaadenizi isteyelim," dedikten sonra Derin'i de peşine takarak kapıya yöneldiğini görünce kaşlarımı çattım ve onlar tam kapıdan çıkmak üzereyken birkaç adımda yanlarına varıp ikisinin de enselerinden tuttuğum gibi yönlerini değiştirerek tekrar içeri girmelerini sağladım.

"Aa, olur mu hiç öyle şey? Çok ayıp çocuklar! Hem ne demişler? Anca beraber, kanca beraber!"

Derin astığı yüzünü bana çevirip dudaklarını büzerek "Ama Mert biz bir şey yapmadık ki. Onlar oynadı hep. Biz uslu uslu oturduk," dediğinde, Feza da kafasını hızla sallayarak onayladı onu.

Kafamı iki yana salladıktan sonra tek kaşımı imayla kaldırdım ve "Öncelikle hiç de uslu durmuşa benzemiyorsunuz," dedim. "Yani ne ara konuştunuz da bu hale geldiniz anlamadım ama merak ettiğimi de söyleyemeyeceğim. Neyse, ne diyorduk? Ha, demek suçsuzsunuz ha? Siz mi suçsuzsunuz ulan? Siz benim delireceğimi bilmiyor muydunuz, neden onlara engel olmadınız? Hadi Feza neyse de sana ne diyeyim ben Derin? Yani beni şu itlerden daha iyi tanımana rağmen," derken Kamer lafımı kesip "Ayıp oluyor ama abi, hani söyleyeyim de," dediğinde onu duymamış gibi devam ettim konuşmama. "Konsolumu, hem de oynamaya kıyamadığım yeni konsolumu onlara nasıl verirsin?"

"Ya ben vermedim ki," diyerek hemen kendini savunmaya başladı Derin. "Sen bana hastanede olduğunu bildiren mesajı attığında mutfakta yemek yapıyordum. Ben geç geleceğini Feza'ya söyleyince o da çocuklara söylemiş. Bunu duyan Gökay da odanı karıştırıp bulmuş konsolu. Ben gördüğümde çoktan başlamışlardı oyun oynamaya."

Ateş saçan gözlerimi Gökay'a çevirirken "Demek bu andaval odamı karıştırıp buldu konsolumu, ha?" dedim dişlerimin arasından. Gökay yüzümden korkmuş olsa gerek sesli bir şekilde yutkundu ve hızla Koray'ın arkasına sığındı. Koray dehşetle gözlerini açarken "Ulan senin yüzünden ben dayak yiyeceğim dangalak!" dedikten sonra Gökay'ın kolundan tuttuğu gibi yanına çekerek onu tekrar açığa çıkardı.

Koray'ın bu hareketi dudaklarımın kıvrılmasına neden olurken "Sen hiç merak etme yavrum," dedim tatlı bir sesle. "Ben hepinizle tek tek itinayla ilgileneceğim. Ne bir eksik ne bir fazla, hiç şüpheniz olmasın."

"E, şey... Antlaşmayı tekrar teklif etsek? Korgöker Barış Antlaşması. İstediğin kadar madde ekleyebilirsin. Bizim tek şartımız şu evden tek parça halinde çıkabilmek."

Ellerimi çırparak Koray'a baktım ve "I-ıh," dedim kafamı tatlı bir şekilde iki yana sallarken. "Antlaşma falan filan kabul etmiyorum. Bu işi kendi yöntemlerimle halledeceğim. Şimdi üçünüz de karşıma dikilin bakayım."

Gökay yutkunarak Koray'a, Koray da aynı şekilde Kamer'e döndü. Kamer onlardan bir halt olmayacağını anlayarak cesaretini gösterdi ve bana yaklaşarak tam karşımda durdu. Gözlerim diğer iki şaklabana dönünce, kaçışın olmadığını anlamış olacaklar ki oflaya puflaya Kamer'in yanına geçtiler.

"Evet, şimdi bir bakalım," diyerek elimi çeneme yerleştirdim ve onlara ne yaptırabileceğimi düşünmeye başladım. İşaret parmağımı yanağıma vururken "Gökay," dedim aklıma gelen fikirle. "Çoraplarını çıkarsana."

Gökay kaşlarını kaldırarak bir iki saniye boyunca bana baktıktan sonra dediğimi yaparak eğildi ve bir eliyle Koray'dan destek alarak çoraplarını çıkardı. Yerinde doğrulduktan sonra çoraplarını bana uzatınca hızla elimi önüme siper ederek "Sakın!" diye bağırdım. "Bana yaklaştırma o koku bombalarını."

Gökay, gücenmiş gibi yüzünü buruşturduktan sonra "E, ne yapacağım o zaman?" diye sordu anlamayarak. Sırıttım.

"İkisini de top haline getir bakayım."

Gökay dediğimi yaparken diğerleri korku dolu bakışlarla bana bakıyorlardı. Doğal olarak o çorapları ne yapacağımı merak ediyor olmalılardı. Sırıtışım büyüdü. Şimdiden eğlenmeye başlamıştım. Ah, mükemmel bir adamdım vesselam!

Gökay çoraplarını top haline getirince tekrar bana baktı. "Şimdi ne yapacağım bunları?"

Büyük bir rahatlıkla cevap verdim. "Birini Koray'ın, diğerini de Kamer'in ağzına sok bakayım."

"Ha?"

"Ne?"

"Hayatta olmaz!"

"Kafama sık daha iyi abi!"

Her kafadan ayrı bir cümle dökülürken "Susun be," dedim sinirlenerek. "Hiçbirinizin konuşmaya hakkı yok. Reddetmeye hiç yok. Cezanızı çekmek zorundasınız! Gökay, çabuk dediğimi yap!"

Gökay kendi başına geleceklerden habersiz sırıtarak "Seve seve," dedi ve kaçmaya çalışan Kamer'in üstüne atlayarak onu durdurdu. Ben diğer tarafa gitmeye meyil eden Koray'ı kafeslerken, Gökay Kamer'in üstüne oturmuş ve burnunu kapatarak ağzını açmaya çalışıyordu. Gökay o işi halletmeden önce aceleyle Derin'e döndüm.

"Derin, çabuk mutfaktan koli bandını getir, çabuk!"

Derin ona bağırmamla hızla bana döndükten sonra kafasını salladı ve mutfağa koştu. Elindeki koli bandıyla tekrar yanımıza geldiğinde; Kamer daha fazla nefessizliğe dayanamayarak dudaklarını araladı ve bu fırsatı kaçırmayan Gökay, elindeki 1 haftadır yıkanmadığına emin olduğum çorabı Kamer'in ağzına soktu. Kamer kokudan ya da ağzındaki iğrenç tattan olsa gerek kısa bir an donup kaldığında Derin'e dönüp "Koş!" diye bağırdım. "Ağzını bantlayın, çabuk!"

Derin, Kamer'in boşluğundan faydalanarak Gökay'la birlikte Kamer'in ağzını bantlarken, kollarımın arasındaki Koray yavru köpek gibi bağırmaya başladı.

"Mert, kulun kölen olayım yapma Mert! Ne istersen yaparım! O çorabı ağzıma sokamam! Yapamam bunu!"

Debelenip durduğu için kollarımı daha çok sıkarken -ki fazlasıyla zorluyordu hayvan herif- "Yaparsın, yaparsın," dedim tatlı tatlı gülümseyerek.

Gökay, Kamer'in işini bitirdiğinde "Buraya gel Gökay!" diye bağırdım. Gökay aynı Kamer'e yaptığı gibi kollarımın arasındaki Koray'ı da yere yatırıp üstüne çıktı ve Koray'ın tüm direnmelerine rağmen çorabını ağzına soktu. Derin hızla Koray'ın ağzını bantladığında gülerek, yerde yatan Kamer'e baktım. Hareket etmiyordu. Bayılmış olabilir miydi? Daha çok sırıttım. Hak etmişti pezevenk.

Koray kuduz olmuş gibi yerde debelenip ağzındaki bandı çıkarmaya çalışırken Gökay'a yerden kalkmasını işaret ettim. Gökay sıranın kendisine geldiğini anladığında sırıtmayı bıraktı ve yutkunarak bana baktı.

"Telefonunu ver," diyerek elimi açtığımda, "Niye?" diye sordu hızla. Onun ağzına da çorap sokturacak halim yoktu zira bu onun midesini bulandırmak yerine hoşuna bile giderdi. Sonuçta Gökay pisliğin önde gideniydi ama onun canını yakacak çok daha iyi şeyler biliyordum.

"Ver dedim Gökay," dedim sinirlendiğimi hissederken.

Gökay titreyen elini cebine atarak telefonunu çıkardı. Bana uzatmasının uzun süreceğini anladığımda uzanıp elindeki telefonu kaptım ve rehberini açtım. Koray'ın rehberinde nasıl kız ismi yoksa bunun rehberinde de erkek ismi yoktu neredeyse. İşi gücü kızlara kur yapmak olan yavşak arkadaşımın rehberindeki bütün isimleri silerken -sadece kızları tek tek silmeye kalksam sabaha kadar uğraşırdım muhtemelen- sırıtışım büyüdü.

Gökay ekranı dik tuttuğum için ne yaptığımı göremiyordu ve karşımda telaşla dikilmesi daha çok eğlenmemi sağlıyordu. Sonunda rehberini temizlediğimde telefonu kapatarak ona uzattım ve sırıtarak "Al kardeşim," dedim. Gökay hızla telefonu alıp ne yaptığıma bakarken en başından beri eğlenerek bizi izleyen mükemmel seyircilerime döndüm. Tabi ki onlara da acımayacaktım.

"Feza dışarı çıkıp ayakkabılarını giy ve bütün evi tavaf et abi."

"NE! HAYIR!"

Derin gözlerini büyük bir dehşetle büyütürken sinsice gülümsedim ve gözlerimi Derin'den ayırmadan "Feza, beni duydun," dedim, her kelimeye ayrı ayrı bastırarak. Feza yutkunarak Derin'e döndüğünde gözlerindeki çaresizliği görmek sırıtışımı genişletti. Eve ayakkabıyla girmek Derin'in en çok nefret ettiği şeylerden biriydi. Bir keresinde evden çıktığımda telefonumu unuttuğumu hatırlamış ve ayakkabılarımı çıkarmadan odama gitmeye kalkmıştım da Derin'e yakalanmıştım. Demediğini bırakmadığı yetmediği gibi üstüne de o gün bana yemek vermemişti. Oh olsundu. Feza deseniz Derin'in üzüldüğünü görünce -üstelik bunun sebebi kendisi olunca- vicdan azabı çekecekti ve bu ona verebileceğim en büyük cezaydı.

Biliyordum, bazen çok acımasız olabiliyordum ama hepsi bütün yaptıklarımı hak etmişti.

Feza yutkunarak bana döndüğünde itiraz edeceğini anlayıp "Daha kötü şeyler yaptırabilirim, biliyorsun değil mi Feza?" diye sordum, gözlerimi kısarak. Feza usulca kafasını salladıktan sonra Derin'in gözlerine bakarak özür diledi ve dış kapıya doğru ilerledi. Derin'in Feza'nın peşinden gitmesini engellemek için hızla yanına gidip onu kucakladım ve koltuğa oturdum. Derin kucağımda tepinerek Feza'yı durdurmam için yalvarırken onu takmayarak dizlerinin üstüne çöken Gökay'ı izlemeye başladım. Nihayet ne yaptığımı görmüştü.

Bir elini kalbine götürürken şaşkınca dudaklarını araladı ve "Koleksiyonum," diye fısıldadı. "Dört senelik emeğim gitti! Ah, ben nerelere gideyim, kafamı nerelere vurayım? Artık aşkım olmayan Mert bunu bana nasıl yaparsın?! Numaralarım! Oy, numaralarım! Nerelere gittiniz? Beni nasıl bıraktınız?"

Gökay yerde cenin pozisyonu alarak depresyona girerken, Kamer'le Koray da yattıkları yerden hiç kımıldamadan tavanı izliyorlardı. Hissizleşmiş olmalılardı.

Feza ayakkabılarıyla odaya girdiğinde bakışlarım ona yönelince, kucağımdaki Derin "Yapma Feza!" diye bağırdı, daha çok tepinmeye başlarken. "Ne olur yapma! Lütfen!"

Feza'nın yüzünü gören iflas ettiğini falan sanırdı. Ya da yakın bir akrabasını kaybettiğini... Öyle üzgün görünüyordu ki kalbim azıcık da olsa acımadı desem yalan olurdu.

"Feza yerinde dikilmeyi bırak ve odada dolan," dedim. Feza ateş saçan gözlerini yüzüme diktiğinde, bakışından hiç etkilenmediğimi göstermek istercesine ona sırıtarak baktım ve "Hadi abi," dedim. Feza vazgeçmeyeceğimi anladığında ofladı ve bacaklarını iyice açarak -yere fazla basmamaya çalışıyordu- odada dolanmaya başladı. Bacakları uzun olduğu için kısa sürede odanın etrafında bir tur attığında kucağımdaki Derin'in ağlamak üzere olduğunu fark ettim. Onu daha fazla üzmeye kıyamadığım için "Tamam, tamam," dedim elimi sallayarak. "Diğer odaları gezmene gerek yok. Ayakkabılarını çıkarıp dışarıya koy da gel."

Feza rahatlayarak derin bir nefes verirken sinirle bana baktı ve ayakkabılarını çıkarıp eline alarak tekrar dış kapıya gitti. O gidince Derin'i koltuğa bıraktım ve sızlayan vicdanımı susturmak için gidip Koray'la Kamer'in ağızlarındaki bantları söktüm. Aslında bana ihtiyaçları olmadan da açabilirlerdi ama Gökay'ın çorap kokusu onları hareket edemez hale getirmiş olmalıydı.

İkisini de ayağa kaldırıp "Banyoya gidip ağzınızdaki çorapları çöpe tükürün ve elinizi yüzünüzü yıkayın," dedim. Hipnotize olmuş gibi kafalarını salladıktan sonra odadan çıktıklarında arkamı döndüm ve Feza'nın bir şeyler fısıldayarak Derin'in saçlarını okşadığını gördüm. Derin şaşkın bir hoşnutlukla Feza'yı dinlerken ayakkabı olayını unutmuşa benziyordu. Muhtemelen hala Feza'nın kendisine olan sevgisine inanmakta zorluk çekiyordu. Onur olacak zibididen böyle şeyler görmediği için kendini tuhaf hissediyor olmalıydı.

Onlara dokunmayarak -en iyi tesellileri kendileriydi- Gökay'ın yanına gittim ve yanına oturdum. Elimi omzuna koyarak "Rehberimdeki bütün kızların numarasını sana atacağım Gökay, hadi, kalk yerden," dedim. Beklenmedik bir hızla doğrulurken hevesle yüzüme baktı ve "Gerçekten mi?" diye sordu heyecanla. "Duygu, Hale, Sinem ve bu zamana kadar senden istediğim ama numarasını vermediğin bütün kızların numaralarını verecek misin yani?"

Oflayarak kafamı salladım. "Vereceğim ulan, tamam."

Gökay hızla kollarını boynuma dolayıp alnımı öptükten sonra "Yeniden aşkım oldun, Mert aşkım!" diye bağırdığında, onu hızla ittirdim ve elimin tersiyle alnımı silerken kusmamak için kendimi zor tuttum. "Gökay," diye hırladım dişlerimin arasından. "Caymamı istemiyorsan siktir git şuradan!"

Şirince sırıttıktan sonra kafasını yana eğerek "Tamam," dedi beni sakinleştirmeye çalışarak. "Sakin ol, sadece tekrar helalim olduğun için öptüm. Sakın vazgeçme, tamam mı?"

"Gökay," dedim dişlerimin arasından. "Başlayacağım sana da helaline de şimdi! Siktir olup git dedim ulan, neyi anlamıyorsun?!"

Gökay, bir suçlu gibi ellerini önüne kaldırıp "Tamam, bir şey demedim," dedikten sonra benden uzaklaştığında, Kamer kolundan tuttuğu Koray'la birlikte içeri girdi.

"Az kalsın ağzındaki tadı silebilmek için banyodaki deterjanı içecekti," dedi Kamer kafasını sallayarak. "Zor tuttum vallahi abi."

Gülmekle ağlamak arasındaki ikilemde gidip gelirken ikisini de yapmamaya karar vererek ayaklandım.

"Evet, sayın seyirciler," diyerek ellerimi çırptım. Hepsinden teker teker intikamımı aldığıma göre oyun oynayabilirdik. "Bir ceza şölenimizin daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Acılı dakikaların ardından herkesin aklı başına geldiğine göre oyunumuza geri dönebiliriz."

Koray sanki az önce deterjan içmeye çalışan kendisi değilmiş gibi heyecanla atıldı ve "İlk el benim!" diye bağırarak kendini televizyonun karşısındaki koltuğa attı. Kamer'le Gökay da hızla Koray'ın yanındaki yerlerini aldıklarında kafamı sallayarak güldüm. Kesinlikle normal değildik. Normal kelimesinin yakınından bile geçemiyorduk ama mutluyduk. Yaptığımız onca saçmalığa rağmen deli gibi eğleniyorduk ve bence hayat buydu. Normal olmanın kime ne faydası vardı ki? Arkadaşının çorabını diğerinin ağzına tıkmadıktan, gece uyurken saçını boyamadıktan, kıyafetlerini saklamadıktan ya da ne bileyim akla gelebilecek her türlü şaklabanlığı yapmadıktan sonra dost olmanın ne manası vardı?

Halimden memnundum. Bu dört aptalla karşılaşmak hayatımda başıma gelen en iyi şeylerden biriydi ve bunun için ne kadar şükretsem azdı, biliyordum.

ღღღ

"Ulan dangalak Gökay! Senin yüzünden yeniliyoruz, düzgün oynayamıyor musun oğlum sen?"

Sinirle söylenip kafasına vurduğumda eliyle kafasını ovdu Gökay.

"Ooo," dedi çocuk gibi dudaklarını büzerek. "Her yenildiğimizde suçu bana atacaksan işimiz var abi!"

"Düzgün oynayamayan sensin lan! Baksana ne kadar mükemmel oynarsam oynayayım kurtaramıyorum durumu!"

Oyun oynamaya başladığımızdan beri sinir krizi geçirmemek için zor duruyordum. İkiye iki oynayacağımız için Feza seve seve -ona göre Derin'le oturmak varken oyun kim köpekti- oynamamayı kabul etmişti. Koray'la Kamer de çorap olayından dolayı bana tavır aldıklarında mecburen Gökay'a kalmıştım. Her şeyde olduğu gibi bu oyunda da en harika olan bendim lakin Gökay zibidisi mükemmelliğimi baltalıyordu. Buna daha fazla dayanamayacağımı anladığımda, "Lan Feza, gel de sen oyna yoksa elimden bir kaza çıkacak," diyerek oturduğum koltuktan kalktım. Feza pek de yerinden kalkmak istemiyor gibi görünse de ricamı -ya da kibar emrimi- geri çevirmedi ve Derin'in yanından kalkarak benim yerime geçti. Ben de Derin'in yanına doğru ilerlerken elindeki telefona odaklandığını gördüm; Feza'nın telefonuna.

Vücudumu Feza'nın biraz önce oturduğu yere bıraktıktan sonra kolumu Derin'in omzuna attım. Başını kaldırıp bana baktığında gözlerinin dolduğunu gördüm. Niye duygulandığını anlamayarak kaşlarımı çattım ve başımı çevirerek telefona baktığımda, ekranda Derin'in habersiz çekilen bir fotoğrafı olduğunu fark ettim. Telefonu elime almadan elimi uzatarak ekranı sağa kaydırdım. Telefonun ekranını Derin'in başka bir fotoğrafı kapladığında birkaç kere daha aynı şeyi yaptım. Derin'in farklı farklı bir sürü ve çoğu habersiz fotoğrafını gördüğümde, şaşırarak Feza'nın bunları ne ara çektiğini düşündüm. Allah bilir, kaç tane fotoğraf vardı burada?

"Sana bahsettiğim fotoğrafı hatırlıyorsun, değil mi?" diye fısıldadı. Feza'nın ona karşı olan hislerini anlamasına öncülük eden fotoğraftan bahsettiğini anlayarak kafamı salladım. "Tahmin ettiğim gibi habersiz çekmiş. Üstelik sadece onu değil... Yüzlerce habersiz çekilmiş fotoğrafım var burada Mert." Kafasını salladı iki yana, inanmakta zorluk çekiyor gibiydi. "Sen biliyor muydun?" diye sordu bana dönerek. Sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla konuşuyordu. Gerçi sesli konuşsa da diğerleri oyuna öyle dalmışlardı ki bizi duyabileceklerini hiç sanmıyordum.

Kafamı yavaşça kaldırarak Feza'ya kısa bir bakış atarken "Yani," dedim. "Birkaç resmini görmüştüm ama bu kadar fazla olduğunu ben de bilmiyordum."

"Çok fazla acı çekmiş olmalı," diye mırıldandı titreyen sesiyle.

"Çok," dedim, derin bir nefese ihtiyaç duyarak dudaklarımı aralarken. Ben Feza'nın omzumda ağlayışına dahi şahit olmuştum. Koskoca adam benim omzumda ağlamıştı. Küçük bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamıştı. Bunu nasıl anlatabilirdim ki? Bu... Nasıl anlatılırdı, Allah aşkına?

Bir adam kolay kolay ağlamazdı. Gözyaşı öyle kolay dökülmezdi yanağına. Birikirdi acı yürekte. Birikir, birikir ve birikirdi. En sonunda öyle bir noktaya gelirdi ki kelimeler kâfi gelmezdi anlatmaya. Söze dökülemezdi belki ama gözden akan damlalar anlatmanın da ötesine geçirirdi. Boğazdan kopan o sinsi hıçkırık yerle bir ederdi bütün her şeyi. Yıkardı, mahvederdi.

Bu dörtlünün içinde ilk Feza tanışmıştı Derin'le. Tanıştığı gibi tutulmuştu da ama söylememişti bana. Sonradan öğrendim kızacağımı sandığı için söyleyemediğini. Bizim bu beşli grup olduktan sonra meğer ilk bizim çocuklara açmış içini. Hatta o zamanlar Kamer ağzımı aramıştı da neden öyle saçma sapan sorular sorduğunu anlamamıştım. Meğer gönlünün bir derdi varmış... Sonra bir gün çocukların verdiği cesaretle anlatmıştı bana duygularını.

Hâlbuki niye kızacaktım ki ben? Neyine kızacaktım? Sonuçta öz abisi değildim Derin'in. Hoş öyle de olsa kızmazdım. 'Sen benim kardeşime nasıl yan gözle baktın?' demezdim, diyemezdim. Ne haddimeydi böyle bir şey demek, aşkın ne olduğunu bilirken? Yaşamamıştım belki ama nelere mal olduğunu gözlerimle görmüştüm. Çocukluk arkadaşım Melis ve sevgilisi Batu'dan sonra değişmişti bütün fikirlerim. Onların o yaralı aşkları çok şey öğretmişti bana, bize, herkese. Melis'in hep dediği gibi; kalpti bu, kimin için atacağı belli olmuyordu.

Derin'in elini koluma koymasıyla ayrıldım beni içine çekerek hapseden düşüncelerimden. Dalgın bakışlarımla ona döndüğümde yüzündeki telaşlı ifadeyle elindeki kendi telefonunu salladığını gördüm ve anlamayarak "Ne oldu?" diye sordum.

"Mert... Onur arıyor," dedi, yüzünden rahatça okunan dehşet ifadesiyle. "Ne yapacağım?"

Vücudum hızla gerilirken sinirle kaşlarımı çattım. O dingili zamanında öldürmeyerek hata yapmıştım.

"Reddet," dedim sertçe. "Hatta engelle, bir daha arayamasın it oğlu it."

Kafasını sallayarak "Olmaz," dediğinde, tepkisine şaşırarak gözlerimi büyüttüm. Tepkimden korkarak "Öyle değil," dedi hemen, açıklamaya girişerek. "Yani engellemek çözüm değil. Öyle yapsam bile başka telefonla arar."

"O zaman ver ben konuşayım. Bir daha arayamamasını sağlarım," deyip elindeki telefona uzandım ama telefonu arkasına saklayarak kafasını iki yana salladı. "Güçsüz görünmek istemiyorum Mert. Onun için telefona çıkamayacak kadar acı çektiğimi düşünsün istemiyorum. O pisliği daha fazla mutlu etmek istemiyorum. Vazgeçilmez olmadığını anlamasını istiyorum."

Derin'in haklı olduğunu bilsem de telefonu açıp konuşmasını kesinlikle istemiyordum. Tam bunu kelimelere dökmek için dudaklarımı araladığım sırada Feza'nın sesi düştü aramıza.

"Ne yapıyorsunuz siz öyle?"

Feza'nın tedirginliği her hecesinden belli olan sorusunu duyduğumuzda, ikimiz de aynı anda kafamızı çevirerek ona döndük. Sadece Feza değil, hepsi bize dönmüş meraklı gözlerle bizi izliyorlardı.

Biz cevap vermeyince Feza'nın kaşları çatıldı. "Size diyorum," dedi sertçe. "Telefon çalmıyor mu? Niye açmıyorsunuz telefonu?"

Feza'nın sorusuyla ben bile gerilmiştim. Doğruyu söylesek üzülür müydü? Yoksa ateş topuna mı dönerdi? Emin olamıyordum.

Derin telefonunun titremeyi bıraktığını görünce rahatladı ve telefonu havaya kaldırarak salladıktan sonra "Kapandı da ondan," dedi. Tam ucuz yırttığımızı düşünmeye başladığım sırada lanet telefon yeniden titremeye başlayınca ciddi anlamda tırstım. Ben içimden lanetler okurken, Feza kaşlarını gözleriyle birleştirmek istercesine iyice çatarak ayağa kalktı ve yavaş adımlarla yanımıza geldi. Önce benim sonra da Derin'in gözlerinin içine baktıktan sonra arayanın kim olduğunu anlamış olacak ki çenesi kasıldı ve hızla uzanarak Derin'in elindeki telefonu aldı. Yüz ifadesinin sertliğine ve vücudunun gerginliğine tezat bir rahatlıkla telefonu açıp yavaşça kulağına götürdü.

"Evet?"

Derin'in gözlerine bakarak konuşmuştu. Derin'e döndüğümde biraz önceki telaşının olmadığını gördüm. Sanki... Suçlu gibi bakıyordu, özür diler gibi.

Karşı taraftan gelen ayı anırmasının -ayılar anırmıyor olabilirdi ama bence ancak anırsalar böyle bir ses çıkarabilirlerdi- ardından Feza, sakinliğinden taviz vermeyerek "Evet, burada," dediğinde, Onur'un sesinin iyiden iyiye yükseldiğini fark ettim. Onur iti sinirlendikçe, Feza daha da rahat bir şekilde cevap veriyordu. Bunu pislik herifi delirtmek için bilerek yaptığına yemin edebilirdim.

Feza'nın dudakları gevşek bir şekilde kıvrılırken "Yo," dedi, rahatlığından ödün vermeyerek. Bunun üzerine it herif öyle bir haykırmıştı ki sesi odanın içinde yankılanmıştı. "Onun telefonlarını neden sen açıyorsun lan!"

Feza tatlı bir şekilde sırıttı. Lakin eğlendiğinden değil de sinirlendiği için sırıttığı fazlasıyla belli oluyordu.

"Sevgilimin telefonunu açarken sana mı soracağım?"

Feza'nın sorduğu soru üzerine, Onur'un kısa bir anlık duraksamanın ardından "Ne saçmalıyorsun lan sen?" diyerek tekrar bağırmasıyla Feza daha fazla dayanamayacağını anlamış olsa gerek hızlı adımlarla odadan ayrıldı ve yan odaya geçtikten sonra kapıyı çarparak kapattı.

Derin kapının sesiyle yerinde sıçradıktan sonra ellerini yüzüne kapatarak ağlamaya başladığında onu hızla kendime çektim ve kollarımı küçük bedenine sardım. Boğazından kopan küçük bir hıçkırık omzuma konduğunda kollarımı sıkılaştırarak "Şşt," dedim yavaşça. "Ağlama güzelim, bunlar da geçecek. Göreceksin."

Derin, titreyen sesiyle "Canım çok acıyor," diye fısıldayınca ne diyeceğimi bilemeyerek sustuğumda; Feza birden içeri daldı ve koşar adımlarla yanımıza gelerek karşımıza dikildi. Bakışları omzumda ağlayan Derin'e kaydığında elindeki telefonu hızla koltuğa fırlattı ve hemen ardından aynı eli bacağının yanında yumruk oldu. Diğer elini de yüzüne götürerek burun kemerini sıktığında düşünüyor gibiydi. Sanki bir şey yapmak istiyordu da, yapıp yapmamak konusunda ikilemde kalmıştı.

En sonunda ne yapacağına karar vermiş olmalı ki burnundaki elini hızla indirdi ve omzumun üzerinden ona mahcup bakışlar atan Derin'i kolundan tuttuğu gibi ayağa kaldırdı. Çok kısa bir süre Derin'in gözlerinin içine baktıktan sonra hiçbirimizin beklemediğine emin olduğum bir şey yaptı.

Derin'in dudaklarına yapıştı.

Diğerleri ve hatta Derin gibi gözlerim şaşkınlıkla kocaman olurken, Gökay ıslık çalınca boğazımı kabaca temizleyip önüme döndüm. Kuzenimle en yakında arkadaşlarımdan birinin öpüşmesini görmek, en son isteyeceğim şey bile değildi doğrusu.

"Seni kandıramam."

Feza'nın titreyen sesini duyduğumda öpüşmeyi bitirdiklerini anlayarak kafamı tekrar onlara çevirdim. Feza, Derin'in yüzünü canını acıtmaktan korkarcasına nazik bir şekilde avuçlarının içine almış, sanki Derin bu hayatta gördüğü en güzel şeymiş gibi gözlerinin içine bakarak konuşuyordu.

"Canın yanacak, hem de çok yanacak ama gün geçtikçe acın azalacak. Bunu beraber başaracağız, Derin. Söz veriyorum... Benden isteğini yerine getirecek ve onu unutmanı sağlayacağım. Hatta belki benim kadar olmasa bile beni seveceksin," deyip burukça gülümsedi ve hafifçe omuz silkti Feza. "İnan bana, bir gün bunların hepsi olacak. Sadece biraz zamana ihtiyacımız var."

Derin gözlerini kırpıştırarak Feza'ya bakarken, yanakları gözyaşlarıyla ıslanmaya devam ediyordu. Feza hafifçe eğilerek Derin'in burnunun ucunu öptü ve "Senden istediğim tek bir şey var," dedi yalvarırcasına. "O da bana inanman... Bana inan, Derin. Sana olan aşkıma inan, sevgimin seni iyileştireceğine inan ve ne olur verdiğin sözü tut. Bana yardımcı ol ve lütfen beni hayal kırıklığına uğratma."

Feza'nın ağır sözleri kalbimi yumruklarken, başımı çevirerek diğerlerine döndüm. Şaşkın ve bir o kadar da durgun bakışlarla Feza'yı izliyorlardı. Yüz ifadeleri ne kadar etkilendiklerini bas bas bağırıyordu. Ah, bu hiç bizlik değildi.

Bu kadar dramın yeterli olduğunu düşünerek ortalığı karıştırmak için ayağa kalktım. Ben olaya el atmazsam bu gece bu evde ağlamayan kimse kalmayacaktı ve böyle bir şeye kesinlikle izin vermezdim.

"Ya Feza," dedim alayla. "Her şey iyi, güzel de sen bu aşk itirafları yaptığın kızın on yaşındaki halini, daha doğrusu on yaşındayken nasıl yemek yediğini hiç gördün mü? Yani hevesini kaçırmak istemem tabii ama tehlikeli sularda yüzüyorsun kardeşim, bence iyi düşün."

Derin kocaman olan gözleriyle hızla bana dönerek "Mert seni döverim!" diye bağırdığında, tehdidini hiç takmadım ve ona ağlamayı unutturduğum için kendimi tebrik ettim. Feza'nın gözleri, Derin'in de tepkisi üzerine şaşkınca ikimiz arasında gidip gelirken bariz bir merakla "Nasıl yiyordu ki?" diye sordu.

Ah, ne harika bir adamdım! Yine bütün ipleri elime almış ve herkesin kafasını karıştırmıştım.

Derin'in ateş saçan mavilerine bakarak sırıtırken tehdidinin bir kulağımdan girip diğerinden çıktığını göstererek kollarımı iki yana açtım ve "Dene istersen," dedim, alayla. Normalde olsa dişlerini vücuduma geçireceği için bir nebze olsun korkardım ama şu an bunu düşünemeyecek kadar telaşlanmıştı.

Benim onu kale almadığımı anlamış olacak ki benden ümidini kesti ve hızla Feza'ya döndü. Ellerini saçma bir şekilde havada sallarken "Saçma bir küçüklük resmi," diyerek açıklamaya koyuldu. "Cidden, Feza... Hiç önemli bir şey değil. Bakmaya bile değmez, yani o derece."

Derin telaşla Feza'yı ikna etmeye çalışırken Feza'nın dudakları usulca kıvrıldı. Derin'i böylesine korkutan şeyin ne olduğunu merak ettiğine adım kadar emindim. Ciddi anlamda ortalığı karıştırmıştım, bunun farkındalığıyla sırıtışımı büyüttüm. Aslına bakarsanız şuan odada tek sırıtmayan kişi Derin'di ve Derin'le ben hariç diğer herkes merakla bizi izliyordu. Sonuçta hiçbirinin öyle bir fotoğrafın varlığından haberi yoktu.

"Valla," dedim Derin'in yakarışlarının ardından lafa girerek. "Bence bakmaya fazlasıyla değer."

"Nasıl bir fotoğraf ki?" diye sorarak araya girdi Gökay. Sonra açıklamak istercesine devam etti. "Yani nasıl yemek yiyordu da görmemizden böylesine korkuyor?"

Gökay'a imayla bakarken "Derin o zamanlar ağzıyla yemiyormuş diyeyim sen anla," dediğimde, Kamer sırıtışını büyüttü ve kahve sipariş eder gibi "Biraz önceki dramdan sonra bir kahkahanı alırım Mert," dedi. Diğerleri de onu onaylayarak gülmeye devam ederlerken "Hay hay beyler," dedim sahte bir heyecanla. "Yeter ki siz isteyin!"

"Mert! Hayır!" diye bağırarak bana yönelen Derin'i, Feza belinden tutarak kendine çekti ve kollarını Derin'in narin vücuduna doladı. Onun etkisiz hale getirildiğini gördüğümde "Evet, Derin'im, evet!" diyerek haince gülümsedim ve hızla odadan çıktım. Yüzümdeki büyük sırıtışla odama girdikten sonra ne olur ne olmaz diyerek kapımı kilitledim. Daha sonra dolabıma dönelerek kapağını açtım ve kıyafetlerimin arkasına sakladığım ufak kutuyu dışarı çıkardım.

Ne? Hep kızların mı böyle kutuları olmak zorundaydı? Benim de vardı işte. Küçükken böyle şeylere meraklıydım ve benim için önemli -tabii bazen şantaj için gerekli olan şeyleri de- eşyaları bu kutuya saklardım. İçindekileri zar zor sığırsam da başka kutu almak istemediğim için bu kutuyla idare ediyordum.

Kapağını açtıktan sonra özgürlüğüne kavuşan kuş misali kutunun içinden fırlayıp yere düşen kâğıdı pek önemsemedim ve Derin'in fotoğrafını aramaya başladım. O kadar şeyin içinde zar zor da olsa nihayet fotoğrafı bulduğumda sırıttım ama fotoğrafa bakar bakmaz sırıtışım hızla silinmiş ve yerini iğrenme ifadesine bırakmıştı. Ulan ben bile hayatım boyunca böyle iğrenç yemek yememiştim!

Kutuyu zar zor kapatıp dolaba tıkıştırdıktan sonra kusmak istemediğim için elimdeki fotoğrafı ters çevirip kapıya doğru ilerledim lakin elim kapı kilidine uzandığında duraksadım. Şimdi muhabbeti değiştireyim diye Derin'i bir güzel harcamış ve bu harcama işinde fazlasıyla başarılı olmuştum olmasına ama ya Derin beni daha sonra lime lime ederse -ki mutlaka edecekti- o zaman ne yapacaktım?

"Aman," dedim omuz silkip. "Bu zamana kadar beni yemekle az mı tehdit etti? Onların öcünü alacağım işte."

Kendi kendime konuşarak haklı olduğuma karar verdikten sonra kilidi çevirip kapıyı açtım ve içeriye doğru yol aldım. O an için Derin'in bundan sonra bana yapabileceği şeyleri düşünmeyi reddediyordum.

Yüzüme tekrar yayılan sırıtışla birlikte odaya girmemle, Derin'in Feza'nın kolunu ısırıp, kıskacından kurtulduğu gibi koşarak üzerime atlaması bir oldu. Üzerimde Derin'le birlikte yere düşünce belimin acısıyla inledim. Neyse ki Derin elimdeki fotoğrafı alamadan aramıza giren Gökay, fotoğrafı çekip almıştı.

Derin sinirle kafamı ısırıp diş izlerini kafatasıma çıkardıktan sonra -ki emin olun bu ilk değildi- sızlanarak yüzünü boynuma gömdü. Gökay'ın birkaç saniyelik duraksamasının ardından yarılarak gülmeye başlamasıyla Koray ve Kamer de koşarak Gökay'ın yanına gittiler ve aynı onun gibi anırarak gülmeye başladılar. Öyle ki Kamer gözünden akan yaşları silerken önünü görememiş olsa gerek yere düşmüş ve diğer iki dangalağı da peşinden düşürmüştü. Ancak bu onların gülmeye devam etmelerine engel olamamıştı.

Derin başını kaldırmadan aynı şekilde dururken ben belimin acısını unutmuş sırıtarak bizimkileri izliyordum. En sonunda merakına yenik düşen Feza da yanlarına gidip eğilerek Gökay'ın elindeki fotoğrafı aldı ve baktı.

Baktı.

Baktı.

Baktı.

Yüzümdeki sırıtış hızla silinirken diğerleri de gülmeyi bırakıp Feza'yı izlemeye başladılar. Feza hala ifadesiz bir şekilde fotoğrafa bakarken, Derin de odaya hakim olan sessizliğe şaşırmış olsa gerek kafasını hafifçe kaldırdı ve kısık gözleriyle Feza'ya baktı.

Eğer Feza salağı o fotoğrafa baktıktan sonra Derin'e dönüp 'çok tatlı çıkmışsın' derse cidden şuraya yığılabilirdim. Gerçi şu anda yerdeydim ama konumuz kesinlikle bu değildi.

Feza kafasını yavaşça kaldırıp Derin'e baktığında dudaklarını birbirine bastırdığını gördüm. Cidden aşkın gözü bu kadar kör olabilir miydi? O fotoğrafa kahkaha atmayacak kadar?

Derin Feza'nın gülmeyeceğini anlayıp derin bir nefes vererek üzerimden kalkarken ben hala şokla yattığım yerden Feza'ya bakıyordum. Cidden bu kadar aptal olamazdı!

Tam Feza'ya okkalı bir küfür sallamak için ağzımı açmıştım ki Feza'nın birden yere yatıp kahkaha atmaya başlamasıyla ikinci bir şoka daha girdim. Derin'in zaten ufak olan yüzü kırmızıdan mora doğru hızla yol alırken, ayaklarını yere vura Feza'nın yanına gitti ve elindeki resmi sertçe çekip aldı. Hiçbir şey demeden fotoğrafı parçalara ayırıp yere attı ve hemen ardından ateş saçan mavilerini üzerimizde gezdirdikten sonra odadan çıktı. Çıkmadan önce bana güzel bir tekme atmayı da unutmamıştı tabii.

Feza, Derin'in odadan çıkışını izledikten sonra gözünden akan yaşları silerken "Abi," dedi. "Gülmemek için kendimi tuttum. İnanın bunun için çok uğraştım ama beceremedim. Ya o nasıl yemek yiyiştir!"

Feza'nın yeniden gülmeye başlamasıyla bu sefer biz de yeniden kahkahalara boğulduk. Neyse ki Feza'yı kaybetmemiştik. Yani, henüz...

Kafamı tutarak ayağa kalkarken "Ufak tefek bir şey ama çok fena ısırıyor vicdansız. Kafama 32 dişinin izi çıktı kesin," diyerek söylendim. Tecrübeli olduğum için Derin'in kafamda bıraktığı diş izlerini hayal edebiliyordum.

Benim ardımdan diğerleri de ayağa kalkarken Feza odanın çıkışına doğru ilerledi. Muhtemelen Derin'in gönlünü almaya gidiyordu. Aslında benim de almam gerekiyordu, yoksa yarınki kahvaltıma elveda diyebilirdim.

Bunu Feza'dan sonra yapmaya karar verip "Neyse," dedim oyun konsoluna doğru ilerlerken. "Bunlar uzun bir süre daha gelmez, en iyisi oyun oynayalım. Bu arada Gökay, sakın yanıma yaklaşayım deme kardeşim."

ღღღ

Oflayarak odama girdikten sonra kapıyı kapatıp odanın ışığını yaktım. Bizimkiler gideli yaklaşık yarım saat kadar oluyordu ve ben onlar gittiğinden beri odasının kapısından ağrı Derin'e yalvarıyordum ama bırakın affetmeyi, odadan içeri bile almamıştı. Sonunda kaderime razı gelmiş ve pes etmiştim. Yarın da mecburen okula aç gidecek ve kantinde bir şeyler atıştırmak zorunda kalacaktım.

Ah, bu benim için felaket gibi bir şeydi!

Asık suratımla birlikte dolabıma yönelip içinden eşofmanlarımı çıkardım ve üzerimi değiştirdim. Çıkardığım kıyafetleri odamın içindeki koltuğun fırlattıktan sonra eşofmanları aldıktan sonra kapağını kapatmayı unuttuğum dolabın yanına doğru ilerledim. Elim arka kapağa uzandığı sırada ayağıma bir şey batınca kafamı hızla yere eğdim ve yerdeki kâğıdı gördüm. Bunun, Derin'in fotoğrafını alırken yere düşürdüğüm kâğıt olduğunu anımsayınca yavaşça eğilerek katlanmış kâğıdı yerden aldım. Sararmış kâğıdın tersini çevirdiğimde gördüğüm el yazısı bir anlık duraksamama neden oldu. Kâğıdın üstünde 'Süper Kahramanım; Mert'e' yazıyordu. Kaşlarım usulca çatılırken kâğıdı yavaşça açtım. Dışındaki gibi eğik ve çarpık bir el yazısıyla yazılmış bir mektup olduğunu anladığım kâğıdın sağ alt köşesinde gördüğüm isimle gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

Ah, hayır. Bu olamazdı.

Boğazımda oluşan yumruyu göndermek istercesine yavaşça yutkundum ve kahvelerimin kâğıttaki kelimelerin üzerinde gezinmesine izin verdim.

Sevgili Süper Kahramanım Mert;

Biz yarın sabah taşınıyoruz. Bu yüzden artık sana gönül rahatlığıyla her şeyi söyleyebilirim. Ne de olsa bir daha beni göremeyecek ve benimle dalga geçemeyeceksin!

Bu zamana kadar bana bir sürü şaka yaptın. O korkunç şakaların benim kalbimi çok kırdı ama ben sana bunu hiç söylemedim. Beni hep küçük gördün ama ben küçük değilim! Çocuk hiç değilim!

Beni kurtardığın o gün sana âşık oldum. Bu yüzden her zaman yanına geldim ve peşinden ayrılmadım. Annemin dediğine göre seninle tanışalı tam iki yıl olmuş. Merak etme, iki yılın ne kadar gün ettiğini biliyorum. Öğretmenimiz geçen hafta öğretmişti. Gerçekten çok fazla gün ediyor.

Sen beni hep çocuk gibi sevdin. Saçlarımı çektin, yanaklarımı sıktın, yüzümü boyalarımla çizdin ve bazen de elimden tutup okula götürdün. Ben bunları hep yanlış anladım. Senin de beni sevdiğini sandım ama yanılmışım. Annem hep sana abi demediğim için kızıyordu ama ben dinlemiyordum. Çünkü sen benim abim değilsin, sen benim süper kahramanımsın ve ben seni çok seviyorum!

Hani beni sürekli beni kurtarmak zorunda kalıyordun ya... Aslında ben onları bilerek yapıyordum. Senin yanındayken beni kurtarasın diye bazen yola atlıyordum, bazen de düşecekmiş gibi yapıyordum. Sen de beni hep kurtarıyordun. Sonra çok kızıyordun tabii bana ama hiç umurumda olmuyordu. Bir daha kurtarmayacağını söylüyordun sürekli ama ben inanmıyordum. Çünkü sen benim süper kahramanımdın. Süper kahramanların işi buydu ve sen beni hep kurtarmak zorundaydın!

Yarın babamın işi yüzünden başka yere taşınıyoruz. Bunu ilk duyduğumda çok ağladım çünkü senden ayrılmak istemiyordum. Ama artık hiç üzülmüyorum! Şimdi gitmek istiyorum çünkü sen beni hep üzüyorsun. Artık seni görmek istemiyorum!

Her gün o kızın yanındasın. Bugün de gördüm seni. Yine onun için kantinden tost aldın! Hâlbuki benim için hiç kantine gitmedin. Hatta hep beni gönderirdin! Sen beni hep küçük gördün. Bana 'bıcırık' deyip durdun ama ben bıcırık de-ğil-im! Ben Beril'im!

Bıktım artık senden, duydun mu?

Oh! Canıma değsin! Yarın kurtulacağım senden! Bir daha benden bir şey isteyemeyecek ve saçlarımı çekemeyeceksin! Beni küçük çocuk yerine koyamayacaksın! Kantine de kendin gitmek zorunda kalacaksın!

Bu mektubu yarın gitmeden önce sana vereceğim ve sana son kez sarılacağım. Sonra da seni sonsuza dek unutacak ve kendime yeni kahramanlar bulacağım!

Sana hiç abi demedim, demeyeceğim de. Ama artık kahramanım da demeyeceğim. Çünkü artık seni istemiyorum. Gideceğim yerde kendime yeni bir kahraman bulup ona âşık olacağım! Sende üzüntüden öleceksin! Ha-ha-ha!

Ay, annem geliyor! Mektubu görmemesi lazım, o yüzden burada bırakıyorum. Hoşça kal artık süper kahramanım olmayan Mert! Seni hiç özlemeyeceğim!

Beril Karaman.

*Bu Beril küçükken çok fena değil miymiş, sizce de? 😂 Siz onun yerinde olsaydınız, süper kahraman yerine koyduğunuz birine böyle bir mektup yazabilir miydiniz? Düşüncelerinizi benimle paylaşın, okuyacağımdan emin olabilirsiniz!🌹

*Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen ♥

*Bir aksilik çıkmadığı takdirde haftaya bugün yeni bölümde tekrar buluşuyoruz, o güne kadar kendinize çok iyi bakın!

İnstagram: rabiiaosma

Continue Reading

You'll Also Like

287K 17.3K 13
"Sizin de var mı bekleyemem diyeniniz?" Kaşları çatıldı ve bir süre yüzüme baktı. Tok sesiyle konuştu. "Bizde tek yol, vatan yoludur. Beklemek istiyo...
1M 43.4K 42
0545* Sizi "MAFYA" adlı gruba ekledi #Romantizm kategorisinde 1.Sıra✨ #3Ay kategorisinde 1.Sıra✨ #Siyah kategorisinde 1.Sıra✨ #Esir kategorisinde 1.S...
Haz By 🍀

Romance

179K 2.1K 16
"Siktir, kırmızı senin rengin." Sütyenimin açıkta bıraktığı göğüslerimi öpmeye başladı. Bir eliyle kalçalarımı sıkıyor diğeriyle de kasıklarımı okşuy...
57.3K 5.7K 149
Çocukluktan beri arkadaş olan 3 arkadaş, Serkan, Cemre ve Güney... Ve onların hayatlarına dahil olup tüm dengeleri bozacak yeni insanlar...