KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#56 - Yılbaşı Gezisi / 1

71.4K 3.9K 551
By bayanclara

Herkese merhaba... Biraz uzun zaman oldu görüşmeyeli, nedenler için her şeyi gösterebilirim ama giriş konuşmasını uzatmak niyetinde değilim. Umarım iyisinizdir ve bu bölüm biraz olsun moralinizi yerine getirir. ❤️

Başlıktan anladığınız üzere bölümü iki part şeklinde yazacağım, çünkü bölüm düşündüğümden daha uzun oldu ve ben de sizleri daha fazla bekletmek istemedim.

Ben çook keyif alarak yazdım, umarım siz de keyifle okursunuz. 🥰

🎶 Sıla ~ Kafa 🎶

🎶 Pinhani ~ Dünyadan Uzak 🎶

{Beril'den}

"Beril! Zaten bir iş yaptığın yok, bari ayağıma dolanma kızım!"

Annemin homurdanışıyla mutfağın içinde volta atmayı bırakarak dudaklarımı büzdüm.

"Ne yapayım anne ya, çok heyecanlıyım!"

Annem bir kaba doldurduğu patatesli börekleri mutfak masasının üzerine bırakırken bakışlarını bana çevirdi. "Onu görebiliyorum canım, o yüzden yardım etmeni istemek yerine ayağıma dolanmamanı söylüyorum ya."

Olduğum yerde durmaya bir son vererek ilerledim ve sandalyelerden birinin sırt kısmına ellerimi yaslayıp poğaça, sarma ve kek doldurduğu kapları bir poşete sığdırmaya çalışan anneme yavru kedi bakışları attım.

"Anne..."

Annem bana dönmeden mırıldandı. "Hı?"

"Anne ya..."

"Sana Mert'in sürprizini söylemeyeceğim kızım, boşa debelenme karşımda. Hem en fazla yarım saat sonra öğreneceksin zaten, ne bu ısrar?"

"Kaç gündür sürünüyorum, daha fazla dayanamıyorum, ne yapayım? Babamla sende de ne irade varmış Allah aşkına, Nuh dediniz Peygamber demediniz ya!"

"Ee, Mert'e söz verdik, ne yapalım? Çocuk sana sürpriz yapmak istiyor, ne diye bozmaya çalışıyorsun? O kadar hazırlık yapmış, hevesi kursağında mı kalsın?"

"Kalmasın tabii de," diyerek iç çektiğimde annem başıyla önümdeki poşeti işaret etti.

"Açsana şunu."

Poşeti açarak elindeki börek kabını koymasına yardım ederken "Mert sana hiçbir şey yapmaman gerektiğini söylememiş miydi?" diye sordum.

"Kibarlığına öyle diyecek tabii," diyerek başını salladı. "Yolda giderken yersiniz hem."

"Nereye giderken?"

Başını kaldırdı ve bana keskin bir bakış attı. "Sen giderken ben geliyordum anneciğim."

Sesli bir şekilde ofladığımda bu kız adam olmayacak dercesine kafasını sallayıp tekrar işine koyuldu.

Annem bana ihtiyaç duymadan işine devam ederken arkamı dönüp cam kenarına yürüdüm ve siyahtan laciverte dönen gökyüzüne baktım. Saat sabahın beş buçuğuydu ve ben birde uyumuş olmama rağmen kendimi delicesine enerjik hissediyordum.

Doğum gününden beri Mert'in yılbaşı için hazırladığı sürprizi merak etmekle geçmişti günlerim. Mert bu sürpriz için evimize gelip annemle babamdan bile izin almıştı ancak ben bir türlü öğrenememiştim sürprizin ne olduğunu. Tek bildiğim babamın çok ılımlı yaklaşmadığı ancak annemin araya girmesiyle izin verdiğiydi.

"Çantan hazır, değil mi Beril? En kalın neyin varsa aldın yanına?"

Bakışlarım lacivert gökyüzündeyken başımı salladım. "Aldım anne, merak etme."

Aslında ilk başta Mert'in beni İzmir'e götüreceğini düşünmüştüm ancak benden yanıma kalın kıyafet almamı istediğinde bu ihtimal suya düşmüştü. Sonuç olarak Samsun, İzmir'den çok daha soğuk bir ildi.

"Unuttuğun bir şey olmasın. Ne bileyim, şarj aletiydi, ıvırdı zıvırdı derken dert çekmeyin."

"Üç kere kontrol ettim çantamı anne, kitap bile aldım yanıma. Eksik bir şey yok. Hayır, böyle tam teşkilat nereye gideceğiz, anlamadım ki zaten!"

Arkamı dönerek sırtımı pencere pervazına yasladığımda annemin sandalyelerden birinde oturduğunu gördüm. Benim özenli halimin aksine yataktan kalktığı gibiydi ancak bunu pek de umursadığı söylenemezdi. Sonuç olarak benden bir saat kadar sonra babamı da işe göndererek sıcak yatağına geri dönecekti.

"Biliyor musun," dedikten sonra başını çevirip mutfağın kapalı kapısına kısa bir bakış attı. "Aslında baban sana söylememem konusunda beni uyardı ama sonuçta benim kızımsın, sabırsızlığını birinden alman gerekiyordu değil mi?"

Annemin alaylı sözlerine gülerken merakla yanına doğru ilerleyip tam karşısındaki sandalyeye yerleştim.

"Benden sır çıkmaz anne, biliyorsun."

"İstesen de söyleyebileceğin bir şey değil zaten."

Kaşlarım havalandı. Meraklanmıştım. "Tam olarak neyden bahsediyorsun acaba?"

Annem sanki her an babam gelip bizi basacakmış gibi bir kez daha kapıya baktıktan sonra tekrar bana döndü.

"Baban başta bu birlikte dört günlük kaçamağa pek gönüllü bakmadı, bildiğin üzere."

Başımı sallayarak onayladım onu.

"Evet, sen ikna ettin."

"Benim de faydam olmadı değil tabii ama babanı esas ikna eden kişi Mert oldu."

İçimdeki merak giderek büyüyordu. "Nasıl yani?"

"O adını anmak istemediğim pis çocukla sevgili olduğun zamanlarda evden bu kadar uzak durmuyordun, yani sadece bu izin işinden bahsetmiyorum. Mert hayatına girdiğinden beri sürekli onunla vakit geçirmen ve muhtemelen başlangıcını birkaç saate yapacağınız geziler babanı biraz rahatsız etti. Ha, işin ucunda Mert olduğu için senin adına korkmuyor da çevreden gelebilecek laflardan çekiniyor. Sonuçta sık sık seni evden almaya geliyor, eve bırakıyor. Derin'le kalacağını söylesen bile Mert için onların evinde kaldığını baban da ben de biliyoruz ve..."

Konunun nereye gittiğini asla anlamadığımdan ses çıkarmadan annemi dinlemeye devam ettim ancak o konuşmasını nasıl devam ettireceğini bilememiş gibiydi. Bu yüzden "Ve," diyerek onu konuşmaya teşvik ettim.

"Ve... Aranızdaki ilişkinin resmiyete dökülmesini istedi."

Bir an duyduğum şeyi idrak edemeyerek annemin yüzüne bakakaldım. "Bu da ne demek?"

"Baban bu sene bitmeden Mert'le senin nişanlanmanızı istiyor, demek."

"Ne?"

İstemsizce çığlık attığımda annem elini yüzüme doğru uzattı. "Sus kız, bağırma! Baban uyanacak, sonra erkenden kaldırdığımız için söylenip duracak bize."

"Nasıl bağırmayayım anne?" diye sordum dehşetle. "Nişan diyorsun ve ben sadece on sekiz yaşındayım, on sekiz!"

"Ne olmuş yani?" diyerek dudak büktü annem. "Yarın git evlen, demiyorum ya. Zaten senin okulun bitene kadar hayatta izin vermez baban evlenmenize de bu dedikodu konusunda biraz haklı anneciğim. Milletin ağzı torba değil ki büzelim, saçma sapan laflar edip seni de üzmelerinden korkuyoruz. Hem Mert'in yanından bir saniye bile ayrılasın gelmiyor, neye itiraz ediyorsun acaba?"

"Mert'le bir alakası yok, sadece şaşırdım. Hiç beklemediğim bir şeydi sonuçta."

"Mert gelip babanın karşısına geçecek ve kızını dört günlüğüne bir yerlere götürmek istediğini söyleyecek, baban da güle oynaya izin mi verecek, Beril?"

"Nereye gideceğimizi bilmiyorum ki nasıl izin verdiğine şaşırayım anne! Hem Mert ne dedi?"

"Anında kabul etti, valla ben bile şaşırdım. Dünden razıymış çocuk meğer. 'Yarın git Beril'le evlen,' desek bile kabul edecekmiş gibi görünüyordu."

İşte buna hiç şaşırmamıştım...

Annem bir süre afallamış suratıma baktıktan sonra "Hem ben senin de dünden razı olacağını sanıyordum, bu surat ne böyle?" diye sordu ters ters. "Sabah akşam 'Mert' diyerek evin içinde dolanmayı biliyorsun, işi ciddiye bağlayalım deyince mi kuyruğunuz sıkıştı hanımefendi?"

"Ne alakası var anne ya?" diyerek ofladım. "Sadece şaşırdım. Hem de çok şaşırdım."

"Mert'i görünce geçer şaşkınlığın," diyerek elini salladı. "Hatta koşarak geri dönüp 'bizi evlendirin' diye ortalığı yıkarsın, bilmiyorum sanki seni."

"O kadar da değil anne..."

"Hıı, her gece rüyasında 'Mert, Mert' diyen de benim çünkü değil mi?"

"Her günümü onunla geçirince ister istemez işliyor bilinçaltıma, ne yapayım yani?" diyerek somurttum.

"Heh, işte ben de bunu diyorum ya. Her gün her gün biraz şey oluyor artık..."

Tam ona laf yetiştirmeye devam edeceğim sıra pantolonumun cebindeki telefonum titreşince hızla ayağa kalktım ve cebimdeki telefonumu çıkardım. Mert mesaj atmıştı.

Gönderen: Süper Kahramanım 💘

Kapıdayım, bekliyorum. Muhtemelen annen de bizi geçirmek için aşağı inmeye kalkacaktır ama ona engel ol. Havanın ayazı çok fena, boşuna üşümesin. Sen de kalın giy üzerini.

"Tipe bak tipe... Tek bir mesajla bile eriyip bitiyor, sonra da gelmiş ne nişanı diyor hanımefendi!"

Annemin sesiyle kendime gelirken mesaja bakarak sırıttığımı fark edip yüzümü eski haline geri çevirdim. Gözünden hiçbir şey de kaçmıyordu yahu!

"Hava çok soğukmuş. Annen bizi geçirmeye gelmesin, boşu boşuna üşür, diyor."

"Düşünceli damadım benim..."

Gözlerim kocaman olurken "Anne!" dediğimde, "Sus kız," diyerek ayağa kalktı. "Yemeyip yanında yatacağına car car söyleniyorsun anca."

Ona gerçek bir şokla baktım. "Mert'le çıkmaya başladığımızdan beri çok değiştin anne..."

"Herhalde değişeceğim. Mert'ten başka kim idare edebilir ki seni? Hem çocukcağız neredeyse senden daha çok düşünüyor beni, böyle damadı bir daha nerede bulurum?"

İç çekerek başımı salladım. Neredeyse benden daha çok sevecekti Mert'i...

"Hadi git, kabanını giyin sen," diyerek masanın üzerindeki poşetleri aldı. "Sessiz ol, baban uyanmasın."

"Tamam, anne."

Annemden önce mutfaktan çıkarak girişe ilerledim ve akşamdan vestiyere astığım siyah kabanımı alarak giyindim. Daha sonraysa botlarımı elime alarak dış kapıyı açtım ve botları kapının üzerindeki paspasa bırakarak giydim.

Botlarımı giydikten sonra doğrulup kapının yanındaki büyük valizi ve sırt çantamı alıp anneme döndüm.

"Dört gün için bu kadar şey almaya gerek var mıydı sahiden?"

Annem üzerimdeki yükü taşıyabiliyormuşum gibi elindeki yemek poşetlerini de boşta neremi bulduysa sıkıştırdı.

"Dört gününün sonunda iyi ki almışım, deyip boynuma sarıldığında tekrar konuşuruz bunları."

Kollarımdaki ağırlıklarla bükülen sırtımı düzeltmeye çalıştığım sıra "Aslında aşağı kadar inesim var ama çocukcağız üşüdüğüm için vicdan yapsın istemiyorum," diye mırıldandı. "Bu seferlik böyle olsun, ne yapalım?"

Annemdeki damat aşkına gözlerimi devirmek istesem de gücüm olmadığından yapamadım ve annem uzanıp iki yanağımdan da sıkı sıkı öperken ayakta kalma savaşımı sürdürmeye çalıştım.

Annem beni bir güzel öptükten sonra geri çekilecekti ki aklına bir şey gelmiş gibi yüzümün önünde duraksadı. "Bana bak kız, Mert'e ne kadar güveniyorsam sana bir o kadar güvenmiyorum. Çocuğun üzerine atlama tamam mı, uslu uslu gidip gelin."

Sözlerinin üzerine gözlerim kocaman açılırken annem bir çığlık daha atacağımı sezerek avucunu ağzıma kapadı ve binayı ayağa kaldırmamı önledi.

"Ne bağırıyorsun? Sanki yapmadığın şey... Çocukken Mert'i gördüğün yerde üzerine atlıyordun. İnsan altısında neyse on sekizinde de o olurmuş. Ben uyarayım da, ne olur ne olmaz."

Ben açık kalan ağzımla ona bakmaya devam ederken halimi asla umursamadan içeri girip "Ben cama çıkıyorum, hadi güle güle gidin," diyerek kapıyı yüzüme örttüğünde kafamı iki yana salladım ve bu halini uykusuzluğuna bağlayarak merdivenlere yöneldim. Elimdekilerle yuvarlanmazsam iyiydi.

Kazasız belasız atlattığım merdiven yolculuğundan sonra binadan çıktım. Bahçe kapısının önünde beni bekleyen yakışıklı kahramanımı gördüğümde kalbim heyecanla çırpınmaya başlarken Mert'in hemen arkasındaki beyaz karavanı gördüğümde ayaklarım yere çivilendi ve şok içine koca karavana bakakaldım. Bu da neyin nesiydi böyle?

Mert, üzerimdeki yükün fazlalığını fark ederek hızla yanıma gelip yemek poşetleri haricindekileri kendi üzerine aldığında dahi şaşkınca karavana bakıyordum.

"Bu da ne Mert?"

"Karavan, güzelim."

Normal bir zamanda olsaydık güzelim kelimesine takılır, bir süre de çıkamazdım ancak şu an o kadar şaşkındım ki onu bile umursayamamıştım. Açık ağzımı kapatarak ona baktım. "Onu görebiliyorum... Sadece karavanla ne yapacağımızı anlayamadım."

"Karadeniz turuna çıkacağız."

Bakışlarım hızla onun o çok sevdiğim yüzüne döndü. "Ne?"

"Bunları bu soğukta konuşmak yerine sıcacık karavanımızda konuşsak daha iyi olmaz mı, bebeğim? Hem camda gitmemizi bekleyen anneni de daha fazla üşütmemiş oluruz."

"Ah, şey... Ta-tamam."

Mert, başını kaldırıp muhtemelen anneme kocaman gülümseyip el sallarken ben şaşkınca karavana bakmaya devam ediyordum. Ne yani, biz şimdi dört günlük Karadeniz turuna mı çıkıyorduk? Hem de kocaman bir karavanla?

Olanları idrak etmeye çalışarak Mert'in peşine düştüm ve o elimizdekileri karavanın arka kısmına koyana, hatta elinde hiçbir şey kalmamış beni karavanın önüne oturtana kadar bir şey diyemedim. Oysa halimden büyük bir zevk alıyor gibiydi. Muhtemelen şaşkınlığım çok hoşuna gitmişti.

"Suzan ablaya o kadar da kendisini yormamasını söylemiştim ama dinlememiş beni," diyerek karavanı çalıştırıp yola koyulan Mert'e döndüm. Çok mutlu ve bir o kadar da yakışıklı görünüyordu. Her zamanki gibi. "Neyse, Allah'tan ki saat başı acıkan bir insanım. Hiçbir yiyeceğimizi israf etmeyeceğiz."

Açtığı muhabbete katılarak onunla alay edebilirdim ama hala dört günlük gezimizi sindirebilmiş değildim.

"Mert, biz tam olarak nereye gidiyoruz?"

"Hımm, bu güzel bir soru," diyerek bana kısa bir bakış atıp neşeyle göz kırptı. "Sabah kahvaltısını Ordu'da yaparız, diye düşündüm. Akşam yemeğini belki yine Ordu'da belki de Giresun'da yer, geceyi de güzel bir sahil kenarında geçiririz. Tabii sadece yemek yemeye gitmiyoruz, sana harika yerler göstereceğim. O yüzden hangi gün nerede olacağımız hakkında net bir şey söyleyemiyorum ama oradan sonra sırayla Gümüşhane, Trabzon, Rize ve Artvin'e gideceğiz."

"Sen," dedim irice açılmış gözlerimle. Hiç böyle bir şey hayal etmemiştim. "Ciddi misin?"

"Sabahın altısında güzel bir karavanla Ordu yoluna düştük, güzelim. Sence?"

Nihayetinde şaşkınlığımı üzerimden atarak oturduğum yerde mutlulukla el çırptım. "Ama bu çok güzel!"

Bana bakıp göz kırptı. "Senin kadar değil."

Başımı omzuma doğru eğerek ona utangaç bir gülümseme bahşettiğimde gülüşü büyüdü.

"Nereden aklına geldi ki böyle bir şey?" diye sordum hayranlıkla. Harika bir plan yapmıştı. Bizim için.

"Aslında çocuklarla falan çok yaparız, yani geçen üç senede çok yaptık ama onlarla karavan kiralamıyorduk tabii. İki araba halinde gidiyor, kamp kuruyorduk. Öyle de baya güzel oluyor ancak onlarla yazın falan gidiyorduk, bu havada çadırda kalınmaz. Yani kalınır da senin narin tenine kıyamam ben."

İstemsizce cilveli çıkardığım sesimle "Yaa," dediğimde güldü ve beni taklit etti.

"Yaaaaa."

Oyunbaz sesine gülerek hafifçe omzuna vurduktan sonra arabanın, pardon, karavanın içinde baya sıcakladığımı hissettiğimde Mert'in de sadece boğazlı bir kazakla oturduğunu fark ettim. Karavanı ısıttığını söylerken şaka yapmıyordu demek ki.

Üzerimdeki kalın kabanı çıkararak salık bıraktığım dalgalı saçlarımı düzeltirken "Ben oralara hiç gitmemiştim, biliyor musun?" dedim hevesle. "Yani babamın işi yüzünden sık sık şehir değiştirirdik ama İzmir'den sonra İç Anadolu'ya geçmiştik. Orada birkaç şehir değiştirdikten sonra da Samsun'a geldik ve sanırım babam emekli olana kadar buradayız."

"Gitmediğini tahmin etmiştim," diyerek başını salladı. "O yüzden havalar soğuk da olsa yılbaşı tatilini böyle değerlendirmek istedim. Zaten amaç öyle her yeri gezmek değil, seninle beraber olmak. Baharda veya yaz tatilinde tekrar gidip daha çok yer görürüz."

"Olur," diyerek başımı salladım. "Çok güzel olur hem de. Peki... Bunların hepsini ne zaman düşündün?"

"Bilmem," diyerek dudak büktü. "Uzun zamandır seni ve geleceğimizi düşündüğüm için tam bilemiyorum."

Nasıl başarıyordu bilmiyordum ama her lafında beni daha da fazla bağlıyordu kendine, bundan dahası mümkünmüş gibi.

"Mert," dedim derince iç çekerken. "Teşekkür ederim, şimdiden harika hissediyorum kendimi."

Yolun boşluğundan faydalanarak bana döndü. "Ben sana baktığım her an öyle hissediyorum, yani teşekkür etmene gerek yok. Ödeşmiş olduk."

"Mutluluktan ağlamamı mı istiyorsun?"

"Asla," diyerek başını iki yana salladı. "Hiçbir şekilde ağlamanı istemiyorum. Hem daha önce de söylediğim gibi sen ağlarsan ben de ağlarım, sonra da yüzündeki her yeri ısırırım. O yüzden ağlamak yok."

Tehditlerine gülerken "Tamam ya, tamam," diyerek dudaklarımı birbirine bastırdım. "İnsanın duygulanmasına da izin vermiyorsun."

"Çok duygulanmak istiyorsan gel beni öp," dedikten sonra kendi kendine konuşuyormuşçasına devam etti. "Sahi, ben seni niye öpmedim?"

Tepkilerini şaşkınca izlediğim sıra şehirlerarası yolun bomboş olmasını fırsat bilerek bir anda bana uzandı ve ben daha ne olduğunu anlayamadan dudağıma peş peşe iki öpücük kondurup tekrar direksiyon başına geçti.

"Ooooh!" diye bağırdı sonra. "Günüm aydı be!"

Utanç duygusu yanaklarıma toplaşırken başımı öne eğerek güldüm. Utanıyordum ama çok da seviyordum bu hallerini.

Halimi hemen fark edip "Yine mi utandın bakayım sen?" diyerek elini uzattı ve öne eğik başımdan faydalanarak saçlarımı karıştırdı.

Birbirine giren saç tellerimi görünce "Ne yapıyorsun ya?" diyerek başımı kaldırdıktan sonra dikiz aynasından kendime baktım. Of, çok komik görünüyordum.

Homurdanarak saçlarımı düzeltirken bile homurdanışlarım tatlı mırıldanışlar olarak çıkıyordu, çünkü kızgın olamayacak kadar mutlu ve âşıktım.

"Niye söyleniyorsun?" diyerek uzanıp yanağımdan makas aldı. "Sevgilimizi sevmeye de mi hakkımız yok?" Bugün üzerinde farklı bir enerji ve mutluluk vardı. Bunu anlayabiliyordum çünkü ben de onunla aynı durumdaydım.

"Sen böyle mi seviyorsun sevgilini?" diye sordum. Sesimi sert çıkarmaya çalışsam da asla başaramamıştım çünkü sevgilim derken öyle bir vurgu yapmıştı ki kalbim oraya erimekle meşguldü.

"Isırarak sevmeme izin vermiyorsun, ne yapayım?"

"Isırınca canımı acıtıyorsun çünkü."

"Sen de bu kadar tatlı olmasaydın, benim ne suçum var?"

Öyle eğlenerek, şakacı bir tavırla konuşuyordu ki gülümsemeden edemiyordum. Sevgisini o kadar çok hissettiriyordu ki bana, kendimi çoğu kez hayal görüp görmediğimi sorgularken buluyordum. Mert'ten önce kimse başaramamıştı bunu. Hatta Mert'ten önce birinin beni böylesine sevebileceği aklımın ucundan bile geçmezdi.

Ona cevap vermek yerine koltukta ona doğru uzandım ve sol yanağını tutarak sağ yanağına kocaman bir öpücük kondurdum.

Öpücük sonrası dudaklarımı birbirine bastırarak geri çekildiğimde gözleri ışıldayarak baktı bana.

"Ne içindi bu?"

"Hiç," diyerek omuz silktim. Daha şimdiden gülümsemekten yanaklarıma ağrılar girmişti. "İçimden geldi."

"Hep gelsin o zaman," diyerek başını salladı. "Yani içinden."

"Olur."

Bakışlarım ön camdan yavaş yavaş aydınlanmaya başlayan gökyüzüne kayarken "Ordu'ya kaç saat sonra varmış oluruz?" diye sordum.

"Yaklaşık iki buçuk saat sonra Perşembe Yaylası'nda olacak ve harika bir manzara karşılığında kahvaltımızı edeceğiz."

"Yaa," diye mırıldandım sevinçle. O yaylanın ismini çok duymuştum ve ilk kez Mert'le birlikte gidecek olmaktan çok mutluydum.

"Normalde yaylanın etrafında kamp yapılıyor, yani harika bir kamp alanı var ama bu seferlik sadece gezmekle yetineceğiz. Gerçi oralar kar altında da kalmış olabilir."

"Olsun," diyerek omuz silktim. "Hem kar manzaralı kahvaltı da çok güzel olur."

"Aynen, hatta kayak yarışmaları falan yapılıyormuş kışın. Uygun bir yer bulursak belki biraz kayarız, ha?"

"Ama ben kaymayı bilmiyorum ki."

Başını bana çevirip çapkın bir bakış attı. "Hocanız hemen sol tarafınızda oturuyor Beril Hanım, boşuna endişelenmeyin lütfen."

Tavrına kıkırdarken "Peki," diyerek başımı salladım. "Siz öyle diyorsanız..."

"Ee," diyerek elini uzattı ve radyoyu açtı. "Yolculuğumuzu daha da eğlenceli bir hale getirmeyelim mi?"

Heyecanla atıldım. "Getirelim!"

Mert, heyecanıma gülümsedikten sonra frekansla oynamaya başladı. "O zaman yolculuğa uygun bir şarkı bulalım," diyerek birkaç kanal geçtikten sonra duyduğu şarkıyla duraksadı. "Hah, bak, bu çok iyi."

Radyonun sesini açtıktan sonra uzanıp elimi tuttu ve parmak boğumlarıma birkaç öpücük bıraktıktan sonra parmaklarımızı birbirine kenetleyerek elini dizinin üzerine koydu. Şöyle ufak hareketlerle beni nasıl etkilediğini biliyor muydu? Elbette biliyordu! Bu, geniş gülümsemesiyle bağırarak şarkıya eşlik etmesinden belli oluyordu.

Hadi kalk gidelim, hemen şu anda

Kapa telefonunu bulamasın arayan da

Açarız radyoyu, yol nereye biz oraya

İyi gelmez mi hiç deniz havası

Bir göz oda bulur sokarız başımızı

Bi' de koyarız iki kadeh

Kafa nereye biz oraya

Duraksayarak bana döndü ve kucağında duran elimin üzerini bir kez daha öperek şarkıya eşlik etmeye devam etti.

Kafa nereye biz oraya

Mert'in dediği gibi yaklaşık iki buçuk saat sonrasında Perşembe Yaylası'ndaydık ve şahit olduğum manzara karşısında dilim tutulmuştu. Beyaza boyanmış yayla o kadar güzeldi ki.

"Seni buranın şelalesine götüreceğim," diyerek gülümsedi Mert. Onun da birkaç saatlik uykuyla ayakta olduğunu öğrenmiştim ancak o da tıpkı benim gibi fazlasıyla enerjikti. Yolculuğumuz boyunca şarkı söyleyerek oturduğumuz yerde dans ettiğimiz için de enerjimiz katlanarak artmıştı.

Cama yapışıp ağzım açık bir şekilde manzarayı izlerken karavanın biraz ötesinde durduğu şelaleye büyük bir hayranlıkla baktım. "Mert... Burası çok güzel!"

"Senin kadar değil."

Gülerek arkamı döndüm ve beni tatlı bir gülümsemeyle izleyen süper kahramanıma baktım.

"Bunu söylemekten ne zaman vazgeçeceksin?"

İşaret parmağını çenesine yaslayarak "Hımm," diye mırıldandı. "Bir düşüneyim... Hiçbir zaman."

Gülmeye başladım. "Gerçekten çok düşündün."

"Bu halime şükret sen," diyerek kontaktaki anahtarı alıp cebine attı. "Ne kadar aç olduğumu tahmin edebiliyor musun?"

Gülmeye devam ettim. "Evet."

"İyi o halde, hemen in ve arkaya geçelim."

"Montumu alayım mı?"

"Arka taraf da en az burası kadar sıcak güzelim, gerek yok."

Onu başımı sallayarak onayladıktan sonra kapıyı açıp dışarının soğuğunun karavanı soğutmasına izin vererek aşağı indim. Üzerimdeki kazakla üşüyor olsam da şelalenin sesine dayanamayıp daha yakından görebilmek için oraya doğru birkaç adım attım. Gerçekten bir doğa harikasıyla karşı karşıyaydım.

"Beril! Üşüyeceksin bebeğim! Kahvaltıdan sonra gezdireceğim etrafı sana, hadi gel!"

Mert'in açtığı kapının yanında bana seslendiğini gördüğümde hızlı adımlarla geri dönüp Mert'in elini tutarak karavanın içine girdim. İçerinin sıcaklığı anında beni sararken Mert'in de peşimden içeri girerek kapıyı kapattığını işittim ancak bakışlarımı etrafta gezdirmekle meşguldüm. Karavanın içi o kadar geniş ve o kadar güzeldi ki.

Hemen karşımda küçük bir mutfak ve eşliğinde açılabilir masayla, L şeklinde bir koltuk duruyordu. Mert, benden aldığı poşetleri bu beyaz masanın üzerine koymuştu.

Mutfak tezgâhının hemen yanında mini bir buzdolabı vardı ve bakmasam da içinin ağzına kadar dolu olduğunu tahmin etmek hiç zor değildi.

Geriye dönüp kapıya yaslanarak beni izleyen yakışıklı adama kocaman gülümsedim ve karavanın sol tarafına doğru ilerledim. Gördüğüm beyaz bir kapıyı açarak kafamı uzattığımda küçük, beyaz renklerle döşenmiş bir banyoyla karşılaştım. Duş bile alabilirdik burada.

Banyo kapısını kapatarak ilerlemeye devam ettim ve karşısında küçük bir televizyon olan iki kişilik bir yatakla karşılaştım. Orada Mert'le birlikte sarılarak uyuduğumuzu veyahut televizyon izlediğimizi hayal edince ister istemez utanmış ve yanaklarımın kızarmasına fırsat vermeden aklıma başka şeyler getirmeye çalışmıştım.

"Ee, nasıl buldun karavanımızı?"

Mert'in içeriden gelen sesini işittiğimde küçük bir çocuk gibi koşturarak yanına gittim ve onu küçük tezgâhın önünde domates-salatalık yıkarken bulunca paytak adımlarla yanına varıp arkadan beline dolandım. Bu halim onun kadar beni de şaşırtıyordu ancak memnundum da bundan. Her geçen gün kendimi daha da yakın hissediyordum ona. İçimdeki aşk büyüyüp çoğaldıkça hareketlerimin önündeki setler de kalkıyormuş gibi hissediyor ve bunun en çok Mert'i mutlu ettiğini de çok iyi biliyordum.

"Harika... Televizyon bile var. Karavan da geldiğimiz yer de çok güzel Mert."

Yanağımı geniş sırtına sürerek belindeki kollarımı sıkılaştırdım. "Tekrar her şey için teşekkür ederim."

Hiç zorlanmadan kollarımın arasında dönerek yüz yüze gelmemizi sağladıktan sonra o da ellerini belime dolayarak beni iyice kendine çekti ve burnunu saç diplerime sürttü. "Ben de sana teşekkür ederim o zaman."

Kaşlarım havalandı. "Ne için?"

"Beni sevdiğin ve yanımda olduğun için," diyerek dudaklarını şakaklarıma bastırdı. "Ve tabii bir de bana kahvaltı hazırlamakta yardım edeceğin için."

Kıkırdayarak başımı salladım. "Tabii."

Mert, benden ayrılamıyormuş gibi bir kez de yanağıma büyük bir öpücük kondurduktan sonra etrafımdaki kollarını çekerek kenara kaydı. "Sen bunları doğra, ben de dolaptaki diğer malzemeleri çıkartayım."

"Olur."

Mert'in yıkadığı salatalık ve domatesleri doğramaya başladığımda Mert de buzdolabından çıkardığı yeni alındığı belli olan peynir-zeytin kutularını açarak mutfak dolabından çıkardığı tabaklara koymaya başladı.

"Tüm bunları ne ara hazırladın acaba sen?"

Elindeki reçel kavanozunu kapatırken bana kısa bir bakış attı. "Dün tüm gün bunlarla uğraşmış olabilirim. Hatta Derin'i de uğraştırmış olabilirim. Yani market alışverişi konusunda değil, börek çörek konusunda."

"Ona da teşekkür etmem gerekiyor o zaman."

"Senin değil, onun bana teşekkür etmesi gerekiyor," diyerek sırıttı. "Benim yokluğumu fırsat bilip Feza'yı eve atmayı planlıyordu."

Mert'in hiç de masum olmayan iması sonrasında utanarak önüme döndüğümde çok geçmeden yanı başımda buluverdim onu. Koluyla koluma dokunarak "Şşt," dedi. "Utandın mı bakayım sen?"

Başımı biraz daha önüme eğerek "Ne alakası var ya?" diye homurdandım, daha doğrusu homurdanmaya çalıştım, zira sesimin çıktığından bile emin değildim. "Salatalık doğruyorum ben burada."

"Sen baksana bana bir."

Yanaklarımın kızarmamış olmasını umarak yüzümü kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Baktım, ne olmuş?"

Kahveleri yavaşça yüzümü taradıktan sonra elini kaldırdı ve önüme gelen saç tutamını kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ne güzel bir şeysin sen ya..."

Şaşkınca mırıldanıverdim. "Hı?"

Yüzüm nasıl bir ifadeye büründüyse tatlı tatlı güldü. "Sana diyorum, bayılıyorum diyorum. Aşığım, geberiyorum aşkımdan diyorum. Anlıyorsun, değil mi?"

Gözlerinin içine bakakaldım öylece. Nasıl oldu bilmiyorum ama utanmadım bu sefer, hatta elimdekileri bırakarak ona döndüm ve kollarımı boynuna dolayarak "Ben de," diye mırıldandım. "Ben de senin gibiyim."

Gülümsedi. Hatta öyle güzel gülümsedi ki kalbim tekledi. Sonraysa kollarını belime dolayıp beni kendine çekti ve dudaklarıma sokuldu. Sakin başlayan öpücüğümüz giderek hararetlendiğinde Mert yavaşça geri çekilerek alnını alnıma yasladı. Gözlerim kapalıydı ve nefesimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Görmesem de nefes seslerinden benden bir farkının olmadığını anlayabiliyordum.

"Aşığım sana," diye mırıldandı bir kez daha. İhtiyacım olduğunu biliyordu, bunu bildiğinin farkındaydım. Bu yüzden de bulduğu her fırsatta bana olan aşkından ve sevgisinden bahsediyordu. Hiç şikâyetim yoktu ama. İstediği kadar çok söyleyebilirdi, çünkü gerçekten çok ihtiyacım vardı. Duymaya da hissetmeye de ve bunları Mert'ten daha çok gösterebilecek kimse yoktu.

Dudaklarım hafifçe kıvrılırken "Ben de," dedim. "Ben de seni çok seviyorum."

Alnını alnıma sürttükten sonra yanağımdan sertçe öptü ve geri çekildi. "Biraz daha öpmeye devam edersem kahvaltıda peynir-zeytin yerine seni yiyeceğim."

Dudaklarımı birbirine bastırıp kıkırdayarak önüme döndüm ve doğrama işine kaldığım yerden devam ettim, biraz öncekinden yüz kat hızlı çarpan kalbim eşliğinde.

Kahvaltılıklardan sonra annemin hazırladığı poğaça ve börekleri de uygun bir tabağa yerleştirip masaya koyduğum sıra Mert de su ısıtıcısında kaynattığı sıcak suyu getirmişti. Aslında karavanda demlik bile vardı, yani istesek çay demleyebilirdik ama bu seferlik sallama çaylarla idare edecektik.

Bol bol konuşup gülüştüğümüz -ve bir o kadar da cilveleştiğimiz- harika bir kahvaltının ardından masayı toplayarak dışarı çıkmak üzere hazırlandık. Ben gerek olmadığını söylesem de annem planı bildiğinden valizimin içine atkı ve bere de sıkıştırmıştı. Mert de onları bana itina ile giydirip burnumun ucuna küçük bir öpücük bırakmıştı.

Kısacası mutluydum işte. Hem de çok.

Mert'le birlikte karavandan çıktıktan sonra el ele tutuşup şelaleye doğru ilerledik. Saat öğlene doğru geldiğinden hava biraz daha ılınmıştı ancak hala soğuktu. Hem de çok.

Gürül gürül akan şelalenin yanına vardığımızda bir süre hayranlıkla akan suya baktık. Gerçekten çok güzeldi.

"Fotoğraf çekinelim mi? Bu dört günü hafızamıza kazımakla yetinmeyip güzel hatıralar biriktirelim."

"Olur, tabii," diyerek cebinden telefonunu çıkardı ve birkaç adım geriye gitti. "Önce seni çekeyim, yeni bir arka plana ihtiyacım vardı zaten."

"Yaa," diyerek ileri geri sallandığımda gülerek başını salladı ve benden poz vermemi istedi. Hemen telefonunun kamerasına baktım ve kocaman gülümsedim. Mert birkaç farklı pozumu çektikten sonra yanıma gelerek beni kolunun altına aldı ve birkaç tane de birlikte fotoğrafımızı çekti.

"Hadi bakalım, yeni yerler keşfedelim."

Elimi sımsıkı tutup montunun cebine koyduktan sonra şelalenin yanından geçerek ilerlemeye başladık. Sohbet ederek yaklaşık on beş dakika kadar yürüdükten sonra büyükçe bir gölün yanına geldik. Gölün etrafı beyaza bürünmüş ağaçlarla doluydu ve ilerideki bir tepede kayak yapan bir sürü insan vardı.

"Hala kayak yapmamız gerektiğini düşünüyor musun?" diye sordum, tepeden aşağı kayan insanları büyük bir tedirginlikle izlerken. Lafta söylemek kolaydı ama insan korkuyordu.

"Elbette," diyerek başını salladı. "Sana tam olarak öğretecek vaktimiz yok ama en azından ilk denemeni yapabiliriz."

"Bence yapmasak da olur," diye mırıldandım. Bakışları bana döndü.

"Korktun mu yoksa sen?"

Saklama ihtiyacı duymayarak "Yani," deyiverdim. "Biraz. Hem düşüp kolumu bacağımı kırarsam ne olacak? Tatilimiz başlamadan biter."

Mert, gülerek kolunu boynuma doladı ve beni kendine çekti. "Düşmene izin vermeyeceğim, güzelim. Hem unuttun mu? Ben senin süper kahramanınım. Sana bir şey olmasına asla izin vermem."

"Vermeyeceğini biliyorum ama-"

"Aması yok, Beril. Hadi bakalım, kayak takımı kiralayabileceğimiz bir yer bulalım."

Sadece on dakika sonrasında giydiğim kayak takımıyla Mert'in hemen yanında duruyordum. Takım kiralayacak bir yer bulmamız hiç zor olmamıştı, Mert de ikimiz için birer çift ayarlamıştı. Şimdiyse yanımda kayarak bana bir şeyler anlatıyordu.

"Şimdilik çok detay vermeme gerek yok, bunları bilmen yeterli," diyerek etrafımda döndü. Bu işte cidden çok iyiydi ama ben hala korkuyordum.

Mert, birkaç metre aşağıya kaydıktan sonra duraksayıp bana döndü.

"Hadi, bebeğim. Yavaşça bırak kendini."

Önce ayaklarıma baktım, sonraysa Mert'in güven dolu bakışlarına. Ne kadar korkarsam korkayım işin ucunda o olduğunda kendimi sonsuz bir güvenle ona teslim ediyordum. Bu küçükken de böyleydi, şimdi de.

Derin bir nefes aldım ve kendimi yavaşça saldım. Aşırı ağır ilerlesem de ilerliyordum işte.

"Aferin, Beril! Aferin, güzelim!"

Mert, olduğu yerden bana gaz verirken bir anlık cesaretle ileri atıldım ve sonrasında olan oldu. Kayaklar benden bağımsız bir şekilde hızlandılar ve Mert'in irice açılan gözlerine aynı şekilde bakarak çığlık attım. Sonraysa durduramadığım kayaklarımla birlikte son anda önümden kaçmayı başaran Mert'in yanından kayıp gittim.

"Bir güzel lafla hemen gaza geldin, aptal Beril!" diye kendime kızarken korkuyla bir çığlık daha attım ve kayak yapan topluluğun arasına dalmadan önce durabilmek için dua etmeye başladım.

Saniyeler böyle geçerken ve ben yamacın eğriliği yüzünden daha da hızlanırken yanımdan bir şey geçiverdi. Bakışlarım korkuyla o tarafa döndüğünde geçen şeyin, yani kişinin Mert olduğunu gördüm. Hızla birkaç metre aşağı inip duraksayarak bana döndü ve "Ayaklarını içe kıvır!" diye bağırdı. "Ben seni tutacağım, sakın korkma Beril!"

O anki telaşla söylediğini yapamayacağımı sandım ancak yapmadığım takdirde ona çarpacaktım. O önümde durmasaydı da muhtemelen diğer insanlara çarpardım.

Korkuyla ayaklarıma baktığım sıra "Ben seni tutacağım!" diye bağırdı bir kez daha. "Yapabilirsin, bebeğim!"

Yapabileceğime olan inancımdan olmasa da Mert'e zarar verme korkusuyla derin bir nefes aldım ve ona çarpmama saniyeler kala dediğini yaparak ayaklarımı kıvırdım. Yine de bir şeyleri ters yapmış olacağım ki tam olarak duramadım ve Mert'e çarpıp ikimizi de yere düşürdükten sonra biraz yuvarlanmamıza neden oldum.

Mert, bir eliyle başımı göğsüne bastırırken diğer eliyle de yere bizi durdurmaya çalışıyordu ki çok geçmeden başardı. Bir süre onun üzerinde uzanarak kendime gelmeye çalıştım, gözlerimden akan yaşlarla birlikte!

Sessiz olmaya çalışsam da beceremeyip sertçe çektiğim burnumu duymuş olacak ki "Beril?" diye mırıldandı. Sertçe alıp verdiği soluklar inip kalkarak beni de hareketlendiren göğsünden belli oluyordu. Ensemdeki eli yüzüme kaymıştı ancak bana bakmasına izin vermeyerek iyice gömdüm yüzümü göğsüne. "Ağlıyor musun, güzelim sen?"

Kollarımla belini sararken "Ağlıyorum tabii!" diye homurdandım hırçınca. "Ya sana ya da başka birine zarar verseydim? Ben sana demiştim kaymayalım diye, bir daha hayatta giymem bunları!"

Hafifçe güldü, bunu titreşen omuzlarından anlamıştım. "Neden böyle diyorsun?" diye sordu tatlı bir ses tonuyla. "Benden bile iyi kaydın halbuki, nasıl da hızlıydın!"

"Dalga geçmesene benimle ya!" diyerek omzuna vurduğumda acıyla inledi. Bunun üzerine kafamı telaşla göğsünden ayırıp yüzüne baktım.

"Çok mu acıttım? Özür dilerim, ben-"

Daha ne olduğunu anlayamadan kendimi yerde Mert'i de üzerimde buldum.

"Bana bak, çok fena kaşınıyorsun. Seni ham yaparsam görürsün gününü."

Ağzım açıldı, sonra tekrar kapandı. Bu olay birkaç kez tekrarlandıktan sonra "Ne diyorsun ya?" diye cırladım. Oysa benim afallayışıma katıla katıla gülmekle meşguldü.

"Ne gülüyorsun, ödüm koptu burada!"

"Valla bir an benim de koptu, yalan yok," diyerek uzandı ve dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu.

Ben niye kızıyordum Mert'e ya?

"Ama sonra bir süper kahraman olduğumu hatırlayıp ileri atıldım ve kurtarma görevini layığıyla yerine getirdim. Şimdi de ödülümü alıyorum."

Dudaklarımdan birkaç kez daha öpüp bana gülümseyerek baktığında transa geçmiş vaziyette kalakalmıştım. Bunu fark etti ve alayla sırıttı.

"Yerin çok rahat bakıyorum?"

Bir anlık gafletle "Evet," diyerek başımı salladığımda alaylı sırıtışının genişlediğini görerek ne dediğimin farkına vardım ve onu hızla üzerimden atıp ayaklandım. Daha doğrusu ayaklanmaya çalıştım, çünkü ayağımdaki kayaklara takılıp popo üstü tekrar düşmüştüm.

Dudaklarımı büzerek "Bir daha asla kaymayacağım," diye homurdandığımda benim aksime Mert çevik bir hareketle ayaklandı ve elimden tutarak beni de kaldırdı.

"Şimdilik kabulüm ama bir dahakine sen kaymayı öğrenene kadar yakanı bırakmayacağım."

Çenemi havaya dikerek "Hıh, sen öyle avut kendini," dediğimde güldü ve çenemden makas aldı.

"Hadi, gel. Şunları geri iade edip sıcak karavanımıza geri dönelim. Kar ıslattı her tarafımızı, şu an sinirden farkında değilsin ancak biraz sonra titremeye başlarsın."

Haklıydı, o söyleyene kadar üşüdüğümün farkında değildim bile.

"Peki."

Yaklaşık yarım saat içinde kayaklarımızı geri teslim etmiş ve koşar adımlarla karavanımıza geri dönmüştük. Gelene kadar da bir hayli üşümüştük doğrusu.

Mert, kendi çantasından bir eşofman alarak banyoya geçtiğinde ben de kazağım kuru olduğu için altıma kalın, siyah bir tayt geçirmekle yetindim. Mert, montlarımızı kurumaları için yemek masasının yanındaki koltuğa serdiğinden ilerleyerek yatağın üzerine oturdum. Yatak yumuşacıktı ve onca hareketin yanında bir de üşüyünce uyku bastırmıştı doğrusu.

"Gözlerin kapanıyor gibi?"

Ne ara banyodan çıktığını fark etmediğim Mert hemen yanıma oturduğunda başımı salladım. "Üşüdüm ya, karavana gelip ısınınca uyku bastırdı."

"Aslında benim de biraz uykum geldi. Yola çıkmadan evvel biraz kestirsek iyi olur," diyerek tekrar ayaklandı ve yatağın üstündeki yorganı kaldırdıktan sonra uzanmamı sağladı. Saçlarımın uçlarının muhtemelen yaş olup olmadığını kontrol ettiği sıra "Sen?" diye sordum.

"Ben de yatacağım yanına," diyerek muhtemelen yatağın diğer tarafına geçebilmek için ayakucuma doğru ilerledi ama sonra ne gördüyse birden duraksadı.

"Çorapların ıslanmış Beril," diyerek kızdı bana. "Niye değiştirmedin? Hem bu çoraplar da ne böyle? Daha kalını yok muydu?"

Kafamı yastığa bastırınca daha da artan uykumu geri plana atmaya çalışarak ona baktım. Çoraplarımın ıslak olduğunu fark edememiştim.

"Fark edemedim, hem uzun boğazlı ya işte."

"Uzun boğazlı ama ince bir çorap," diyerek başını iki yana salladı. "En iyisi sana kendiminkilerden giydireyim."

Benim itiraz etmeme fırsat tanımadan doğruldu ve çantasından iki çorap aldıktan sonra tekrar yanıma gelerek ayaklarımdaki çorapları çıkardı.

"Şuna bak, ayakların buz kesmiş."

Beni azarlamaya devam ederek kalın çoraplarını ayağıma geçirip uçlarını taytımın üzerine kadar çekti.

"Heh, birazdan sıcacık olur ayakların."

Şayet gözlerimi açık tutabilseydim ona minnet dolu bakışlar atardım ancak dün geceki uykusuzluğun üzerine daha fazla dayanabilecek gibi durmuyordum. Tabii yine de Mert kendi çoraplarını da değiştirip yanıma yatarak beni göğsüne çekene kadar dalmamıştım uykuya. Onun göğsüne sokulduğum anın birkaç dakika sonrasını ise hatırlamıyordum.

Bilincim yavaş yavaş kendine gelirken gözlerimi kırpıştırarak araladım ve nerede olduğumu anlamaya çalıştım.

"Günaydın, güzelim. Daha doğrusu... İyi akşamlar."

Duyduğum hırıltılı sesle başımı kaldırarak sesin sahibine baktım. Mert, dudaklarındaki tatlı gülümsemeyle beni izliyordu.

İlk birkaç saniye olanları idrak edemesem de karavanı ve çıktığımız Karadeniz turunu hatırlamam uzun sürmemişti. Kafamı çevirdim ve karavanın camından kararmaya başlayan havaya baktım.

"Saat kaç? Çok mu uyumuşuz?"

Yüzümü tekrar ona döndürdüğümde elini uzatıp yanağıma koydu ve başparmağıyla şakağımı okşadı.

"Yediye geliyor ve evet, muhtemelen bu gece pek uyku tutmayacak ama olsun, biz de yapacak başka şeyler buluruz."

Gözlerimi irileştirerek tedirgince "Ne gibi?" diye sorduğumda güldü ve burnumu parmaklarının arasına sıkıştırdı. "Film izlemekten bahsediyordum, hemen de yanlış anlıyorsun."

Düşüncelerimden utanarak başımı öne eğdiğimde biraz daha güldü ve uzanıp yanağımdan öptü.

"Tamam, tamam, demedim bir şey. Utanma... Hem ben acıktım galiba."

Yüzüne bakamasam da sözlerine kıkırdadım. "Buna hiç şaşırmadım."

"E, şaşırma bir zahmet. Kahvaltıdan sonra bir şey yemedik, farkında mısın?"

"Haklısın aslında, bu senin için kıyamet alameti gibi bir şey."

"Dalga geçme benimle, ısırıveririm valla."

Biraz önceki utanç duygusu bedenimi yavaş yavaş terk ederken başımı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Hemen tehdit, hemen tehdit..."

"Gel de göstereyim ben sana tehdidi," diyerek bir anda üzerime çullandı ve beni gıdıklamaya başladı. Fazlasıyla hazırlıksız yakalandığım bu darbe üzerine neye uğradığımı şaşırarak kahkahalarla gülmeye başladım. Ama ben çok gıdıklanırdım!

"Yaaa Mert! Yapmasana! Ahahahahah! Dursana ya! Meeert! Ay ahahahah! Yeter, tamam yeter!"

Boynuma bıraktığı küçük ısırık sonrasında geri çekilerek gülen gözlerle yüzüme baktığında gözyaşlarımı silmekle meşguldüm.

"Sanırım şu an sözümün arkasında durarak gözyaşlarının akmasına neden olduğum için ağlamam gerekiyor?"

Başımı ona doğru kaldırarak gülümsedim. "Sanırım... Ama senin ağladığını görmeyi istediğimden emin değilim." Duraksadım. "Hayır, bunu gerçekten istemem."

"Bu seferlik gözyaşlarını görmezden gelsem iyi olur, o halde?"

"Hım-hım," diyerek başımı salladım. "Hem ağlamakla vakit kaybetmek yerine yemek yesek daha iyi olacak, çünkü sanırım ben de çok açım."

"O konuda biraz daha sabretmemiz gerekecek çünkü akşam yemeğini evden getirdiğimiz şeylerle geçirmeyi düşünmüyorum."

"Ya," diyerek heyecanla doğruldum. Aklında bir şey olduğu yüz ifadesinden belli oluyordu. "Nereye gideceğiz peki?"

"Ordu'nun sahilinde çok iyi bir balıkçı var, çocuklarla buraya geldiğimizde fark etmiştik. Oraya gideriz diye düşünmüştüm. Balık seviyorsun, değil mi?"

"Severim," diyerek başımı salladım. "Gidebiliriz."

" Tamam, o halde. Karavanın önüne geçip yolculuğumuza devam edelim."

Hızla başımı sallayıp ayağa kalktığım sıra bir anda kolumdan tutarak beni tekrar yatağa çekti ve benim şaşkın halimden faydalanarak uzanıp dudaklarıma uzun bir öpücük kondurdu.

"Günaydın, daha doğrusu iyi akşamlar öpücüğümü almadan kalkamazdım."

Sırıtan yüzüne baktıktan sonra gözlerimi kaçırsam da kıkırdamadan edememiştim.

"Sen de hiçbir fırsatı kaçırmıyorsun gerçekten."

"Konu senken asla öyle bir şey yapmam," diyerek gururlu bir ifadeyle çenesini dikleştirdi. Ben de daha çok güldüm ve beni bir kez daha yakalamasına müsaade etmeden ayaklandım.

"Hadi gidelim o zaman."

Benim peşimden o da kalktığında yatağı düzeltmek için uzanmıştım ki kolumu tutarak bana mani oldu.

"Birkaç saat sonra tekrar bozulacak zaten, boş ver böyle kalsın."

"Peki," diyerek omuz silktikten sonra ilerleyip banyoya geçtim ve elimi yüzümü yıkadım. Mert de benim peşimden lavaboya girerek işlerini hallettiği sıra tekrar içeri girip altımdaki taytı kalın bir kotla değiştirmiştim. Karavanın bir kenarında asılı olan küçük, kare şeklindeki aynadan faydalanarak saçlarımı düzgün bir şekilde topladığım sıra Mert de banyodan çıkıp valizinden bir pantolon aldı ve eşofmanını değiştirmek için tekrar banyoya geçti.

Yaklaşık beş dakika sonra ikimiz de hazır olduğumuzda koltuğun üzerindeki kuruyan montlarımızı alarak karavanın ön tarafına geçtik. Karavanın içinde giymeye gerek yoktu ancak balıkçıya vardığımızda tekrar arka tarafa geçmek zorunda kalmayalım istemiştik.

Mert, karavanı çalıştırarak gece karanlığında daha bir efsunlu görünen şelalenin yanından ayrılmamızı sağladığında yolculuğumuzu neşelendirmek amacıyla uzanıp radyoyu açtım ve güzel bir şarkı bulmaya çalıştım. Neyse ki bunun için pek fazla uğraşmam gerekmemişti. Radyonun sesini biraz daha açarak geriye yaslandım ve sessizce çalan şarkıyı mırıldanarak uzanıp giden yolu izlemeye başladım.

Bir yol var ama her yerde tuzak

Bir yol daha var dönmek de yasak

Deryaya yakın, dünyadan uzak

Gel vazgeçelim hiç zorlamadan

Sen aklıselim, ben yorgun adam

Bir yer bulalım, dünyadan uzak

Yine gözümüz yükseklerde

Hayat geçiyor perde perde

Doydum artık bana müsaade

Bir yer bulalım, dünyadan uzak

"Hoş geldiniz, ne arzu etmiştiniz?"

Yanımıza gelen garsonun sesini duyduğumda elimdeki menüyü kapatarak Mert'e döndüm. "Ben karar veremedim, sen ne istersen ben de ondan yiyeceğim."

Mert, gülümseyerek başını salladıktan sonra garsona dönerek sipariş vermeye başladığında başımı çevirip ay ışığında daha da güzel görünen Karadeniz'e baktım. Bugün de her zamanki gibi oldukça çılgın görünüyordu.

Neredeyse kırk beş dakikalık bir yolculuğun ardından sahile varmış ve karavanı uygun bir yere bırakarak Mert'in bahsettiği restorana gelmiştik. Tahmin ettiğim gibi lüks bir yer değildi ancak çok sıcak bir havası vardı. Mert, sahili görebilmemiz için bizi cam kenarına geçirmişti ve oturduğumuz masa gerçekten harika bir manzaraya sahipti.

İç çekerek Mert'e döndüğümde eline yasladığı yüzünün bana çevrili olduğunu gördüm ve utançla gülümsedim.

"Manzarayı seyretmeyecek misin?"

"Seyrediyorum ya zaten, senden ala manzara mı var?"

Utanarak bakışlarımı kaçırsam da cilveli bir ses tonuyla "Yaa," demeyi ihmal etmemiştim. Halim onu güldürdü.

"Yaaaaa."

İmdadıma yetişen garson daha fazla utanmamı engelleyerek siparişlerimizi getirdikten sonra ikimiz de epey acıkmış olacağız ki bir süre hiç konuşmadan yalnızca yemeğimizi yedik.

Aradan geçen yarım saatin ardından masadaki her şeyi silip süpürmüş bir vaziyette geriye yaslandığımızda elimi karnımın üzerine koyarak "Çok yedim," diye yakındım. "Kendimi şişmiş gibi hissediyorum."

Mert sözlerime gülerek garsondan hesap istedikten sonra tekrar bana döndü. "Karavana geçmeden önce bir sahil turu atarız, yürüyüş iyi gelir."

Başımı salladım. "Olur."

Mert hesabı ödedikten sonra ayaklandık ve montlarımızla berelerimizi giyerek restorandan çıktık. Gece yarısına doğru hava iyice soğumuştu ve restoranın sıcaklığına alışan bedenim soğuğa çıktığında ister istemez titremiştim. Halimi fark eden Mert bana dönerek "Çok üşüyorsan yürümeyelim," dediğinde başımı iki yana sallayarak itiraz ettim.

"Hayır, yürüyelim. Hem hareket ederken ısınırız."

Pek gönüllü olmasa da ısrarım sonucu "Peki," diyerek elimi tuttu ve üzerine bir öpücük bıraktıktan sonra parmaklarımızı birbirine kenetleyerek ellerimizi montunun geniş cebine soktu.

Denize çok da yakın olmayan yürüyüş yolunda yürümeye başladığımızda -dalgalar o kadar hırçındı ki yaklaştığımız an ıslanmamız kaçınılmaz olurdu- "Bu gece nerede kalacağız?" diye sordum merakla.

"Bu saatten sonra yola çıkmanın pek mantığı yok," diyerek dudaklarını büktü. "Karavanı biraz daha sessiz bir yere çeker, geceyi burada geçiririz. Sabah da yolculuğumuza kaldığımız yerden devam eder ve kahvaltımızı Giresun'da yaparız, ne dersin?"

"Harika olur, derim," diyerek gülümsedim. Mert de gülümsememe gülümsemeyle karşılık verdikten sonra dalgaların sesini dinleyerek sahili baştan sonra yürümüştük. Aslında üşümüştüm, Mert'in de üşüdüğünün farkındaydım ama tuhaf bir şekilde bundan ikimizin de şikâyeti yoktu. Belki klişeydi ancak beraber olduğumuzda üşümek bile ayrı bir güzel geliyordu.

Geldiğimiz yolu geri yürüyerek karavana vardığımızda ben arkaya geçerken Mert de karavanı daha rahat bir yere çekmek için öne geçmişti. Onun yokluğunu fırsat bilerek altıma tekrar kalın taytımı geçirmiş ve berenin altında bozulan saçlarımı tepemde dağınık bir topuz halinde toplayarak mutfağa geçmiştim. Biraz önce karnımın şişliğinden bahsediyordum ancak yürüyüşün ardından hafifleyince canımın tatlı bir şeyler çektiğinin farkındalığıyla küçük buzdolabına baktım ve gördüğüm meyve poşetlerini çıkarıp Mert'le bana güzel bir meyve tabağı hazırladım.

Hazırladığım meyve tabağını masanın üzerine bıraktığımda karavanın kapısı açıldı ve Mert içeri girerek kapıyı kilitledi. Bakışları beni bulduğunda "Bize meyve hazırladım," diye mırıldandım. Genişçe gülümsedi.

"Üzerimi değiştirip geliyorum."

Başımı sallayarak onu onayladıktan sonra L şeklindeki koltuğun bir kenarına oturup tabaktaki mandalina dilimlerinden birini alıp ağzıma attım.

Mert, birkaç dakika sonra altına eşofman, üstüne de öncekine nazaran daha ince bir kazak giyerek yanıma geldi ve koltuğun boş yerine oturmak yerine yanıma sıkıştı. Ardından kolunu omzuma atıp sırtımı göğsüne yaslayarak hem kendine hem de bana meyve yedirmeye başladı.

Beni kendi elleriyle beslemeye neden ihtiyaç duyduğunu anlamasam da bu halini sevdiğim için uysal bir kedi gibi göğsüne sinerek bana meyve yedirmesine izin verdim.

Meyve tabağının dibi göründüğünde uzanıp Mert'in kolundaki saate baktım. Neredeyse gece yarısı olmuştu ancak benim hiç uykum yoktu. Bunu Mert'e de söyledim.

"Benim hiç uykum yok, Mert. Ne yapacağız?"

Burnunu saç diplerime sürtüp şakağıma minik bir buse kondurdu.

"Televizyona bakalım mı? Belki izleyecek güzel bir şeye denk geliriz? Olmazsa da telefona bağlar, film falan açarız."

"Tamam, olur."

Ayaklanarak mutfak lavabosunda ellerimizi yıkadık ve karavanın arka tarafına geçtik. Ben yatağa oturup dizlerimin üzerinde dibe kadar ilerlerken Mert de televizyonu açmakla uğraşıyordu. Yastığı dikleştirip sırtımı karavanın duvarına yasladıktan sonra bakışlarım ayaklarıma kaydı. Mert'in çorapları sayesinde sıcacıklardı. Parmaklarımı oynatarak kendi kendime gülümsedim. Bundan bile nasıl delicesine zevk alıyor olabilirdim?

Mert televizyonu açıp eline aldığı küçük kumandayla birlikte yanıma geldikten sonra kumandayı elime tutuşturdu. "Ne istiyorsan açabilirsin, ben sana uyarım."

Başımı sallayarak kanalları gezmeye başladığımda Mert de hemen yanıma uzanarak yatakta aşağı doğru kaydı ve meraklı bakışlarım eşliğinde başını karnıma yaslayıp kolunu bacaklarımın üzerine attı.

"Şey," dedim, şaşkınca. "Böyle mi izleyeceksin?"

Yorganı kendi beline benim de bacaklarıma doğru çektikten sonra yüzünü karnıma sürterek "Hım-hım," diye mırıldandı. "Rahatsız mı oldun?"

Şaşkınlığımı yanlış anlamasından korkarak aceleyle "Yok, yok, hayır," dedikten sonra ses tonumu kısarak "Sadece şaşırdım," diye cevap verdim.

Başını hafifçe çevirip gözlerimin içine baktı.

"Sana daha önce ne demiştim? Bir sen bana sığınacaksın bir de ben sana. Şimdi benim sana sığınasım geldi."

Hafifçe yutkunarak başımı salladım ve boştaki elimi uzatıp saçlarının arasına daldırdım. Ben onun benimle ilgilenmesini ne kadar seviyorsam o da benim onunla ilgilenmemi o kadar seviyordu, bunu biliyordum. Bu yüzden utancı bir kenara bırakacak ve onu mutlu etmeye çalışacaktım.

Zaten karşılıklı mutluluk olmadığında aşk denen şeyin ne önemi kalıyordu ki?

Televizyonda yeni başlayan bir filme denk geldiğimde bir şans vermek isteyerek kanalı değiştirmedim ve bir yandan Mert'in saçlarını okşarken bir yandan da filmi izledim.

Bir tren yolculuğunda tanışan iki insanın hikâyesini anlatan filmin ortalarına doğru duyduğum hafif mırıltılarla başımı eğdim ve Mert'in karnımın üzerinde uyuyakaldığını fark ettim. Dudaklarıma merhametli bir gülümseme konarken yanımdaki kumandayı alarak televizyonun sesini kıstım ve uyumuş olmasına rağmen saçlarıyla oynamaya devam ederek filmi izlemeye devam ettim.

Vee bölümün ilk yarısının sonu :')

Umarım sevmişsinizdir.

Mert'in bu sürprizi için uzun zamandır bekliyordum ama bir bölüm boyunca yalnızca ilk günlerini yazacağımı da düşünmemiştim :d Bundan dolaylıdır ki bölümü bitirmek için yazmaya devam ederek diğer üç günü geçiştirmekten korktum ve bölümü ikiye ayırdım. Diğer bölüm de bir bu kadar uzun olur muhtemelen ama yazmaya başlamadan ne desem doğru olmaz şimdi :d

Ee, süprizi beğendiniz mi?

Bölümün Beril'den gelmesine sevindiniz mi?

Bölüm medyaları için bir hayli uğraştırdı wattpad ama iyi iş çıktı gibi 😂 Sizce?

Bölümle ilgili düşüncelerinizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. 🙏🏻

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere!

Continue Reading

You'll Also Like

4.4M 234K 48
Wattys 2016 kazananı! Yarı Texting. 2017'de Epsilon Yayınevi ile basıldı. 21.02.2022 tarihinde bölümler Wattpad'e yeniden yüklenmeye başlandı. ...
287K 17.3K 13
"Sizin de var mı bekleyemem diyeniniz?" Kaşları çatıldı ve bir süre yüzüme baktı. Tok sesiyle konuştu. "Bizde tek yol, vatan yoludur. Beklemek istiyo...
1.3M 78.9K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
12.1K 591 6
İmkansızlığın sıcağından, cazibesinden doğacak bir güneş. Adı aşk. Bu güneşin ışınlarına yabancı olan iki birey. Zamanla güneşin önüne geçmeye çal...