KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm / KORAY

Özel Bölüm: "Mert / 3"

4.9K 377 145
By bayanclara

Herkese merhabalar!🥳

Uzun zaman oldu ama ben sonuncu Mert Atalay bölümünü getirdim. Bir parça buruğum, bu yüzden bölümün tatlılığıyla avunmaya çalışıyorum.🥺

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen, keyifli okumalar.🥀


Hayatım ikiye ayrılıyordu; Beril'den öncesi vs. Beril'den sonrası.

Bunun farklı versiyonları da olabilirdi tabii; yalnızken ben vs. Beril yeniden hayatıma girdikten sonra ben, gibi. Çoğalır, çoğalır ve çoğalırdı ancak tek bir şey değişmezdi.

Beril.

Hayatımın öznesi.

Hayır, hayatımın ta kendisi.

Birbirine âşık olan çiftleri izleyerek geçmişti ömrüm. Annemle babamdan başlayıp tanıdıklarıma, hatta en yakın arkadaşlarıma kadar uzuyordu bu liste. Onları izlerken şaşırmadan edemezdim, yaptıkları ve söyledikleri şeyler bazen çok saçma gelirdi. Saçma, değişik, tuhaf, yapılmaması gereken... Bu tür kelimelerle adlandırırdım yaptıkları şeyleri. Bulundukları mertebeye ulaşmamın da imkânsız olduğunu düşünürdüm. Çünkü ben severdim; herkesi severdim, çok severdim, hatta körü körüne severdim ama onlar gibi de sevemezdim.

Ta ki kızıl saçlı, yanaklarında koca goncalar olan bir kız hayatıma tekrar girene dek.

Ben, gerçekten âşık olana dek...

Mesela şimdi yanımda uzanan kadından çıkan sıkıntılı nefes seslerini dinliyordum. Benim uyuduğumu sandığından fazla kıpırdanmamaya çalışıyordu ancak soluğunun ne anlama geldiğini tanıyacak kadar çok zaman geçirmiştim onunla. Rahatsız olduğu bir şeyler vardı ve ben ne olduğunu da biliyordum ancak kendi ağzıyla itiraf etmesini istiyordum. Lakin inatçıydı. Sözünden dönmüyordu ve her zamanki gibi küçük şeylere takılıyordu.

En nihayetinde oflayarak doğrulmaya çalıştığında kolumu uzatıp şişkin karnına yaslayarak onu durdurdum. Hareketim onu hafifçe irkiltti ve muhtemelen uyanık olup olmadığımı kontrol etmek için başını arkaya çevirip bana baktı. Göz göze geldik. Uyandın mı, diye sormadı. Çünkü o da hiç uyumamış olduğumu bilecek kadar iyi tanıyordu beni.

"Sonunda pes ettin, değil mi?" diye sordum nazikçe. "Annenlerin aldığı tatlıdan kalanları yemek için mutfağa gidecektin."

Dudaklarını büzdü. "Beni bu kadar iyi tanımandan bazen nefret ediyorum."

İnce geceliğinin üzerinden sekiz aylık karnını okşayarak sokuldum ona. "Hayır, tam tersine buna bayılıyorsun," diyerek dudaklarımı çıplak omuzlarına bastırdım. Hamilelikte aldığı kilolar vücudundan ziyade suratına toplanmıştı ve bundan nefret ediyordu. Oysa ben tombul yanaklarını öpmeye bayılıyordum, bana inanmıyordu.

Mutsuz bir şekilde iç çekerek gözlerini kapattı. "Evet, senle ilgili hiçbir şeyden nefret edemiyorum ama bana her halimde mükemmelmişim gibi davranmana gıcık oluyorum. Olmadığımı biliyorum ve senin böyle yalan söylemen beni-"

"Beril, artık gerçekten kızmaya başlıyorum ama," diyerek sözünü kestim. Hep aynı konuydu. Aldığı kiloların onu çirkinleştirdiğini söylüyordu. Özellikle de son iki aydır buna iyice takıntılı hale gelmişti çünkü işe ara verdiğinden kafasını kurcalayan tek şey kendisiydi. Bazen internetten hamileyken karnı dışında hiçbir yerinden kilo almayan hamile kadınlara bakıp kendine acı çektiriyordu ve bu da beni üzüyordu.

"Senin bana mükemmel geliyor olmanın kilonla zerre alakası yok. Benim için herkesten daha güzelsin çünkü benim kalbim sana ait. Yüz kilo da olsan bin kilo da olsan hayatımda gördüğüm en güzel kadın sen olacaksın, kalbim bir tek senin için çarpacak. Biliyorum hamilelik hormonları seni çok etkiliyor ama kendini böyle saçma şeyler için yıpratman çok sinirimi bozuyor artık güzelim."

Göz kapaklarını kaldırıp dolmuş elalarını bana çevirdi ve "Özür dilerim," diye mırıldandı. Ağlamasını asla istemediğimden ki son zamanlarda en ufak şeye bile ağlıyordu -geçen gün işten geldiğimde onu çorabının tekini bulamadığı için ağlarken bulmuştum-, karnına sardığım elimi yüzüne çıkardım ve başparmağımla sol yanağını okşarken diğerine peş peşe öpücükler kondurdum.

"Özür dileme, ağlamadan bana ne istediğini söyle sadece."

"Kalan tatlıyı yemek istiyorum. Aklım onlarda kaldı, gözüme uyku girmiyor. Gözlerimi kapattığım an tatlıyı görüyorum, çok kötü."

Hafifçe gülerek burnumu şakağına sürttüm.

"Kötü falan değil, kocanın yemek bağımlılığını unutuyorsun sanırım. İnan bana, seni çok iyi anlıyorum. Anlamadığım tek şey, garip inadın. Canın bir şey çekiyorsa ye, kilo alacağım diyerek her şeyden kaçamazsın ki."

"İstesem de kaçamıyorum zaten, görmüyor musun?" diye huysuzca homurdandı. Biraz daha güldüm ve uzanıp dudaklarından küçük bir öpücük çaldıktan sonra doğruldum. "Hadi öyleyse mutfağa gidip kalan tatlıları mideye indirelim."

"Sende mi geleceksin?" diye sordu hevesle.

"Elbette," diyerek ayaklarımı yataktan kaydırıp ayağa kalktım ve yatağın etrafından dolanıp onun yanına gittim. "Yemeğe hayır dediğimi nerede gördün?"

"Rüyamda bile göremem, doğru," diyerek nihayet kıkırdadığında aşkla baktım ona. Yüzünü güldürebildiğim için mutlu oldum. Belki başkası tarafından yapıldığında asla katlanamayacağım hareketlerdi, belki şımarıklık olarak nitelendirebilirdi ama benim için sadece sevdiğim kadının zorluk çekmesiydi. Karnında ikimize ait bir parça taşıyordu, bunun duygusal zorlukları dışında fiziksel açıdan da birçok zorluğu vardı. Dokuz ay boyunca karnında sürekli büyüyen bir can taşıyordu. Her şeye dikkat etmesi gerekmesi gerekiyordu. Özellikle son ayındayken kendi başına hareket etmekte de oldukça zorlanıyordu. Beril, normalde de duygusal biri olduğu için kafaya taktığı şeyler onun için normaldi. Olmasaydı ve gerçekten şımarıklık yapsaydı bile bunca çektiği şeyin sonucunda her şeyi yapmaya hakkı olduğunu söylerdim. Çünkü vardı.

Ayrıca insan sevdiği kişiye de şımarıklık yapamayacaksa kime yapacaktı?

Ona destek vererek ayağa kalkmasını sağladıktan sonra kolumu beline sardım. "Sabahlığını almak ister misin?"

Yatağın ayakucuna astığı sabahlığına kısa bir bakış atıp başını iki yana salladı. "Hava çok sıcak, üzerimdekiyle bile zor duruyorum."

Hiçbir yerini kapatmayan geceliğine bakarak güldüm. Hamileliğin etkisiyle büyüyen göğüslerinin neredeyse yarısını açık bırakan ve kalçasının birkaç santim altına uzanan ipek bir gecelikti ve bununla dahi yandığını iddia ediyorsa -ki hormonlarına ek olarak İzmir sıcağını eklersek çok normaldi- tek çare çıplak gezmesiydi ki o da benim için pek sağlıklı değildi.

Çünkü karımı haddinden fazla özlemiştim.

Onu belinden destekledim ve ağır adımlarla odadan çıktık. Beril'in hamileliğinin yedinci ayında yatak odamızı alt kata indirmiştik, çünkü Beril'in sürekli merdivenden inip çıkması gittikçe güçleşmişti. Ayrıca merdivenlerden düşme ihtimali de vardı ki bunun düşüncesi bile aklımı başımdan alma konusunda oldukça yeterliydi. İşe sağlam bir kafayla gidebilmem için onun merdivenleri kullanmadığını bilmem gerekiyordu.

Yavaş adımlarla mutfağa girdikten sonra onu mutfak masasının sandalyelerinden birine yerleştirdim ve başının üzerine büyük bir öpücük kondurdum. Ardından dolaptaki tatlı kutusunu alıp çekmeceden de iki çatal kaparak hemen yanındaki sandalyeye geçtim. Çatallardan birini ona uzattıktan sonra kutuyu açtım ve çatalıma aldığım tatlıyı ilk olarak Beril'e uzattım. Tatlıya bir anlık kararsızlıkla baktıktan sonra ela gözlerinden hızlı bir boş vermişlik ifadesi geçti, ardından da ağzını kocaman açıp uzattığım tatlıyı dudaklarının arasına aldı.

"Mmm, tahmin ettiğimden de güzel!"

Kendi ağzıma da bir parça attıktan sonra hızla kafamı salladım. Gerçekten çok iyiydi.

Bir süre, daha doğrusu bütün tatlı bitene kadar ağzımızdan memnuniyet mırıltıları dışında bir şey çıkmadı. Bazen ben ona yedirdim bazen o bana. Lakin tatlının yarısından çoğunu onun yediğinden emin oldum.

Tatlının dibini gördüğümüzde Beril elindeki çatalı masaya bıraktı ve geriye yaslanarak ellerini karnının üzerine koydu. "Of, şiştim ya!"

"Şişmedin, kızımızın karnını doyurdun sadece," diyerek güldüm.

Beril neşeyle başını karnına doğru eğip "Alya?" dedi. "Doydun mu bebeğim? Güzel miydi tatlı?"

Şu dünyada gördüğüm en güzel şey Beril'in, karnındaki kızımızla konuşması olabilirdi ve ben bu konuşmayı onun yüzüne bakarak yapacağı günü iple çekiyordum.

"Ah, tekme attı!"

Heyecanla öne atılıp ellerimi karnına yasladım. "Alya? Babacım? Keyfin yerinde mi? Yerindeyse at bir tane daha bakayım."

Attı.

Avucumun içinde hissettiğim o baskı, buna alışmış olsam bile bir kez daha gözlerimi doldurmuştu. Kendi canımdan, kanımdan olan yavrumla temas kuruyordum. Hem de böylesine mucizevi bir şekilde. Etkilenmemek, duygulanmamak öylesine zordu ki.

"Hey, hamile olan benim; yani ağlama hakkı olan da benim," diyerek yüzümü avuçlarının arasına aldı Beril. Bakışlarımı kaçırarak burnumu çektim.

"Ne ağlaması? Ağlamıyorum ki ben zaten."

"Tabii tabii," diyerek güldü ve başımı kendine doğru çekip göğsüne yasladı. Saçlarımdan öptüğünde ona kollarımı dolayarak sarılabileceğim kadar sıkı sarıldım ve kokusunu içime çektim.

"Beril, ben artık gökyüzümüzle tanışmak istiyorum."

Alya; gök, sema, gökyüzü, Cennet.

"Tanışacağız, süper kahramanım. Çok ama çok yakında tanışacağız."

Birkaç yıl sonra

-Beril'den-

Elimdeki poşetlerle salına salına yürürken gördüğüm komşulara selam vermeyi ihmal etmiyordum. Markete gidebilmek için kızlarımı Mert'le bırakmıştım ve aradan ancak yarım saat geçmiş olmasına rağmen onları çok özlemiştim.

Anneliğin böyle bir şey olacağını nereden bilebilecektim ki.

Nihayet evin bahçe kapısından içeri girdikten sonra hızlı adımlarla bahçeyi arşınladım ve kapıya dikildim. Mert'in iki çocukla kapıyı açmasının zor olacağını bildiğimden çantamdaki anahtarı çıkarıp kapıyı açtım ve elimdeki poşetlerle içeri girdim. Mert'in sesli bir şekilde konuştuğunu duyduğumda eve birinin gelip gelmediğini kontrol etmek için ayakkabılığa baktım ama yabancı bir ayakkabı yoktu. Bu da demekti ki ya telefonla konuşuyordu ya da kızlarıyla.

Mutfağa gidip elimdekileri masanın üzerine bıraktıktan sonra usulca içeri yöneldim. Oturma odasının kapısında duraksadığımda ikinci tahminimin doğru olduğunu gördüm. Mert; Alya'yı bir dizine, Ahsen'i de diğer dizine oturtmuş bir şeyler anlatıyordu.

Ahsen; çok güzel, en güzel.

Kollarımı göğsümde kavuşturup kapı girişine yaslandım ve görüş açısında olmadığımdan ciddiyetle kızlarıyla konuşmaya devam eden kocamı dinlemeye başladım.

"...demek ki neymiş, babayı bırakıp hiçbir yere gitmek yokmuş. Anlaştık mı benim canımın içleri?"

Kaşlarımı çattım. Babayı bırakıp gitmek de ne demekti?

Alya elini babasının yanağına yaslayarak "Tamam," dedi. "Gitmek yok baba."

"Aferin benim akıllı kızıma," diyerek onu alnından öptü Mert, sonra da bir yaşındaki bebeğimize döndü. Zavallı yavrum ağzındaki salyalarla babasına gülümsüyordu lakin söylediklerinden bir şey anladığını sanmıyordum.

"Sen de anladın mı babasının prensesi?"

Ahsen, garip garip sesler çıkararak tek eliyle Mert'in göğsüne vurdu. Mert, bunu bir onay olarak algılamış olacaktı ki kocaman gülümsedi ve eğilip bebeğimizin başını öptü.

"Canım kızım benim." İkisini de daha sıkı sarıp göğsüne bastırdı. "Canımın içleri benim."

Daha fazla dayanamadım ve "Ne oluyor bakalım burada?" diyerek içeri girdim. "Ne karıştırıyorsunuz siz?"

Görüş açılarına girdiğimde Alya sevinçle "Anne!" diye bağırdı, Ahsen'se beni her gördüğünde yaptığı gibi heyecanla ileri atıldı. Neyse ki buna alışıktık da bir kaza bela olmadan onu sabitleyebiliyorduk.

Mert, "Ana kuzusu seni," diyerek Ahsen'i tekrar göğsüne yatırmaya çalışsa da kızım tepinmeye devam etti ve ağlama pozisyonuna geçti. Bunu gördüğümde onu susturmakla uğraşmamak için hızla öne atılıp Ahsen'i kucağıma aldım ve birkaç kez zıplattım.

"Tamam, anneciğim, tamam. Ağlamak yok."

Ahsen anında başını boynuma gömerken Alya büyük bir insanmış gibi iç geçirdi ve başını babasının omzuna yasladı. Hâlbuki daha üç buçuk yaşındaydı!

"Siz onu bunu bırakın da bu babayı bırakıp gitme mevzusu neymiş, onu anlatın bana."

Mert, dudak bükerek "Hiç," dese de doğrucu kızım beni şaşırtmayarak "Biz evyenmicez anne," dedi. "Hep babamya yaşıcaz."

Bir an yanlış duyduğumu düşünerek "Ne?" dedim. "Anlayamadım?"

Korumacı bir tavırla kollarını babasının boynuna dolayıp şakağını da çenesine yasladı ve "Babam biz onu bırakıysak çok mutsuz oluymuş, hep ağyaymış," dedi. "Hani ben Özay'la evyencem diyoydum ya, vazgeçtim. Kimseyye evyenmicem, babamın yanında kaycam hep."

Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştırdıktan sonra Mert'e dönüp "Küçücük çocuğa böyle şeyler söylemiş olamazsın, değil mi?" diye sordum. Lakin biliyordum. Ne kadar kıskanç ve kızlarına ölesiye âşık bir baba olduğunu biliyordum.

Alya'yı, Koray'la Asel'in oğlu Özay'dan deli gibi kıskandığını biliyordum!

"Babama kızma anne, o hakyı. Bizsiz yapamaz."

"Konuş bebeğim, konuş," diyerek kollarını Alya'nın beline dolayıp önüne çekti ve benimle göz temasını bozdu. Kızımızı tampon olarak kullanıyordu resmen.

"Bebeğim bunları konuşmak için fazla küçüksünüz. Ayrıca önümüzde uzun yıllar var, ne olacağını bilemeyiz değil mi?"

Alya, kafası karışmış bir vaziyette bir bana bir de babasına bakarken "Özay'ın peşinden koşmayı bilen biri, söylediklerimi anlayacak yaşta demektir," diye homurdandı Mert. Oflayarak başımı salladım. Asel'in bugün arayıp yazı geçirmek için bir haftaya kadar burada olacaklarını ve onlar gelene kadar evlerini temizleyecek birini bulup bulamayacağını sorması onu harekete geçirmişti anlaşılan. Mert'in kışları saklanan korkuları tekrar gün yüzüne çıkmış gibi görünüyordu.

Mert, Koray, Kamer, Gökay ve Feza birleşip buradan sahile yakın büyük bir arsa almış; arsaya da yan yana iki katlı beş ev yaptırmışlardı. Kendileri bu işin ehli oldukları için evlerin her bir detayıyla özellikle ilgilenmişler, herkes kendi ailesini en rahat ettireceği şekilde evin iç dizaynını halletmişti. Tabii bunu yaparken mimar olan Batu ve Melis'in de çok yardımını almışlardı. Evler aynı arsada bulunduğu için ortak kocaman bir bahçemiz vardı ki yazları bu evlerde birlikte harika vakit geçirmemizi sağlıyordu. Mert'in en büyük hayali gerçek olmuştu kısacası. Her yaz üniversitede olduğu gibi arkadaşlarıyla birlikte zaman geçiyordu. Tek farkı bu sefer yanlarında biz ve çocuklarımız da vardı.

Tabii işler Alya'yla Özay'ın yakın ilişkisini fark ettikten sonra değişmişti. Çünkü kızımızda benim küçüklüğümü gördüğünü söylüyordu. Bunun ne demek olduğu da gayet açıktı.

Ona kaç kere abartmaması gerektiğini, benim ona takıntılı olduğumda yaşımın Alya'dan çok daha büyük olduğunu, onların sadece yaşları yakın olduğu için birbirleriyle çok iyi anlaştıklarını söylemiştim ama beni asla dinlemiyordu. Baba olmak, hele de iki kız babası olmak onu epey değiştirmişti. Kızlarına düşkünlük derecesini anlatabilecek bir lügate sahip değildim.

"Her neyse," diyerek konuyu şimdilik kapattım ama Mert'le bunu daha sonra konuşacaktım. "Hadi hazırlanıp çıkalım. Hava az da olsa serinlemiş."

"Biz hazırız zaten," diyerek ayaklandı Mert. "Sen marketteyken giyindik."

Bakışlarımı kucağındaki kızımıza çevirdim ve "Parka gittiğimizi unutmadın, değil mi?" diye sordum.

"Unutmadım elbette."

"Ha, buna rağmen Alya'nın bembeyaz elbisesiyle parkta oynamaya gitmesine razısın yani?"

Mert, kaşlarını çatarak Alya'nın kıyafetine baktıktan sonra "Ama bunu çok sevdiğini söylemişti," diye mırıldandı. Gülerek başımı salladım. "Sorun o değil zaten. Sence bu elbiseyle parka gittiğinde rahat edebilecek mi? Ayrıca her parka gidişimizde ne halde olduğumuzu çok iyi biliyorsun, bu elbiseyi o kadar lekeden arındırabileceğimi düşünmüyorsun değil mi?"

"Tamam, tamam, mesaj alındı," diyerek gözlerini devirdi. "Biz üzerimizi değiştirmeye gidelim o halde."

"Gidin o zaman."

Mert, kucağındaki Alya'yla odadan çıktığında iç geçirip kendi koynumdaki miniğime döndüm. Maviş gözleriyle bana bakıyordu. Dayanamayıp yanağına peş peşe öpücükler kondurdum.

"Annen yesin seni, çirkin kız seni." Etrafa gülücükler saçtığında ben de güldüm ve biraz da öptüm onu. "Nasıl da çirkinsin, ay ne yapacağım ben seninle ha? Bu çirkinlikle ne yapacağım?"

Kızlarımın ikisi de bana benziyordu. Ahsen'in yaşından kaynaklı pek saçı yoktu ama tek tük telleri de, kaşları da kızıldı. Alya zaten benim üç yaşındaki halimin birebir aynısıydı. Mert arada ondan intikam almak için küçüklüğümü doğurduğum konusunda dalga geçiyordu hatta. Benden tek farkı Mert'ten aldığı kahve gözleriydi.

"Gel, biz de hazırlanalım da parka geç kalmayalım anneciğim."

Ahsen'in ana kucağını almak için üst kata çıktığımda kendi yatak odamıza gidecektim ki Mert'le Alya'nın seslerini duyunca vazgeçip Alya'nın odasına doğru ilerledim.

"Sence bu park için uygun mu Alya?"

"Efet, uygun baba."

"Bir öncekine de böyle demiştin ama kızım ya," diye sızlandı Mert. Elinde iki tane pantolon tutuyordu. Gülmeye başladığımda ikisinin de bakışları bana döndü. Alya "Annem geldi!" diyerek herkesin bildiği müjdeli haberi verdiğinde Mert kısık sesiyle "Görebiliyorum kızım," diye söylendi. Biraz daha güldüm ve yanlarına giderek Ahsen'i Mert'in kucağına bıraktım.

"Sen git bizim odadan ana kucağını alıp Ahsen'i göğsüne yatır, ben de Alya'yı hazırlayayım."

Onu bu işkenceden kurtardığım için anında başını salladı ve Alya'nın başına bir özür öpücüğü kondurduktan sonra Ahsen'i alarak odadan çıktı.

"Evet, bakalım dolabımızda neler varmış," diyerek Alya'nın gardırobunun başına dikildim ve bakışlarımı raflarda gezdirmeye başladım. Aslında kumaş şortlarından birini giydirebilirdim ancak buranın sıcağı fena oluyordu ve parkın ne kadar çok güneş aldığını hesaba katarsak kaydıraklarda canının yanmaması için uzun bir şeyler giymesi daha iyi olurdu.

Bu yüzden kızıma babaannesinin hediye ettiği lacivert kapriyi ve onun üstü olan ince askılı tişörtü dolaptan çıkardım.

"Bunları giyelim mi anneciğim?"

"Oluyyy!"

Alya'nın hizasına gelebilmek için dizlerimin üzerine çöktükten sonra kızımın üzerini değiştirdim ve bu sırada dağılan saçlarını çözüp tekrar bağladım. Tüm bu süreç boyunca küçük parmaklarıyla parkta yapacağı şeyleri saydığı için asla susmamıştı ancak onun böyle heyecanla bir şeyler anlatmasına bayılıyordum. Aynı bana benziyordu ancak çocukluk halime değil, şimdiki halime. Çok uysal bir çocuktu, yeni bir ortama girdiğinde başta çekiniyordu ancak adapte olması zor olmuyordu.

"Hadi gidip babanlara bakalım, sesleri çıkmadı hiç."

"Bakayım!"

El ele tutuşup yatak odasına geçtiğimizde gördüğümüz görüntüye gülümseyerek dudaklarımı ısırdım. Mert, ana kucağını takıp Ahsen'i göğsüne yatırmıştı ve dolabımızın aynasını kullanarak dans ediyordu. Ahsen'in kollarını iki yana açmış aşağı yukarı sallarken küçük bebeğim salyalı gülücükler saçıyordu. Oysa babasının söylediği şarkıyla kendisinin hiçbir bağlantısı olmadığını bilse bu kadar güzel güleceğini hiç sanmıyordum.

Kaşları senden rastığı benden

Ela gözlü küçük yârim de ayrılamam ben senden

Alya kıkırdayarak elini ağzına kapatırken "Ahsen'in gözleyi eya deyiy ki," dedi. Mert kızının sesini duyunca başını bize çevirdi ama istifini bozmadan şarkısına devam etti.

Saçları senden örmesi benden

Edalı küçük hanım da ayrılamam ben senden

"Evet, anneciğim değil," diyerek güldüm. "Baban şaşırmış olmalı."

Oysa şaşırmadığını biliyordum, sözlerinin muhatabı bendim. Üniversitedeyken onların evinde bu şarkıyı dinleyerek saçlarımı ördüğünden beri bütün sözlerinin muhatabı bendim.

"Tamam, hadi, tamam," diyerek elimi havada salladım. "Gelince devam edersiniz dansınıza. Fazla kalabalıklaşmadan gidelim parka."

Neyse ki uslu bir kocaydı. Ahsen'in ellerini bırakmadan aynaya karşı reverans yaptıktan sonra biraz önce söylediği şarkıyı ıslık tutturarak yanımıza geldi ve hep birlikte aşağı indik. Keyfi yerindeyken böyle ıslık çalmasına bayılıyordum.

Çantamı aldıktan sonra Alya'nın ayakkabılarını giymesine yardımcı oldum ve kendi ayağıma sandaletlerimi geçirip bizden evvel evden çıkıp bahçe kapısının yanında bekleyen kocamın yanına gittim. Alya ayakkabılarını giyer giymez beni geride bırakıp babasına koşmuştu zaten.

Bahçe kapısını kapattıktan sonra Mert'in önüme uzattığı eline parmaklarımı geçirdim ve Alya'nın hızına eşlik ederek kaldırımda yürümeye başladık. Alya etraftaki insanları izleyerek sessizce yürürken babasının koynunda uykuya dalmak üzere olan Ahsen'e bakıp gülümsedim.

"Cazibene hiçbirimiz dayanamıyoruz, ne olacak bu halimiz?" diyerek yalandan iç çektim. Mert, başını eğip büyük bir şefkatle kızına baktıktan sonra hafifçe gülümsedi ve bana döndü.

"Asıl bana yazık. Üç dünya güzeli kızılın yanında evlatlık gibi duruyorum zaten. Bırak da bu kadarına sahip olabileyim."

"Bundan şikâyetçi olduğunu sanmıyorum," diyerek kaşlarımı kaldırdığımda avucunun içindeki elimi sıktı.

"Asla değilim, deli miyim de bunca güzelliğe sahip olduğum için şikâyetçi olayım? Sadece bazen bu kadar güzel olmanız beni korkutuyor. Böyle başka insanlar baktığı zaman 'a, evet, bak, bu adam, bu güzel kızların babası' diyebilseler daha mutlu olurdum. Şu an üçünüzün yanına hangi adamı yoksanız yadırgamaz kimse."

"Yadırgarlar, çünkü kimse bize senin baktığın gibi bakamaz. Bizim sana ait olduğumuzu göstermek için de dış görünüşümüzün aynı olmasına gerek yok. Gözlerine bakan herkes bu kızların babasının sen olduğunu bilir."

"Senin kocan olduğumu bilirler mi?"

"Bilirler ve bunun için bana bakmaları yeterli. Çünkü benim gözlerim daima seni izliyor olacak."

Dudaklarını birbirine bastırıp kısa bir süre bana baktıktan sonra "Kimseden çekinmem, şuracıkta dudaklarına yapışıp deli gibi öperim seni; biliyorsun değil mi?" diye sordu. Aslında soru değildi bu, tehditti.

Başımı omzuna yaslayarak güldüm. "Elbette öyle bir şey yapmayacaksın."

Başımın üzerini öptü. "Eve gidine görürsün sen."

Sözlü olarak itişe kakışa parka geldiğimizde Alya babasının elini bırakıp kaydırağa doğru koştu. Park sevgisini çok iyi bildiğimizden buna şaşırmadık ama endişelenmeden de edemediğimizden senkronize olmuş gibi aynı anda "Dikkatli ol!" diye bağırdık.

Alya kaydırağın merdivenlerini teker teker tırmanırken "Meyak etmeyin!" diye bağırdı ve sarı renkteki kaydırağın başına geldikten sonra bu kez de "Beni izleyin!" diye bağırıp kendini bıraktı.

Kaydıraklara yakın mesafeye koyulan banklardan boş olanına geçtiğimizde "Yok, değil, falan diyoruz ama bu kızın huyu da senin küçüklük haline çekmiş," diye söylendi Mert. Bakışlarını Alya'dan ayırmıyordu. "Baksana şunun gözü karalığına... Senin yaşına geldiğinde senden bir farkı kalmayacağına adım gibi eminim. En iyisi şimdiden Suzan anneden tavsiye almaya başlayalım."

"Anneme gerek yok," diyerek güldüm. "Ona bir Mert Atalay bulsak yeter. Bizim yerimize kızımıza o göz kulak olur."

Derinden çatılan kaşlarıyla hızla bana döndüğünde gülmemi durduramadığım için elimle ağzımı kapattım.

"Ağzından yel alsın. İstemem ben çakma Mert Atalay falan, yapışırım yakasına."

"Aa, aşk olsun Mert. Benim babam yapıştı mı senin yakana?"

"Keşke yapışsaydı, belki o zaman o kadar üzmezdim seni."

"Sadece çocuktuk Mert," diyerek koluna girdim ve tişörtünün üzerinden omzunu öptüm. Aradan kaç yıl geçerse geçsin kendini bu konuda suçlu hissediyordu lakin ben o günleri büyük bir tebessümle hatırlıyordum. Çocuk kalbim çok kırılmıştı belki ama hiç olmadığı kadar da mutlu olmuştu. Mert'in bana bir tebessümü yetiyordu onun için üzüldüğüm her anı zihnimden silmeye.

Hala öyleydi.

"Olsun. Ben şu yaşımda bile vicdan azabı çekmeye devam ediyorum ve hiçbir kuvvet kızımın bir erkek yüzünden üzülmesine izin vermemi sağlayamaz." Bakışları bana döndü. "Sen bile."

"Baba! Bana bakın!"

Kızımızın çığlığı aramıza girdiğinde hızla başlarımızı çevirdik ve Alya'nın kırmızı bir kaydırağın başından bize el salladığını gördük.

"Dikkat et, babacığım!" diye seslendi Mert.

"Tamam!"

Alya, bir öncekinden daha uzun olan kaydıraktan öyle hızlı kaydı ki en sonuna geldiğinde poposunun üzerine düşüp yerde bir kez hopladı. Eğer tek başına kaymayı öğrenmeye başladığı zamanlarda olsaydık Mert de ben de endişeyle yanına koşup iyi olup olmadığını sorardık ama artık alışmıştık. Bu yüzden Alya düştüğü için kıkırdayarak ayağa kalkıp tekrar merdivenlere koşarken onu büyük bir sükûnet içinde izliyorduk.

"Eğer erkek olacağından emin olsaydım sana bir çocuk daha yapalım derdim," diye mırıldandı Mert birden bire.

"Ahsen için bana yalvarmalarına dayanamamıştım ama bundan sonra kanmam," diyerek güldüm. Yaşları bu kadar az olan iki çocuğa bakmak hiç kolay değildi çünkü. Allah'tan Alya, Ahsen'i kıskanma günlerini az çok geride bırakmıştı. Yoksa şimdi bile halimiz hal değildi.

"Ben de bir kızıl saçlı kızım daha olursa deliririm zaten, bu yüzden diyemiyorum." Salyalarını tişörtüne akıtan Ahsen'in başından öptü yavaşça. "Üçünüzün güzelliği aklımı başımdan alırken bir dördüncüye kalbim dayanmaz. Ama bana benzeyen bir oğlumuz olsa size sahip çıkma konusunda bana yardımcı olabilirdi."

Gülerek başımı salladım. "Ya kızıl saçlı bir oğlumuz olursa?"

"Bak işte o zaman annemin kucağına yatar, abartısız iki gün ağlardım. Sonra da kaderim böyleymiş deyip oğlumu yetiştirmeye başlardım."

Dayanamayıp kahkaha attığımda Ahsen'i uyandırmaktan korkarak hızla ağzımı kapattım ama omuzlarım sallanmaya devam ediyordu. Bana bakıp yalandan burnunu kırıştırsa da onun da dudaklarında bir tebessüm gizliydi.

Nihayet sakinleşebildiğimde "Senin yetiştireceğin bir erkek çocuk bu dünyanın başına gelebilecek en iyi şeylerden biri olurdu şüphesiz," diyerek iç çektim. "Ama ben iki çocukta kalma konusunda kararlıyım."

"Ne yapalım?" diyerek omzuyla omzuma vurdu. "Kaderim böyleymiş."

Bir daha gülmeye başladığım sıra "Baba!" diye bağırarak yanımıza geldi Alya. "Şuyda şekeyci vay, bana eyma şekeyi alıy mısın?"

Mert, Alya'nın yanağını okşayıp "Alırım tabii canımın içi," diyerek ayaklandı ve sonra aklına bir şey gelmiş gibi bana döndü. Gözlerinin içine bakarken kocaman gülümsedim. Onun en sevdiği, Alya'ya da verdiğim gamzelerimin kocaman görüleceği şekilde.

"Bana da alır mısın, Mert?"

Ne yaptığımı biliyordu. Aklına kötü anıları getirdiğinde onu bundan kurtarmak için şimdiki zamana döndürmeye çalıştığımı biliyordu. Usulca yutkundu ve Alya'nın elini tuttuktan sonra bana bakarak "Buradan ayrılma olur mu?" diye sordu. "Şeker alıp geleceğiz."

"Olur," diyerek memnuniyetle başımı salladım. "Burada sizi bekleyeceğim."

Alya, babasının elini "Hadi, baba, hadi," diye çekiştirirken Mert biraz daha baktı bana. Sonra da önüne dönüp şeker satıcısına doğru ilerlemeye başladı.

Gözlerim onlardan bir an bile ayrılmazken minnetle iç geçirdim. Tahmin edemeyeceğim kadar güzel bir hayat yaşıyordum. Güzel bir işim, evim, ailem, arkadaşlarım, kocam ve kızlarım vardı. Sağlımız yerindeydi, mutluluğumuz da öyle.

Daha ne isterdim ki?

Umarım beğenmişsinizdir ve içinizdeki özlem bir nebze olsun dinmiştir. Düşüncelerinizi benimle paylaşmayı ihmal etmeyin lütfen.✨

Artık anlayacağınız üzere yeni kurgumuz Alya ve Özay'a ait olacak ama kitaba henüz başlamayacağım. Elimdeki yarım hikayeleri bitirmeden ve Dolunay'ın da hiç değilse sonuna yaklaşmadan yeni bir kitaba başlamak istemiyorum, çünkü bu sefer de hangisine bölüm yazsam diye bocalıyorum. Tabii bu süreçte aklımın bir köşesi bu kurguda olacak ve içten içe kurguyu işliyor olacağım, sadece yazıya dökmeyeceğim. ❤️

Kitabın ismi de Kızıl Gonca olacak ki bölüm sonunda verdiğim detayla neden olduğunu anlamışsınızdır diye düşünüyorum 🤭

Kalan karakterlerin özel bölümlerini de yazmaya çalışacağım ama Dolunay'a odaklı olduğum için biraz vakit alabilir.

Yeniden görüşünceye dek kendinize çok iyi bakın! 🕊️

İnstagram: rabiiaosma

Continue Reading

You'll Also Like

57.3K 5.7K 149
Çocukluktan beri arkadaş olan 3 arkadaş, Serkan, Cemre ve Güney... Ve onların hayatlarına dahil olup tüm dengeleri bozacak yeni insanlar...
34.7K 2.5K 32
Kızıl, Kabir ve Cellat. Bu oyun üçü arasında kuruluydu. Kızıl, alev. kabir, ölüm. Cellat, katildi. Cellat, kurbanının alevini söndürmüş ve ölüme terk...
585K 24.7K 44
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
660K 31.4K 51
Burak: Ne istiyorsun? 055*: Bu kadar kaba olma ya. 055*: Alt tarafı bir soru soracaktım. Burak: O zaman sor, ders çalışmam lazım. 055*: Alıkoyduysam...