SIR MUHAFIZI-MAVİ

TamKalgar által

39.5K 3.7K 1.7K

Atmacanın karanlıkta kayboluşunu izleyen yabancı "Artık beyaz şahin için endişelenmemize gerek yok" dedikten... Több

Giriş ve Bilgilendirme
HARİTA
Bölüm 1/Muhafız
Bölüm 2/Geçit Korucuları
Bölüm 3/Ulu Kral
Bölüm 4/Altın Kraliçe
Bölüm 5/Sır Muhafızı
Bölüm 6/Avcı
Bölüm 7/Huran Yaylaları
Bölüm 8/ Arkona
Bölüm 9/ Altın Kraliçe
Bölüm 10/ Yetim
Bölüm 11/ Sır Muhafızı
Bölüm 12/ Kara Prens
Bölüm 14-Yaver
Bölüm 15/Kırmızı Kristal
Bölüm 16/ Demir Kral
Bölüm 17/ Akşehir
Bölüm 18/ Balay Beyin Oğlu
Bölüm 19/Çırak
Bölüm 20/Pays
Bölüm 21/ Fedaibaşı
Bölüm 22/ İmparator
Bölüm 23/ Arkona Kralı
Bölüm 24/ Huranlı
Bölüm 25/ Karaderili
Bölüm 26/ Altın Kraliçe
Bölüm 27/ Yüzbaşı
Bölüm 28/Çırak
Bölüm 29/ Dur Şehri
Bölüm 30/ Ulu Kral
Bölüm 31/ Mahkum
Bölüm 32/ Elvin
Bölüm 33/ Karaderili
Bölüm 34/ Çırak
Bölüm 35/ Kunawa
Bölüm 36/ Mahkum
Bölüm 37/ Avcı
Bölüm 38/Aybar
Bölüm 39/ Kara Prens
Bölüm 40/ Kraliçe
Bölüm 41/ İmparator
Bölüm 42/ Sır Muhafızları
Bölüm 43/ Kale Lordu
Bölüm 44/ Çırak
Bölüm 45/Demir Kral
Bölüm 46/Kara Prens
Bölüm 47/Arkona Kralı
Bölüm 48/Kara Orman
Bölüm 49/Hisar Muhafızı
Bölüm 50/Altın Kraliçe
Bölüm 51/Huran Hanı
Bölüm 52/ Tam Kalgar
Bölüm 53/Aybar
Bölüm 54/Çırak
Bölüm 55/Dur Şehri
Bölüm 56/ Altın Kraliçe
YENİ KİTAP

Bölüm 13/Kristal Taşıyıcısı

665 70 35
TamKalgar által

Bölüm 13

KAZAL DÜZLÜKLERİ/Kristal Taşıyıcısı

      Asar kızgın bir homurtu çıkarınca Aybar can yoldaşı Erduga'nın yakınlarda olduğunu anladı. Huysuzlandığında önüne geçilemez bir öfkeye kapılan aygırın bu huyunu bilen Aybar, hayvanı teskin etmek için kulağına eğilerek "Sakin ol oğlum" dedi.

      Ne zaman Erduga yakınlarda olsa huysuzlaşan Asar, ehlileştiği günden bu yana genç Huranlının yumruğunu unutmamıştı. Aybar'a sonsuz bir itaatle bağlı olan hayvanın, diğer insanlara, özellikle de Erduga'ya karşı pek nazik olduğu söylenemezdi. Tüm huysuzluğuna rağmen Asar nerde duracağını bilecek kadar zekiydi. Fırsatını bulduğunda ısırmak istercesine Erduga'ya uzanan aygır hiçbir zaman sonuna kadar gitmez, sadece dişlerini göstermekle yetinirdi. Erduga ise Asar'ın kendisine olan sevgisinden(!) zerre etkilenmişe benzemiyordu. Tam Kalgar'ın yeğeni her defasında güçlü aygırla dalga geçmeyi kendine huy edinmişti.

      Huran Yaylasından Kazal düzlüklerine indiklerinden bu yana yolun kuzey hattı boyunca uzanan Kara Orman daha bir gürleşip vahşileşmişti. Ormanın içinden çıkıp Huran diyarını birkaç parçaya bölen büyük nehri geçene kadar birlikte ilerleyen Kazal Boyu, nehirden sonra irili ufaklı obalar halinde kendi yurtlarına doğru ayrılmaya başlamıştı. Aybar'ın emriyle yüksek kayın ağaçları boyunca keşfe çıkan Erduga ve erleri sanki ormanı korurcasına gür ağaçların gölgesinden uzaklaşarak tekrar birliklerine katılmışlardı.

      Yaz sonu şenliklerinde yaylanın yiğitleriyle birlikte yay geren Aybar, akağaç ve kızıl manda boynuzundan yapılmış sert yayıyla babasının menzilini iki yüz on üç adım geçmiş, yaylanın düzlüğündeki en uzak noktaya kendi menzil taşını diktirmişti. Henüz on yedi yaşındaki genç Huranlı o günden sonra Tam Kalgar'ın yüz savaşçısının başına geçmişti. Böylece Aybar artık Balay Bey'in oğlu olmaktan öte, Koru Bey'in komutanlarının ve beylerinin arasına girmişti. Tam Kalgar bu yıl kabul edilen gençlerden sekseniyle birlikte tecrübeli savaşçılardan yirmisini onun komutasına bırakırken, gençlerden istediğini seçmesine de izin vermişti. Ancak Aybar sadece can yoldaşı Erduga'yı seçmiş, diğerleri arasında ayrım yapmamıştı. Bu davranışıyla bile takdir toplayan Aybar, yeni yetmelerin tereddütsüz sevgisini ve bağlılığını kazanmıştı.

      Bey obasının çoban köpekleri büyük bir dikkatle mesul oldukları sürünün kafilenin hızına uygun şekilde ilerlemesini sağlıyordu. Aybar'ın sürülerine çobanlık yapan Kocabaş da, kafilenin yüz adım kadar güneyinden ilerliyordu. Sürüdeki iyice semirmiş koyunlar arasında bile rahatlıkla seçilecek irilikteki çoban köpeği düz arazideki hafif bir yükseltiden etrafı kolluyordu. Hayvanın bej renkli sıkı kürküne karşın, yüzünü kaplayan tüyler siyah bir maske gibi görünüyordu. Cins hayvanın kıvrılmış kalın kuyruğu çoban köpeğinin istim üzerinde olduğunu gösteriyordu. Kocabaşın liderliğindeki son dört yılda Bey obasının sürülerine hiçbir kurt grubu yaklaşamamıştı.

      Obanın sürülerine yapılan son saldırının ardından, Kocabaş'ın babası olan Duman, kurt sürüsünün peşine düşerek Kara Ormanın derinlerine doğru gitmişti. Onurlarına çok düşkün olan bu çoban köpeklerinin sürülerine saldıran kurtları takip edilmesi görülmemiş bir durum değildi. Ancak büyük kurt sürüleri karşısında fazla şansı olmayan köpeklerin bu intikam güdüleri, çoğunlukla onların sonu olurdu. Huranlılar bu zeki yoldaşlarına atlarına olduğu gibi düşkün olduklarından, kıymetli köpeklerini sonu olmayan bir uğraşın peşinde kaybetmek istemezlerdi. Hele ki Duman gibi türünün en iyisi olan bir safkan kolayca gözden çıkarılamazdı. Tam Kalgar da Duman'ı göndermek istememiş, bu yüzden saldırının ardından hayvanı kalın zincirlerle bağlamıştı. Ancak hiçbir zincir Duman'ı durdurmaya yetmemişti. Daha o gecenin sabahında cins hayvan zincirini kırarak ormanda kaybolmuştu. Beklenenin aksine, güçlü köpek haftalar sonra yara bere içerisinde ama intikamını almış olarak evine geri dönmeyi başarmıştı. Ne yazık ki Dumanın aldığı ölümcül yaralar çok derindi ve şifacının hünerleri hayvanı kurtarmak için yeterli olmamıştı. Aybar'ın sezgileri, şimdi sürülerine hükmeden Kocabaş'ın da babasından aşağı olmadığını söylüyordu.

      Aybar Togu Han'ın şölen gecesinden bu yana düşünceliydi. Amcası Koru Bey Huran Hanına karşı hiç beklenmedik bir direnç gösterip açıkça Bozkır Hükümdarına karşı çıkmıştı. Beylerin çoğu daha o günden Koru beyi desteklemiş, hal ve tavırlarıyla da bu desteklerini belli etmişlerdi. Ancak Kazal Beyinin sözlerinden hiç etkilenmeyen, tersine duyduğu her sözle amcasına kinlenen biri de yok değildi. Şölen sofrasındaki tek kadın olan Prenses Hilio'nun hiçbir hareketi, hatta yüzünün en ufak bir ifadesi bile Aybar'ın gözünden kaçmamıştı. Balay Beyin oğlu Togu Han'ın yiğit yüzünü hatırladıkça, Tar Prensesinin ne kadar tehlikeli olduğunu daha iyi anlıyordu. Böyle mert bir çehrenin sahibi, hangi zehirli fikirlerle kendi insanlarından uzaklaştırılırdı ki? Aybar Prenses Hilio'nun, Togu Hanın oğullarını nasıl büyüttüğünü merak etti. Bozkır halkının bir sonraki lideri Prensesin üç oğlundan biri olacaktı. Ancak bu çocuklar bir Huranlı olarak mı yetişiyordu yoksa Bir Tarlı olarak mı? Aybar bunun cevabını henüz bilmiyordu. O zaman Tam Kalgar'ın "Aslandan doğan aslan olur yeğenim" deyişini hatırladı. Peki burada aslan kimdi? Togu Han mı yoksa Hilio mu? Genç Huranlının içine doğan cevap açıktı. Han çadırının aslanı Prenses Hilio'dan başkası değildi.

      Aybar'ın bir kez daha hatırladığı ziyafet gecesinde, Kazal'ın soylu Beyi Koru Bey saygısı hiç eksilmeyen bir halde konuşmuş, ancak o saygısı eksilmeyen haliyle Togu Han'a çok ağır sözler söylemişti. O gün duyduklarından sonra Aybar ister istemez bu yaşlı adama saygı duymuştu. Oysa aynı kanı taşımalarına rağmen çocukluğundan bu yanan kendisini yok sayan yaşlı adama karşı, Aybar tarifsiz bir kırgınlık duyuyordu. Koru Beyin sözleri diğer tüm genç Beyler gibi Aybar'ı da heyecanlandırmış, içindeki kırgınlık ateşini sönüp soğumuş küllere çevirmişti. Samimiyeti inkar edilemez itirazlarıyla Huran Beylerinin takdirini kazanan Koru Bey, öte yandan Prenses Hilio için de açık bir düşman haline gelmişti. Belki sadece Hilio için değil, Togu Han için de durum böyleydi. Aybar inanıyordu ki eğer aralarında bir ayrılık doğarsa, Huran Beylerinin büyük çoğunluğu Koru Bey'in arkasından giderdi.          Yaylanın Han çadırından bozkırın henüz sararmamış çimlerine dönen Aybar değişen havayı bedeninde hissetti. Henüz günler yeterince sıcak olmasına rağmen son on gündür değişen rüzgârlar yaklaşan güzün habercisiydi. Aybar geniş düzlüklerin güneyindeki, dönerek havalanan kırmızı leyleklere baktı. Büyük sürüler iki hafta önce göç etmeye başlamıştı. Bunlar belki de göç eden son sürüydü. Leylekler diğer göçmen kuşlar gibi kış aylarını kuzeyden çok daha ılık olan Hattilin ve Sarin ovalarında geçireceklerdi. Şimdi Karagöl kıyısında yerleşmiş olan turnaların göçleri için daha birkaç hafta vardı. Oradaki kuşlar için hava halen yeterince sıcaktı ve büyük gölün balıkları her mevsimde yeterince boldu.

      "Ormanın içlerinde büyük bir geyik sürüsü var"

      Aybar'dan önce Asar kızgın bir kişnemeyle Erduga'yı cevapladı. Asar'ın kişnemesine Naz'ın sütten kesilen melez taylarından biri eşlik etti. Erduga Asar'ın huysuzluğuna burun kıvırarak "Böyle kinci ve kızgın bir hayvana nasıl güvenebiliyorsun?" dedi.

      Aybar yarım bir gülümsemeyle arkadaşına baktı. Asar kadar olmasa da oldukça iri bir aygır olan Saye, Erduga'nın altında olduğundan daha ufak görünüyordu. Sakinleşmesi için Asar'ın boynunu sıvazlayan Aybar, "Ben onu yumruklamayı hiç düşünmedim de o yüzden" diyerek arkadaşını cevapladı.

      Devasa cüssesinden beklenmese de Erduga hatırlatılan her ayıbından dolayı kızaracak kadar hassastı. Belki de Aybar arkadaşının en çok bu huyunu seviyordu. Kendisi gibi Tam Kalgar'ın yeğeni de anasız babasız büyümenin kırılganlığını taşıyordu. Üstelik Erduga'nın Naz gibi ona annelik yapmaya hevesli bir atı dahi yoktu. Belki de bu yüzden Erduga'yı bu kadar seviyordu.

      Serin başlayan gün bozkırın yakıcı sıcağına dönerken, at üstündeki kadınlı erkekli Huranlılar obalarına doğru ilerlemeye devam ettiler. Atların gürültüsünden ürkmüş olacak ki, Aybar'ın sağındaki çimlerin arasından fırlayan bir tavşan Kara Ormana doğru kaçmaya başladı. Kendini gösterme gafletinde bulunan hayvan daha birkaç adım ilerleyemeden havada ıslık çalan bir okla yere serildi. Tartışılmayacak bir şey varsa o da Huranlıların amansız avcılar olduğuydu.

      Bey obasının intizam içerisinde ilerleyen uzun kafilesinden ayrılan genç bir kız vurulan tavşana doğu at sürdü. Sırtına astığı ince yaya aldırmayan avcı kız, atının üzerinde zarafetle eğilerek, boynundan vurduğu avını otların içerisinden aldı. Tavşan oldukça iriydi ve bu yaz başında evlenen Huran kızı iki kişilik çadırlarının akşam yemeğini hazır etmenin mutluluğundaydı.

      Güneş henüz görünmeyen Kara Gölün üzerinden yükselip tepelerine ulaştığında, Aybar sabah yediği doyurucu kahvaltıya rağmen acıktığını hissetti. Huran atları gün boyunca durmayıp ilerleyebilirdi. Bozkırın insanları için bu olağan bir durumdu ve gerekirse can yoldaşları olan bu hayvanlara güvenip, geceyi at sırtında uyuyarak da geçirebilirlerdi. Ancak yayla dönüşünde geceler dinlenmek içindi zira diğer hayvanların Huran atlarına yetişmesi düşünülemezdi. Ayrıca gün içinde alınan mesafe de yeterliydi.

       Balay Bey'in oğlu kafilenin çoğu gibi Asar'ın heybesine koyduğu kavrulmuş kuzu etini deri tulumunun içindeki tatlı kaynak suyu eşliğinde yemeye başladı. Yarım boy gerisinde at süren yeni yüzbaşısı Tancar, her zaman olduğu gibi gün ortasında bir şey yemiyordu. Otuz yaşlarındaki adam sakallarını bu sabah tıraş etmiş olmalıydı. Huran savaşçıları adet olduğu üzere sakallarını keserken bıyıklarının gür olmasıyla gurur duyarlardı. Aybar'ın genç yüzündekilerin aksine, Tancar'ın bıyıkları yeterince gürdü.

      Aybar yavaşça dönüp kendisini takip eden yüz atlısına baktı. Tam Kalgar, Aybar ve onun birliğine kafilenin ön tarafında ilerleyerek orman hattını kollama görevi vermişti. Aybar bunun aslında göstermelik bir vazife olduğunu biliyordu. Huran kafileleri özel bir korumaya ihtiyaç duymazlardı. Hele ki bu kadar kalabalıkken.

      Aybar'ın gözleri en ön grupta ilerleyen Tam Kalgar'ı aradı. Yaşlı savaşçı Koru Beyin hemen arkasında at sürüyordu. Günlerdir kafa yorduğu konular için komutanıyla konuşmak isteyen Aybar Bey, anladığı kadarıyla istediği gibi bir fırsat bulabilmek için akşamı beklemek zorundaydı. Huran Kafilesi yol boyunca çadır kurmadığı için gecelerini erlerinin yanında geçiren Aybar, bu akşam için bir istisna yapacaktı. Heybesinden ince sac ekmeğini ve soğuk kuzu etini çıkaran genç Huranlı akşam yemeğini Eysar ananın sofrasında yiyip yiyemeyeceğini merak etti. Üstelik Umayla'nın lor peynirli sac börekleri de çok güzel olurdu. Kendi kendine gülümseyen Aybar börek konusunu azıcık Erduga'nın kulağına çıtlatmasının yeterli olacağını biliyordu. İştahı Bey obasında nam salan Erduga Eysar Anayı ikna edemese bile, için bezdirene kadar börek yapması Umayla'ya ısrar ederdi nasıl olsa.

      Bu sabah Kazallara bağlı son Huran obasının da kendi kışlaklarına ayrılmasıyla beş bin çadırlık Bey obası yalnız ilerliyordu. Togu Han'ın sarı taşlardan inşa edilmiş Dur şehrinden sonra tüm Huran ülkesinin en kalabalık topluluğu Koru Beyin obasıydı. Bozkırın geniş düzlüğüne yayılan obalar, bir kaç yüz çadırlık üç beş büyük oba dışında elli çadırı geçmezdi. Koru Beyin savaşa hazır on beş bin atlısın üç bini, bizzat Bey obasında yaşıyordu.  

      Gün sona erip de güneş turuncu bir top halinde arkalarında alçalırken, kadını-kızı, koyunu-kısrağıyla on beş gündür ısrarlı yürüyüşünü sürdüren bozkır halkı nihayet kışlaklarına ulaşmadan önceki son menzillerine varmak üzereydiler. Safkan Huran atları diğer hayvanların ağır hızına uymaktan sıkıldıysalar bile bunu belli etmediler. Bozkırın düzlüğüne çıkan safkanlar dörtnala koşmaktan hoşlanırdı oysa.

       Kuzeyin süvarileri ticaretle uğraşmadıklarından ekseriyetle yurtlarının dışına çıkmazlardı. Ancak beş yılda bir Dar Geçitteki iki büyük hisardan biri olan Kara Hisar'ı korumak için yurtlarından ayrılırlardı. Akşehir'e bağlı diğer ülkelerde olduğu gibi, beş yüz Huran süvarisi kutsal nöbetleri için Altın Ovaların sonuna kadar giderdi. Sıradan atlarla aylar süren bu yolculuk, Huran süvarileri için kırk günden uzun sürmezdi. Tam Kalgar bir keresinde Diyarın o destansı savaşı için yola çıkan Ulu Huran Hanı Atta'nın, Akşehir'e kadar olan nerdeyse beş bin fersahlık mesafeyi, sadece bir ayda aştığını söylemişti. Nitekim Togu Han'ın ulakları da, Huran yurdunun en ücra köşelerine bir gün ve bir gece içerisinde ulaşmaktaydı.

      Orman tarafından gelen hafif bir esinti, huş ve meşe ağaçlarının artık dökülmeye başlayan yapraklarını patika yola doğru savurdu. Hemen hepsi bineklerinde ilerleyen Kazal halkı, kimi sararmış, kimi kızarmış ve artık canlılığını yitirmekte olan bu yaprakları çiğnediklerini fark etmediler bile. Birkaç meraklı kuzu orman yapraklarını kokladıysa da fazla oyalanmayı göze alamayıp, telaşla annelerinin peşinden koştular. Yayla mevsimi yine bereketli geçmişti ve Bey obası insanıyla hayvanıyla, gittiğinden daha kalabalık bir şekilde kışlağına dönüyordu.

      Aybar Asar'ı ehlileştirdikten sonra uzun yayla günlerini çoğunlukla yeni dostuyla uyum sağlamaya ayırmıştı. Genç Huranlı her fırsatta cins aygırla uzun koşulara çıkmış, hayvanın güçlü sezgilerine ve kendisine olan duyarlılığına hayran kalmıştı. Büyük bir sürüye liderlik etmiş olan Asar, sanki Aybar'ın kafasından geçen her şeyi biliyor gibiydi. Çoğu zaman yağız aygır binicisinin yönlendirmesine gerek kalmadan, kendiliğinden hareket ediyordu. Üstelik sanki Asar, Aybar'ın içindeki ya da içinde olduğunu hissettiği muazzam gücü harekete geçirmişti. Asar'ın boynunu tekrar sıvazlayan Balay Beyin oğlu, farkında olmadan boynundaki mücevheri yokladı. Genç Huranlı kendini bildi bileli üstünde taşıdığı kolyeyi hep bir aile yadigârı olarak düşünmüştü. Siyah mücevher dünya gözüyle hiç görmediği ve burnunu sızlatacak kadar özlemlerini duyduğu anne ve babasının ona en büyük armağanıydı. Daha önce de kolyenin sıradan bir Huran taşından farklı olduğunu düşünmesine sebep olacak şeyler olmuş olsa da, Asar'ın gelişiyle birlikte sanki kristal kolye harekete geçmişti. Aybar zihnindeki soruların kendiliğinden cevaplanmasını önce yadırgasa da, artık buna alışmıştı. Dahası, gözünün önüne hiç görmediği yerlerin ve bilmediği zamanların görüntüleri geliyordu. Gördükleri Aybar için bazen saatler sürerken, genç Huranlı gerçek dünyaya döndüğünde aslında sadece bir kalp atımı veya göz kırpımı kadar süre geçmiş oluyordu. Tüm bunların yanında gizemli kolyesinin ona en büyük hediyesi, annesinin gülümseyen yüzüyle babasının şefkatli bakışları olmuştu. Balay Beyin öksüz yetim oğlu, anlık imgeler olmasına rağmen hafızasından silinmesi imkânsız bu iki yüzün anne ve babasına ait olduğunu biliyordu. Onların yüzlerini bu şekilde de olsa görebilmek Aybar'ın kalbini ısıtıyordu.

      Son bir aydır neredeyse huy değiştiren Naz, biraz ötelerinden hoşça kişneyerek Aybar'a seslendi.. Artık huysuzluk nedir bilmeyen mucize kısrak, gelecek yaz Asar'dan olma tayını doğuracaktı. Böylece Aybar bu güne kadar hiç kimsenin sahip olmadığı bir şeye, safkan, evcil bir Huran tayına sahip olacaktı. Aybar'ın güçlü aygırı evcilleştirdiği günden bu yana Naz artık sahibini kollamayı bırakmış, adeta onu Asar'a emanet etmişti. Bu sıradışı iki safkan, sahipleri olan genç Huranlıyı şimdiden Bey Obasındaki herkes için saygı duyulan biri haline getirmişti.

      Huran kafilesi Kara Ormanın kıyısındaki düzlüğün yeşilinde ilerlemeye devam ederken, iyice kısalmaya başlayan günün uzayan gölgeleri yaklaşan akşamın habercisiydi. Sol yanlarında uzanan Kara Orman azalan gün ışığıyla birlikte daha tehditkâr görünmeye başlamıştı. Sık ve yüksek ağaçların gölgesi şimdiden koyu bir karanlığa dönmüş, ormanın içlerini görünmez hale getirmişti. Yine de artık yol sona ermekteydi. İşte ağaçların içerisinden çıkan şu küçük dere, son konak yerinin habercisiydi. Aybar başını biraz geri çevirince Erduga ile göz göze geldi.

      "Bu akşamı Tam Kalgar Beyin sofrasına konuk olalım mı?"

      Belli ki Aybar'ın uzun sessizliğinden sıkılan Erduga'nın cevabı iştahlı bir sırıtış olmuştu. Son günlerde en çok yedikleri şey kurutulmuş et olduğundan, doğrusu sıcak bir yemek Erduga kadar, Aybar için de çekiciydi.

      "Anlaşıldı, o zaman kop Umayla'ya haber ver. Eysar anamızı özledik, ziyarete geleceğiz, hele bir de şansımıza bu akşam sac böreği varsa değme keyfimize."

      Aybar'ın sözlerini bitirdiğinde Erduga Sale'yi kafilenin gerisine doğru mahmuzlamıştı bile. Balay Beyin oğlu Erduga'nın tez canlı gidişine gözleriyle gülümsedi.

      Derenin artık iyice görünmesiyle Koru Beyin ulakları da konak yerine vardıklarını kafilenin gerisindekilere duyurmaya başladılar. Haberi alan sakalar henüz hava kararmamışken deri tulumları doldurmak için ağaçların bittiği yere yöneldiler. Konaklama hazırlığına girişen Koru Beyin insanları yolu terk ederek düzlüğün içlerine, Kara Ormanın tekinsizliğinden uzak güvenli bir mesafeye yerleşmeye başladılar.

      Kısa bir süre içerisinde beş bin çadırlık Bey obası alışılmış konaklama düzeninin şaşmaz disiplininde yerleşmiş, ateşler yakılıp yemekler ocağa konmuştu. Dışardan bakan için anlaşılması zor olan bu karınca misali kargaşa, aslında köklü bir düzenin talimli hızından başka bir şey değildi. Sakalar dolu tulumlarla dönerken sabırla bekleyen obanın atları, koyunları, sığırları, velhasıl tüm hayvanları suya götürüldü.

      Güz mevsiminin halen canlılığını yitirmemiş olan güneşi yerini yıldızlarla dolu bir geceye hazırlanan bozkır akşamına bıraktığında, Bey Obası da uzun yayla dönüşünün son gecesine hazırdı. Tam Kalgar'ın meşalelerle aydınlatılmış sofrası her zamanki neşesindeydi. Umayla Aybar'ın umduğu gibi lor peynirli sac böreği ikram ederken, "Kekikle yaban maydanozlarını Erduga'ya toplattım" demişti. Böreklerden önce de Eysar Ananın mis gibi yoğurtlu buğday çorbasını içmişlerdi. Neredeyse kaynar vaziyetteki sıcak çorba sertleşmeye başlayan bozkır gecesinin serinliğinde çok iyi gelmişti. Böreğin son lokmaları da tükendiğinde, Tam Kalgar'ın gür sesi duyuldu.

      "Bu yıl yayla çok bereketli geçti."

      Umayla'nın demlediği ıhlamurlarını içerken yaşlı adam sürülerin nasıl çoğaldığından, ikiz doğuran kısraklardan ve serpilen gençlerden bahsetti. Koru Beyin kendi obasında bile üç binden fazla atlısı vardı. Büyük amcasından söz açıldığında, artık küçük ay batı ufkunda alçalmaya başlarken diyarın büyük kızıl ayı tepelerinde asılıydı. Taşlarla çevirdikleri ocaklarındaki büyük ateş ormandan getirilen kurumuş kütüklerin çıkardığı huzurlu çıtırtılar eşliğinde yanıyordu. Uzun dönüş yolunda yorulan çocuklar çoktan ateşin karşısında uyumuşlardı. Erkekler yemeklerini bitirip de ıhlamurlarını içmeye başladığında Eysar Ana ve Umayla da çocukların yanında yaptıkları göçebe yataklarında uyumak için hazırlanıyorlardı. Aybar nöbet tutan erlerin gecenin ataletine teslim olmamak için gezindiklerini, ateş başından bile görebiliyordu. Obanın köpekleri yarım uykuları arasında en ufak bir ses için bile kulaklarını dikmeye hazırdı. Bakışlarını gecenin içinden yaşlı savaşçıya çeviren Balay'ın oğlu, Tam Kalgar'ın çok şey görmüş gözlerinin kendi üstünde olduğunu fark etti.

      "Söyle bakalım Aybar Bey, nedir içinde tutamayıp benimle konuşmak istediğin şey."

      Aybar Koru Bey'in otuz üç yüzbaşısından biri olduğundan beri, Tam Kalgar ona "Bey" diye hitap ediyordu. Diğer yüzbaşılar rütbeleri ile çağrılırken, Aybar'ın saf bey soyundan gelmesi ona bu kadarlık bir ayrıcalık veriyordu. Bey soyundan gelen biri, ilk rütbesini hak ettiğinde, hem obasının bey çadırına hem de han huzuruna çağrılanlar arasında kendine has bir yer edinmiş oluyordu. İlkin yadırgasa da Aybar kendisinin "Bey" olarak çağrılmasına alışmıştı artık. Genç Huranlı Tam Kalgar'dan bir şeyler saklamanın hiç kolay olmadığını çok evvelden öğrenmişti.

      "Amcam Koru Bey hakkında konuşmak istiyorum."

      Tam Kalgar ıhlamurunu bitirip seramik bardağını ateş başına bıraktıktan sonra kuşağına uzanarak haznesi ve ağızlığı Huran taşından, gövdesi gül ağacından yapılmış piposunu çıkardı. Kazal Ordu Beyi yastık gibi kullanıp geniş gövdesini yasladığı heybesinden bez bir tütün torbası alarak gülümsedi.

      "Yayla çıkışında nehir kıyısından topladım bu tütün yapraklarını. Hiç bu kadar güzeline rastlamamıştım"

      Aybar'dan cevap beklemeyen Tam Kalgar, önceden kurutulup dövülmüş kaliteli tütünün ilk tutamını biraz gevşek, sonraki iki tutamı daha sıkı bir şekilde piposuna yerleştirdi. Öne eğilen yaşlı savaşçı kor haldeki ateşin kıyısından ince bir dal alarak haznedeki tütüne tuttu. Usta ellerde kısa sürede közlenen kurumuş yapraklar, Tam Kalgar nefes çektikçe kızarıp, için için yanmaya başladı. Aybar tütünle birlikte yayılan hafif elma kokusunu duydu.

      "Nedir Koru Beyimiz hakkında konuşmak istediğin şey?"

      Erduga ateşin kenarına koyulmuş kil demlikten kendisine bir bardak daha ıhlamur doldurdu. Tam Kalgar piposundan keyifle bir nefes daha çekmesine rağmen, aslında Aybar'ın konuşmasını bekliyordu.

      "Onu öldürecekler"

      Kazal ordu beyi içine çektiği nefesi bir an tuttuktan sonra geri bırakırken Erduga elinde ıhlamuruyla kaldı.

      "Koru Beyi öldürdüklerini gördüm, bir defasında onu Culca öldürdü, başka bir seferde Tar okçuları pusuladı, bir diğer seferinde de Togu Han tarafından boğduruldu, hatta bir keresinde de benim kucağımda can verdi."

      Erduga can yoldaşının söylediklerinden hiçbir anlam çıkaramamıştı.

      "Gök Tanrı aşkına Aybar, ne diyorsun sen?"

      Erduga'nın duyduklarından anlam çıkaramayan şaşkınlığına rağmen, Tam Kalgar hiç de şaşırmış görünmüyordu. Sadece gözlerini kısarak Aybar'a daha bir dikkatli bakan Tam Kalgar, "Bunları rüyanda mı gördün Balay Beyimin oğlu?" diye sordu.

      Aybar sessizce başını iki yana sallayarak soruyu cevapladı. Tam Kalgar, daha Aybar'a sorarken alacağı cevabın hayır olacağını biliyordu zaten. Bu yüzden sabırla genç Huranlının açıklamasını bekledi.

      "Rüyamda değil Tam Kalgar Beyim, bunların gelecekte olacağını gördüm."

      Gerçekten var olup olmadığından bile emin olmadığı bir şeyden, içindeki gizli yetiden ilk defa bahseden Aybar, biraz çekinse de Tam Kalgar'ın ne diyeceğini merak ediyordu. İlkin hiçbir tepki vermeyen ordu beyi piposundan büyük bir nefes daha çekti.

      "Olacak olan şeyleri gördüğünü mü söylüyorsun Sagu Beyimin torunu?"

      Başıyla onaylayan Aybar "Olmuş şeyleri de gördüğüm oluyor, bazen de henüz hiç görmediğim yerleri görüyorum" dedi. Tam Kalgar bir şey söylemeyince "Senin on iki yaşlarındaki halini de gördüm Tam Kalgar Beyim, annemi babamı da gördüm" diye ekledi.

      Yaşlı savaşçı her anlama gelebilecek bir sessizlikte düşünüyor gibiydi. Yeni doldurduğu ıhlamurunu unutmuş görünen Erduga, uzaklardan duyulan bir çakalın ulumasına dikkat kesildi, ancak aslında hiçbir sesle ilgilenmiyordu. Bey obasının konakladığı düzlüğü örten gecede kara orman olduğundan daha karanlık görünüyordu. Aybar hiç yeri değilken, Eysar Ananın eski insanlara dair anlattığı şeyleri hatırladı "Orman halkı her daim bozkırın düzlüğünü gözlerler Aybar oğlum." Şimdi de izliyorlar mıydı acaba? Eski insanlar nadiren saldırsalar da Huranlılar bu konuda ısrarlı bir ihtiyat içindeydiler hep. Yaşlı ağaçların olduğu taraftaki askerlerin nöbetlerini ihmal etmesi düşünülemezdi.

      Artık gece ilerlemiş, ilk akşam yakılan binlerce ateşin büyük çoğunluğu alevini kaybedip, köz haline gelmişti. Tam Kalgar'ın halen gürül gürül yanan ateşi nöbetçilerin dışında, canlılığını koruyan birkaç ocaktan biriydi. Neden sonra Tam Kalgar sessizliği bozdu.

      "Her zaman farklıydın Balay Beyimin oğlu, bunu hepimiz görebiliyorduk. Beyimiz ve hatunu Felya Hanım öldükten sonra hiç ağlamadın. Akranların emeklerken sen yürüdün, yaşıtların senden bir yıl sonra konuşmaya başladı. Hepimiz senden bir farklılık bekledik açıkçası. O yüzden şu söylediklerine şaşırmadım."

      Orman yönünden gelen hafif bir rüzgâr ateşi sallarken, Aybar dalgalanan alevlerin ısısını yüzünde hissetti. Ocağın karşısında yatan Umayla'nın küçük oğlu uyuduğu yerden döndü. Çocuk belki de konuşan erkekler yüzünden rahatsız olmuştu ama dedesinin her zaman gür çıkan sesi, bu gece yanan ateşin çıtırtısında kaybolacak kadar yumuşaktı. Tam Kalgar piposundan bir nefes daha çekip devam etti.

      "Koru Beyi merak etme Aybar yeğenim, fark edilenden daha fazla göz beyimizi kollamakta. Han karşısında böyle konuşan bir beye ya hak verilip sözü dinlenir, ya da haddini aştığından boynu vurulur. Togu Hanımız ne Koru Beyi dinledi, ne de kendisine açıktan karşı çıkan beyimizim boynunu vurdurabildi. Üstelik hepimiz gördük, beyimizin son sözleri Togu Hanın çok zoruna gitti. Artık Koru Beyin varlığına tahammül edemez. Dahası Tayak'ın kızı da buna izin vermez. Belki de Han sofrasında olanlar Tar Prensesinin hiç ummadığı bir fırsat yarattı" 

      Duydukları aslında Aybar'ın bildiği, bilmesine rağmen ayırdına varamadığı gerçeklerdi. Togu Hanın bundan sonra Koru Beyin varlığına tahammülü düşünülemezdi, ama bilebildiği Kazal Boyu da, amcası gibi bir beyi yalnız bırakmaz, ölümüne peşinden giderdi.

      "Peki, Tam Kalgar Beyim, Koru Bey ne yapacak bundan sonra?"

      Tam Kalgar cevap vermeden önce bağdaş kurmuş oturuşunu bozup, sol ayağını ileri uzattı. Aybar adamın ayağının uyuştuğunun farkındaydı. Sağlam yapısına rağmen Kazal Ordu Beyi de zamanın acımasızlığına yenik düşmeye başlamıştı.

      "Talayların Ataba Beyi Togu Hanı devirmek taraftarı olsa da, Koru Beyimiz bunu kabul etmiyor. Ne kadar yanlış kararlar vermiş olursa olsun, henüz Cagan Hanın oğlundan ümit kesmiş değil. Ancak her duruma hazırlıklı olmak gerektiğini de bizzat Koru Bey düşünmekte."

      Tam Kalgar sözlerini bitirdiğinde Aybar Koru Beyin düşündüğü tedbirlerin ne olabileceğini bulmaya çalışıyordu. Talay Boyunun Koru Beye desteğine rağmen, Numru Boyunun Togu Handan yana olacağı açıktı. Binlerce yıldır hüküm süren Han soyu Numru Boyundan gelmekteydi. Huran Hanı Tar ordularını da istediği gibi kullanacaktı elbette.

      Aybar içinden çıkamadığı hesaplardan bunalırken Tam Kalgar'ın bir şey söylemek isteyen huzursuzluğunu fark etti. Genç Huranlının sorgulayan bakışları karşısında, Tam Kalgar daha fazla sessiz kalamayarak, "Koru Beyden önce sen kendine dikkat et Aybar Bey" dedi.

      Başlangıçtaki tereddüdüne rağmen Kazal Ordu Beyi artık lafın sonunu getirmesi gerektiğinin kaçınılmazlığıyla konuştu.

      "Koru Beyin ilk tedbiri sensin."

      Aybar bu güne kadar Büyük amcasından hiçbir yakınlık görmemişti, ancak varlığıyla amcasına tehlike yarattığı duygusuna kapıldığı da olmamıştı. Tam Kalgar'ın himayesindeyken, adeta bir oğul gibi katıksız bir güven içerisinde yaşamıştı. Duyduğu hayal kırıklığını içinde tutamayan Aybar, "Koru Bey beni bu kadar mı kendine uzak görür, beni düşman mı bilir Tam Kalgar Beyim" diye döküldü.

      Aybar'ın sözlerini ilk anda anlayamayan Tam Kalgar, oğlanın ezilmişliği karşısında yüreğinin sızladığını hissetti. Elindeki piposunu yere bırakan Tam Kalgar içindeki şefkati gizlemeyen bir halde "Sen ne düşündün böyle, neler söyledin oğul, bunlar nereden aklına geldi senin?" dedi.

      Tam Kalgar'ın yazıklanışı karşısında ne diyeceğini bilemeyen Aybar, yaşlı adamın ne anlatmaya çalıştığını da anlayamamıştı. Koru Bey her ne kadar gizlenmesini istese de, Tam Kalgar artık her şeyi anlatması gerektiğinin farkındaydı, Aybar ancak o zaman kendine gelecek, kendi değerini ancak o zaman anlayacaktı. Yere bıraktığı piposunu tekrar eline alan Tam Kalgar daha fazla düşünmeden konuşmaya başladı.

      "Yayla dönüşünden önce, Koru Bey her bir oba beyini tek tek çadırına çağırarak, seni Kazal Boyunun veliahttı olarak ilan etti. Koru Beye bir şey olursa tüm oba beyleri senin buyruğuna girmek için yemin ettiler. Koru Beyin ikinci tedbiri de ölümüne kadar bu durumun kesinlikle öğrenilmemesi, çünkü öğrenildiği an sen ilk hedef olacaksın."

Olvasás folytatása

You'll Also Like

115K 14.3K 32
"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi birden çekilmişti. "Bir Aslanın dişleri de...
3.4K 443 53
~Öteki Diyar serisi 1. kitap~ 💜🌿 Lavina, annesinin anlattığı Öteki Diyar hikâyeleri ile büyümüş ancak hiçbir zaman onların gerçek olabileceğine iht...
61K 6.6K 40
Hepimiz Pamuk Prenses masalını okuduk, peki ya üvey annesinin?
7.8K 1.3K 13
Onun karanlığında yok olacağınızı bile bile ona aşık olur muydunuz? Ben oldum. Onun ateşinin sizi kül edeceğini bile bile kapılır mıydınız ona? Ben...