KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#52 ~ Dans Yarışması

92.6K 4.6K 595
By bayanclara

*Delacey ~ Dream It Possible 🎶
(Asel ve Koray'ın yarışma şarkısı)

Herkese merhaba!

Çok şahane bir bölümle yeniden karşınızdayım. Aşırı severek ve yükselerek yazdığım bir bölüm oldu, umarım siz de öyle okursunuz.🌼

Sizden ricam oy ve yorumlarınızı eksik etmemeniz. Hatta vermeyenler önceki bölümlere giderek yıldız tuşlarına basarlarsa çokça mutlu olurum.

Zira Kızıl Yıldız'a en çok yıldız parlatmak yakışır. Hani şu sol altta olanlardan ;)

Keyifle okuyun! 🌟

Yatağımın yanındaki komodinin üzerindeki cüzdan, telefon ve anahtar gibi ihtiyacım olacak şeyleri aldığım gibi odanın çıkışına doğru ilerledim.

Beril'le her zaman geçtiğim sokaklarda el ele yürümek için can atıyordum.

Odamdan çıktığım an Beril'in de yüzündeki kocaman gülümseme eşliğinde banyodan çıktığını gördüm. Onu gülümserken görmek bile dudaklarımın iki yana kıvrılmasına yeterli geliyordu.

Beni fark ettiğinde hızlı adımlarla yanıma gelerek tam karşımda durdu ve parmak uçlarında yükselip o güzel dudaklarını yanağıma bastırdı. Bu beklenmedik öpücük beni şaşırttığı kadar memnun da etmişti.

Geri çekilerek bozmadığı gülümsemesiyle bana bakmaya devam ettiğinde öpücüğün nedenini soracaktım ki benden evvel davrandı.

"Teşekkür ederim, saçlarım çok güzel olmuş."

Ah, doğru ya, banyoya örgüsüne bakmak için gitmişti. Sırıttım. "Ne demek. On parmağında yüz marifet olan biri için bunların hiçbir önemi yok."

Yine kendimi övdüğümü işittiğinde başını iki yana sallasa da gülmeye devam ediyordu. Gamzesinin gonca misali açtığı yanaklarından birinden makas alarak "Hadi çıkalım," diye mırıldandım. "Caddeler bizi bekliyor."

Beril, alayla kafasını sallayarak "Kesin bekliyordur," dediğinde ona kötü kötü bakmaya çalıştım ama sadece çalışmakla kaldım. Şu an keyfim o kadar ama o kadar yerindeydi ki yalandan da olsa trip atamıyordum. Bu yüzden sırıtmaya devam ettim ve elinden tutarak onu dış kapıya doğru çekiştirdim.

Ben Beril'in bahsettiği siyah kaşe montu sırtıma geçirirken Beril de askıdaki beyaz, beline kadar gelen şişme montunu giydi. Dışarı çıkmadığımdan fark etmemiştim ama kış iyice kendini belli etmeye başlamıştı sanırım. Zira çoktan kasım ayına girmiştik.

Ben, siyah sporlarımı ayağıma geçirirken Beril de küçük topuklu botlarını giydi. Ayakkabılarına kısa bir bakış atarak istemsizce gülümsedim. Ayakkabıları da onun gibi küçüktü. Yani en azından bana göre.

Kendimizi dışarı attıktan sonra kapıyı arkamızdan kapadım ve kilitledikten sonra tek elimi cebime atarken diğeriyle de Beril'in elini tuttum. Parmaklarımızı birbirine kenetlediğimiz an göz göze gelirken salak salak sırıtıyorduk.

Salaklaşmanın hiç bu kadar güzel hissettirdiğini bilmezdim. Beril sayesinde bunu da öğrenmiş olmuştum.

Beril de diğer eliyle omzuna taktığı çantasını tutarken gülümsemeye devam ederek "Hadi öyleyse," diye mırıldandım. Başını sallayarak beni onayladı ve el ele merdivenlerden indikten sonra evden ayrıldık. Dış kapıdan çıktığımızda beklenmedik bir soğuk hava dalgası açıkta kalan tenime temas ettiğinde istemsizce ürperdim.

"Hava da baya soğumuş ha."

"Hım-hım," diyerek başını salladı. "Birkaç haftaya kar gelecek diyorlar."

Bahçe kapısından çıkarak kaldırım boyunca yürümeye başladık. Yürüyerek caddeye çıkacak, orada da vaktimiz olduğunca yürüyecek ve canımız isterse yol üstündeki yerlere girip bir şeyler atıştıracaktık. En azından ben böyle istemiştim ve Beril de seve seve kabul etmişti. Koray, birkaç saat önce yarışmanın olacağı salonun konumunu atmıştı ve yürüyerek gidilemeyecek mesafedeydi. Bu yüzden yol üzerinde bulduğumuz bir taksiyle gitmeye karar vermiştik.

"Demek kar gelecek, ha?" diyerek dudaklarımı büzdüm. Burayı sevme nedenlerimden biri de buydu, zira canım İzmir'imde kar görme ihtimalim yok denecek kadar azdı. Burada okuduğum yıllar boyunca o güzel beyazı fazlasıyla yakından tanıma imkânına erişmiş ve bizim çocuklarla sayısız kez kartopu savaşına girmiştik. "Ne güzel, biz de tadını çıkarırız. Seninle karı deneyimleme fırsatımız hiç olmamıştı sonuçta."

"Olur," diyerek dişlerini gösterecek şekilde gülümsediğinde ben de gülümseyerek ona baktım ve montunun önünün açık olduğunu fark ederek duraksadım. Benimle birlikte o da durduğunda ince kaşlarını kaldırıp "Ne oldu?" diye sordu. Onu, önünde yürüdüğümüz evin kenarına çekiştirdikten sonra tuttuğum elini "Bir saniye lütfen," diyerek bıraktım ve montunun iki yanından kavrayarak fermuarını kapadım. Şaşkın bakışlarla bana baktığını fark ettiğimde gülümseyerek montunun yakalarını da düzelttim ve hemen ardından burnuna küçük bir fiske atıp tekrar elini kavradım.

"Yıldızımın üşütmesini istemem sonuçta. Sonra yerinden memnun olmayıp kaymak ister falan, hiç acı çekecek halim yok."

Biraz evvel şaşkın bakan gözleri şimdi büyük bir hayranlıkla izliyordu çehremi.

"Merak etme, ne kadar üşürsem üşüyeyim başka yere kaymak gibi bir düşüncem yok. Hem ben ısınacak çok güzel bir yer biliyorum."

Kaşlarım havalanırken "Öyle mi?" diye sordum cevabından bir hayli hoşnut kalarak. "Neresiymiş orası?"

Dudaklarını birbirine bastırarak cebindeki elini kaldırdı kaşe montumun açıkta bıraktığı göğsümün üzerine yasladı parmaklarını. "Burası."

Dişlerimi birbirine bastırarak derin bir nefes çektim içime. Doğrusunu söylemek gerekirse baya bir etkilemişti beni sözleri. Dudaklarımı kıvırdım ve yavaşça başımı salladım.

"Çok doğru düşünmüşsün ama biraz eksik," diyerek boştaki elimle göğsüme dokundum. "Burası seni sadece soğuktan değil, ben hariç her şeyden korur. Hatta ne var biliyor musun? Benden bile korur. Olur ya günün birinde yanlışlıkla, yani hiç istemeden incitirim seni ve sığınacak bir yer ararsın, işte o zaman bile sığınacağın yer burası olsun. Söz veriyorum, göğsüm benden değilmiş gibi davranırım. Yeter ki gidecek buradan başka bir yer düşünme."

Parmaklarının elime uyguladığı baskı artarken birkaç adım atarak tam önümde durdu ve kahvelerimden ayırdığı harelerini göğsüme dikerek başını salladı. "Düşünmem."

Kokusunu soluyabilecek şekilde derince iç çektikten sonra başımı eğip dudaklarımı alnına bastırdım ve sonra istemeye istemeye geri çekilerek "Hadi bakalım," dedim. "Daha gezilecek çok sokak var."

Başını bir kez daha sallayarak beni onayladıktan sonra yanıma geçti ve yürümeye devam ettik. Elim, dünya üzerindeki en değerli şeyi tutuyormuşçasına kavramıştı elini. Diğer elimi de tekrar cebime atmıştım ve dudaklarım kısık bir ıslık için aralanmıştı. Genelde keyfim fazlasıyla yerinde olduğunda yaptığım bir eylemdi ve son zamanlarda kendimi sürekli ıslık çalarken buluyordum.

Ara sokakları geçerek caddeye çıktığımızda hafta sonu kalabalığı karşıladı bizi. Normalde kalabalıktan hiç haz etmezdim ancak bu sefer durum başkaydı. Herkesin yüzümdeki mutluluğa şahit olmasını istiyordum. Günler sonra yirmi ikinci yaşıma girecektim ve hayatımda ilk kez âşık olduğum kişiyle el ele geziyordum. Kalbim ağzımda atıyordu ve mutluluğum yüzümden fazlasıyla anlaşılıyordu. Bu, kesinlikle şahit olunması gereken bir şeydi.

Bir annenin kalabalık ortama girdiğinde kaybolmasını önlemek amacıyla çocuğunun elini daha sıkı tuttuğu gibi parmaklarımı daha çok bastırdım tenine. Aynı şekilde karşılık almaksa dudaklarımın mümkünmüş gibi biraz daha kıvrılmasına neden oldu.

Bulunduğumuz yerin karşı kaldırımına geçtikten sonra etrafı izleyerek yürümeye devam ettik, ta ki ben küçük bir büfe görünceye dek. Aklıma bir anda geliveren şeyle tatlı tatlı sırıttım ve Beril'i bir kenara çekerek beklemesini söyledikten sonra kendimi büfeye attım. Gözlerimi aynı anda en fazla üç kişiyi alabilecek büyüklükteki büfede gezdirirken bakışlarım aradığım şeyle buluştuğunda genişçe gülümsedim ve birkaç adımda oraya doğru ilerledim. Elimi uzatarak orta boydaki silindirimsi kaptan bir tane kolalı bir tane de çilekli lolipop alıp büfenin sahibine döndüm ve ücreti öğrendikten sonra cebimden çıkardığım bozuklukları adamın önüne bırakıp büfeden çıktım.

Şekerleri avucumda gizleyerek hemen kenarda bekleyen Beril'in yanına vardım ve onun sorgulayıcı bakışları altında sıktığım avucumu kaldırarak parmaklarımı bilinçli bir yavaşlıkla araladım. Elaları, elimdeki şekerleri gördüğünde ilk önce şaşkınca aralandı. Hemen sonraysa tatlı tatlı kıkırdadı. "Şeker mi aldın bize?"

"Hım-hım," diyerek elimi, dolayısıyla da şekerleri hafifçe salladım. "Hadi al bakalım."

Gülümsemeye devam ederek elime uzandı ve çilekli lolipopu alarak gözlerini yüzüme çıkardı. "Teşekkür ederim."

"Ne demek efendim, her zaman."

Beril, şekerini açmaya başladığında ben de hızla kendiminkinin kabını çıkardım ve sapından tuttuğum şekeri ağzıma atarken kabını da büfenin önündeki çöp kutusuna fırlattım. Şekerin çubuğundan tutarak ağzımdaki yerini değiştirdiğim sıra başımı Beril'e çevirecekken büfenin hemen yanındaki butiğin vitrinindeki elbiseye takıldı bakışlarım, daha doğrusu elbisenin üstündeki sayısız yıldıza. Ah, kabarık, tüllü eteğiyle çok hoş görünüyordu ve bunu Beril'den daha iyi taşıyabilecek kimseyi tanımıyordum.

Bu düşünceyle hızla arkamı döndüğümde Beril'in şekerinin kabıyla hummalı bir savaşa girdiğini görerek istemsizce gülümsedim ve ona yardım etmeyi sonraya erteleyerek elini kavradığım gibi butiğe doğru çekiştirdim.

"Mert? Ne yapıyorsun ya?"

Sorusunu yanıtsız bırakırken hızla butikten içeri girdim ve önümüze çıkan ilk görevli kıza boştaki elimle vitrinin olduğu tarafı işaret ettim.

"Vitrindeki yıldızlı elbisenin kız arkadaşıma uygun bedenini getirebilir misiniz lütfen?"

Kız gösterdiğim yere baktıktan sonra kısa bir baş onaylamasının ardından yanımızdan ayrıldığında heyecanla Beril'e döndüm ve çatık kaşlarının altından beni izlediğini fark ettim. Çilekli şekeri sıkı sıkıya tuttuğu elini beline götürerek başını omzuna doğru eğdi ve "Burada ne aradığımızı sorabilir miyim acaba?" diye sordu. Hala tutmakta olduğum eli sayesinde onu kendime çekerek boştaki kolumu kaldırdım ve birkaç saat önce saçlarını örerken bilerek önünde bıraktığım küçük tutamı parmağıma doladım.

"Vitrinde çok seveceğini düşündüğüm bir şey gördüm de, denemen gerektiğine karar verdim."

Dokunuşum heyecanla gözlerini kırpıştırmasına neden olsa da tavrından ödün vermeyerek "Keşke önce bana sorsaydın," diye mırıldandı. Bakışlarım Beril'in hemen arkasından elindeki elbiseyle bize doğru ilerlediğini gördüğüm kıza kayarken hafifçe gülümsedim ve "Eğer gösterseydim ne kadar beğenirsen beğen gerek olmadığını söyleyerek içeri girmeyecektin," diyerek yanımıza gelen görevliye döndüm.

"Kabinler ne tarafta acaba?"

Görevli kız elini kaldırıp sol tarafı işaret ederek "Şurada," dediğinde gülümseyerek başımı salladım ve elindeki elbiseyi kavradıktan sonra Beril'in elbiseyi incelemesine izin vermeden onu kabinlerin olduğu tarafa çekiştirdim. İçinde bulunduğumuz yer küçük bir butik olduğu için tek tük müşteri vardı ve kabinlerin olduğu yer bomboştu. Bu yüzden rastgele bir kabinin önünde duraksayarak ona döndüm ve elindeki şekerle omzundaki çantayı çekiştirerek aldıktan sonra elbiseyi kucağına bırakıp "Hadi bakalım," diye mırıldandım. "Seni burada bekliyorum."

Beril hareket etmeden şaşkınca bir bana bir de kucağındaki elbiseye baktığında iç çekerek arkasındaki perdeyi araladım ve onu nazikçe omzundan iteledim. "Hadi, yavrum. Kaybedecek vaktimiz yok, yarışmaya kadar arşınlamamız gereken daha çok kaldırım var."

Onu içeri soktuktan sonra gülümseyerek kabinin perdesini kapadım ve hemen karşıdaki duvara sırtımı yaslayıp beklemeye başladım. Ağzımdaki şekerle bu kadar konuşmak zor olmuştu ama tadı güzeldi şimdi.

Beril'in çantasını omzuma taktıktan sonra açmaya fırsat bulamadığı çilekli şekerini de montumun cebine attım ve tek elimle ağzımdaki şekerin sapıyla oynarken bakışlarımı karşımdaki kabinin perdesine diktim.

Bekleyeli beş dakikayı geçtiğinde yardıma ihtiyacı olup olmadığını sormak için yerimde doğruluyordum ki kabinin perdesi yavaşça aralandı ve ömrümde gördüğüm en güzel şey karşımda belirdi.

Her tarafında irili ufaklı yıldız süslemeleri olan, göğüs kısmı kalp şeklinde straplez bir elbiseydi. Krem rengindeydi ve üzerindeki yıldızların farklı renkleri onu daha da güzelleştiriyordu. Kollarında da bileklerinden dirseklerine kadar kabarık tülü bulunuyordu ve elbiseye ayrı bir hava katıyordu. Göğsüyle beli arasındaki kısmı sadece tülden oluştuğu için içini belli ediyordu ancak üzerindeki rengârenk yıldız detayları bunu biraz olsun kapıyordu.

Onu uzun uzun baştan aşağı defalarca süzerken boğazıma kaçan tükürük sonucu öksürerek ağzımdaki şekeri çıkardım. Güzelliği resmen nefesimi kesmişti.

Beril, gözlerinden okunan beklentiyle sessizce yüzüme bakmaya devam ederken bakışlarımı o güzel çehresine çevirdim ve başımı hafifçe sallarken "Güzel olacağından emindim de bu kadarını hayal bile edememiştim," diye mırıldandım. Sesim fazlasıyla hayranlık barındırıyordu. "Harika ötesi bir şey olmuşsun."

"Te-teşekkür ederim."

Utanarak elini yüzüne götürdüğünde omzumu yaslandığım duvardan ayırarak ona doğru birkaç adım attım ve boştaki elimi avuç içim yukarı bakacak şekilde havaya kaldırdım. Bakışları elime kaydıktan sonra çağrımı almış olacak ki yanında salınan elini kaldırarak avucumun içine bıraktı ve onu etrafında bir kez döndürmeme izin verdi.

Etrafında dönerken ileri doğru attığı adım sayesinde bacağındaki derin yırtmacı görerek usulca yutkundum. Elbise manken üzerindeyken bu detayı fark edememiştim. Gözlerimi zar zor beyaz teninden ayırmayı başarıp yukarı kaydırdım ve bu sefer de yarısı açıkta olan sırtını gördüm. Elbise straplez olduğu için bunu göreceğimi tahmin etmiştim ancak yine de kendimi etkilenmekten alıkoyamıyordum.

Onu döndürmeyi bıraktıktan sonra bakışlarımı aşağı indirerek onu tekrar süzdüm ve "Sana boşuna yıldız olduğunu söylemiyormuşum," diye mırıldandım kısık bir ses tonuyla. "Keşke kendini benim gözümle görebilseydin Beril."

Dudaklarını birbirine bastırırken bakışlarını da utançla kaçırmıştı gözlerimden. "Teşekkür ederim, ben de beğendim ama almamıza hiç gerek yok."

Sözleri kaşlarımın çatılmasına sebebiyet verirken "Tabii ki alacağız," dedim, sesimi yükselterek. "Bunu senden başkasının üzerinde düşünemiyorum bile."

Elaları tekrar kahvelerimle buluşurken "Ama çok paha-" demişti ki işaret parmağımı dudaklarına kapatarak cümlesini tamamlamasına izin vermedim.

"Hiçbir şey senden daha değerli değil."

Başını iki yana sallayarak dudaklarının üzerindeki parmağımı indirmeme neden olup "Bunu kabul edemem," dediğinde suratımı astım.

"Eğer böyle şeylerin aramıza girmesine izin verirsen beni gerçekten çok kırarsın, Beril. Sana istediğim zaman hediye bile alamayacaksam ne önemi var ki aramızdaki hislerin?"

Dudaklarını büzüp "Orası öyle ama..." diyerek derince nefes çekti içine. "Hem nerede giyeceğim ki ben bunu?"

Hiç düşünmeden cevap verdim. "Doğum günümde giyebilirsin mesela."

Şaşkınca kırpıştırdı gözlerini. "Doğum gününde mi?"

"Hım-hım," diyerek başımı salladım. "Birkaç haftaya Fezaların kafesinde doğum günümü kutlayacağız. Orada giyersin işte."

Şaşkınlığı sürüyordu. "Bunu sen nereden biliyorsun ki?"

Sormak istediği asıl şeyi anlayarak usulca gülümsedim ve elimi uzatıp işaret parmağımın dışıyla yanağını okşadım. "Biz doğum günlerini sürpriz yapmıyoruz, istesek de yapamıyoruz daha doğrusu. Başlarda denedik, baktık olmuyor saldık biz de. Herkesin doğum gününü aynı şekilde Figen ablaların orada eğlenerek geçiriyoruz."

"Aa, anladım."

Yanağını hafifçe mıncırdıktan sonra "Anlamana sevindim," diyerek gülümsedim. "Hadi şimdi elbiseyi satın alıp sokaklara geri dönelim, olur mu? Vaktimiz azalıyor."

"Peki," diyerek başını salladığında ona gülümseyerek bakmaya devam ettim ve tüllü kabarık eteklerini tutup kabine girişini izledikten sonra onun için kabinin perdesini kapayarak tekrar beklemeye başladım.

Beklerken ağzımdaki şekerin küçücük kaldığını fark ettiğimde çubuğundan tutarak kalan kısmını ısırdım ve şekerden kopan çubuğu ağzımdan çekip kabinlerin başladığı yerde duran çöp kutusuna attım.

Kısa bir süre sonra Beril kendi kıyafetleriyle kabinden çıktığında çantasını ve şekerini ona uzatıp elindeki elbiseyi alarak kasaya doğru ilerledim. Bu sırada ona da beni butiğin dışında beklemesini söylemiştim.

Elbisenin Beril'in abarttığı kadar olmayan ücretini ödedikten sonra uzatılan poşeti kavrayarak butikten çıktım ve Beril'i nihayet açabildiği şekerini yerken bulunca ona gülümseyerek bakıp boştaki elimi uzattım. Şekerin sapından çektiği elini avucumun içine bıraktığında parmaklarımızı birbirine kenetleyerek yürümeye devam ettik.

Giderek daha da kalabalıklaşan yollarda yürümek zorlaşıyordu ancak çok da umurumda olduğu söylenemezdi. Ben nereye gittiğimizi hesaplamadan öylece yürüyordum ve Beril de hiç sorgulamadan bana eşlik ediyordu. Şimdilik tek sıkıntım tüllü elbisenin ağırlığının kolumda meydana getirdiği ağrıydı ancak bunu da dert etmemem gerekiyordu yani.

Beril'in şekerini bitirmesinin üzerinden 15-20 dakika kadar daha yürüdükten sonra köşe başında beliren kahveciye bakıp gülümsedim. Şimdiki durağımız burası olabilirdi.

Bakışlarımı Beril'e çevirdiğimde zaten bana bakıyor olduğunu görünce önce afalladım, sonraysa bana yakalanmış olmasının verdiği utançla kaçırdığı gözlerine bakarak sırıttım.

Bu kız da bana baya yanıktı hani...

Hissettiğim coşku patlamasına rağmen onu daha fazla utandırmak istemediğimden yüzümdeki sırıtışı masum bir tebessüme çevirdim ve "Kahve içelim mi?" diye sordum. Bakışlarını önümüzdeki yoldan ayırmadan kafasını salladı. "Olur."

Onayının ardından gördüğüm kahveciye girdik. Beril'i, sıcak havası ve mis gibi kahve kokusuyla bizi karşılayan kahvecinin boş masalarından birine oturttuktan sonra elbise paketini de hemen ayakucuna bırakıp self servis kullanan yerde sipariş verebilmek için görevlinin yanına gittim.

"Bir sütlü bir de sade kahve alabilir miyim lütfen?"

Görevli beni onaylayarak kahveleri yapmaya koyulduğunda önümdeki cam teşhir ünitesinin içindeki tatlılarda gezdirdim bakışlarımı. Kahvenin yanında iyi giderdi aslında. Gözlerimi kısarak tek dilimlik kek ve pastaların olduğu kısma odaklandım. Ben çikolatalı her şeyi çok severdim ama Beril'in başka şeyleri daha çok sevdiğini biliyordum. Hafızamı biraz zorlayınca çocukluğunda çilekli ve böğürtlenli şeyleri daha fazla tükettiğini anımsayarak hazırladığı kahveleri tepsiye koymakla meşgul olan görevliye döndüm tekrar.

"Böğürtlenli pasta ya da kekiniz var mı?"

Otuzlu yaşlardaki adam bakışlarını benim gibi üniteye diktikten sonra parmağıyla rengi mora çalan tek dilimlik pastayı işaret etti. "Bu böğürtlenli."

"Bir tane ondan," dedikten sonra elimle hemen önümde duran çikolatalı keki işaret ettim. "Bir tane de bundan alabilir miyim?"

E, sonuçta şekeri çilekli almıştım. Bu sefer de böğürtleni denese fena olmazdı bence.

"Hemen."

Adam tatlıları da tepsiye yerleştirirken cebimdeki cüzdanı çıkararak aldıklarımın ücretini ödedim ve tezgâhta duran tepsiyi kavrayarak Beril'in yanına ilerledim. Beril, yanına varana kadar beni izlediği için gülümsememe engel olamamıştım. Son günlerde o kadar çok gülümsüyordum ki yanaklarım ağrımaya başlamıştı. Gerçi bundan daha tatlı bir ağrı olabilir miydi, emin değildim ama...

Tepsiyi masaya bıraktıktan sonra içerinin sıcaklığına daha fazla dayanamayarak montumu çıkardım ve Beril'in beyaz montunu koyduğu sandalyeye yerleştirerek hemen karşısındaki sandalyeyi çekip oturdum.

"Sadece kahve istemiştim, ne gerek vardı ki bunlara?"

Böğürtlenli pastayı ve kahvesini tepsiden alarak önüne yerleştirirken oflarcasına iç çektim ve bu sefer sahici bir sıkılganlıkla gözlerinin içine bakıp "Bir kez daha aldığım bir şeye ne gerek vardı dersen suratının her yerini ısırırım ona göre," diye homurdandım. "O kadar gün yattıktan sonra kız arkadaşımı takmışım koluma, çıkmışım dışarı, bırak da ne istiyorsam yapayım yahu."

"Zahmet oluyor diye söylüyorum," diyerek suratını astı.

Samimi tavrı beni ele geçirdiği için elimi uzatıp masada duran elinin üzerine koydum ve başparmağımla eklemlerini okşadım. "Yavrum, şurada bir anlaşalım. Senin bana zahmet olma durumun hiçbir şekilde mümkün olamaz. Bak, tekrar söylüyorum, hiçbir şekilde. Bu yüzden sana yaptığım ya da aldığım hiçbir şey için böyle şeyler düşünme ve mutlu ol. Zira bunları yalnızca seni mutlu edebilmek için yapıyorum."

"Ben de onu diyorum ya, beni mutlu etmen için elimi tutman veyahut gülümseyerek yüzüme bakman yeterli."

"Farkındayım," diyerek kıvırdım dudaklarımı. "Bu huyun çok da hoşuma gidiyor ancak ben senin için başka şeyler de yapmak istiyorum. Yapmalıyım da. Her dakika gülümsemekle de olmaz ki yani."

Hafifçe kıkırdadı. "Benim için sorun yok ama sen bilirsin, nasıl istersen öyle olsun."

Tabağımın yanındaki çatalı alarak kekime batırdıktan sonra bakışlarımı gözlerine çıkarıp "Ben değil, biz nasıl istersek öyle olsun," diye mırıldandım ve hemen sonra konuyu değiştirmek amacıyla "Böğürtlenli pasta seviyordun değil mi?" diye sordum. "Şekeri çilekli aldığım için bunun da çilekli olmasını istemedim. Küçükken böğürtlenli şeyleri seviyordun diye hatırladım bir an."

Benim gibi çatalını kavrayarak pastasının ucundan küçük bir dilim kopardı ve küçük bir tebessümle yüzüme baktı. "Unutmamışsın."

Derin bir iç çektim ve düşünceli bir tavırla "Nedendir bilinmez ama seninle küçükken yaşadığım çoğu şeyi hatırlıyorum, hatta birçok anımızı da rüya görüyorum," diye mırıldandım. "Yani önceden olmuyordu ama sen hayatıma tekrar girdiğinden beri böyle." Kısa bir duraksamanın ardından gülümseyerek başımı salladım. "Bilinçaltımı nasıl ele geçirdiysen artık... Aklım, fikrim, zikrim, her şeyim sen olmuş."

Gülümsedi. Hem de çok içten ve dişleriyle yanaklarındaki goncaları açığa çıkaracak kadar büyük.

Gülümsemesi, benim dudaklarımın da kıvrılmasını sağlarken "Şu güzel gülümsemeni görebilmek için yapamayacağım şey yok," deyiverdim. Mahcupça eğdi başını.

"Dediğim gibi bir şey yapmana gerek yok, karşıma geçip gülümsemen ve bakışlarınla içimi sıcacık etmen yeterli."

"Yeterli olmasaydı da yapardım," diyerek başımı salladım. "Neyse, hadi kahvelerimizi soğutmadan yiyelim şunları. Vaktimiz daralıyor."

Beril, beni onaylayan kısa bir mırıltı çıkardıktan sonra pastasından yemeye devam ettiğinde ben de tabiri caizse kekime gömüldüm ve birkaç çatalda tabağımı silip süpürdüm. Beril şaşırmakla gülmek arasında bir halde bana baktığında ona havadan bir öpücük attım ve kahvemi yudumlayarak onun pastasını yiyişini izledim. Benim aksime kibar, yavaş ve bir o kadar da tatlıydı. Onun her halini seviyordum gerçi ama niyeyse çok yakın bir zamanda -en azından benim yanımda- bu kibarlığının kayıplara karışacağına inanıyor ve o günü iple çekiyordum.

Nihayet önümüzdekileri bitirdiğimizde montlarımızı giyerek ayrıldık kahveciden. Cebimden çıkardığım telefonumun saatine baktığımda yarışma salonuna gitmek için biraz daha vaktimizin olduğunu gördüm. Yani en azından bir yarım saat kadar daha yürümeye devam edebilirdik.

Elbise poşetini sol elime aldıktan sonra sağ elimle Beril'in elini kavradım ve bir kez daha yürümeye başladık. İşimiz gücümüz yoktu, ulaşmaya çalıştığımız bir yer de yoktu. Yalnızca yürüyor ve yan yana olmamızın keyfini sürüyorduk. Çok basit bir eylemdi belki yaptığımız şey, ancak hissettirdikleri basit kelimesinin yanından bile geçmiyordu. Daha doğrusu Beril'in yanındayken yaptığım hiçbir şey basit hissettirmiyordu bana. Bunun da tek bir açıklaması vardı, o da ona olan sevgim. Hislerim o kadar kuvvetliydi ki onun yanında nefes alıyor olmak bile beni mutlu etmeye fazlasıyla yetiyordu.

Bunun herkese nasip olmayacağını biliyor ve bu yüzden şükrediyordum. Beril'le kaderimiz birdi, bunca yıldan sonra tekrar bir araya gelmemizden anladığım tek şey buydu. İsmimin yanına yazılan isim onun adıydı. Bana yalnızca bu ismi kalbime de kazımak kalmıştı ve bunu hiç çaba sarf etmeden hatta istemeyerek yapmıştım. Ve hayatımda istemeyerek yaptığım hiçbir şey için bu kadar mutlu olmamıştım.

"Yarışma için ne düşünüyorsun? Sence kazanabilirler mi?"

Beril'in sesi beni düşüncelerimden ayırdığında başımı hafifçe çevirerek ona baktım. Kafası öne eğikti ve yanılmıyorsam aynı anda attığımız adımları küçük bir tebessümle izliyordu.

Hafifçe boğazımı temizleyerek "Valla yersiz mi bilmiyorum ama ben baya ümitliyim," diye cevap verdim. "Yani Koray'ı adam akıllı dans ederken hiç izlemedim, Asel'in yeteneği hakkında da yalnızca Koray'ın anlattığı kadar bilgim var ama aralarındaki çekime çok güveniyorum. Bir de Koray'ın isteyince başaramadığı bir şey yok. Babasının yönlendirmesi ile mühendislik okuyor mesela ama spora ayrı bir düşkünlüğü var. Birçok dalda yetenekli lakin asıl sevdası futbola. Okul takımının da kaptanıydı, şu yarışma meselesi çıktığı için o tarafı biraz astı. Bileğinden sonra da kaptanlığı bir süreliğine bırakmak zorunda kaldı. Kısacası demem o ki, Asel ve dans yarışması için en değer verdiği şeyden hiç pişmanlık duymayarak ayrıldı ve bileğine rağmen yarışma için kendini epey hırpaladı. Çok hırslı bir herif, emeklerinin karşılığını fazlasıyla alacağını düşünüyorum."

Anlattıklarımı sessizce dinledikten sonra başını hafifçe kaldırıp gözlerini yüzüme dikti. "Beşiniz de çok farklı karakterlere ve geçmiş yaşantısına sahipsiniz ama buna rağmen ortak bir noktanız var; o da fedakârlığınız. Sevdiğiniz kişiler için didinmekten hiç gocunmuyorsunuz, üstelik birbirinizi fazlasıyla destekliyorsunuz da."

Dudaklarımı usulca büzerek omuz silktim. "Yani... Haklısın. Zaten bencil kişilerle arkadaş olamam ben. Bu herifleri yanımdan ayırmıyorsam vardır bir bildiğim."

Sözlerime kısık bir sesle kıkırdayarak başını iki yana salladı. "Bundan da kendine pay çıkardın ya..."

Ona çapkın bir bakış attım. "Benim işim bu."

Gözlerimin içine bakarak biraz daha gülümsedi ve sonra önüne dönerek tekrar adımlarımızı izlemeye başladı. Yan profiline bakarak güzelliğine iç çektim ve bakışlarımı önüme çevirdim. E, ben de yürürken önüme bakmayıp onu izlersem en iyi ihtimalle elektrik direklerine falan kafa atardık. Ben neyse de, Beril'in o narin başının böyle bir acıyı kaldırabileceğini hiç sanmıyordum. O yüzden onu izlemeyi başka bir ana bıraktım ve yanımdaki güzelliği bakışlarımla olsun korumaya başladım.

Nihayetinde gecikmiş de olsam hala Beril'in süper kahramanıydım ve görevimin başında olmalıydım.

Beril'le birlikte biraz daha yürüdükten sonra yoldan çevirdiğimiz bir taksiye binerek Koray'ın attığı konuma geldik. Hava soğuk olduğu için direkt binadan içeri girdik ancak nereye gitmem gerektiğini bilmediğimden duraksayarak Kamer'i aradım ve bekleme salonunda olduklarını öğrenince Beril'i oraya yönlendirdim.

Tek tük kişilerin olduğu koridorlarda yürürken Beril sıkı sıkıya tuttuğu elimle peşimden geliyordu. Nihayet Kamer'in bahsettiği büyük bekleme salonuna ulaştığımızda koridorların neden boş olduğunu daha iyi anlamıştım. Zira içerisi tıklım tıklımdı.

Beril'in elini bırakarak onu iyice kendime çektim ve kolumu omzuna atıp onu iyice göğsüme çektikten sonra kalabalığı yara yara ilerlemeye başladık. Bakışlarım yardığım kişilerin arasında tanıdık bir sima bulmak isteyerek gezinirken Beril'in montumun kenarını çektiğini hissedip ona döndüm.

"Şuradalar."

Parmağıyla işaret ettiği yere dönüp Koraylar hariç herkesin orada olduğunu gördüğümde o tarafa doğru yürümeye başladık. Çocuklar iki masayı birleştirip oturmuşlardı ve Kamer'le Elif'in oturduğu tarafta iki sandalye boştu.

Yanlarına vardığımızda "Selam gençler," diyerek Elif'in yanındaki sandalyeyi Beril için çektim ve onu oturttuktan sonra hemen yanına oturup elime yük olan poşeti de ayakucuma bıraktım.

"Selam Mert aşkım, nerelerdeydiniz? Bir an birbirinize dalıp burayı unuttunuz sandım, gözüm yolda kaldı vallahi."

Karşı çaprazımda oturan Gökay'ın salak salak sırıtan yüzüne ters bir bakış attım. "Sana ne lan, gezdik işte biraz."

Gökay, alınmış gibi yaptığı suratıyla elini kalbine götürürken dudaklarını büzüp "Aa," diye mırıldandı. "Darıldım valla, bizi niye götürmediniz gezmeye?"

Gökay'ın hemen yanında oturan Simge, sevgilisinin tavırlarına gülerek başını sallarken kıza bir kez daha hayret ettim doğrusu. Başına alabileceği en büyük belayı almıştı ve bundan keyif duyuyordu. Tuhaftı, cidden çok tuhaftı.

"Simge götürsün seni gezmeye," diye homurdandım. "Sevgili yaptın, hala benle uğraşıyorsun ulan."

Göğsündeki elini kaldırıp bana doğru uzattı. "Lütfen. Duymamış olayım, lütfen. Simge zaten bunu bilerek benim sevgilim oldu. Benim önceliğim hep sen olacaksın."

Simge, tepesinde topladığı saçlarının Gökay'ın yüzüne çarpabileceği kadar hızlı bir dönüş yaptı ona.

"Yo, ben hiç böyle bir şey dediğimi hatırlamıyorum," diye homurdandı huysuzca. "Hem o kadar seneyi Mert'in kuması olabilmek için mi bekledim ben?"

Gökay ve ben hariç masadaki herkes gülerken Gökay şaşkın, ben ise kızgındım. Şu an böyle bir muhabbetin içinde adımın geçtiğine inanamıyordum doğrusu.

Gökay, mavi gözlerini kırpıştırarak "Ne yani?" diye sordu. "Mert'i mi kıskanıyorsun?"

Simge, aynı Gökay'ınkiler gibi sarı olan ince kaşlarını havaya kaldırıp "Görünen o ki kıskanmam gerekiyormuş," diye söylendi. Ciddi olup olmadığını ses tonundan da yüz ifadesinden de anlayamamıştım. "Yani seni yıllarca bekleyip kızlardan değil de en yakın erkek arkadaşından kıskanacağımı hiç düşünmemiştim."

Bir anda "Aynı benim gibi," diye mırıldanan Beril'i duyduğumuzda hepimiz ona döndük. Gülmemek için kendini tutuyormuş gibi bir hali vardı. "Ben de Mert'i kızlardan değil, yemeklerden kıskanıyorum."

Masadaki herkes bir kez daha gülerken benim de dudaklarım kıvrılmıştı. Benzetmesi cuk diye yerine oturmuştu doğrusu, hatta bunu bana daha önce de söylemişti ancak benim asıl sevindiğim şey başkaydı. Beril, arkadaş ortamıma iyiden iyiye alışıyordu. Sürekli yalnız kaldığını ve arkadaşının olmadığını söylediği ilk günden beri bir yanım onunla birlikte üzülüyordu. Hayır, elbette ben ona her şekilde yeterdim ama kalabalık arkadaş gruplarının yeri de bir ayrı oluyordu. Bu duyguyu onun da yaşamasını istiyordum.

"Bence buna üzülmek yerine sevinin," diyerek lafa karışan Derin'e döndü başlar bu kez de. Yüzünde huysuz bir ifade vardı ve hemen yanı başında ona şefkat dolu gözlerle bakan Feza'nın kolunun altındaydı. "Ben kızlardan kıskanıyorum da ne oluyor? Her gün yeni düşman ediniyor ya da saç baş dalacak birilerini buluyorum. Sen," diyerek Beril'e baktı. "Yemeklerden mi kıskanıyorsun? Ye hepsini gitsin. Ortada kıskanacak bir şey olmayınca kıskançlık da kalmaz," diyerek bu sefer de Simge'ye çevirdi mavi bakışlarını. "Hele senin hiçbir şey yapmana gerek yok. Gökay bildim bileli Mert tarafından reddediliyor zaten. Üstelik artık Beril var, kısacası senin de kıskanman gereken hiçbir şey yok."

Kızlar olumlu mırıltılar çıkarırken Feza eğilerek saçlarının üzerinden öptü sevgilisini. Derin de hep yaptığı gibi daha çok sokuldu Feza'sına. Gözlerimi devirerek "Böyle bir konunun içinde adımın geçmesi bile beni deli ediyor ve Gökay'ın ağzını gözünü dağıtmak istiyorum," diye homurdandığımda, Gökay kızlar hiç konuşmamış gibi anında sırıtarak bana baktı.

"Arka tarafta boş bir oda gördüm böceğim, istersen orada halledelim işimizi."

Masadaki herkes Gökay'ın laubali tavrına ve salak kaş göz hareketlerine gülerken dik dik baktım Gökay'a. Sonra da yüzümü yumuşatmadan Simge'ye döndüm. "Sevgilinin ağzını sen mi bantlarsın yoksa ben bir posta dayak atıp onu konuşamayacak hale mi getireyim?"

Simge, tavrımdan olsa gerek ciddileşerek elini kaldırıp Gökay'ın ağzına kapattı ve bana bakarak başını salladı. "Ben hallederim, sen yorulma."

"Oo, gençler, hoş geldiniz."

Masadaki muhabbet yüzünden geldiğini kimsenin fark edemediği Koray bir anda masa başında dikildiğinde hepimiz şaşkınca ona döndük. Yüzündeki büyük sırıtışla bize bakıyordu ve oldukça mutlu görünüyordu. Tabii bir o kadar da heyecanlı.

"Hoş bulduk kardeşim," diyerek üzerini inceledim. Siyah kumaş bir pantolon ve düz siyah bir gömlek giymişti. Kahveye dönük kumral saçlarını da jöleleyip şekillendirmişti. Yakışıklı ve bir o kadar da özgüvenli duruyordu.

"Yarışma bir on dakikaya kadar başlayacak ama biz sonlara doğru çıkacağız. Asel üzerini giyinirken ben de size bakayım diye çıktım. Hadi gelin sizi yarışma salonuna götüreyim. Beni en iyi izleyebileceğiniz yere oturduğunuzdan emin olmam gerekiyor."

Sözlerine gülerken kafamı salladım. Bu çocuğu bazen kendime benzetmiyor değildim hani. Ha, ben ondan çok daha fazla yakışıklıydım, orası ayrı tabii.

"Koray?"

Tam ayaklanacağımız sıra duyduğumuz sesle başımızı çevirerek Koray'a seslenen kişiye ve yanındaki sarışın kıza döndük. Yüzlerini daha önce hiç görmemiştim ama Koray'ın anlattıklarından yola çıkarak kim olduklarını tahmin etmek zor değildi.

Koray, bir an asılır gibi olan suratını hızla toparlayarak sinir bozucu bir ifadeyle gülümsedi. "Tan hoca?"

Yanımıza vardıklarında yavaş hareketlerle bizi incelediler, özellikle adamın yanındaki kızın bakışları uzun bir süre ayrılmamıştı üzerimizden.

"Salona geçiyorduk, seni görünce yarışmadan önce bir başarılar dileyelim dedik."

"Ne iyi yapmışsınız," diyerek sahte gülümsemesine devam etti Koray. Ardından da başını çevirerek bize döndü. Bir eliyle yanındakileri işaret ederken onlara bakmadan "Bu Tan hoca, bu da onun kursundan Alara," diyerek onları tanıttı.

Beril, nedenini anlamadığım bir şekilde kızın adını duyar duymaz onun tarafında olan koluma yapıştı. Çatlarımı hafifçe çatarak ona baktığımda onun da çatık kaşlarının altından kızı süzdüğünü gördüm. Gören düşmanına baktığını falan sanabilirdi. Masadakiler hocayla kısaca tanışma faslına girerken onlara bulaşmayarak başımı usulca eğdim ve dudaklarımı sabahleyin ördüğüm saçlarına yaklaştırarak "Yavrum, bir şey mi oldu?" diye sordum. Beril, bana cevap vermeden kıza kötü kötü bakmaya devam ettiği sıra, Tan hoca denen herif tekrar Koray'a baktı ve "En ön sıradan sizi izliyor olacağım," diyerek gülümsedi. Gülümsemesi fazlasıyla sahteydi ve yüz ifadesinden, Koraylar başarısız olursa ne kadar mutlu olacağını rahatlıkla anlayabilirdiniz.

Koray, dans hocasına ukala bakışlarından birini atarak "Birinci olduğumuzda sana el sallayacağım," diye mırıldandı. Hocanın yanındaki kız, sessizce gözlerini hepimizin üstünde gezdirirken Beril'de duraksadığında kötü bakışlarını görmüş olacak ki suratı garip bir ifadeye büründü.

"Hadi, Alara."

Dans hocası Koray'a düz bakışlarla baktıktan sonra yanındaki sarışın kızın omzuna dokundu ve kızı beklemeden yürümeye başladı. Alara denen kız da hocanın peşine takılacağı an Beril beklemediğim şekilde "Pardon," diyerek durdurdu onu. Ben de dâhil olmak üzere herkes şaşkınca Beril'e baktığımızda Beril bizim farkımızda değilmiş gibi kıza bakmaya devam etti ve "Acaba bir zamanlar İzmir'de oturuyor olma ihtimalin var mı?" diye sordu.

Kız, soruyu duyduğunda kaşlarını çatarak "İzmir mi?" diye sorduğunda ben de şaşkınca Beril'e bakıyordum. İzmir ne alakaydı ki şimdi?

"Evet," diyerek başını salladı Beril. "Hiç İzmir'de yaşadın mı?"

Kız muhtemelen sorunun sebebini anlamasa da -hala çatık olan kaşları bunu ispatlıyordu- "Hayır," diye cevap verdi. "Doğma, büyüme buralıyım ben."

Beril, rahatlayarak gevşediğinde hafifçe gülümsedi ve "Öyle mi? Birine benzetmiştim de, teşekkürler," diye mırıldandı. Alara denen kız tuhaf bakışlarla Beril'e bakmaya devam ederken önemsiz dermişçesine omuz silkti ve dans hocasının peşinden gitti.

"Neyse, hadi biz de gidelim."

Koray, yarışma salonuna gitmek için bizi harekete geçirdiğinde hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalkıp beni bekleyen Beril'e baktım düşünceli bakışlarla. Diğerleri de kalkıp Koray önderliğinde bekleme salonunun çıkışına doğru ilerlerken onların peşine takılmak üzere ileri adımlayan Beril'i kolundan tutarak durdurdum ve kendime çevirdim. Ela gözleri çehreme çevrildiğinde kısa bir süre güzel yüzünü izledim ve ardından tek kaşımı havaya kaldırarak "Kızı kime benzettin?" diye sordum. "Sen öyle kolay kolay tanımadığın insanlarla konuşmazsın."

Narin omuzlarını silkip "Hiç," diye mırıldandı. "Okuldan birine benzettim işte."

Bir şeyler saklamak istiyormuş gibi davranması beni iyice şüphelendirirken diğer kolundan da tutup onu iyice kendime çektim. "Halin hiç de hiçlik bir durum olmadığını söylüyor ama."

Boy farkımız yüzünden başını hafifçe yukarı kaldırmak zorunda kalmıştı. Kısa bir müddet yüzümü inceledikten sonra ince, kızıl kaşlarını hafifçe çattı ve "Cidden hatırlamıyor musun?" diye sordu. Beklemediğim soru karşısında ben de kaşlarımı çattım ve neyden bahsettiğini anlamadığımdan "Neyi?" diye sordum.

Yüzüme samimi olup olmadığımı anlamak istercesine bakarken "Gerçekten hatırlamıyorsun," diye mırıldandı şaşkınca. İçimdeki merak duygusu iyiden iyiye artarken "Artık neyden bahsettiğini söyleyecek misin, yoksa sen söyleyene kadar yüzünde ısırmadık yer bırakmayayım mı?" diye homurdandım. "Çatlattın be yavrum."

Tepkim karşısında omuzlarını düşürerek bakışlarını çeneme indirdi ve "Beraber okula gittiğimiz zamanlar sizin sınıfta bir kız vardı," diye mırıldandı sessizce. Sözleri iyice karıştırmıştı kafamı.

"Mantıksal olarak bizim sınıfta bir sürü kız vardı Beril, hangisinden bahsediyorsun?"

Sözlerimin ardından bakışları hızla tekrar gözlerime tırmandı ve kızgın bir ifadeyle "Hani sürekli kantinde takıldığın, bana da size tost almamı söyleyip durduğun kız!" dedi hırçınca. Kızgın ifadesi karşısında afallarken bahsettiği kızı hatırlamaya çalıştım. Çok uğraşmam gerekmemişti.

"Ha," dedim anlamış gibi. "Alara'yı diyorsun."

Kaşları iyiden iyice çatılırken "Ya," diye söylendi. "Onu diyorum, bak nasıl da hatırladın hemen."

Çatık kaşları, havaya diktiği küçük çenesi ve kızgın bakışları... Beni konuya odaklanma konusunda o kadar zorluyorlardı ki...

"Hatırladım da," diye mırıldandım, konumuzla ne alakası olduğunu hala anlayamadığım için. "Durup dururken neden bahsi açıldı, onu anla- ah, tamam, şimdi anladım."

Bir anda yaşadığım aydınlanmayla kendimi tutamayıp gülmeye başladım. "Sen dans hocasının yanındaki kızı, o Alara mı sandın?"

Dudaklarını küsmüş bir çocuk gibi büzdü ve ağlamaklı bir ses tonuyla "Ne bileyim ben?" diye söylendi. "İkisi de sarışındı ve ikisinin adı da Alara'ydı."

Açıklamasına biraz daha gülerken kolundaki ellerimden birini yüzüne götürdüm ve yanağını avcumun içine alırken "Yavrum," dedim. Gülmemi durdurmaya çalışıyor lakin başaramıyordum. "Allah bilir ülkede kaç tane sarışın Alara vardır... Her gördüğünü böyle sorguya çekeceksen yandık biz."

Suratı iyiden iyiye asılırken gözlerini montuma indirdi ve "Sen geç dalganı geç," diye homurdandı. Gülümsemem iyice büyürken onu tutup kendime çektim ve sıkıca sarıldım. Yalan söyleyemezdim, acayip keyiflenmiştim.

"Dalga geçmiyorum ki," diyerek mis kokulu saçlarının üzerinden öptüm. "Sadece çok hoşuma gitti. Beni kıskandığında utangaçlığını bir kenara atıyorsun. Küçükken de böyleydin. Yanımda kız gördüğünde hemen küçük tırnaklarını çıkarıyordun."

Kolunu kaldırdı ve muhtemelen yumruk yaptığı eliyle yavaşça sırtıma vurdu. "Bunu fark etmene rağmen beni hizmetçin gibi kullanıyordun."

Küskün ses tonu onu daha çok sarmalamama neden olurken bir kez daha öptüm saçlarından. Haklıydı, hatalıydım. Aklıma gelen fikirle hafifçe geri çekilip yüzüne baktım.

"Tamam, o zaman senle bir anlaşma yapalım."

Bakışlarını gözlerime çıkardı ve meraklı ses tonuyla "Ne anlaşması?" diye sordu.

"Şu andan itibaren senin hizmetkârın olacağım ve ne istersen yapacağım. İstersen seni her yere kucağımda bile götürüp getiririm. Böylelikle biraz olsun geçmişte yaptıklarımın cezasını çekmiş olurum."

Gözlerini kısarak "Beni kucağında taşıman sana ceza değil, ödül olur bence," diye homurdandı ve beni kahkahaya boğdu. Gülmeye devam ederken başımı iki yanan sallayıp "Sen baya baya alışıyorsun yalnız bana," diye mırıldandığımda tek omzunu ileri geri oynatarak "Olsun o kadar," diye söylendi. Gülümsemem şefkatli bir tebessüme dönerken "Daha fazlası olsun," diye mırıldandım ve bir süre hiç konuşmadan sadece gözlerimizin içine baktık.

Bakışlarını ilk ayıran Beril olurken iç çekerek bulunduğumuz yerin çıkışına döndü. "Geç kaldık, hadi gidelim."

Onu başımı sallayarak onayladıktan sonra yerdeki poşeti alıp boştaki kolumu omzuna attım ve yürümeye başladık. Salonun içi epey boşaldığı için gelirken olduğu gibi eziyet çekmemiştik. Bekleme salonundan çıktığımızda nereye gideceğimizi bilemediğimizden gördüğüm birine yarışma salonunun yerini sordum ve öğrendikten sonra Beril'i oraya yönlendirdim.

Yarışmanın olacağı kata geldiğimizde aklıma gelen şeyle başımı eğerek yanımda sessizce yürüyen kız arkadaşıma baktım. "Aynı kişi çıksalardı ne yapacaktın?"

Konuşmamı beklemediğinden olsa gerek hafifçe irkildikten sonra başını bana çevirdi ve "Ne?" diye sordu.

"Hocanın yanındaki Alara," diye mırıldandım. "İzmir'deki Alara olsaydı ne yapardın?"

Sorum karşısında kaşları bir kez daha derinden çatılırken bakışlarını önüne çevirdi ve "Ne yapacağım?" diye homurdandı. "Sana yapışır, yüzüne bakmasına bile izin vermezdim."

"Keşke o çıksaydı."

Cevabım karşısında başı tekrar bana dönerken yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Umursamazca omzumu silktim.

"Ne var? Bana yapışman için bu gerekiyorsa isterdim doğrusu."

Gözlerini kısarak onunla eğlendiğimi belli eden suratıma kötü kötü baktı ve ardından bir anda kollarını belime dolayarak bana sıkıca sarıldı. Başını montumun üzerinden göğsüme koyarken "Yok, çıkmasına gerek yok," diye söylendi. "Ben sana yapışırım."

Yüzümde kocaman bir sırıtış peyda olurken mutlu bir şekilde iç çektim ve omzundaki kolumu sıkılaştırarak yürümeye devam ettim.

Yarışma salonundan içeri girdiğimizde bizi büyük denebilecek bir kalabalık yakalamıştı. Bakışlarımı hızla ön koltuklarda gezdirerek bizimkilerin oturduğu sırayı buldum ve başlamak üzere olan yarışmadan dolayı aceleci tavırlarla Beril'i önden ilerlettim. Çocukların özellikle boş bıraktırdıkları ikili yere vardığımızda Beril'i bu sefer de Simge'nin yanına oturtturup hemen yanına yerleştim. Elimdeki poşeti millete ayak bağı olmayacak bir yere koyarken Simge'nin hemen yanında oturan Gökay'ın alaylı bir tavırla beni süzdüğünü gördüm ve ağzını açmasına fırsat vermeden işaret parmağımı yüzüne doğrulttum. "En ufak bir laf edersen Allah yarattı demem, bütün milletin içinde döverim seni," diye konuştum huysuzca. Zira tek bir laubali söze dahi sabrım kalmamıştı, bugünkü kotamı fazlasıyla doldurmuştum.

Gökay, tavrım üzerine ağzına görünmez bir fermuar çekiyormuş gibi yapsa da yandan yandan sırıtmaya devam ediyordu. Bu tavrı, yarışmadan sonra peşimi bırakmayacağının kanıtıydı. E, kaç haftadır yatmaktan paslanmıştım. Güzel bir dayak seremonisi bana da iyi gelirdi artık.

Gökay'ı daha fazla umursayamadığımdan sırtımı koltuğa yasladım ve kaldırdığım kolumu Beril'in omzuna atıp onu kendime yasladım. Yarışmayı böyle izlemekten daha çok keyif alacağım kesindi sonuçta.

Saniyeler sonra seyircilerin tarafında olan ışıklar kapatılıp bizi sahne ışığıyla baş başa bıraktıklarında Beril, bir kolunu karnıma dolayarak bana iyice sokulduğunda bıyık altından gülümsedim. Muhtemelen karanlık ona cesaret vermişti. Ben de bu fırsatı seve seve kullanacaktım elbet.

Yarışmanın sunucusu alkışlar eşliğinde sahneye gelip yarışmanın önemiyle ilgili konuşma gerçekleştirirken onu dinlemekten çok Beril'in kokusunu solumakla meşguldüm. Bana göre fazlasıyla sıkıcı bir konuşmaydı. Gerçi Beril'le karşılaştırıldığında her şey sıkıcı geliyordu ya bana, neyse.

Sunucu teker teker jürileri de tanıttıktan sonra ilk yarışmacıları anons edip sahneden ayrıldığında dikkatimi Beril'den alarak yarışmaya verdim. Rakipleri güzel incelemek lazımdı sonuçta.

Sahnedeki ışık birkaç saniyeliğine kapatılıp tekrar açıldığında beyazlar içinde bir çift belirdi karşımızda. Kadın, dans partnerinin önünde duruyordu ve başı yere eğikti. Kısa süre sonra duyulan yabancı müzik eşliğinde aynı anda yavaşça başlarını kaldırdılar ve dans etmeye başladılar.

Gözlerimi kırpmadan sahnede oradan oraya süzülen çifte neredeyse ağzım açık bakıyordum. Bu zamana kadar böyle şeylere pek ilgim olmadığı için hiç gösteri izlememiştim. Arada bir internette dolanırken denk gelirse göz ucuyla bakıyordum ama bu kadar yakından canlı izlemek bir tuhaf hissettirmişti. Ayrıca çift o kadar iyi dans ediyordu ki istemeden korkmaya başlamıştım. Zira netice Koray profesyonel bir dansçı değildi. Hatta dansçı bile değildi. Bu işin altından kalkabilir miydi?

Dansçılar gösterilerini bitirdikten sonra alkışlar eşliğinde selam verip sahneden ayrıldılar ve onların peşinden sahneye çıkan sunucu ilk yarışmacılara birkaç övgü yağdırdıktan sonra ikinci yarışmacıları davet edip ayrıldı.

Kendi adıma konuşacak olursam bundan sonrası fazlasıyla hızlı ve gergin geçmişti. Sahneye her çıkan çift, nedense bir öncekinden daha iyi dans ediyormuş gibi geliyordu bana veya ben saçmalıyordum. Kıyaslama yapmak bana düşmezdi belki ama her yarışmacıyı ağzım açık bir şekilde izlediğim doğruydu. Göğsümde yatan Beril bile bazı ani hareketlerde nefesini tutuyor ve şaşkın nidalar bırakıyordu göğsümün üzerine. Yarışmacıların mükemmelliğini gördükçe Koray için bir yandan endişeleniyor, bir yandan da kendine güvenmese ve başaracağına emin olmasa o sahneye çıkmayacağını düşünerek kendimi rahatlatmaya çalışıyordum. Zira ne olmuş olursa olsun Koray bu yarışmada istediği dereceye erişemezse çok üzülür, Asel karşısında mahcup olurdu. Kendi hatası olmasa bile.

Zaman su gibi akıp giderken sahneden ayrılan çiftin ardından çıkan sunucu nihayet duymak istediğimiz isimleri zikretti bizlere. Beril, bizimkilerin isimlerini duyup göğsümden kalkarak koltuğunda dikleştiğinde ben de oturduğum yerde doğruldum ve diğerlerinin de aynı şeyi yaptığını fark ettim. Belli etmemiştik belki ama hepimiz oldukça gergin ve Koraylar için heyecanlıydık.

Sunucunun boş bıraktığı sahnede ışıklar tamamen kapandıktan yalnızca saniyeler sonra tek bir kişiyi aydınlatacak şekilde ayarlanan beyaz ışığın altında Asel göründü. Üzerinde kan kırmızısı renginde tek omzu açık bir elbise vardı. Elbisenin kapalı olan kolu parmaklarına kadar uzanıyordu ve dizlerinin biraz üzerinde biten elbisenin eteği kat kat tüllerle oluşturulmuştu. Omzunun kapalı yerinden uzanan küçük bir kumaş da boynuna sarılmıştı ve uzun, siyah saçlarını tepeden bağlayarak sırtına bırakmıştı. Koray'ın biraz önce gördüğüm halini düşününce epey yakıştıklarını söylemem yanlış olmazdı.

Başı ve elleri aşağıda olan Asel, başlayan şarkı ile birlikte vücudunu yavaşça doğrulttu ve bir bacağını havaya kaldırdıktan sonra ileri atılıp dönmeye başladı. Sahnenin ortasına geldiğinde duraksayarak kollarını iki yana açtı ve az sonra birini bükerek başını da büktüğü kolundan tarafa eğdi. Çok geçmeden diğer kolunu da o tarafa doğru eğerek ellerini yere dayadı ve belki de görebileceğim en narin şekilde takla attı. Taklanın ardından doğrulmadan bir kere yerde yuvarlandı ve kendini havaya atarmışçasına zıplayarak ayaklarının üzerine bastı.

Nefes almadan onu izlediğimi fark ettim ve istemsizce gülümsedim. Koray'ın geleceği anı sabırsızlıkla bekliyordum.

Asel, sahnede tek başına adeta bir kuğu edasıyla oradan oraya bir müddet salındıktan sonra sol tarafa doğru dönüp elini birine ulaşmaya çalışıyormuş gibi o tarafa götürdü ve o an Asel'in gözlerini diktiği yerde havada attığı taklayla Koray belirdi. Taklanın ardından birkaç kez kendi etrafında döndükten sonra Asel'in tam karşısında durdu ve Asel'in hala havada olan elini tutarak onu kendine doğru çekip boştaki elini kızın beline yerleştirdi. Asel, bu temasın ardından başını yavaşça öne doğru eğdi ve elini Koray'ın elinden çekerek dizine yerleştirdikten sonra tek bacağını düz bir şekilde havaya dikti. Ne olacağını nefes almadan izlediğim sırada Koray, Asel'in havadaki bacağını boynuna sardı ve çevik bir hareketle Asel'i kaldırarak omzuna aldı.

Oluşan görüntü o kadar iyiydi ki birkaç koltuk ötedeki Kamer'in "Abi çok iyi," diye mırıldandığını duyduğumda istemsizce gülümsedim. "Bence de kardeşim."

Koray, omzundan indirdiği Asel'in elini tutarak onu kendinden uzaklaştırdıktan sonra koluna dolanmasını sağlayarak tekrar kendine çekti ve sırtını koluna yaslamasını sağlayıp onu baş aşağı eğerek etraflarında yarım bir ay çizmelerini sağladı. Koray'a, diğer yarışmacıları görene kadarki olan güvenim eskisinden de fazla bir şekilde yerine gelirken daha önce spordan başka bir şey yaptığını görmediğim arkadaşımın, Asel'in kollarındayken ne kadar güzel süzüldüğüne inanmakta zorluk çekmiştim. Dansçı bile değildi belki ama esas kimliğini bilmeyenin bu gösteriyi izledikten sonra buna inanmayacağını düşünüyordum. Üstelik Asel'le arasındaki ilişkiden olsa gerek diğer yarışmacılarda gördüğüm ciddiyetin aksine gözle görülür bir çekim vardı aralarında. Ara ara göz göze geldiklerinde usulca tebessüm eden dudaklarına şahit olmuştum mesela, diğer yarışmacılarda pek görmediğim bir şeydi bu.

Koray, ellerinden tuttuğu Asel'le birlikte sahnenin bir kenarına doğru yan yana koştuktan sonra aynı anda havaya zıplayıp tekrar yere bastılar ve hemen ardından bir kuğu zarafetiyle kendi etrafında birkaç kez dönerek Koray'ın ön çaprazında duraksayan Asel, Koray'ın ellerini birleştirerek çember haline getirdiği ellerinin arasından başını uzattı. Koray, ellerini Asel'in başından başlayarak beline kadar indirdikten sonra ellerini sıkılaştırarak Asel'i havada ters takla atacak şekilde omzuna çıkardı. Bu hareketin üzerine Beril'in hemen yanında oturan Simge "Yuh," diye fısıldarken dudaklarımı sımsıkı birbirine bastırdım ve tek bir anı kaçırmak istemeyerek gösteriyi izlemeye devam ettim.

Koray'ın omuzlarında ayağa kalkan Asel, bir anda zıpladı ve havada dönerek Koray'ın kucağına düştü. Koray, kucağındaki sevgilisini sıkıca kavradıktan sonra etrafında bir tur attı ve Asel'i yere bıraktı.

Asel, havada hızla dönerek Koray'ın kucağına düştüğü sıra Beril şaşkın bir nidayla ellerini ağzına kapamış ve büyülenmiş gibi sahnedeki ikiliyi izlemeye devam etmişti. Ne yalan söyleyeyim, bu kadar iyi bir çift olacaklarını ben bile düşünmemiştim.

Müthiş ikili, şarkının sonuna doğru birkaç önemli hareket daha yaptılar. Ardından kollarını ortak bir şekilde kullanabilecekleri kısa bir şov sergiledikten sonra Koray, kendinden birkaç adım uzağındaki Asel'e ellerini uzattığında Asel, kendine uzatılan elleri tutarak dans partnerine doğru koştu ve bir ayağıyla Koray'ın dizinin biraz üzerine bastıktan sonra partnerinin yardımıyla bir kez daha havada dönerek Koray'ın omzuna oturdu.

Koray, omzuna oturan sevgilisinin ellerinden tutarak seyircinin olduğu tarafa döndüğünde şarkı bitti ve onlar kısa bir baş selamı vererek izleyenleri selamladıkları sırada sanki programlanmış gibi dördümüz birden ayağa fırlayarak ıslık çalmaya, aynı anda da deli gibi alkışlamaya başladık. Kızlar da bizim peşimizden ayaklanırken seyircilerden bazıları dönüp bize baktılar ancak biz bütün dikkatimizi sahnedekilere vermiştik. Koray ve Asel, diğer seyircileri pas geçerek bize gururlu bir tebessüm bıraktıklarında diğerlerinin de duyacağı bir tonda "Birinci bunlar olacak," dedim. Sesimdeki gurur anlaşılmayacak gibi değildi.

"Olmazlarsa gidip dalarım jüriye," diye söylendi Kamer. Homurdanışı hepimizi güldürmüştü.

Koray ve Asel, alkışlar eşliğinde sahneden ayrıldıklarında hepimiz tekrar oturduk yerimize. Sunucu tekrar sahneye çıkıp diğer yarışmacılara yaptığı gibi Koraylara da iltifat ederken bakışlarım ön sıranın sonunda oturan Tan hocayı buldu. Asık bir suratla sunucuyu izlediğini gördüğümde keyifle gerindim oturduğum yerde. Performansı görünce şapa oturmuştu belli ki.

"Harika dans ettiler, öyle değil mi?"

Beril, bir elini koluma atarak yüzünü bana doğru eğdiğinde zaten fazlasıyla mutlu olduğum için başımı uzatıp yanağından sert bir öpücük çaldım ve onun afallayan bakışları eşliğinde iyice keyiflenerek onu göğsüme çektim.

"Aynen öyle yavrum, aynen öyle."

Beril'in sessiz bir şekilde iç çekip tekrar göğsüme sinmesini fazlasıyla memnun bir şekilde kabul ederken sona kalan yarışmacıları izlemek için sahneye çevirdim bakışlarımı. Bundan sonrakilerde heyecanlanacağımı sanmıyordum, zira Koray ve Asel beni şaşırabileceğimden çok daha fazla bir şekilde şaşırtmışlardı.

Geriye kalan üç çift de sırayla sahneye çıkıp performanslarını sergilerlerken kafamda Koraylarla diğer çiftleri kıyaslamakla meşguldüm. Sonrakileri pek beğenmemiştim, en azından Korayların onlardan çok daha iyi olduklarına kefil olabilirdim ama onlardan önce çıkan birkaç çiftten şüpheleniyordum.

Ne zaman geçtiğini anlamadığım süre sonunda tüm yarışmacılar performanslarını sergilediklerinde bir süre jürilerin karar vermesini bekledik. Bazı konularda kararsız kalmış olsalar gerek bu süre sandığımdan daha uzun sürmüştü ancak nihayetinde seçtikleri kişileri yazdıkları zarfı sunucuya iletmişlerdi.

Yarışma sunucusu tekrar sahnede belirdikten sonra yarışmacıların hepsinin değerli ve çok iyi olduğunu belirten kısa bir konuşma yaptıktan sonra üçüncü olan çiftten başlayarak sonuçları açıklamaya başladı.

Büyük bir kalp krizi eşliğinde yarışma üçüncüsünün bizimkiler olmadığını öğrenerek derin bir nefes verdim ve üçüncü seçilen çiftin sahneye gelerek ödüllendirilmesini izledim. Onların ardından yine kısa bir konuşma ve sabırsız bir bekleyişin ardından yarışma ikincisinin de bizimkiler olmadığını öğrenerek oturduğum yerde geriye yaslandım. Rahatlamıştım, zira ikinci ve üçüncü seçilen kişiler şüphelendiğim kişilerdi. Onlar olmadığına göre birinci tek bir çift olabilirdi.

İkincilerden sonra tekrar boşalan sahnenin ortasına gelen sunucu bu sefer daha uzun bir konuşma ve bekleyiş gerçekleştirdikten sonra yarışma birincisi olan çiftin isimlerini açıkladı.

"Asel Çakır ve Koray Demir!"

Beklenilen isimlerin duyulmasıyla bu sefer sekizimiz birden aynı anda ayağa fırlayıp deli gibi alkışlamaya ve salonu inletecek şekilde ıslık çalmaya başladık. Boyunlarına birer madalya asıldıktan sonra yarışma ödülünün yazılı olduğu senedi Asel'e uzatan sunucudan sonra daha da arttırdık ıslıklarımızı.

"İşte bu be, işte bu!"

Gökay, herkesin rahatça duyabileceği bir şekilde bağırırken Koray'ın bir ara başını çevirerek Tan'ın oturduğu yere baktığını ve sunucunun onunla ilgilenmediği bir vakit kolunu kaldırarak ona el salladığını gördüğümde "İşte buna gülerim," deyip kahkahalarla gülmeye başladım. Diğerleri de gördükleri hareketin ardından neşeyle güldüklerinde hep birlikte kızarmış suratı ve yenilgiyle büzülmüş omuzlarını alıp seyircilerin arasından geçerek salonu terk eden Tan hocayı izledik. Bundan sanki hocayla kendi münasebetim varmışçasına zevk almıştım. Diğer çocukların da benden farkı olmadığına emindim.

Sunucunun ve jürilerin klasik konuşmalarının ardından ilk üçe giren yarışmacıları serbest bıraktıklarında Koraylar gözlerinden okunan gurur ve mutlulukla yanımıza geldiler. İkisine de teker teker sarıldığımız sıra Koray'la alay etmeden duramamıştık.

"Sen neymişsin be oğlum!"

"Seni anan dansçı olasın diye mi doğurdu be!"

"O taklalar neydi, o taklalar?"

"Baban inşaatçı olup şirketinde çalışsın diye başka şehre gönderdiği oğlunun, dans yarışmasında kuğu gibi süzüldüğünü bilse ne yapardı acaba?"

Gökay'ın son söylediği şeye hep bir ağızdan güldüğümüzde Koray da bize eşlik ederek kolunu Asel'in omzuna attı. Asel, o kadar mutlu görünüyordu ki yüzümdeki sırıtışın şefkatli bir gülümsemeye dönmesini engelleyemedim. Koray'dan biliyordum bu yarışmayı kazanmayı ne kadar zamandır istediğini ve bu hayal uğruna yaşadığını. Mavi gözlerinde hayalini gerçekleştirebilmiş olmanın haklı bir gururu vardı ve bunu onu tanımıyor olsanız dahi gülen bakışlarından anlayabilirdiniz.

"Ee, gençler, sizce de bir kutlamayı hak etmedik mi?"

Feza'nın sorusunun üzerine hepimiz ona çevirdik bakışlarımızı.

"Hak etmez miyiz be?"

"En çok biz hak ettik bence."

Her kafadan ayrı bir ses çıkarken Feza elini havaya kaldırıp "Hadi o zaman bizim kafeye gidiyoruz," dedi. "Figen Sultan, yarışma birincilerini özel olarak davet etti."

Koray ve Asel, Feza'ya minnet dolu bir bakışla teşekkür ettikleri sıra önce Beril'in elini sonra da yerdeki poşeti tuttuktan sonra hiç kimseye bir şey demeden salonun kapısına doğru yürümeye başladım. Beril, şaşkınca peşimden sürüklenirken Feza'nın arkamdan söylendiğini işittim.

"Annemin adını duydu ya, hiçbirimizi umursamaz daha."

Sözlerine ben de dahil olmak üzere Feza dışında herkes gülerken başımı omzumun üzerinden çevirip Feza'ya baktım.

"Sizin kafeye gidene kadar sana dayı demek zorundayım kardeşim, zira arabamı getirmedim."

Suratı iyice asılan Feza'ya sırıtarak öpücük attıktan sonra tekrar önüme döndüm ve yanımdaki güzellikle birlikte çıkışa yürümeye devam ettim.

Bu zaferin üzerine güzel bir eğlence iyi giderdi doğrusu.

He, tabii bir de yemek. Zira yarışma beni kurt gibi acıktırmıştı.

Zaten beni acıktırmayan ne vardı ki?

Yüzünde kocaman sırıtışla bölüm sonuna gelenler?

Nihayet yarışma bölümünü başarıyla atlattık. Geçenlerde biriniz tarafından tehdit edilmiştim. Bana, klişe olur diyerek yarışmayı kazandırmamazlık etme, demişti :D İnanın bölümün tehditle hiçbir alakası yok...

Şaka bir yana, bu yarışmayı kazanmayı Asel de Koray da çok hak ettiler. Asel zaten bu hayal uğruna yaşıyordu, daha doğrusu bundan sonraki yaşamını bu yarışmayı kazanmasına bağlamıştı. Koray ise Asel için hiç denemediği bir branşa başlamış ve başına gelen her türlü felakete rağmen Asel'i hayaline kavuşturabilmek için her şeyle başa çıkmaya çalıştı. Ki çıktı da :')

Beril'le Mert'i atlamak da olmaz şimdi... Zira Mert bazen öyle şeyler yazdırıyor ki bana, diyorum kız Beril yaşıyorsun bu hayatı he... Bunun da şakası bir yana onlar için yazacağım öyle güzel şeyler var ki daha, aklıma geldikçe heyecanlanıyorum. Mert'in Beril için savaşmasını uzun uzun okuduk, beraber sahip olacakları mutlu anıları da uzun uzun okuyalım derim ben :')

Bölümle ilgili neler düşündüğünüzü, beğenip beğenmediğinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim. Yeni bölümde görüşmek üzere!

*Ne kadar çok arasam da tam olarak hayalimdeki koreografiyi bulamadım ama sizinle kafamdakilere yakın birkaç dans paylaşmak isterim. Belki hayal etmesi sizler için daha kolay olur.

1-)Asel'in tekli dansı hayal edebilmeniz için;


2-) Hayalimdeki Asel-Koray koreografisine en yakın dans;


3-) Asel ve Koray'ın koreografisine yakın bir diğer dans;

Continue Reading

You'll Also Like

256K 7.5K 55
Sen benimsin, aksini düşünen sonunuda düşünsün. +18 Cinsellik fazla bulunuyor bunu bilerek okuyalımm. Askeri kurgu Çocukluk aşkı Arkadaşlıktan doğan...
1.3M 79.1K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
40.5K 5K 33
-Tamamlandı- Dila & Hasan Hasan: Hayat kızmak için o kadar kısa ki, bunu ben yaşadım Dila. Bana kızmak yerine beni sevmeye ne dersin? Dila: Hasan...
204K 3.7K 20
*Bu hikaye her şeyden önce zorbalık yaşayan, aile ve sınav baskısı hissedenler için. Ben ve karakterlerim her zaman yanınızdayız. Mesafe ilişkisidir...