KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY
Özel Bölüm: "Mert / 3"

#51 - El Ele Yürümek

91.9K 4.8K 804
By bayanclara


"Mert, acıkırsan diye -ki bundan hiç şüphem yok oğlum- dolaba yemek bıraktım, ısıtır yersin anneciğim."

Bakışlarımı karşımdaki televizyondan çektim ve kulağına küpe takmaya çalışarak merdivenleri inen anneme bakıp kafamı salladım. "Tamam, anne."

Kucağımdaki kuru yemiş tabağından birkaç fındık alarak hepsini ağzıma tıktığımda annem küpesini takmış bir şekilde doğruldu ve düzleştirmiş olduğu saçlarını omuzlarının gerisine attı.

"Baban dışarı mı çıktı?"

Dolu yanaklarımla ona bakarken konuşamayacağım için kafamı sallamakla yetindim. Annem, işaretimin üzerine kapıya doğru ilerlediğinde bakışlarımla onu takip ettim. Bu akşam üst mahallede oturan bir komşumuzun kızının düğünü vardı ve annemler oraya gidiyordu. Aslında beni de götürmek için çok dil dökmüştü ama tabii ki kabul etmeyip evde kalmayı tercih etmiştim. Aslında yemekli düğünlerden hoşlanırdım ancak bu sefer gidesim gelmemişti niyeyse.

Annem kapının kulpunu tutarak bana son bir bakış attı ve "Geç kalmamaya çalışacağız ama kalırsak kapıyı kilitleyip yat, tamam mı?" diye sordu. Evhamına gözlerimi devirerek "Tamam, anne, tamam," diye homurdandım. "Bebek değilim ya, anlıyorum."

Annem, derhal ince kaşlarını çatarak "Sus bakayım, ben anneyim," diye söylendi. Bahanesine dayanamayıp sırıtırken "Bu hayatta anne olmak varmış be," dedim.

Sözlerim onu da güldürdü ve 'bu çocuk iflah olmaz' tavrıyla kafasını iki yana sallayarak kapıyı açtı. Açtığı gibi de irkilerek birkaç adım geriledi. Halini kaşlarım çatık bir şekilde izlerken ne olduğunu anlamaya çalışıyordum çünkü oturduğum yer kapının arkasında kaldığı için karşısında kim veya ne olduğunu göremiyordum.

Annem başparmağını damağına koyarak başını ittirdikten sonra derin bir nefes aldı ve bakışlarını aşağı indirip "Beril?" diye mırıldandı şaşkınca. "Senin burada ne işin var güzelim?"

Duyduğum isim benim de kaşlarımın çatılmasına neden olurken kucağımdaki kâseyi koltuğa yerleştirerek ayaklandım ve oturmaktan uyuşan ayaklarımı sallayarak kapıya doğru ilerledim.

"Selvi teyze, özür dilerim. Seni korkutmak istememiştim. Ben aslında düğüne gidiyordum annemlerle ama kapıda Murat amcayı gördük ve Mert'in düğüne gitmediğini öğrenince ben de onunla kalmak istedim. Kalabilirim değil mi?"

Beril'in sorusunu işiterek kapıya vardığımda annemin yanında dikilerek karşımdaki küçük kıza baktım. Beyaz, ince askılı, dizlerinin üzerinde biten yazlık bir elbise giymişti ve saçlarını tuhaf ama güzel bir şekilde ördürtmüştü. Onun yaşında biri için fazlasıyla tatlı görünüyordu ve düğün için bu kadar hazırlanmışken benim yanımda neden kalıyordu yahu? Hem bebek bakıcısı mıydım ben?

Beril, parıldayan elalarıyla bana döndüğünde ben de bakışlarımı anneme çevirdim ve "Ama bu kadar hazırlanmışken gitmemek olmaz değil mi anneciğim?" diye sordum. "Bence sizinle gitsin."

Annem çattığı kaşlarının altından bana uyarı dolu bakışlar atarak "Gitmek istemiyormuş işte Mert," diye söylendi. "Beraber kalırsınız ne güzel."

Anneme kötü kötü baktığımda annem bunu umursamadı ve önüne dönerek Beril'i içeri buyur etti.

"Hadi geç tatlım, ben de çıkayım. Murat amcanı çok beklettim."

Beril kocaman gülümseyerek ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi ve birkaç adım önümde duraksayarak anneme el salladı. "Güle güle gidin."

Annem ona havadan öpücük atıp "Kapıyı kilitleyin tamam mı?" dedi ve Beril'in gülümseyerek baş salladığını gördüğünde gözlerini bana çevirerek asık suratıma uyarı dolu bakışlar atmaya devam etti. Bu onun dilinde 'Beril'i üzme' anlamına geliyordu. Gözlerimi devirdim. Ne güzel tek başıma evde kalacaktım işte, bu cimcime de nerden çıkmıştı şimdi?

Annem gittiğinde Beril kapıyı kapattı ve annemin dediği gibi kapıyı kilitleyerek bana dönüp kocaman gülümsedi. "Hadi içeri geçelim Mertciğim."

Ben daha cevap veremeden elimi tuttuğu gibi salona doğru ilerlediğinde parmaklarımı kavrayan küçük eline bakarak iç çektim. Ne yapalım? Başa geleni çekecektik.

Biraz önce kalktığımız koltuğa yan yana oturduğumuzda kuru yemiş kâsesini kucağıma alarak ona yandan bir bakış attım.

"İstediğin zaman alabilirsin."

Parmak uçlarıyla elbisesinin eteğiyle oynarken "Tamam," diye mırıldandı kısaca. Ona son bir kez daha bakıp televizyondaki diziyi izlemeye devam ettim.

Aradan biraz geçtiğinde Beril'den hiç ses çıkmadığını fark ederek kafamı çevirip ona baktım ve onu, başını koltuğa yaslamış bir şekilde beni izlerken buldum. Bu, kaşlarımın çatılmasına sebebiyet verirken "Niye televizyon izlemiyorsun?" diye sordum. Yavaşça omuz silkti. "Sevmedim."

Kaşlarım biraz daha çatılırken kucağımdaki kâseyi işaret ederek "Bundan da yemedin?" dedim sorarcasına. Küçük omuzlarını bir kez daha silkti ve "Canım istemedi," diye cevap verdi.

Tavrı onunla ilgilenmediğim için suçluluk duymama neden olduğunda vücudumu iyice ondan tarafa çevirdim ve ilgili bir tavırla "Canın sıkılıyor mu?" diye sordum. "Sana meyve falan getireyim mi?"

Başını iki yana sallarken hafifçe gülümsedi ve "Senin yanında oturuyorum ya, canım nasıl sıkılsın?" diye mırıldandı yavaşça. "Meyve de istemem."

Bana olan bağlılığı canımı acıtırken derin bir nefes aldım ve kucağımdaki kâseyle birlikte ayağa kalkıp "O zaman dondurma getireyim de birlikte yiyelim," diye mırıldanarak mutfağa doğru ilerledim. Onun kadar hareketli ve cıvıl cıvıl olan bir kızın yanımda boş boş otururken nasıl sıkılmadığını aklım almıyordu doğrusu. Üstelik bir şey de yemiyordu ve annem bunu öğrenirse onunla ilgilenmediğimi söyleyerek bana kızardı. Annemle uğraşmak istemiyordum.

Elimdeki kâseyi tezgâha bıraktıktan sonra dondurucuyu açtım ve içinden iki tane çikolatalı dondurma aldım ancak elim dondurucunun kapağına gitmedi çünkü yanlış tercih yapmıştım. Bunu fark ettiğimde iç çektim ve elimdeki dondurmalardan birini geri bırakarak annemin kendi için aldığı çilekli dondurmayı alıp kapağı kapattım. Beril, dondurmanın ve şekerin çileklisini seviyordu. Eh, en azından bu kadarını öğrenebilmiştim.

Mutfaktan çıkmadan önce masanın üzerinde gördüğüm ıslak mendil paketini de alarak içeri gittim ve tekrar Beril'in yanına oturdum. Elimdeki çilekli dondurmaya olan bakışlarına ister istemez gülümseyerek dondurmayı ona uzattım ve "Al bakalım," diye mırıldandım.

"Teşekkür ederim, Mertçiğim."

Beril'in, dondurmasının paketini açabildiğinden emin olduktan sonra önüme dönüp kendi dondurmamı açtım ve yemeye başladım. Dondurmayı kısa sürede bitirdiğimde elimdeki çubuğu paketine sokarak paketi orta sehpanın üzerine koydum ve yanımda getirdiğim ıslak mendil paketinden bir tane ıslak mendil çıkarıp ellerimi sildim.

"Bana da bir tane verebilir misin Mertçiğim?"

Beril'in sesini duyduğumda yavaşça ona döndüm ve pembeye boyanan ağzına sırıtarak bakarken "Tabii," diye mırıldandım. Şebek, ağzından çok yüzüne yedirmişti dondurmayı.

Çıkardığım mendili ona uzatmak yerine oturduğum yerde ona doğru kayıp boştaki elimle çenesini tuttum ve onun şaşkın bakışları altında yüzündeki izleri sildim. Gülerek "Niye yerken her tarafına bulaştırıyorsun dondurmayı?" diye sorduğumda "Böyle daha zevkli oluyor," diye cevap verdi. Kafamı iki yana salladım ama bir yandan gülmeye de devam ediyordum.

Elimdeki peçetenin temiz kısmıyla ellerini de nazikçe sildikten sonra dondurma çöplerini de alarak ayaklandım ve Beril'in sıcak bakışları eşliğinde odadan çıkıp mutfağa geçtim. Elimdekileri çöpe attıktan sonra da tekrar içeri döndüm.

Koltuğa oturduktan sonra yan taraftaki kumandayı alarak reklama giren kanalı değiştirdim ve ilgimi çekecek şeyler aramaya başladım. İstediğim tarzda bir şeyler bulamayıp reklamın daha iyi bir seçenek olduğunu düşünerek ilk izlediğim yeri açtığımda Beril'in esnediğini işiterek ona döndüm.

"Uykun mu geldi?"

Bakışlarındaki yorgunluğa rağmen kafasını iki yana sallayıp "Yo, gelmedi," dediğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Kim bilir derdi neydi de uyumak istemiyordu?

Çok merhametli biri olaraktan bu haline dayanamadığımdan "Peki," diyerek ısrar etmedim ve rol yaptığımı anlamasın diye önüme dönüp oturduğumuz koltuktaki yastığı düz pozisyona getirerek uzandım.

"Senin mi uykun geldi?"

Beni izlediğinin farkındalığıyla görmeyeceğini bilerek sırıttım ve "Yok, hayır. Televizyonu böyle yatarak izlemek daha güzel oluyor. Ondan uzandım," diye açıklama yaptım.

"Yaa," diye mırıldandığında geniş koltukta geriye kayarak sırtımı koltuğa yasladım ve bakışlarımı Beril'e çevirerek "İstersen sen de gel," dedim. "Hem rahat mı, değil mi, anlamış olursun."

Hiç beklemeden "Tamam," diyerek oltaya geldiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım ve onun dizlerinin üstünde emekleyerek yanıma gelmesini ve tam önüme uzanmasını izledim. Başı televizyona dönük olduğundan şu an annesinin değişik bir şekilde ördüğü saçlarındaydı bakışlarım.

Bir kez daha esneyerek "Gerçekten de yatarak daha güzel izleniyormuş Mertciğim," diye mırıldandığında biraz sonra uyuyakalacağını bilerek sırıttım.

"Değil mi?"

"Hım-hım ama sen görebiliyor musun ki televizyonu? Önüne gelmedim mi ben senin?"

Evet, dediği gibi televizyonu görmem için başımı kaldırmam gerekiyordu ancak bunu ona söylemedim. Nedense televizyon izleyesim kaçmıştı.

"Yo, gelmedin. Çok rahatım ben şu an."

İç çekti. "Tamam, o zaman."

İkimiz de sessizce önümüzdeki şeyleri izlemeye başladıktan -benim izlediğim şey Beril'in saçındaki örgüler ve biraz da yüzünün yukarıda kalan tarafıydı tabii- kısa bir süre sonra Beril'in düzenli nefes alışverişlerini duyarak tek omuzumun üzerinde doğrulup yüzüne baktım ve gerçekten uyumuş olduğunu görerek gülümsedim. İstemeyerek yapsam da iyi bir bebek bakıcısı olduğum kesindi.

Beril'i uyandırmamak için oldukça yavaş ve sessiz bir şekilde koltuktan kalktıktan sonra hızla kendi odama çıkıp dolaptan ince bir battaniye aldım ve aynı hızla geri döndüm. Yaz ayındaydık aslında ama üzerindeki incecik elbiseyle uyurken üşüyebileceğini düşünmüştüm.

Beril'in rahatsız olmaması için odanın ışığını kapattıktan sonra -ne de olsa bana televizyonun ışığı yeterdi- ilerleyerek Beril'in yanına geldim ve uzanınca toparlanan eteğini düzelterek küçük bacaklarını örttükten sonra battaniyeyi de yavaşça Beril'in üzerini örttüm. Hemen sonraysa başka bir yere oturmak istemediğimden tekrar biraz önce kalktığım yere, yani Beril'in hemen arkasındaki boşluğa uzandım.

Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Sadece canım istemişti işte.

Bu sefer başımı yastığın tepesine koyduğum için televizyonu rahatça görebiliyordum ancak burnum Beril'in saçlarına temas ediyordu. Saçlarından gelen çilek kokusu gözlerimin devrilmesine neden olsa da hoşuma gittiğini inkâr edemezdim. Bu yüzden burnumu biraz daha saçlarına bastırmakta herhangi bir sakınca görmedim.

Burnumu saçlarından ayırmadan başımı iyice yastığa gömdüm ve bakışlarımı televizyona diktim, ta ki Beril'den yayılan tatlı koku beni mayıştırıp gözlerimin kapanmasına neden olana dek.

"Kalkma vakti geldi uykucu!"

İşittiğim tatlı ses, bilincimi usulca yerine getirirken gözlerimi kırpıştırarak araladım ve neler olduğunu anlamaya çalıştım. Birkaç denemeden sonra gözlerimi tam olarak açabildiğimde birkaç santim ötemdeki ela bakışları gördüm ve orada takılı kaldım. Sıcacık bakışları içimi de ısıtırken dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım.

"Öldüm de Cennet'e mi geldim acaba?" diye sorduktan sonra hırıltılı çıkan sesimi düzeltebilmek amacıyla hafifçe boğazımı temizledim ve devam ettim. "Şu an gözlerinde kaybolduğum hurinin başka bir açıklaması olamaz çünkü."

Sözlerimin üzerine tatlı tatlı kıkırdayarak başını biraz geriye çekti ve ince kaşlarından birini havaya dikip "Bu bir iltifattı sanırım?" diye mırıldandı sorarcasına.

Uyku mahmurluğum yerinde dursa da kendime gelebilmiş sayılırdım. Güzel yüzüne bakıp gülümsedim. "İltifat değil, sadece gerçekler." Duraksayarak iç çektim ve daha çok gülümsedim. "Uyuyorum, Beril'li rüyalar görüyorum. Uyanıyorum, karşımda Beril'i görüyorum. Ben daha ne isterim?"

Sözlerimin üzerine şaşkınca "Yaa," diyerek gözlerini kırpıştırdı ve hemen sonra hızla üzerime eğilerek merakla "Rüyanda beni mi gördün?" diye sordu. "Nasıl gördün peki?"

Düzleştirip atkuyruğu şeklinde tepesinde bağladığı saçlar eğildiği için omzunun üzerinden yüzüme düştüğünde ellerimden birini kaldırarak yüzümdeki saç tutamını tuttum ve burnuma götürerek kokusunu soludum. Beril bu hareketim üzerine tepki vermeden beni izlediğinde yarım bir gülümsemeyle "Aynı böyle saçlarını kokluyordum," diye mırıldandım. "Rüyamda çilek kokuyordu saçların, şimdi daha farklı kokuyor ama."

Sözlerim onu biraz düşündürttü ve en sonunda güzel gülümsemesiyle "Çocukken çilek kokulu şampuan kullanırdım, şimdiki kullandığım da çiçek kokulu," diye mırıldandı.

Açıklamasının üzerine daha çok gülümsedim ve burnuma tuttuğum saçlarını serbest bırakarak kollarımı kaldırıp ince beline doladım. Bakışlarım kısa bir süre üzerinde gezindiğinde tek omzu açık tozpembe bir kazak ve koyu renk bir kot giydiğini fark ettim. Oldukça hoş görünüyordu. Eh, her zamanki gibi...

Bakışlarım tekrar yüzüne tırmandığında yüzümü incelediğini fark ederek belindeki kollarımı biraz daha sıktım. "Sen her halükarda mükemmel kokuyorsun zaten."

Yatağa yaslı ellerinden birini kaldırarak başıma getirdi ve alnıma düşen saçlarımı yavaşça geriye tararken "Sen de çok güzel kokuyorsun," diye mırıldandı. Utandığı için kısılan ses tonuna karşılık sırıttım ve bir anda belindeki ellerimden birini hızla yukarı kaydırıp sırtına destek yaparak onu kendime çektim. Bunu beklemediği için ufak bir çığlık eşliğinde üzerime düştüğünde yüzümü boyun boşluğuna gömdüm.

"Madem öyle birbirimize iyice sokulalım ve güzel kokularımızı karıştırarak daha da güzel kokalım."

Konuşurken dudaklarım boynuna değdiği için teninin hem kokusunu hem de tadını alabiliyordum ve bunun bana hissettirdiklerini anlatabilmem mümkün değildi.

Beril, yanağını saçlarımın üzerine yasladıktan sonra ellerini omuzlarıma yerleştirdi ve "Güzel fikirmiş ama vaktimiz yok," dedi. "Derin kahvaltı için bizi bekliyor. Beni de seni uyandırmak için gönderdi."

Burnumu güzel kokusunun mabedine gömerken gözlerimi kapadım ve derince soludum. "Oysa benim ne kalkasım ne de seni bırakasım var. Tam tersine seni yanıma yatırıp uykuma devam etmek istiyorum. Hem bakarsın birlikte uyuduğumuz için gördüğüm rüyaya geri dönerim, ha?"

Normalde kahvaltı lafını duyar duymaz yataktan fırlamam ve mutfağa koşmam gerekiyordu ama Beril'le tekrar karşılaştığımdan beri normal değildim ki ben. İçimden başka bir Mert çıkmıştı sanki.

"Derin'in bu fikirden hoşlanacağını hiç sanmıyorum. Hem rüyanda ne gördün? Anlatsana hadi!"

Kollarımı biraz daha sıkıp sakallarımın iyice belirginleştiği yanağımı yanağına sürttüm. "Çocukken üst mahalledeki düğüne gitmeyip benimle kaldığın günü gördüm rüyamda. Düğün için hazırlanmana rağmen benim için gitmemiştin ve televizyon izlemen gerekirken yanımda oturmuş öylece beni izliyordun."

Utançla mırın kırın ettikten sonra "O zamanki cesaretim şimdi de olsa keşke," diye söylendi. Güldüm.

"Her şeyin zamanı var, yavrum. Öyle bir zaman gelecek ki altı yaşındaki küçük Beril'in cesareti sana hiçbir şey gelecek."

İçine sert bir nefes çekerken başını geriye çekerek göz göze gelmemizi sağladı ve bezgin bir ifadeyle "Şu halimden sonra her şeye inanırım zaten," diye homurdandı. Tatlı serzenişlerine gülmekle yetinip bir şey söylemedim çünkü haklıydı ve şu an resmen üzerimde uzanıyordu. Ancak bunu seslice dile getirdiğim an arkasına bakmadan odadan kaçardı.

Ne yazık ki bu evreyi daha geçememiştik ancak ben hala inançlıydım.

Bir şey demek yerine başımı hafifçe çevirip dudaklarımı çenesine bastırdım. Dudaklarıma bulaşan tadı ondan uzaklaşmama engel olduğundan dudaklarımı teninden ayırmadan ilerlettim. Çenesine sürtünerek yanağına, oradan şakağına, oradan da alnına geldiğimde nefesini tutmuş bir şekilde beklediğini fark ettim. Bu dudaklarımın usulca kıvrılmasına neden olurken istifimi bozmadan dudaklarımı alnına sürtmeye devam ettim. Dokunuşlarım iki kaşının ortasından burnuna kaydığında gözlerinin kapalı olduğunu görerek bu fırsatı kaçırmak istemedim ve ağzımı aralayarak burnunun ucundan ısırdım.

"Aaayy!"

Beril, ısırığın ardından çığırarak kendini geri atmaya kalkıştığında belindeki kollarımı sıkarak kaçmasına izin vermesem de kafamı geriye atarak gülmeye başladım. Küçük ellerinden birini kaldırarak burnunun üzerine tutup sızlanmaya başladığında başımı uzatarak elinin üzerinden öptüm ve hareketim sonucu gözlerime dikilen kızgın elalarına sırıtarak baktım.

Çok âşıktım yahu ben.

Parmakları burnunu biraz daha ufaladıktan sonra elini indirirken çattığı kaşlarının altından "Çok kötüsün," diye mırıldandı. İstifimi bozmadan sırıtmaya devam ettim.

"Sen de çok güzelsin."

Burnundan sinirle derin bir nefes alarak "Seni dövmek istiyorum," dedi. Daha çok sırıttım.

"Ben de seni öpmek istiyorum."

İstediği gibi bir tepki alamadığından olsa gerek sinirlenerek üzerimden kalkmaya çalıştı ama ona izin vermedim. Zaten ben izin vermediğim takdirde kollarımın arasından asla çıkamazdı.

Beyaz ellerini omuzlarıma bastırarak "Bıraksana beni ya," diye homurdandı. "Gideceğim ben."

Kaşlarımı kaldırarak "Olmaz," diye mırıldandım. "Bırakmam."

Bacaklarını yataktan aşağı sarkıtıp gitmeye çalışsa da belindeki kollarım ona izin vermiyordu. Aslında biraz daha fazla zorlayabilirdi ancak muhtemelen yaramdan dolayı debelenmiyordu. "Gideceğim işte, küstüm sana ben."

Önce diş izimin çıktığı, çocuksu bir tavırla havaya diktiği burnuna baktım. Sonra da güzel gözlerine çevirdim bakışlarımı.

"Sen bana küsemezsin ki."

Dudaklarını büzerek başını havaya dikti. Şu an rüyamdaki kızla baş başa olduğum gerçeği yüzüme vurmuştu.

"Niyeymiş o?"

"Çünkü sen benim evimin direği, gönlümün meleğisin. Alnımdan öpüp helalin olduğumu söylediğin günleri ne çabuk unuttun?"

Şok içinde bana baktığında gülmemek için yanağımın içini ısırdım. Tamam, kabul, biraz saçmalamıştım ama insanın onun güzelliğinin karşısında akıl sağlığını koruması çok zordu.

"Ne alakası var ya? Hem ne bunlar, kamyon arkası yazısı mı?"

"Hayır," diyerek açık açık sırıttım. "Mert'in alın yazısı."

Ağzı açıldı, geri kapandı. Bir kez daha açtı ve sonra tekrar kapadı. En sonunda da kıvrılan dudaklarını görmeyeyim diye başını başka tarafa çevirdi. Güldüm.

"Aşığım kız sana."

Alttan da olsa gülüşünün genişlediğini görebiliyordum.

"Hım, belli," diyerek kafasını salladı. "Saçma sapan espriler yapıyorsun."

"Yalnız onlar espri değil, ben sadece doğruları söylüyorum."

"Ben şimdi bir espri yapacağım size göreceksiniz gününüzü! Akşama kadar sizin cilveleşmenizi mi bekleyeceğim ben be?"

Odanın kapısı ne zaman açıldı, Derin ne ara içeri girip bağırmaya başladı inanın takip edemedim. Yalnızca işittiğim cazgır ses yüzünden afallayarak Beril'i kucaklamayı bıraktığımı, Beril'in de hızla yatağa çömüp ince pikemi yüzünü kapatacak şekilde üzerine çektiğini gördüm.

Utanmasam onu bebek gibi kucaklayıp her yerini mıncıracaktım...

Beril'in tatlı haline derin bir nefes çektikten sonra bakışlarımı kapının önünde dikilerek ateş saçan mavi gözlerini bize diken kuzenime çevirdim ve kaşlarımı çattım.

"Kızım manyak mısın nesin? Ödümüzü kopardın be."

"Manyaksam ne olmuş? Zaten Feza gelemediği için acayip sinirliyim ve sinirimi çıkaracak birini arıyorum, kaşınmadan ne dersem onu yaparsanız sizin için daha iyi olur."

Ben daha ne olduğunu anlayamadan geldiği hızla çıktı odadan Derin. "Aa," diye homurdandım açık bıraktığı kapıya bakmaya devam ederek. "Delinin zoruna bak. Feza'yı birkaç saat göremeyince sinir hastasına dönüyor kız."

Kendi kendime söylenerek yavaşça yatakta doğrulurken Beril'in hala pikeyle yüzünü örttüğünü fark ettim ve tüm şaşkınlığıma rağmen kendimi tutamayarak güldüm.

"Yavrum sen ne yapıyorsun ya?"

Beril, en ufak bir tepki vermeden yatmaya devam ettiğinde sırıtışımı bozmadan üzerine eğildim ve parmaklarıyla sıkıca tuttuğu pikeyi kavrayarak hızla üzerinden çektim. Gözleri sımsıkı kapalıydı ve yüzü kıpkırmızıydı. Sırıtışım şefkatli bir gülümsemeye dönerken üzerine eğildim ve kendi kendime "Bir insan utanırken bu kadar güzel olur mu kardeşim ya?" diye sorarak kapalı iki gözünden de öptüm. Dudaklarımı gözkapaklarından biraz uzaklaştırarak alnımı alnına yasladığımda gözlerini kırpıştırarak açtı ve kısa bir süre gözlerimin içine bakarak "Gitti mi?" diye sordu.

Alnımı alnına sürterken "O gitti de senin bu utangaçlığın ne zaman gidecek hiç bilmiyorum ben," diye mırıldandım. Burnundan derin bir nefes verirken "Öyle deme ama ya," diye söylendi. "Odaya girdiğinde resmen üzerinde yatıyor-" Bir anda ne dediğini yeni fark ediyormuş gibi gözlerini kocaman açtı ve utançla inleyerek "Bizi nasıl o halde gördü?" diye sordu.

Yemin ederim, haline daha fazla dayanamadım ve başımı hafifçe geri çektikten sonra yüzündeki her yeri öptüm. Bunu yaparken dişlerimi de sıkıyordum çünkü onu ısırmamak için zor tutuyordum kendimi.

Beril, hiçbir şey demeden hareketlerimi izliyordu ancak nefesini tuttuğunu fark etmiştim. Son olarak dudağının kenarına küçük öpücüğümü bıraktıktan sonra onu ne kadar öpersem öpeyim doyamayacağımı bir kez daha fark ederek derince iç çektim.

Hala yattığı yerden tarifsiz bakışlarla beni izlediğini gördüğümde gülümsedim ve "Derin'in bir dahaki gelişinde seni sırtına atıp götürmesini istemiyorsan kalksan iyi olur yavrum," diye mırıldandım.

Usulca yutkunup başını sallayarak beni onayladığında gülümsemeye devam ederek önüme döndüm ve yatağın ucuna gelip ayaklarımı yavaşça aşağı sarkıttım. Yaram çok hızlı bir şekilde iyileşiyordu ancak yine de dikkatli olmak konusunda zorluyordum kendimi.

Yatarken hafifçe sıyrılan eşofmanım ayağa kalktığımda tekrar bileğime indiğinde üzerimdeki siyah tişörtü çekiştirerek yatağın etrafında dolandım. Benim peşimden Beril de yavaşça ayağa kalkıp önce saçlarını, sonra da kayarak iki omzunu hafifçe açıkta bırakan kazağını düzeltti.

"Sen mutfağa geç, ben de elimi yüzümü yıkayıp geleyim."

Birkaç adımda yanıma vardığında "Aslında ben de yıkasam iyi olur," diyerek ellerinin tersini kırmızı yanaklarına bastırdı. "Zaten Derin'in yanına tek başıma gidemem."

Hala utanıyor olmasına şaşırmadığımdan "Peki," diyerek başımı salladım ve yüzüne götürdüğü ellerinden birini kavrayarak ona öncülük ettim.

Lavaboya giderken bile el ele tutuşma ihtiyacı hisseden bir Mert Atalay...

Ve evet, bu kişi benim. Teşekkürler.

Lavaboya geçip sırayla yüzlerimizi yıkayarak banyodan çıktık ve mutfağa geçtik. Derin, masanın başında oturmuş çatık kaşlarla çayını yudumluyor, bir yandan da parmaklarıyla masada ritim tutuyordu. Onun bu gergin halini kısık gözlerle izledikten sonra pek de umursamayarak Beril için bir sandalye çekip onu oturttum ve sonra hemen yanına da kendim kuruldum.

"Biraz daha gelmeseydiniz kızartma kaşığıyla yanınıza gelip sizi dövecektim."

Bakışlarım masadaki şaheserlerde gezinmeye başladığı sıra agresif sesini duyarak zor da olsa başımı kaldırarak Derin'e baktım.

"Tersinden mi kalktın kızım? Ne bu haller?"

Beril, çıt çıkarmadan önündeki boş tabağı izlerken Derin ona kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü.

"Feza da gelecekti kahvaltıya ama son anda bir çalışanları rahatsızlandığını söyleyerek bugünlük izin istemiş ve kafe de kalabalık olduğu için Feza yardıma kalmış. Kısacası Feza'sız kaldım ve beni bilirsin, onu görmediğim zaman celalleniyorum."

Ona tip tip baktıktan sonra elimi kaldırdım ve önümdeki çatalı kavrayarak Beril'in tabağına kahvaltılık doldurmaya başladım. "O zaman sen de Feza'nın yanına gitseydin keşke de Beril'imle baş başa harika bir kahvaltı keyfi yaşasaydım. Doğrusunu istersen bu halinle hiç çekilecek çile değilsin canım kuzenim."

Beril, sözlerimin üzerine gözlerini kocaman açarak bana uyarıcı bakışlar attığında dudaklarımı büzerek ona öpücük attım ve tabağını doldurmaya devam ettim. Yaralandığımdan beri bana bakabilmek için oradan oraya koştururken zayıflamıştı, azıcık güç kuvvet kazanması gerekiyordu.

"Ben de senin gül cemaline meraklı değilim Mert ama Feza gitmemi istemedi."

Beril'in tabağını doldurduktan sonra kendiminkine bir şeyler koyarken başımı salladım. "E, istemez tabii, haklı çocuk. O kalabalıkta bir de seninle mi uğraşsın?"

Derin, elindeki çatalı masaya vurarak "Mert!" dediğinde, başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve gülümsedim. "Efendim, canım benim? Kızartmanın tadına mı bakayım? Sen iste yeter ki."

Onu kale almamam dişlerini sıkarak bana kötü kötü bakmasına neden olsa da umursamadım ve tabağımı ağzına kadar doldurup yemeye başladım. Çok acıkmıştım yahu!

Beril sessizce önündeki çatalı kavrayarak ağzına küçük bir peynir parçası atarken hala Derin'den çekindiğini anladım ama bir şey de demedim. Bu hallerini bırakacağı o günü iple çekiyordum ancak itiraf etmem gerekirse utanç duygusunun ondan daha çok yakıştığı birini de görmemiştim.

Derin de çatalını kavrayarak patates kızartmasına batırdı ve bize bakmadan "Neyse, kahvaltımı çabuk yapayım da Feza'mın yanına gideyim," diye söylendi. "Yorulmamı istemediği için yanına gitmemi istemese de sizin yanınızda kalıp sinir krizleri geçirmektense çalışıp yorulmayı tercih ederim."

Ona bakmadan ve ağzımın doluluğuna aldırmadan başımı sallayarak "Çok doğru bir tercih," dedim. "Zira dediğim gibi bu haldeyken çekilecek çile değilsin."

"Halam olsaydı sorardım ben sana," diye homurdandı. "Beril'le yalnız kalamadın diye gönderdin tabii kadını apar topar, şimdi de beni sallamaya çalışıyorsun başından."

Sahte bir tavırla gözlerimi büyüterek "Aa, kuru iftira," diye söylendim. "Ben mi gönderdim annemi? Babam arayıp onsuz yapamadığını söylediği için gitti. E, yaşlı başlı adam. Annem olmayınca boşluğa düşmüştür tabii."

Derin'in de dediği gibi dün sabah annemi İzmir uçağına bindirerek göndermiştik. Aslına bakarsanız annemin asla gidesi yoktu, hatta kadın utanmasa Beril'in dibinden ayrılmayacaktı. Bazen Beril'i hangimizin daha çok sevdiği konusunda bana kendimi bile sorgulatmıştı yani. Bir de bahane olarak beni öne sürüyor, ben tamamen iyileşene kadar gitmeyeceğini söylüyordu ama yalandı tabii. Benden çok Beril'le vakit geçiriyordu. Bu devirde de böyle kaynana yani...

Şanslıydım ki babam imdadıma yetişmiş ve annemi eve çağırmıştı. E, annemin yokluğunda evin düzeni muhtemelen fazlasıyla bozulmuştu. Aslında babam tertipli ve düzenli bir adamdı ancak annemin hünerlerinin üzerine elbette ki kimse el süremezdi. Annem de bakmıştı kocası telefonda eve dönmesi için yalvarıyor -biraz abartmanın kimseye zararı olmazdı bence yani-, dayanamayıp gitmişti.

"Eniştemden çok sen sevinmiş gibisin ama canım," diyerek başını salladı. "Aman neyse, sana laf anlatmak bile zor geliyor şu an. Feza yetmezliğinden öteki tarafa gitmesem bari."

Son cümlesine dayanamayıp gülerken "Sen de ha," diye söylendim. "Senelerce acı çektirdin çocuğa, şimdi de kuyruğundan ayrılmıyorsun."

Derin, bir anda bozularak suratını astığında koluma yediğim dirsekle Beril'e döndüm. Yanlış bir şey söylediğimi belli etmek amacıyla ela gözlerini belertmiş, bana kötü kötü bakıyordu. Pişmanlıkla iç geçirirken önüme döndüm ve Derin'in masada duran eline uzandım.

"Şşt, dalga geçiyorum kızım ya. Sana da şaka yapamayacaksam kime yapacağım yani?"

Bakışlarını masadan ayırmadan "Biliyorum," diye mırıldandı sıkıntılı bir ses tonuyla. "Ama şaka da olsa üzülmemek elimde değil."

Kızın moralinin bir anda içine ettiğimin farkındalığıyla ofladım ve şebeklik yapmaya karar verdim, zira bu durumu ancak böyle kurtarabilirdim. Parmak uçlarımı elinin üzerine sürterek "Şşt," dedim bir kez daha. "Saçlarını şöyle havalı bir şekilde öreyim mi? Hem Feza da bayılır ve belki bu sayede fazladan bir öpücük koparırsın sevdiceğinden?"

Derin, ilgisini çeken bir şey duyduğunu belli ederek bakışlarını gözlerime çıkardığında sinsi sinsi sırıttım. "Çocukcağız masaların aralarında gezinirken önüne iki salınır odasına kaçarsın, o da işi gücü bırakıp hemen peşinden gelir. Nasıl fikir?"

Yüzündeki sıkıntılı ifadeyi anında askıya alan canım kuzenim benim gibi sırıtmaya başlarken "Öyle mi diyorsun?" diye sorduğunda, göz ucuyla Beril'in elini yüzüne kapadığını gördüm. Kızcağız benim gerçek yüzümü görse arkasına bakmadan kaçardı herhalde...

Bakışlarımı tekrar kuzenime çevirerek "Hım-hım," diye mırıldandım. Bunun üzerine Derin yerinde dikleşip "Nasıl öreceksin?" diye sorduğunda gözlerimi kısarak salık bıraktığı koyu renk saçlarına baktım. "Üniversitenin ilk yıllarında çok ördürdüğün bir model vardı, onu yapayım mı? Bayadır da yapmıyoruz hem."

Mavileri parlarken masaya doğru eğilip "Hani genelini salık bırakarak bir tutamını kenardan örüp doladığını mı söylüyorsun?" diye sorunca başımı sallayarak onayladım onu. "Aynen."

"Olur," diyerek genişçe gülümsediğinde içimin rahatladığını fark ettim. Ne kadar dalaşırsak dalaşalım Derin benim canım, kanımdı. Onu asla üzmek istemez, başkasının da üzmesine izin vermezdim.

"Tamam, o halde. Kahvaltıdan sonra öreyim saçlarını, sen de koşa koşa git sevdiceğine. Akşama doğru da yarışma salonunda buluşuruz."

"Aa, doğru," diye mırıldandı yeni hatırlamış gibi. "Yarışmaya gidecektik, değil mi? Saat kaçtaydı o?"

"Beşte," diyerek benden önce cevap verdi Beril. Anca kendine geliyordu yavrucağızım.

Derin, bakışlarını duvardaki saate kaydırdıktan sonra "Heh, daha var baya," diyerek omuzlarını oynattı. "Feza'yı boş yakalayabilirsem baş başa biraz vakit geçiririz."

"Süper. Anlaştığımıza göre ben kahvaltıma geri döneyim. Çok açım."

Derin burnunu kırıştırıp "Olmasan şaşardım," dese de ne ben ona aldırdım ne de o başka bir şey söyledi. Hepimiz önümüzdeki tabaklara gömüldük ve güzelce kahvaltımızı ettik.

Dediğim gibi bugün önemli bir gündü çünkü üç aydır beklediğimiz o mühim gün gelip çatmıştı. Vallahi Koray'ı uzun zamandır bu kadar heyecanlı ve istekli görmemiştim. Özellikle son birkaç gündür gözlerinde gördüğüm kazanma arzusu ve yaptığı işten aldığı keyfi gösteren parıltılar doğrusu beni baya bir memnun etmişti. Gerçi son bir haftadır aşırı çalıştığı için çok yoruluyordu ama yakındığını da duymamıştım. Bunun sebebi ise şüphesiz Asel'di.

Ee, sonuçta ben de Beril'le birlikte vakit geçirirken yaramın acısını asla umursamıyordum. Bence ikisi de aynı kapıya çıkıyordu.

Kahvaltının ardından kızlar masayı toplarken yaralı olduğum bahanesiyle -aslında bahane değildi, gerçekten yaralıydım yani- mutfaktan kaçtım ve oturma odasına giderek televizyonun karşısına geçtim. Televizyondaki saçma sabah programları arasında geçiş yaparken kızlar içeri girdiklerinde başımı çevirerek onlara baktım. Neyden bahsediyorlarsa artık gülüşerek yanıma geldiler ve Beril, koltukta biraz öteme otururken Derin de hemen önüme çöktü. Ne yaptığını anlamaya çalışarak ona doğru döndüğümde elindeki tarağı kaldırdı ve "Hadi bakalım kahraman," diye mırıldandı. "Saçlarım sana emanet."

Saçlarını öreceğimi söylediğimi anımsayıp elindeki tarağı kaptım ve parmak uçlarımla saçlarının üzerine baskı uygulayıp başını eğmesini sağlarken "En az kendim kadar güzel bir hale getireceğim seni," diye mırıldandım. "Ve bunun ne demek olduğunu çok iyi biliyorsundur."

"Bilmem mi egosu kendinden büyük olan kuzenim, bilmem mi?"

Derin'in söylenmesine burun kıvırarak saçlarını taramaya başlarken göz ucuyla Beril'e döndüm. Başını koltuk başlığına yaslamış bizi izliyordu. Ona göz kırpıp tekrar önüme dönerek Derin'in uzun ve hafif dalgalı saçlarını güzelce taradıktan sonra üstten bir tutam saç ayırıp örmeye başladım. Ben tüm dikkatimi işime verirken Derin de elindeki toka kutusunu karıştırarak kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Sanırım ne giymesi gerektiğini düşünüyordu.

Örgünün sonuna geldiğimde Derin'in uzattığı bebe lastiğiyle ucunu bağladım ve hemen ardından bir saç tutamı daha alıp ördüm. Sonunda ördüğüm iki kısmı başının üst kısmının etrafında dolayarak tutturdum ve salık kalan tutamlarını düzelttim. Bu modeli yapmayalı biraz olmuştu ama elbette ki harika bir iş çıkarmıştım.

"Bitti."

Derin elleriyle saçını kontrol ettikten sonra elindeki kutuyu sehpanın üzerine bırakarak yavaşça ayağa kalktı ve burnumdan makas alıp "Teşekkürler şeker," diyerek odanın çıkışına yöneldi. "En az egon kadar güzel ördüğünü tahmin ediyorum ancak kontrol etmekte fayda var!"

Sözlerine göz devirmekle yetinerek başımı çevirdim ve Beril'e baktım. Suskun ve tatlı bir ifadeyle beni izliyordu. Gülümsememe engel olamadım.

"Senin saçını da öreyim mi?"

Bunu söylememi beklemiyor olacak ki ani refleksle "Hım?" diye mırıldandı. Dudaklarımdaki kıvrılma daha da büyürken "Sana çok yakışacak bir model biliyorum," diyerek diz kapağıma vurdum. "Hadi gel bakayım."

Başını koltuk başlığından ayırarak "Gerek yok, böyle iyiyim ben. Yorulma boşuna," dedi ve kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Suratının her yerini ısırayım istiyorsun sen herhalde? Gel çabuk buraya, bir de yorulursun diyor ya."

Çıkışmamdan sonra dudaklarını büzse de sözümü dinleyerek ayağa kalktı ve yanıma gelip hemen önümde yere oturdu. Bağdaş kurarak Derin'in ayağa kalkmadan önce orta sehpanın üzerine bıraktığı kutusuyla oynamaya başladığında saçlarını topladığı tokayı söktüm ve âşık olduğum kızıl tanelerini taramadan evvel mis kokulu saçlarına büyük bir öpücük bıraktım.

İyi alıştın sen bu öpmelere, dediğinizi duyar gibiyim ama inanın geç bile kaldım.

Beril, sessizce toka kabıyla oynamaya devam ederken saçlarını nazik olmaya özen göstererek taradım ve iki yanından birer tutam salık bıraktıktan sonra kalan kısmı sağ kulağının biraz üzerinden güzelce ikiye ayırdım. Daha sonra ayırdığım yerin başlangıcından biraz kalın bir tutamı örmeye başladım. Saçları uzun ve gür olduğu için bu modelin ona çok yakışacağını düşünüyordum.

Örgüyü ense köküne kadar ilerlettikten sonra tek elimle çenesinin yanından kavrayarak başının konumunu değiştirdim ve örmeye devam ettim. Saç örgüsünün sonuna geldiğimde örgüyle başının etrafında bir tur atmıştım bile. Beril'den istediğim lastikle örgünün ucunu bağladıktan sonra bitiş yeri dikkat çekmeyecek şekilde ördüğüm kısmın arkasına tutturdum ve daha hoş bir görünüm sağlaması için örgüyü nazikçe iki yandan çekiştirerek genişlemesini sağladım. Nihayet bitirdiğimde vücudumu hafifçe geri çektim ve göğsümü kabartarak şaheserimi inceledim. On parmağında yüz marifet olan bir adamdım ve çoktan kapılmıştım.

Üzgünüm, Beril haricindeki tüm kızlar... Gönlüm yalnızca bir kişiye ait ve yemin ederim, o kişiyi yemekten bile çok seviyorum. Hatta onunlayken yemek yemeyi unutuyorum ve inanın bunun benim için ne demek olduğunu kimse bilemez.

"Güzel oldum mu?"

Beril, başını arkaya çevirerek gözlerini gözlerime diktiğinde önden ayırdığım küçük kısımların ona ne kadar yakıştığını fark ederek gülümsedim.

"Güzellik karın doyurmuyor diyorlar ama ben sana baktıkça kendimi sen hariç her şeye doymuş gibi hissediyorum Beril."

Anlık itirafım onu afallatırken, afallamasının bile ne kadar tatlı olduğunu düşündüm. Zamanında en yakın arkadaşlarıma çok gülmüştüm ancak onlardan daha fena halde hapı yutmuştum. İnsanlar boşuna büyük konuşmamak gerektiğini savunmuyorlardı ancak ben, zamanında ben aşık olmam oğlum diyerek büyük konuştuğum için hiç pişman değildim. Hatta aşırı mutluydum çünkü cezalandırılmak yerine Beril'le mükâfatlandırılmıştım.

Bir şey diyemeyerek yüzüme sıcak bakışlarıyla bakmaya devam ettiğinde elimi uzatıp çenesini kavradım ve başını hafifçe yukarı dikerek kendi yüzümü de ona doğru eğdim.

"Bu hayatta başıma gelen en güzel şey olabilirsin. Hatta... Öylesin."

"Mert..."

Gözlerinin dolduğunu gördüğümde kaşlarımı çatarak "Ama ağlarsan seni ısırırım," diye tehdit ettim onu. "Hiçbir şekilde gözünden yaş akmasını kabullenmiyorum."

"Daha önce hiç kimse beni bu kadar çok sevmemişti," diye mırıldandı, kırık bir ses tonuyla. "Yani anne ve babamı hariç tutarak konuşuyorum, çünkü sonuçta onlar annem ve babam ama sen... Senin bana olan davranışların, dokunuşların... Hani sana daha önce demiştim ya bir tek sen bana güzelim dediğinde güzel olduğuma inanıyorum diye, yine bir tek sen bana böyle baktığında gerçekten sevildiğimi hissediyorum Mert."

Gülümsedim. Bu sahici ve fazlasıyla içten bir gülümsemeydi. "Buna sevindim. Çünkü ben de seni daha önce hiç kimseyi sevmediğim ve bundan sonra da sevemeyeceğim şekilde seviyorum. Bunu da sana hissettirebildiğim için mutluyum."

Bir süre hiçbir şey demeden öylece birbirimizin gözlerinde kaybolduk. O beni izledi, ben de onu. Dudaklarımız hiç kıpırdamadı ama bakışlarımızla paragraflar yazdığımıza yemin edebilirdim.

"Hey, çifte kumrular! Nasıl olmuşum?"

Derin'in her zamanki şen şakrak sesini duyduğumda harelerimi en sevdiğim elalardan zor da olsa ayırarak kapının ağzında dikilerek bize bakan kuzenime çevirdim. Üzerine dizlerinin hemen üzerinde biten siyah, üzerinde küçük çiçeklerin olduğu kışlık bir elbise vardı. Altına da siyah opak çorap giymişti ve yüzüne gözlerinin mavisini iyice belli eden hoş bir makyaj yapmıştı.

Onu son kez tepeden tırnağa inceledikten sonra kollarımı göğsümde kavuşturarak sırtımı koltuğa yasladım.

"Muhtemelen Feza seni görünce yeniden âşık olacak," diye mırıldandıktan hemen sonra kafamı hafifçe iki yana salladım. "Ah, dur bir dakika. Feza bunu zaten seni her gördüğünde yapıyor, başka bir şeye ihtiyacı yok."

Derin, duyduklarından epeyce hoşnut olarak tatlı tatlı gülümsedi ve işaret parmağını havaya kaldırarak bana doğru salladı. "Sen yok musun sen..."

Kaşlarımı birkaç kez havaya kaldırıp indirdikten sonra ona öpücük attım. "Mükemmel bir ayrıntı olduğumu biliyorum tatlım, söylemene hiç gerek yok."

Kızların ikisi de sözlerime göz devirseler de kıkırdamışlardı ve bu tepkiye fazlasıyla alışık biri olarak sırıtmaya devam etmiştim.

"Neyse gençler, size doyum olmaz. Bu yüzden ben kaçar!"

Derin, bize havadan bir öpücük atarak arkasını dönecekken birden duraksadı ve bakışlarını Beril'e çevirerek "Başını bir çevirsene," diye mırıldandı. Beril, dediğini yaparak saçlarını ondan tarafa döndüğünde Derin kaşlarını çatarak bana baktı.

"Onun saçını daha güzel örmüşsün ama neyse. Sevgiline torpil geçmeni anlayabilirim. Ne de olsa ben de yaptığım en güzel yemekleri Feza'ya veriyor, sonra kalanları sana yediriyorum. Böylece ödeşmiş oluyoruz!"

Ben ağzım açık bir şekilde ona bakakaldığımda çatık kaşlarını düzelterek sinsice sırıttı ve bir kez daha öpücük atarak odadan çıktı. Şaşkın bakışlarla kapıya bakakalırken "Biraz önce Derin tarafından aldatıldığımı mı öğrendim, bana mı öyle geldi?" diye mırıldandım.

"Şey, sanırım doğru anladın ama normal yani. Sevdiği adam sonuçta..."

Burnumu kırıştırarak başımı eğdim ve gözlerimi canına yandığım elalara diktim. "Feza yokken ben vardım bir kere."

Gülümsemesini durdurmak için dudaklarını birbirine bastırarak kafasını iki yana salladı. "Derin'i mi kıskanıyorsun sen?"

"Hah," diyerek homurtulu bir ses çıkardım. "Neresini kıskanayım onun? Yemeklerimi kıskanıyorum ben, yemeklerimi."

Başını kazağının açık bıraktığı omzuna doğru eğerken "Kıskanmana gerek yok," diye mırıldandı. "Ben sana daha güzel yemekler yaparım."

Dedi ve öldüm.

Cennet'ten herkese selam olsun!

Tarif edemeyeceğim hislerle ona bakakaldığımda koridordan bağıran Derin'in sesini duyduk.

"Ben çıkıyorum, size güzel cilveleşmeler!"

Ardından dış kapının sesini duyduğumda boğazımı temizleyerek kendime gelmeye çalıştım. Beril, beklentiyle yüzüme bakarken ellerimi ona doğru uzatarak "Gel," diye mırıldandım. Ne olduğunu anlamayarak kaşlarını çatsa da kucağındaki ellerini kaldırarak parmaklarıma tutundu. Onu nazikçe kendime doğru çektiğimde yapmak istediğim şeyi anlayarak ayaklandı ve belinden tutarak kucağıma oturtturmaya çalıştığımda duraksayarak "Yaran?" diye mırıldandı. Endişeli ses tonuna gülümseyerek "Sensizliğin içimde açtığı yara daha büyük," dedim. "Ayrıca çok iyiyim ben, sorun yok."

Sorun olmadığını söylesem de yönünü değiştirerek sağ bacağımın üzerine oturdu usulca. Geride durmaya çalışsa da ona izin vermeyerek kollarımı ince beline doladım ve onu göğsüme yasladım. Ona dolanmış uzuvlarım vücudundaki gerginliği hissediyordu, bu yüzden onu biraz olsun rahatlatabilmek için burnumu yanağına sürttüm. "Sorun yok yavrum, hiçbir yerim ağrımıyor."

Sözlerimin üzerine derin bir nefes alarak omuzlarını düşürdü ve ellerini kaldırıp boynuma doladı. Yüzlerimiz dip dibeydi. Ona buradan bakmanın ne kadar güzel olduğunu tarif dahi edemezdim.

"Keşke hemen geçip gitse," diyerek iç geçirdi. "Aklıma o hastane koridorunda çaresizce beklediğim günler geldikçe sana dokunmaya bile korkuyorum."

Belindeki ellerimden birini kaldırarak yanağına yasladım ve başparmağımla saç diplerini okşadım.

"Korkulacak bir şey yok, çok iyiyim ben. Hem sen ne sanıyorsun kahramanını? Bir kurşun yarası ne yapabilir ki bana?"

Kızıl kaşları hızla çatılırken elini kaldırıp yumruk haline getirerek yüzümün önüne getirdi. "Bir vurursam görürsün gününü!" diye homurdandı kızgınca. "Nasıl bu kadar basit bir şeymiş gibi konuşabiliyorsun Mert ya?"

Yumruk halindeki küçük eline bakarken sırıttım. "Vursana bir kere, merak ettim günümü."

"Hala sırıtıyorsun ama ya!" diyerek eliyle hafifçe yanağıma vurdu. "Döverim bak seni."

Burnunun ucundan öperek sırıtmaya devam ettim. "Dövsene. Ne olur döv."

"Aaayy!" diye isyan etti. "Sinirden ağlayacağım şimdi!"

Kızmaya çalışırken o kadar tatlıydı ki daha fazla dayanamadım ve yüzümü kazağının açıkta bıraktığı omuzuna gömerek gülmeye başladım. Bunun üzerine daha çok sinirlenmiş olacak ki eliyle omzuma vurmaya başladı. "Ne gülüyorsun ya? Kızıyoruz şurada!"

Beni ittirerek geri çekilmeye çalıştığında belindeki kollarımı sıkılaştırarak yüzümü daha çok gömdüm omuzuna.

"Bıraksana beni! Hala tutuyor ya! Bırak, çok kızgınım şu an!"

Delirmiş olmalıydım, zira hala gülmekle meşguldüm.

Aslında delirmemiştim.

Sadece mutluydum. Hem de çok.

Dudaklarımı boynuna sürterek omuzlarının gerilmesine neden olduğumda "Kızgınlığından öpeyim mi?" diye sordum. Sesim fazlasıyla neşeli çıkıyordu. "Geçer hemen."

"İstemem, öpme hiçbir yerimden," diye homurdandı. "Ve hemen bırak beni! Neye bu kadar güldüğünü de anlamadım ki!"

Onu hiç duymamış gibi dudaklarımı tekrar boynuna sürttüğümde sesimi ciddileştirerek "Beril," diye mırıldandım. Ters ters cevap verdi.

"Ne var?"

Tekrar gülmek istesem de yanaklarımın içini dişleyerek kendimi tuttum. Başımı kaldırıp yüzünün aldığı ifadeye bakmak istiyordum ama kaçmasını istemediğim için bunu yapamazdım. Sesimin ciddiyetini bozmadan "Kalbime bir şey oldu," diye mırıldandım kısık bir ses tonuyla. Birden ciddileşti.

"Ne? Ne oldu?"

"Ağrıyor," diye cevap verdim. "Çok ağrıyor hem de. Sanki yerinden kopmak istiyormuş gibi ağrıyor."

Başımı tutarak yüzüme bakmaya çalışsa da boynuna daha çok gömülerek yüzüme bakmasına izin vermedim. Muhtemelen oyunumu anladığında beni gerçekten dövecekti ve yüzümde bir hasarın olmasını hiç istemezdim doğrusu.

"Nasıl ağrıyor?" diye sordu endişeyle. "Bir şey söylesene, ne oldu birdenbire?"

"Yerini beğenmemiş, daha doğrusu benden sıkılmış. Böyle ayrı gayrı olmaz diyerek seninkinin yanına gitmek istiyormuş."

İçine derin bir nefes çektiğini işittim. Sanırım ne dediğimi hazmetmeye çalışıyordu. Sessizce ondan gelecek herhangi bir tepkiyi beklerken omzuma yediğim darbeyle irkildim. İrkilmemin sebebi beklemiyor oluşumdu ancak bu sefer gerçek bir vuruş yapmıştı. Tabii acıtamamıştı o başka...

"Seni gerçekten dövmek istiyorum," diyerek kızdı bana. "Ödümü kopardın ya!"

Sesinin ağlamaklı çıktığını fark ettiğimde endişeyle başımı kaldırarak üzgün çehresine baktım. Bugün şakalarımı abartarak kakaya çevirdiğim bir gündü sanırım (!)

Belindeki ellerimi aceleyle geri çekerek yüzünü avuçlarımın arasına aldım ve "Özür dilerim," diye mırıldanarak göz altlarından öptüm onu. "Şaka yapmak istemiştim ve tabii bir de etkilenirsin diye düşünmüştüm."

Küçük burnunu buruşturarak "Ya," diye söylendi. "Aşırı etkilendim şu an..."

Dudaklarımı kırışık burnuna bastırıp "Üzgünüm," dedim. "Sadece son günlerde o kadar mutluyum ki, bazen karşılığında neler düşünüleceğini bilemediğimden şakalarımı abartabiliyorum."

Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra hala avuçlarımın arasında olan yüzünü iki yana salladı hafifçe. "Doğrusu ben de hala yaptığın bazı şeylere anlam veremiyorum. An geliyor çocuk gibi mıncırıyorsun beni, başka bir an geliyor sarıp sarmalıyorsun. Bazen beni küçük bir bebek yerine koyduğunu falan düşünüyorum."

"Doğru," diyerek onayladım onu. "Çünkü sen benim bebeğimsin. Ama bu senin anladığın tarzda bir şey değil... Bak, güzelim; sen benim sevdiğim kadınsın. Kalbimin ait olduğu o kişisin. Yalnız bu, benim seni tek bir şey olmaya mahkûmmuşsun gibi görmek zorunda olduğum anlamına gelmemeli. Yani çift olmak böyle bir şey değil. Sen yalnızca âşık olduğum kişi olmamalısın. Yeri gelmeli oyun arkadaşım olmalısın, sırdaşım olmalısın. Yeri gelmeli annemmişsin gibi beni sarıp sarmalı, korumalısın. Bunu tek taraflı olarak söylemiyorum, sen neysen ben de o olmalıyım. Birbirimizin en yakını yine birbirimiz olmalıyız. Yani, beni bebek gibi görüyorsun, diyerek yakınma. Hayatta neyin ne olacağı belli olmaz ki. Yeri gelecek ben de bir çocuk gibi senin göğsüne sinip ağlayacak ve sana sığınacağım. Yeri gelecek yaralanıp ya da hastalanıp yataklara düşecek senin bakımına muhtaç olacağım. Yeri gelecek bir kapının arkasına saklanıp seni korkutacağım. Yeri gelecek seni yakalamak için peşinden koşacağım. Yeri gelecek deli gibi koklayıp öpeceğim. Bunlar gibi birçok şeyi yapabildiğimiz takdirde biz, biz olabiliriz zaten. Öyle değil mi?"

Gözlerine beklentiyle baktığımda burnunu çekti usulca. Sanırım bunu ağlamamak için yapmıştı. Gülümsedim. Çok naif bir kişiliğe sahipti. En ufak bir şeyden utanabiliyordu. En küçük şeye mutlu olabiliyor veya tam tersi üzülebiliyordu. Ve çok duygusaldı. Gördüğüm en güzel renge sahip olan elaları dolmak için an kolluyor gibiydi sanki. Bir de gülüşü vardı. İki yana kıvrılan dolgun dudakları ve bunun neden olduğu iki güzel çukur...

Burnunu bir kez daha çektikten sonra usulca yutkundu ve kısık çıkan sesiyle "Seni çok seviyorum," diye mırıldandı. "Seni gerçekten çok seviyorum. İyi ki benim kahramanımsın."

Yanağını okşarken küçük bir tebessüme eşlik etti dudaklarım. Ondan bu kelimeleri duyabilmek için çok beklemiş, çok şey yaşamıştım. Canım çok yanmıştı, yeri gelmişti kafayı yiyecek hale gelmiştim ama şimdi bunlara değdiğini görebiliyordum. O güzel ağzından çıkan birkaç kelime için aynı şeyleri veyahut daha beterlerini yaşamaya katlanabilirdim. Yeter ki bana hep bu kadar güzel baksın ve bana hep böyle güzel gülümsesindi.

"Sen de iyi ki benim kızıl yıldızımsın," dedim tebessüm etmeye devam ederek. "Ben de seni çok seviyorum, her şeyden çok."

Beril, sözlerimin ardından gamzelerini çıkartacak kadar çok gülümsedi ve göğsümde duran ellerini kaldırarak omuzlarıma doladı. Yüzünü boyun boşluğuma gömerek kollarını daha da sıktığında halimden memnun olarak gülümsemeye devam ettim ve boşta kalan ellerimi sırtına dolayarak onu kendime bastırdım. İnsan kollarının arasında tuttuğu biri sayesinde tüm dünyaya sarılıyormuş gibi hissedebiliyormuş, bunu da onun sayesinde anlamıştım.

Uzun denebilecek bir müddet hiçbir şey konuşmadan öylece sarıldık birbirimize. Konuşmadık ama hissettik, hem de en derinden.

İç çekerek yanağımı saçlarının tepesine yaslarken bakışlarım duvardaki saatle çarpıştı. Biri geçiyordu, yani yarışmaya daha vardı. O zamana kadar evde durmak istemediğimden başımı çevirerek ördüğüm saçlarının üzerinden öptüm ve dudaklarımı kulağına yaklaştırarak "Dışarı çıkalım mı?" diye sordum. Burnunu boynuma sürterek uykulu bir tonda "Dışarı mı?" diye sorduğunda mayıştığını fark ederek içten bir şekilde gülümsedim. Bu kızın niye her şeyi bu kadar hoşuma gidiyordu? Utanmasam ne kadar güzel nefes alıyor diyerek daha çok âşık olacaktım ona, bundan dahası mümkünse tabii (!)

Başımı hafifçe geri çekerek açığa çıkan alnından öptüm bu sefer. "Hım-hım. Dışarı çıkalım. Çok sıkıldım evde. Haftalardır yatıyorum, sen olmasaydın bu kadar durmam imkânsızdı zaten. Hem ben seninle el ele tutuşarak sokaklarda yürümek, önünden geçtiğimiz bir kahveciye girip bir şeyler içmek ya da ne bileyim, öylesine bir mağazanın vitrininde görüp âşık olduğun bir elbiseyi denediğini görmek istiyorum. Kulağa çok basit istekler gibi gelebilir ve bunları nasıl düşündüğümü inan ben de bilmiyorum ama istiyorum. Vakti gelmedi mi sence?"

Başını yasladığı yerden geri çekerek gözlerimin içine baktığında elalarındaki şaşkınlığı seçebilmiştim.

"Sokakta el ele yürümek mi istiyorsun gerçekten?"

"Evet," diyerek omuz silktim. "Bence birkaç hafta önce vurularak hastaneye düşmüş ve hastane yatağında sevdiği kıza açılmış biri olarak gayet ideal bir istek."

Başını omzuna doğru eğerek düşünceli bir tavırla baktı yüzüme. "Öyle ama yine de tereddütlerim var. Sokağa çıkacak kadar iyi olup olmadığına karar veremiyorum."

"Yavrum," diyerek iç geçirdim. "Bu kadar düşme üzerine. Ayrıca ben gayet iyiyim. Hem dans edip ters takla atacağımı falan söylemiyorum ki, yürüyeceğim sadece. Bunu evde de yapıyorum."

"Biliyorum," diyerek omuzlarını kaldırıp indirdi. "Ama korkmamak elimde değil."

Ona muzip bir tavırla göz kırparak "Bence el ele tutuşursak ikimiz de korkmayız," dedim. "Yarışmaya kadar sadece, birkaç saatçik."

"Sana nasıl hayır diyebileceğimi bilmiyorum ki," diyerek iç geçirdi. "Peki, yürüyelim."

Genişçe sırıtarak uzandım ve yanağından sert bir öpücük kopardım. "Hadi, beni hazırlayalım o zaman."

Bacaklarını aşağı sarkıtarak dizimden kalkarken "Nasıl yani?" diye sordu. Onun peşinden ben de ayağa fırlayarak elini tuttum ve onu odanın çıkışına doğru peşimden sürükledim. "Yani tamam, eşofmanla da çok yakışıklı bir bey olabilirim ama daha iyisi varken neden böyle gezeyim ki?" diye sorarken onu kendi odama çektim. Yatağımın çaprazındaki dolabıma doğru ilerlerken mırıldanmaya devam ediyordum. "Ayrıca günlerdir eşofman-tişört giymekten sıkıldım. Şöyle farklı bir şeyler giymek istiyorum."

Dolabımın aynasının karşısında yan yana durduğumuzda görüntümüze bakarak sırıttım. "Ben hayatımda bu kadar güzel bir çift görmedim be."

Aynadan ağrı (YN: aynanın üzerinden anlamında kullanıyorum, bu zamana kadar yanlış yazdığımı sananlara açıklamak için yazmak istedim, merak edenler TDK'nin 'şiveler sözlüğünden' ayrıntılı bilgi edinebilir) gözlerime bakan Beril, kıkırdayarak başını iki yana salladı.

"Sanırım senin yanında kala kala bende egolu olup çıkacağım ama ben de daha önce hiç bu kadar yakışan bir çift görmedim."

Sırıtışım daha da büyürken başımı çevirerek ona yandan bir bakış attım. "İşte benim yavrum."

Beril, gülmeye devam ederek uzandı ve dolabın kapağını açarak gözlerini kıyafetlerimde gezdirmeye başladı. Bir yandan da sesli bir şekilde düşünüyordu. "Hava iyice soğudu. Gömlekle üşüyebilirsin, o yüzden kazak seçelim."

Narin ellerini kazaklarımın olduğu kısımda gezdirirken parmakları lacivert kazaklardan birinin üzerinde durdu. Askıdaki bisiklet yakalı, kalın örgülü kazağı çıkararak bana uzattıktan sonra katlı duran siyah kotlarımdan birini alarak tekrar bana döndü. "Bu ikisi gayet ideal, dışarıdaki vestiyerde siyah kaşe bir mont görmüştüm. Onu da giyersen harikalığına harikalık katmış olursun."

Son cümlesinin üzerine göğsümü gererek ona havadan bir bakış attım. "Sen bu işlerden anlıyorsun ha."

"Bu işlerden anlıyor muyum bilmiyorum ama senden anlamaya başladığım doğru," diye mırıldandı. Güldüm. Bu iş aşırı hoşuma gitmişti doğrusu. "Hadi sen bunları giy, ben de banyodaki aynadan saçımın örgüsünü inceleyeyim. Doğru düzgün bakamadım bile."

Ben daha konuşamadan parmak uçlarında yükselerek yanağıma küçük bir buse bıraktı ve sonra aceleci adımlarla odadan çıktı. Ben de o gözden kaybolana kadar salak salak gülümseyerek ardından baktım.

Salak olduğum için hiç bu kadar mutlu olacağımı düşünmezdim.

Ama öyleydim.

Dudaklarımı büzerek keyifle ıslık çalmaya başlarken yatağıma doğru ilerleyerek elimdekileri yatağıma fırlattım ve üzerimdeki tişörtü ensemden yakalayarak çekip çıkarttım. Bakışlarım bana sormadan karnımın sol tarafındaki yaraya kayarken iç çekmeden edemedim. Dikişleri aldıralı biraz olduğu için yara iyice kaynamaya başlamıştı ama pek de güzel bir görüntü oluşturduğunu söyleyemeyecektim. Mükemmel fiziğim bu iz yüzünden bozulmuştu ancak yapacak bir şey yoktu. Sonuçta ucuz kurtulmuştum ve bunun için şükretmem gerekiyordu.

Yarayı dikizlerken bıraktığım ıslığı tekrar çalmaya başlarken yataktaki kazağı alarak başıma geçirdim. Ardından altımdaki eşofmanı çıkarıp Beril'in seçtiği pantolonu giyindim ve görüntüme son vuruşları yapabilmek için aynanın karşısına geçtim.

Kendimi eşofman ve hastane önlüğü dışında bir şeyle görmeyeli yıllar olmuş gibi hissetmiş, gördüğüm manzaradan da oldukça memnun kalmıştım. Ellerimi kaldırarak saçlarımı parmaklarım yardımıyla tarayıp şekil verirken ıslık çalmaya devam ediyordum.

Nihayetinde her zamanki mükemmelliğime kavuştuğumu fark ederek birkaç adım geriledim. Hastanede kaldığım süre ilaçlar ve düzgün yemek yiyemediğim için yüzüm biraz çökmüştü ama eve gelince toplamıştım. Hatta kilo bile almıştım. E, sürekli ye, iç, yat yapınca insan ister istemez şişiyordu. Allah'tan her yediği yarayan biri değildim de birkaç kiloyla kurtarmıştım işi. Zaten okula başladığımda kısa sürede eski formumu yakalardım.

Yatağımın yanındaki komodinin üzerindeki cüzdan, telefon ve anahtar gibi ihtiyacım olacak şeyleri aldığım gibi odanın çıkışına doğru ilerledim.

Beril'le her zaman geçtiğim sokaklarda el ele yürümek için can atıyordum...

Bölüm sonu :')

Umarım beğenmişsinizdir. Düşüncelerinizi benimle paylaşmaktan çekinmeyin lütfen. 🙏🏻

Geçen bölüm Mert, Mert, Mert diyerek başımın etini yemiştiniz. Umarım biraz olsun doyabilmişsinizdir kahramanımıza 😂

Diğer bölüm yarışmayı ele alacağım ama onun dışında yazacağım çok güzel şeyler de var. Merak eden olursa o da Mert'ten gelecek ve çok çok iyi gelecek ;)

Diğer bölümü bu hafta bitmeden yetiştirmeye çalışacağım. Oy ve yorumlarınızı bol tutarak beni teşvik edebilirsiniz. 🙃

Yeni bölüme kadar kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere!

İnstagram: rabiiaosma


**Beril'in saç modeli:


**Derin'in saç modeli:

Continue Reading

You'll Also Like

243K 7.1K 55
Sen benimsin, aksini düşünen sonunuda düşünsün. +18 Cinsellik fazla bulunuyor bunu bilerek okuyalımm. Askeri kurgu Çocukluk aşkı Arkadaşlıktan doğan...
1.9M 31K 52
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
287K 17.3K 13
"Sizin de var mı bekleyemem diyeniniz?" Kaşları çatıldı ve bir süre yüzüme baktı. Tok sesiyle konuştu. "Bizde tek yol, vatan yoludur. Beklemek istiyo...
3.3M 119K 65
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum. İkiz erkek kardeşim yerine ben hayatta kalmıştım, ben yaşamıştım...