KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

🌠 Geçmiş ~ 4 🌠

63.6K 3.8K 321
By bayanclara

Herkese merhaba!

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen! ✨


Eylül, 2015

"Üniversitenin İlk Günü"

Siyah spor ayakkabılarının bağcıklarını bağlayarak doğrulan genç adam, bıkkın bir ifadeye bürünmüş çehresini koridora çevirerek bir türlü hazırlanamayan kuzenine seslendi.

"Derin! Hadi be güzelim, geç kaldık."

"Patlama be Mertoş, geldik işte!"

Mert, Derin'in hitabı üzerine yüzünü buruşturdu. Kendisine şöyle seslenilmesinden nefret ediyordu.

Kuzeninin koluna astığı çantasıyla odasından çıkmasını izlerken "Kaç kere dedim sana, bana böyle seslenme, diye?" diye sordu ters ters.

Derin, sıkı bir şekilde tepesinde topladığı kahve tonlarındaki saçlarını avucunun içiyle düzeltirken evin içine son bir bakış attı ve hemen ardından dış kapıya doğru ilerlemeye başladı.

"İstediğin kadar söyle canım kuzenim," diyerek tatlı tatlı gülümsedi. "Ben sana böyle seslenmeye devam edeceğim."

Gülümsemeye devam ederken kucağındaki çantayı Mert'e uzattı ve ona zorla tutturduktan sonra vestiyerden aldığı beyaz, bez ayakkabıları hızla giydi. Üniversitenin ilk günü olduğu için kıyafetine çok özen göstermişti. Yani, öyle düğüne gider gibi giyinmemişti elbette. Üzerindeki beyaz tulum ve içine giydiği lila tonlarındaki ince bluz oldukça spor bir görünüme kavuşturmuştu onu. Spor ama şıktı.

Asla mantıklı bir cevap alamayacağını, daha doğrusu Derin ona ne derse desin mantıklı gelmeyeceğini bilse de "Neden?" diye sordu.

Ayakkabılarını giyerek doğrulan kuzeni ona baktı ve sırıttı. "Çünkü hoşuma gidiyor."

Mert, bu cevabın üzerine yalnızca gözlerini devirmekle yetindi. Bir şey söyleme zahmetine bile girmek istemiyordu, çünkü aslında canı çok sıkkındı. Üniversiteyi okuyabilmek için biricik aşkı İzmir'i geride bırakmış ve Samsun'a gelmişti. İzmir, tüm ilçeleriyle birlikte Mert'in yegâne sevdasıydı. Havası, sahili, insanı... Her şeyiyle bayılıyordu o kente. Orada doğup büyümüştü. Oralıydı, çünkü anne babası da orada doğmuştu. Sonrasında buraya gelerek en yakın arkadaşlarından da ayrı kalmıştı. Gerçi Egemen harici diğer iki dostu da farklı şehirlere gitmişti ama yine de çok can sıkıcı bir durumdu. Sonuçta çocukluk arkadaşlarının hepsinden ilk kez bu kadar uzak kalacaktı.

Mert, burnundan sert bir nefes alarak ellerini siyah kotunun cebine yerleştirdi ve omuzlarını dikleştirerek merdivenlere yöneldi. Kuzeni de evlerinin kapısını kapatır kapatmaz onun peşine düşmüştü.

Apartman dışına çıktıklarında tam tepelerinde durup onları iyice daraltan güneşe ters ters bakıp arka bahçedeki arabaya doğru ilerlediler. İzmir de oldukça sıcak bir şehirdi ancak burası bambaşka bir seviyedeydi. Nem öylesine çoktu ki insanı delirtiyordu. Sıcaktan bunalıyor, buram buram kasılıyor ama doğru düzgün terleyemiyordunuz bile. Buraya geleli aşağı yukarı iki hafta olmuştu ancak şimdiden bıkmıştı Mert buranın havasından.

Derin'le birlikte arka bahçeye geçtikten sonra babasının birkaç ay önce Mert'e aldığı arabanın önünde duraksadılar. Buraya taşınmalarının -şimdilik- tek güzel yanı bu olmuştu Mert için. Babası, Derin'le birlikte burada eziyet çekmemeleri için almıştı Mert'e bu arabayı. Tabii inşaat mühendisliği kazanmasının da etkisi yok değildi. Eh, bir de İzmir'de tutturabilmiş olsaydı şu bölümü...

İki kuzen arabaya atladıklarında Mert arabayı çalıştırdı ve yola çıktılar. Derin'le birlikte aynı şehirde üniversite okuyacaklardı ancak üniversiteleri farklıydı. Bu yüzden önce onu okuluna bırakacak, ardından da kendi okuluna geçecekti.

Mert, yola odaklanmış vaziyetteyken hemen yanında oturan kuzeni telefonuyla uğraşıyordu. Derin, Mert kadar rahatsız değildi buraya geldiği için. Hatta tam tersine doğup büyüdüğü şehirden başka bir yerde üniversite okuyacak olmak onu heyecanlandırıyordu. Mert'in buraya geldiklerinden beri ekstra huysuz olduğunu fark etmiyor değildi elbette ancak yapacak bir şey yoktu. Zaten onun sorunu bu şehir değildi, yalnızca İzmir'den ayrılmaktı. İzmir'den başka hangi şehre giderse gitsin kuzeninin yüzünün hep asık olacağından adı gibi emindi, Derin. Onun sevgisi bambaşka bir boyuttaydı ancak Derin şunu da biliyordu ki, bu şehirde biraz zaman geçirip Karadeniz'in güzelliklerinin tadını almaya başladığında önyargılı hali sönüp gidecekti.

Lisedeki birkaç arkadaşıyla açtıkları gruptaki dedikoduları okurken bir mesaj bildirimi düşüverdi ekrana. Sol üst köşede ablasının yüzünü görünce dikkati dağıldı ve grup konuşmasından çıkarak ablasıyla olan konuşmasına girdi. Ablası, yani Derya, ona ses kaydı göndermişti. Altına da Mert'le birlikte dinleyin, diye not düşmüştü.

Başını çevirip çatık kaşlarıyla yola odaklanmış olan kuzenine baktı ve "Ablam sesli mesaj atmış," diye haber verdikten sonra mesajı açtı.

"Mini mini birler, n'abersiniz yahu? Keyfiniz yerinde mi? Heyecanlısınız değil mi?"

Ablasının ilkokula başlayan bir çocukla konuşur gibi konuşuyor olması Derin'i güldürürken, Mert'in huysuzca homurdanmasına neden olmuştu. Mert, Derya'nın onlara ablalık taslamasından da hiç hoşlanmazdı.

"Korkacak bir şey yok, emin olun ve arkadaş edinmeye bakın. Gerçi bunu size söylemek bile hata, ikiniz de o konuda fazlasıyla iyisiniz," diyerek güldü Derya. Onun neşeli kahkahası Mert'in bile dudaklarının kıvrılmasını sağlamıştı. Ablalık taslamayıp, kendisi Mertlerden on yaş büyükmüş gibi davranmasa iyi kızdı aslında.

"İlk haftadan deli gibi ders çalışmayın, zaten siz çalışmazsınız ama ben yine de uyarayım dedim, ancak hiç de boşlamayın. Ufaktan ufaktan notlar almaya başlayın, sonradan toplaması çok zor oluyor. Tecrübe konuşuyor..." Derya'nın ufak bir iç çekişini işittiler. "Her neyse, yoldasınızdır muhtemelen. Konuşmamı kısa kesiyor ve size bol bol öpücük gönderiyorum. Allah zihin açıklığı versin, tosunlarım benim!"

Sesli mesaj sona erdiğinde Derin burnunu kırıştırarak "Tosunlarım mı?" diye sordu. Mert, Derin'e kısa bir bakış atıp "Onca saçma şey söyledi, aralarından yalnızca buna mı takıldın yani?" diye söylendi. Derin, kuzeninin sorusuna omuz silkmekle yetindi. Hala o kadar huysuzdu ki çatacak yer aradığı belliydi ve onunla uğraşmaya hiç niyeti yoktu. O şu an yeni arkadaşlar edineceği için oldukça heyecanlıydı. Allah vere de, kuzeni okulda patlayacak birilerini bulmasaydı...

Yaklaşık on dakika sonra Derin'in okuluna vardıklarında Mert arabayı okulun girişine yakın bir yerde durdurdu ve başını çevirip kapıyı açmaya yeltenen kuzenine baktı.

"Ders çıkışında beni ara, almaya gelip gelemeyeceğimi söylerim. Gelemezsem bakarsın başının çaresine."

"Tamam, Mertoş, sen dert etme beni," diyerek Mert'e havadan bir öpücük gönderen Derin, arabadan indi ve kuzeninin bakışları eşliğinde yeni okulundan içeri girdi.

Mert, Derin'in güvende olduğuna emin olduktan sonra arabayı çalıştırıp tekrar yola koyuldu. Serdar dayısı Derin'i ona emanet ettiği için Derin'e karşı olan koruma içgüdüsü tavan yapmış durumdaydı. Sonuçta bu yabancı şehirde birbirlerinden başka kimseleri yoktu. En azından şimdilik...

Kısa sürede kendi okuluna vardıktan sonra arabasını uygun bir yere park etti ve arabadan aşağı inerek kapıları kilitledi. Üzerindeki kot ceket yüzünden kızartmaya döndüğünü hissediyordu ancak dersliğe girene kadar çıkarmayacaktı. Çünkü böyle daha da bir yakışıklı görünüyordu.

Bakışlarını okula girip çıkmakta olan kalabalık öğrenci gruplarında gezdirirken elini kaldırıp kumral tonlarındaki saçlarını şöyle bir karıştırdı ve hemen ardından kahvelerinin odağına yeni okulunu aldı. Bundan sonraki dört senesini -şanslıysa tabii- burada okuyarak geçirecekti ve bu gerçek aslında onu da biraz olsun heyecanlandırmıyor değildi. Derya'nın gönderdiği ses kaydında da söylediği gibi arkadaş edinme konusunda zorluk çeken biri olmamıştı hiç. Fazlasıyla özgüvenli ve sahip olduklarının farkında olan biri olarak insanlarla nasıl iletişime geçmesi gerektiğini iyi bilirdi.

İçine derin bir nefes çektikten sonra ellerinin iki yanında salınmasına izin vererek okulun geniş kapısına doğru yürümeye başlamıştı. Buraya en son bir hafta önce gelmişti, öğrenci işlerindeki ıvır zıvırları halledebilmek için. O sırada da okulu dolaşmış ve az çok nerelerde zaman geçireceğini tespit etmişti.

Bakışlarını etraftaki öğrencilerde gezdirirken okula girdi ve mühendislik fakültesine doğru ilerledi. Daha doğrusu ilerlemeye çalıştı, çünkü henüz birkaç adım atmışken onu irkiltecek kadar yüksek bir bağırış duydu.

"Kaaaardeeeeş, çekil oradaaaaan!"

Mert, refleksle kafasını sesin geldiği yere, yani yukarı kaldırınca kendisine doğru inişe geçmiş birini gördü. Gözleri ve ağzı aynı oranda kocaman açılırken olanları idrak edemeden kaçmaya kalkıştı ancak bunun için biraz geç kalmıştı.

Üzerine düşen kişiyle birlikte dengesini kaybedip yere yapıştığında canının acısına mı yansın, üstünde yatan salak herifin yatağını bulmuşçasına üzerine rahatça yayılmasına mı sinirlensin, bilememişti.

Gökay da okulun ilk gününden böyle bir maceranın başrolü olacağını tahmin edememişti elbette. Tek bir gayesi vardı; o da okula girdiğinde kenardaki ağacın üst dallarından birinde can çekişiyormuş gibi miyavlayan yavru kediyi kurtarmak.

Normalde bu kadar iyiliksever biri değildi ancak ağacın altında yavru kedi için dudak büzen kızları gördüğünde şov yapması gerektiğini hissetmişti. Ha, biraz da kedinin o masum yüzüne aldanmıştı, yalan söyleyemezdi. Yoksa bin bir türlü zorlukla çıktığı ağacın üst dallarından birine varır varmaz kedinin onunla dalga geçercesine aşağı atlayacağını bilse sabahın bu saatinde böyle bir maceraya kalkışır mıydı?

Üstelik salak kedi aşağı atlarken yuvarlanıp düştüğü için bekleyen kızların tüm ilgisi de ona kaymıştı.

"Kedilere nankör derlerdi de inanmazdım," diye homurdanmıştı kendi kendine. Ardından da aşağı inmenin yollarını aramaya başlamıştı. Ağaca tırmanırken bu kadar yükseğe çıktığını nasıl fark edememişti? Kızlar hala aşağıda kediyle ilgilendikleri için gelip geçen adamlardan birinden yardım da isteyemezdi.

Oflayarak bir süre kara kara düşündükten sonra kızların ilgi delisi pis kediden uzaklaşmayacaklarını fark ederek işin başına düştüğünü anladı ve kendini Allah'a emanet edip, tabii bir de aşağı bakmamaya çalışarak, dallar arasında sürünmeye başladı. Aslında birkaç dalı kolayca inmişti ancak son bastığı dal ayağının altından kayınca bir anda dengesini kaybetti ve süratle aşağı doğru inişe geçti.

Ne kadar mübarek bir kulsa artık inişi, göğsü geniş birinin kucağına gerçekleşmişti...

"Kardeşim, anlıyorum çok rahatsın ama ben o göğsü sen iki seksen yatasın diye genişletmedim! Kalksana be artık!"

Mert, sertçe homurdanırken bir yandan da acıyla inlememek için kendini zor tutuyordu. Herif kocaman bir şey olduğu yetmiyormuş gibi ayağa kalkmayı da akıl edemiyordu. Allah bilir ne kadar yüksekten düşmüştü? Ayrıca ağacın tepesinde ne halt ettiği de ayrı bir konuydu.

Okul girişinde boylu boyunca uzanan iki kişi doğal olarak etraftakilerin ilgisini çekmişti. Daha doğrusu Gökay'ın, Mert'in üzerine düşerken çıkarttığı ses büyük bir yankı oluşturmuştu. Üzerlerindeki bakışları fark eden Gökay, üzerinde yattığı yakışıklı çocuğun -yüzünü düzgün görememişti belki ama bu göğse sahip olan birinin çirkin olma ihtimali yoktu ona kalırsa- haklı olduğunu düşünerek kalkmaya yeltenmişti ki bir anda ayağında bir baskı hissetti. Hemen sonraysa üzerine düşen ağırlıkla acıyla inledi.

Onun inleyişine, iki kişinin altında kalan Mert de eşlik etmişti.

Kamer, okula girerken kendini etraftan soyutlamıştı, çünkü küçük kardeşinin az önce attığı fotoğrafa bakarak özlemle iç çekmekle meşguldü. Ondan ilk defa bu kadar uzak kalacak olmak onu bir hayli üzüyordu ancak yapacak bir şey yoktu. Dört seneyi bu şehirde geçirmek mecburiyetindeydi.

Kardeşinin onun yatağında, kendi yastığına sarılmış bir şekilde çektiği fotoğrafa bir şeyler yazmak için ellerini telefonun klavyesinde gezdirmeye başlamıştı ki ayağı bir şeye takıldı ve ne olduğunu anlayamadan yere düştü. Daha doğrusu birilerinin üzerine!

Koray, bahçenin bir ucundaki banklardan birinde yalnız başına otururken şahit olmuştu girişteki bu manzaraya. Sarı saçlı çocuğun ağaca neden çıkmış olabileceğini bilmiyordu çünkü onu fark ettiği sıra çocuk ağaçtan aşağı inmeye çalışıyordu. Ders saatine vakit olduğu ve amfide derse kadar kös kös oturmamak için bahçede kalmayı tercih etmişti. Burada tek başına otururken de yapabileceği tek şey etraftaki öğrencileri gözlemlemekti. Ağaçtaki çocuğu görünce de tüm dikkati ona yönelmişti.

Önce çocuğun dalları teker teker inmeye çalışışını, sonraysa ağacın altından geçen başka bir çocuğun üzerine düşüşünü görmüştü. Bu manzara uzun bir aradan sonra dudaklarının kıvrılmasına neden olmuştu.

İkili muhtemelen can acısıyla bir süre yerde yatmaya devam ederlerken okul kapısından içeri tüm dikkati elinde tuttuğu telefonda olan biri girmişti ve önüne bakmadığı için ayağını sarışın çocuğun bacağına takıp üzerlerine düşmüştü. Tabii bu da Koray'ın kendini daha fazla tutamayıp seslice gülmesine sebep olmuştu.

Üstelik tek gülen Koray da değildi, okul bahçesindeki çoğu öğrenci onlara bakarak kıkırdıyordu.

Mert, üzerine birinin daha binmesinden korktuğu için -ve tabii biraz da etrafta onlara bakıp alayla gülenlere sinir olduğu için- "Kalksanıza üzerimden be!" diye bağırdı.

Kamer, Mert'in sesiyle irkilerek hızla toparlanıp ayaklandı ve ilk işi elinde sıkı sıkı tuttuğu telefonuna bir şey olup olmadığını kontrol etmek oldu. Neyse ki telefonu sapasağlamdı. Hızla ekranı kapatıp telefonu cebine attı ve üzerine düştüğü sarı saçlı çocuğu kolundan tutarak kalkmasına yardımcı oldu.

Gökay, üzerine düşüp böbreklerinin dışarı fırlamasına neden olan kişiye kötü kötü baksa da yardımını geri çevirmemişti. Çocuk, kendisinden sonra uzanıp en altta kalan ve muhtemelen canı çıkmış olan çocuğun da kalkmasına yardım etmişti.

Mert, canının acısını belli etmemeye çalışarak kendine uzanan eli tuttu ve ayağa kalktı. Kendilerinde olan alaylı bakışlardan epeyce rahatsız olsa da bir şey dememeye karar verdi. Kavgayla falan uğraşacak hali yoktu zira.

Gökay ve Mert, üzerlerindeki tozları silkelerken Kamer oldukça mahcup bir ses tonuyla "Beyler, kusura bakmayın," diye mırıldandı. "Telefonla ilgilenirken sizi fark edemedim."

"O ağır cüssenle beni biraz ezdin ama neyse artık," diye söylendi Gökay. Mert'se konuşan sarışın çocuğa ters ters baktı. Ezilen kişinin kendisi olduğunu mu sanıyordu?

Hiç tanımadığı kişilere çatmak istemeyerek derin bir nefes çekti içine ve sonra sarışının aksine gerçekten üzgün gibi duran çocuğa döndü. "Aynen, sorun yok."

Kamer, dudaklarını birbirine bastırarak başını salladı ve hiçbir şey olmamış gibi yanlarından çekip gitmeyi uygun görmediğinden elini uzattı.

"Bu arada Kamer ben."

Mert, kendisine uzatılan ele kısa bir bakış attıktan sonra elini uzatıp çocukla tokalaştı.

"Ben de Mert."

Kamer, başını sallayarak "Memnun oldum," dedikten sonra boşta kalan elini bu sefer de Gökay'a uzattı. Gökay, suratındaki huysuz ifadeyi yok ederek kendisine uzatılan eli sıktı.

"Gökay."

Kamer'in ardından Mert de istemeye istemeye Gökay'la tokalaştı ve tanıştıkları için memnun olduğunu söyledi ancak bunu yalnızca kibarlık yapmak için söylemişti. Yoksa insan tepesine uçan insanla tanışmaktan memnun olur muydu hiç? Üstelik belli etmese de omuzları ve kalçası hala ağrıyordu!

İnsanların onlara olan ilgisi iyice dağılırken "Hangi bölümdesiniz?" diye sordu, Kamer. Okulda hiç kimseyi tanımadığı için hoş bir başlangıçları olmasa da birileriyle tanışmış olmak memnun etmişti onu. Diğerlerinin aksine...

"İnşaat mühendisliği," diye mırıldandı Mert, ellerini cebine sokarken. Kollarını kaldırınca omuzlarının ağrısı çoğalmış ve diğerlerine bir şey belli etmemeye çalışarak bakışlarını bahçede dolaştırmaya başlamıştı.

"Aa," diyerek şaşkınlığı belli etti Gökay. "Ben de."

Kamer karşısındaki çocuklarla hayretle bakıyordu. "İnanmayacaksınız belki ama ben de..."

Mert, kesinlikle bunları duymayı beklemiyordu. Bölümleri öğrendikten sonra bir daha konuşmamak üzere ayrılacaklarını düşünmüştü oysaki.

"Sizin de ilk seneniz mi?" diye sordu, merakına engel olamayarak. Onları şöyle doğru düzgün inceleyince fazla büyük olmadıklarını fark etti.

Kamer ve Gökay "Aynen," diyerek başlarını salladılar aynı anda. Sonra da birbirlerine dönüp şaşkınca güldüler.

Mert, başta ne diyeceğini bilemeyerek "Ee," diye mırıldansa da şaşkınlığı bir miktar azalınca cümle kurmayı başarabildi. "Fakülteye gidelim o halde?"

"Gidelim madem," diyerek başını salladı Kamer. Gökay da onlara uyunca yan yana dizildiler ve fakültelerine doğru yol aldılar.

Koray, olduğu yerden şaşkınca izlemişti fakültelerin arasına doğru ilerleyen üçlüyü. Doğrusunu söylemek gerekirse kavga falan edeceklerini düşünmüştü ancak bu gençler kavga etmek yerine el sıkışıp birlikte ilerlemeye başlamışlardı.

Ceketinin cebindeki ellerinden biri titremeye başlayınca iç çekerek başını aşağı eğdi ve cebinden çıkardığı telefonunun ekranına baktı. Annesi arıyordu. Usulca boğazını temizledikten sonra telefonu açarak kulağına götürdü.

"Efendim annem?"

Perihan Hanım, oğlunun sesini duyunca ağlamamak için kendini zor tuttu. Oğlunu okumak için bile olsa gurbete göndermek onu çok üzmüştü. Tek evladı vardı sonuçta ve ana yüreği uzak kalmaya dayanmıyordu.

"Koray, nasılsın canımın içi?"

Koray, annesinin sıcacık sesini duyduğunda gözlerini kapattı ve birkaç saniye bekledi. Son birkaç ayda yaşadıkları yalnızca onu kahretmemişti elbette. Ailesi de onunla birlikte yıkılmıştı.

"İyiyim annem, sen nasılsın?"

"Sesini duydum daha iyi oldum oğlum. E, neredesin? Vardın mı okuluna? Kaldığın yurt nasıl? Yemekleri güzel mi? Karnını doyurabildin mi?"

Koray, annesinin evhamlı sesine burukça gülümsedi. "İyiyim anne; okuldayım şu an, sen merak etme. Yurdun da yemekleri de iyi, endişelenmene gerek yok. Hem ben çocuk muyum? Yurdun yemekleri kötü olsa bile gider dışarıda yerim."

"Dışarının yemekleri sanki çok mükemmel," diye homurdandı annesi. Koray, buna daha geniş gülümsedi. "Yemek adı altında yağ ve tuzdan başka bir şey koymuyorlar önünüze."

"Ben de ev yemekleri yapan yerlere giderim annem," diyerek annesinin endişesini azaltmaya çalıştı, Koray. Aslında annesinin derdinin ne olduğunu çok iyi biliyordu ancak o konulara hiç giresi yoktu. Zaten buraya acılarından kaçmak için gelmişti. Gerçi insan dertlerini dünyanın bir ucuna da gitse yanında götürüyordu ya, neyse. Her halükarda bahsini açmamak daha iyiydi.

"İyi bakalım," diyerek konuyu uzatmadı, Perihan Hanım. Amacı oğlunu daraltmak değildi zaten. "Dersine çok var mı?"

Koray, annesinin sorusuyla birlikte telefonu hafifçe kulağından uzaklaştırıp sağ üst köşedeki saate baktı. Ardından da telefonu tekrar kulağına yasladı.

"On dakika kalmış anne."

"Tamam, o halde. Kapatayım ben, seni alıkoymayayım. Allah zihin açıklığı versin canım oğlum benim, öpüyorum o güzel yanaklarından."

"Ben de seni," diyerek ayaklandı ve fakültesine doğru ilerlemeye başladı Koray. "Babama selam söyle."

"Aleyküm selam, anneciğim. Dikkat et kendine, orası Ankara kadar soğuk değildir belki ama üşütme yine de."

"Dikkat ederim, anne. Siz de edin. Görüşürüz."

Telefonu kapattıktan sonra pantolonunun cebine tıkıştırdı ve nefesi az geliyormuş gibi ağzını açarak derince nefeslendi. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın arkasında bıraktıklarını düşünmeyi bir türlü kesemiyordu, sırtındaki taze bıçak yaralarına rağmen.

Kendi fakültesine girdikten sonra ağır adımlarla merdivenleri tırmandı ve ilk dersinin işleneceği amfiye girdi. Tek tük birilerinin oturduğu ön sıraların yanından geçip arkaya doğru ilerlerken bakışları bir noktaya takıldı ve istemsizce duraksadı. Bahçede gördüğü üçlü, arka sıralardan birinde yan yana oturuyordu. Kaşları şaşkınlıkla havalanırken, bakışlarını diktiği çocuklardan kumral olanı onu fark etti. Bunun üzerine daha fazla dikkat çekmek istemeyerek yürümeye devam etti ve ayaklarının onu, o üç çocuktan başka kimsenin oturmadığı yere çekmesine izin verdi. Sonuçta illaki birilerinin yanına oturacaktı. Ha onlar ha başkası, ne fark ederdi ki?

Kendine göre en başta duran ve telefonuyla uğraşan sarışın çocuğa doğru ilerleyip bakışlarını ona çevirmeden yanına oturdu.

Gökay, oynadığı oyuna daldığı için yanına biri oturmasıyla irkilerek gözlerini yeni gelen çocuğa çevirdi. Kendisine bakmadığı için yalnızca yan profilini görebilmişti ve esmerle kumral karışımı, kahve saçları olan biriydi. Dudaklarını büktü ve mavilerini telefonunun ekranına çevirip oyununa kaldığı yerden devam etti.

Feza, arabasını zar zor bulduğu boşluğa park ettikten sonra hızla arabasından indi ve kapıları kilitleyip okula doğru koşturdu. Yazın o kadar çok alışmıştı ki öğlene kadar yatmaya, bugün de uyanamamıştı. Okulun ilk gününden hocadan sonra derse girmek istemediğinden -hoca derse falan da almayabilirdi sonuçta- koşarak okul kapısından girip fakültesine doğru yol aldı. Allah'tan daha önce birkaç kez gelmişti de nereye gitmesi gerektiğini biliyordu.

Fakültesine ulaştığında kolundaki saate ilişti bakışları. Dersin başlamasına beş dakika bile kalmamıştı. Koşmaya devam ederek merdivenleri tırmandı ve tam önünden ilerleyen, her yanından -özellikle de el çantasından- ders hocası olduğunu bas bas bağıran kısa boylu adamın kendi dersliğine doğru ilerlediğini görünce gözleri irileşti ve bacaklarına yüklenerek adamın yanından rüzgâr gibi geçip ondan evvel kapısı açık olan dersliğe girdi.

Sınıftaki herkesin gözü, içeriye pat diye giren genç çocuğa döndüğünde Feza üzerindeki bakışlardan rahatsız olarak hızla omuzlarını dikleştirdi ve kimseyle göz göze gelmemeye çalışarak arka sıralara doğru ilerledi.

Kendine yer seçmeye çalışırken dersliğe birinin girip kapıyı kapattığını işitince omzunun üzerinden geriye dönüp kimin geldiğine baktı. Az önce yanından koşarak geçtiği hocaydı.

İçeride hocadan başka ayakta duran tek kişi olduğunu fark edince daha fazla oyalanmadan hemen yan tarafında olan boş yere kuruldu ve koşarken hızlanan nefesinin sakinleşmesini beklemeye başladı.

Koray, yanına oturarak derin nefesler alan çocuğa kısa bir bakış attıktan sonra kollarını göğsünde kavuşturarak önüne döndü ve çantasını masaya koyup kendini tanıtmaya başlayan hocayı dinlemeye başladı.

Yaklaşık bir buçuk saat sonra ilk dersleri bittiğinde bütün sınıf derin bir nefes aldı. Çünkü derse giren hoca kısaca kendinden bahseder bahsetmez derse başlamış ve nefes almadan ders anlatmıştı.

Yani, en azından Gökay'a böyle gelmişti.

Yarım saatlik ara için diğer öğrenciler amfiden ayrılırlarken arka beşli yerlerinden kımıldamayıp telefonlarıyla uğraşmaya başlamışlardı. Aslında Kamer ve Koray kahvaltı yapmamışlardı ancak Koray'ın iştahı yoktu. Kamer'se kalkmak için diğer çocukları da kaldırmak zorunda olduğundan uğraşmak istememişti. İkinci dersten sonra eve geçecekti zaten, sorun olmazdı.

Hepsi kendi hallerinde takıldıklarından dersliğe girip onlara doğru ilerleyen üst sınıflardaki çocuğu fark etmemişlerdi.

İkinci sınıfta okuyan Ali, ara sıra arkadaşlarıyla gittiği kafede tanışmıştı Feza'yla. Kafeyi Feza'nın annesiyle babası işletiyordu, Feza da arada bir şeyler çalıp söylüyordu. Kendisinin de gitara merakı olduğundan onunla tanışmıştı ve çok yakın olmasalar da aralarında bir muhabbet oluşmuştu.

"Selam," diyerek, Feza'nın hemen önündeki sıraya oturduğunda Feza'yla birlikte diğerlerinin de dikkatini çekmişti.

Feza, hafif irkilse de Ali'yi gördüğünde usulca gülümsedi. "Selam."

"N'abersin? Nasıl geçiyor ilk günün?"

"İdare ediyoruz işte," diyerek omuz silkti Feza. "Sen hayırdır bu arada? Beni özlediğinden geldiğini pek sanmıyorum."

Ali, gücenmiş gibi gözlerini kıssa da gülmeden edememişti. "Aşk olsun, başka zaman olsa sana alınırdım ama şimdi bana lazımsın."

Feza gülerek başını salladı. "Ne oldu?"

"Akşama halı saha ayarlayalım diyoruz ama bizimkilerden çoğu ekiyor. Adam bulmamız lazım."

Feza düşünceli bir tavırla kaşlarını çattı. "Kaç kişi bulmamız gerekiyor?"

"Seninle birlikte beş."

"Hım," diyerek yanağını kaşıdı Feza. "Ben gelirim de diğer dört kişiyi nereden bulabiliriz, emin değilim. Benim buradaki yakın arkadaşlarım başka şehirlere gittiler, üniversite için."

"Hadi ya," diyerek somurttu, Ali. "Mahalleden birileri yok mu?"

"Var da, gelirler mi bilemiyorum."

"Şey, sorun olmazsa ben gelebilirim?"

Feza ve Ali, şaşkınca Koray'a döndüler. Elbette ki Ali'yle Feza'nın konuşmalarını sıradaki herkes duyuyordu ve kayıtsız kalamayan ilk kişi Koray olmuştu. Spora, özellikle de futbola zaafı vardı ve zaten burada yapacağı başka bir şey de yoktu. Birilerine yardımcı olmak işine gelirdi.

Ali, kaşlarını kaldırarak Feza'nın yanında oturan kalıplı çocuğa baktı. "Gelir misin harbiden?"

"Tabii," diyerek omuz silkti Koray. "Bir işim yok zaten."

"Süper," diyerek Ali'ye döndü, Feza. "Geriye üç kişi kaldı o halde."

Ali, bakışlarını Koray'ın diğer tarafında oturan çocuklara çevirdi. Dikkatlerinin kendisinde olduğunu çoktan fark etmişti zaten.

"Siz gelir misiniz?" diye sordu, Ali. "Hem benim arkadaşlar da inşaatçı; birkaçı benle birkaçı da daha üst sınıflarda. İleride işiniz falan düşerse tanıdık birileri olması yararınıza olur."

Mert, başını çevirip yanındaki çocuklara baktı. Onlarla da pek tanıştığı söylenemezdi ancak adlarını biliyordu en azından. Omuz silkerek başını salladı. "Olur, fark etmez. Benim de bir işim yok."

"Bana da olur," dedi Kamer.

"Bana da," diyerek kafasını salladı Gökay.

Onların da bir işi yoktu. Evde ya da yurt odasında pineklemektense maç yapmak çok daha iyiydi.

Ali, sevinçle ellerini çırparak ayaklandı. "Harika. O zaman ben yeri ve saati Feza'ya mesaj atarım, siz de ondan öğrenirsiniz. Sağ olun çocuklar," dedikten sonra dostane bir tavırla Feza'nın omzuna dokundu ve koşar adımlarla amfiden ayrıldı.

Feza, Ali gidince oturduğu yerde hafifçe dönerek yanındaki çocuklara baktı. "Sağ olun beyler. Bu arada duydunuz ama yine de resmi olarak tanışmış olalım, Feza ben."

Feza'nın ardından hepsi sırayla ve kısa baş hareketleriyle adlarını söylediler.

"Koray."

"Gökay."

"Kamer."

"Mert."

"Memnun oldum," diyerek gülümsedi Feza. "Ali, ikinci sınıfta okuyor. Söylediği gibi arkadaşları da üst sınıflardan, ben de çok iyi tanımıyorum ama fena çocuklar değiller. En azından maç yaparken bir yamuklarını görmedim."

Çocukları kendi zorlamasa da Ali'yle ortak noktaları kendisi olunca sorumlu gibi hissetmişti.

"Sorun yok," diyerek omuzlarını kaldırıp indirdi Koray.

"Halı saha zaten buraya çok yakın. Saati de muhtemelen 6-7 gibi ayarlarlar. Ben yine de kesinleşince size haber veririm. İsterseniz bir grup oluşturalım, toplu haberleşmek kolay olur."

Diğerleri onu onayladığında telefonunu çıkarıp sırayla hepsinin numarasını aldı ve beşine ait bir grup oluşturdu.

Feza, o an farkında değildi ancak güçlü bir dostluğun tohumlarını ekmişti toprağa.

Mert, oturma odasının kapısında dikilip her zamanki gibi karakterlere söylenerek televizyon izleyen kuzenine baktı. Derin'in en büyük zevki dizi oyuncularına laf atmaktı ona göre. Gözlerini devirmemek için kendini zor tutarken elindeki çantayı omzuna attı ve "Ben çıkıyorum, Derin," diye haber verdi.

Kuzeni elindeki mısırları ağzına tıktıktan sonra omzunun üzerinden başını geriye çevirdi ve dolu ağzını umursamadan başını salladı.

"Tomom."

Mert, kuzeninin dolu yanaklarına bakarak güldü ve "Bir şey olursa ararsın," diyerek arkasını dönüp dış kapıya doğru ilerledi. Vestiyerden aldığı kramponları çantasının içine attıktan sonra vestiyerden bu sefer de siyah sporlarını aldı ve dış kapıyı açarak giyip merdivenlere yöneldi.

Bugün tanıştığı çocuklarla öyle koyu muhabbete girmemiş olsa da bir tek Feza'nın buralı olduğunu ve ailesinin kafe işlettiğini, Kamer'in ev kiraladığını, Koray'la Gökay'ın da yurtta kaldığını öğrenmişti. Aslında fena çocuklara da benzemiyorlardı. Tek sıkıntı üzerine düşen sarı kafaydı, biraz değişik bir tipe benziyordu ancak idare edilebilirdi. Yani en azından Mert öyle olacağını umuyordu.

Arabasına atlayıp Feza'nın gruba atmış olduğu konuma doğru yol aldı.

Yaklaşık yarım saat sonra halı sahaya vardığında arabayı uygun bir yere bıraktı ve çantasını alıp içeri girdi. Kahve gözleri, tanıdık bir sima görebilme umuduyla etrafta geziniyordu ki çok geçmeden Koray'ın sahada ısınma hareketleri yaptığını fark etti ve adımlarını ona yöneltti.

"Erken geldin herhalde?" diyerek göz ucuyla Koray'ın üzerindeki şorta ve tişörte baktı, Mert.

"Öyle oldu," diyerek başını salladı, Koray. "Yurtta yapacak bir şey yoktu."

"Anlıyorum, üzerini nerede değiştirdin?"

Koray, hareketlerine ara vererek doğruldu ve ilerideki siyah demir kapıyı işaret etti.

"Oraya git, koridor boyunca ilerle, sağdan üçüncü kapı."

"Eyvallah."

Mert, kenardan ilerleyerek Koray'ın dediği yere vardı ve kapıyı açıp içeri girdi. Burasının soyunma odası olduğunu fark ederek arkalara doğru ilerledi. Elindeki çantayı kenara bıraktıktan sonra eşofmanını çıkarıp çantadaki şortunu giydi ve hemen ardından ayakkabılarını değiştirdi. Daha sonra çantasını dolaba yerleştirip kilidini ayarladı ve tekrar Koray'ın yanına gitmek için odanın çıkışına doğru ilerledi.

Kapıya varmasına birkaç adım kalmıştı ki birileri kendinden evvel davrandı ve açılan kapının arkasında Feza'yla Kamer göründü. Tek eksik sarı kafalı oğlandı.

Kısa bir selamlaşmanın ardından Mert odadan çıkıp sahaya döndü ve Koray'ın, Ali'yle konuştuğunu görüp yanlarına doğru ilerledi.

"Bizim çocuklar tamam, giyinmeye gittiler. Sizinkiler ne âlemde?" diye sorduğunu işitti, Ali'nin.

Koray, "Biri eksik sadece," diye cevap vermişti ki bakışları girişteki sarı kafayı buldu. "Heh, o da geldi işte."

Ali, omzunun üzerinden geriye dönerek Gökay'a baktıktan sonra "Süper, o zaman ben de üzerimi değiştirmeye gidiyorum," diye mırıldandı. "Beş dakikaya herkes hazır olur herhalde. Burada buluşuruz."

"Tamam," diyerek başını salladı Koray.

Ali, yanlarına varan Gökay'ı da alarak soyunma odasına doğru gittikten birkaç dakika sonra Kamer'le Feza da Mertlerin yanına vardılar.

"Biz aynı takımda mı olacakmışız?" diye sordu Kamer, tişörtünün ucunu çekiştirirken.

"Aynen," diyerek onu onayladı, Koray. "Kendi takımları varmış herhalde, altı kişilik. Bize de yine başka sınıflardan buldukları birini ek yapacaklarmış."

"Muhtemelen bizim nasıl oynadığımızı bilmediklerinden kendilerince risk almak istemediler."

Koray, Mert'e düşünceli bir tavırla baktı.

"Kim bilir, belki de bize önyargılı davranarak hata yapıyorlardır?"

Mert, Koray'a bakıp gülümsemekle yetindi.

Çok geçmeden soyunma odasındaki herkes yanlarına doğru ilerlemeye başladığında çocuklar gördükleri kişiyle şoka girdiler. Mert'in deyimiyle sarı kafa, yani Gökay, altına fosforlu pembe renk bir şort, üstüne de fosforlu yeşil renkte bir tişört giymişti ve yürüyen bir trafik lambası gibi onlara doğru ilerliyordu.

Gökay'ı fark eden öylece ona bakakalırken, Gökay ona odaklanan gözler umurunda değilmişçesine yürümeye devam edip Kamer'in hemen yanında durdu.

"Tekrar merhaba, beyler."

Çocuklar bir süre öylece birbirlerine baktıktan sonra tekrar Gökay'a döndüler.

"Şey," diye mırıldandı, Koray. "Merhaba da, sen böyle mi oynayacaksın?"

Gökay, tek kaşını kaldırıp şöyle bir üzerine baktıktan sonra "Evet?" diye mırıldandı. "Bir sorun mu var ki?"

"Yo, yok da ne bileyim biraz şey duruyorsun," diyerek dudaklarını büktü, Kamer.

"Renkli mi?" diyerek sırıttı, Gökay.

"Aynen," diyerek başını salladı, Kamer.

"Teknik, taktik bunlar beyler," diyerek sırıtışını genişletti Gökay. "Maç başlayınca anlarsınız."

Hiçbiri, Gökay'ın söylediklerinden bir şey anlamasa da yanlış anlaşılmaktan çekindiklerinden bir şey demediler. Zaten bir zaman sonra takımlar, sahalar vs. belirlendiğinde Gökay'ın giydikleri de bir süreliğine unutulmuştu.

Oyuncular ikiye ayrıldığında Mertler kendi aralarında toplaşıp kaleye Metin adındaki çocuğu geçirmeye karar verdiler. Dönüşümlü oynayacakları için Metin de şikâyet etmeden kaleye geçmişti.

Koray, futbol konusunda diğerlerine göre daha yetkin biriydi. O an için kimse bunun farkında değildi ancak Koray'ın verdiği taktikleri de herkes onaylamıştı.

Kısa bir süre sonra maç başladığında Koray, karşı takımdaki çocuklardan birinden kaptığı topu karşı kaleye sürmeye başladığında önünü iki kişi kesince başını kaldırdı ve pas atabileceği birilerini aradı. En yakınında olan kişi fosforlu renklerle parıldayan Gökay'dı ve açıkçası Koray, ona pas atma konusunda tereddüt etmişti. Yine de etrafındaki kişiler onu fazlasıyla zorlamaya başladıkları için topu kaptırmaktan korkarak topu son çare olarak Gökay'a gönderdi.

Topa ulaşan Gökay, aynı üzerindekiler gibi fosforlu sarı renkteki kramponlarıyla topu sürmeye devam ettiğinde rakip takımdaki çocuklar da onun peşine düşmüşlerdi. Koray ve Mert de ona yakın olmaya çalışarak koşarlarken Kamer'le Feza defansta onları izliyorlardı.

"Koşan bir trafik lambasını izliyormuşum gibi hissediyorum," diyerek kendini daha fazla tutamadan güldü Kamer. Feza da ona katılarak kafasını iki yana salladı.

"Al benden de o kadar."

Gökay'ın etkilediği tek kişi kendi takımındaki arkadaşları da değildi üstelik. Rakip takımdaki oyuncular da Gökay'dan olumsuz anlamda etkileniyorlardı. En nihayetinde Gökay'ın peşinde koşmaya çalışan üst sınıftaki çocuklardan biri durdu ve sesli bir şekilde yakındı.

"Ulan herifin kıyafetleri gözümü alıyor, topu takip edemiyorum ki!"

Mert, duyduğu serzeniş sonrasında duraksayarak kahkaha atmaya başladığında az ilerisindeki Koray da ona uyup gülmeye başladı ve Gökay'ın iki kişinin arasından sıyrılıp karşı kaleye attığı şutun gol oluşunu izledi.

Gökay, attığı golün üzerine havaya kaldırdığı yumruğuyla birlikte geriye dönüp takım arkadaşlarına bakarak sırıttı ve "İşte tüm bunlar teknik ve taktik," diye bağırdı.

Aldığı yanıtsa daha yüksek sesli kahkahalar olmuştu.

Ben sanırım bu şapşiklerin hepsine ayrı ayrı âşık falanım... 🥺❤️

Ve bence sizin de benden bir farkınız yok :dd

Birkaç bölüm önce aranızdan birisi bana bu muhteşem beşlinin tanışmasını yazıp yazamayacağımı sormuştu, o ana kadar hiç aklımda yoktu ama düşününce dedim ki, neden olmasın?

Bu arada Mert'in neden çocukların üzerlerine yatmayı sevdiğini ve Gökay'ın fosforlu şortlarının kaynağını öğrenmiş oldunuz :Dddd

Umarım sevmişsinizdir, zira ben bu beşliyi birlikte yazmaya bayılıyorum. 🥰

Oy ve yorumlarınızı eksik etmezseniz sevinirim.

Yeni bölümde görüşene dek kendinize çok iyi bakın! 💜

Continue Reading

You'll Also Like

660K 31.1K 51
Burak: Ne istiyorsun? 055*: Bu kadar kaba olma ya. 055*: Alt tarafı bir soru soracaktım. Burak: O zaman sor, ders çalışmam lazım. 055*: Alıkoyduysam...
205K 3.7K 20
*Bu hikaye her şeyden önce zorbalık yaşayan, aile ve sınav baskısı hissedenler için. Ben ve karakterlerim her zaman yanınızdayız. Mesafe ilişkisidir...
287K 17.3K 13
"Sizin de var mı bekleyemem diyeniniz?" Kaşları çatıldı ve bir süre yüzüme baktı. Tok sesiyle konuştu. "Bizde tek yol, vatan yoludur. Beklemek istiyo...
1.3M 60.7K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...