KIZIL YILDIZ (B.A.K.) ~ Tamam...

By bayanclara

5M 190K 33.8K

10 yaşındaki Mert Atalay'ın en büyük hayali süper kahraman olmaktı. Olmuştu da. 6 yaşındaki Beril'in hem süpe... More

KIZIL YILDIZ - |Giriş|
#1 - Kantindeki Kızıl
#2 - Kayıp Kimlik
#3 - Halı Saha
#4 - Yeni Partner
#5 - Kalp Kırıkları
#6 - Hoş Geldin
#7 - Mavi Saçlı Kız
#8 - Süper Kahraman
🌠 Geçmiş ~ 1 🌠
#9 - Mektup
#10 - Borç
#11 - Rövanş
#12 - Narin Prenses
#13 - Bencil
#14 - İçine Kimseyi Almayan Yürek
#15 - Sarışın Hırsız
#16 - Bir Elmanın Beş Çeyreği
#17 - Davetsiz Misafir
#18 - Artık Çok Geç
#19 - İlk Aşk
#20 - Yalancı
#21 - Kabuk Bağlayan Yaralar
#22 - Şeker Güzelmiş
#23 - Mucizeler Yalnızca Masallarda Olur
#24 - Abartarak Sevmek
#25 - Yasak
#26 - Alınacak Hesap
#27 - Çöken Omuzlar
#28 - Çıkmaz Sokak
#29 - Söz
#30 - Gözyaşı
#31 - Küçük Yıldız
#32 - Umut
#33 - Hata
#34 - Aslan Avı
#35 - Zoru Başarmak
#36 - İhtiyaç
🌠 Geçmiş ~ 2 🌠
#37 - Sarhoş
#38 - En Çok Sen
#39 - Yetmeyen Kalp
#40 - Adı Aşksa Eğer
#41 - Ait Kılan Bağ
#42 - Görülmeye Değer Sevgi
#43 - Koca Bir Karanlık
#44 - Gerçek Kahraman
#45 - Hissetmek
#46 - Vuslat
🌠 Geçmiş ~ 3 🌠
#47 - Geçmişin Külleri
#48 - Yalnız Sen
#49 - İçten Sarılışlar
#50 - Saf Duygular
#51 - El Ele Yürümek
#52 ~ Dans Yarışması
#53 - Kutlama Yemeği
#54 - Murada Ermek
#55 - Doğum Günü
#56 - Yılbaşı Gezisi / 1
#57 - Yılbaşı Gezisi / 2
#58 - Ürkek Yara |Feza|
#59 - Sevilen Başka Biri |Gökay|
🌠 Geçmiş ~ 4 🌠
#60 - Zamansız Hata |Koray|
#61 - Böylesine Rastlamak |Kamer|
#62 - Can Yakan Güzellik
#63 - Beklenmedik Teklif
#64 - Pijama Partisi
#65 - Gizli Kahramanlar
#66 - Eski Günler
#67 - Değişmek
#68 - Düğün
#69 - Mert Atalay Sözü |FİNAL|
Özel Bölüm / MERT
🌜DOLUNAYIN VECHİ🌛
Özel Bölüm 2 / MERT
Özel Bölüm: "Mert / 3"

Özel Bölüm / KORAY

5.5K 376 209
By bayanclara

[Multi: 🥰 ]

Herkese merhabalar efendim. 🌺

Uzun zaman oldu görüşmeyeli, umuyorum iyisinizdir. Değilseniz de bu bölüm sayesinde pamuk gibi olursunuz diye düşünüyorum 🥺

Koray ve ileriki hayatı çok merak edildiği için bu bölümü onlara ayırdım, keyifle okuyun lütfen. 🌺

Oy ve yorumlarınızı ihmal etmezseniz çook sevinirim. ❤️

-Asel-

Saçlarıma vuran kısa nefesler eşliğinde gözlerimi yeni bir güne aralığımda karşılaştığım şey bir âdemelmasıydı. Dudaklarıma huzurlu bir gülümseme yerleşirken gözlerimi usulca yumdum ve Koray'ın alnıma değen çenesinin baskısını hissederken kokusunu içime çektim. Onunla aynı yastığa baş koymaya ve hatta her güne onunla başlamaya alışmış olmam gerekiyordu belki ama bunu yapamıyordum. Belki de alıştığım konusunda kendimi ikna etmek istemiyordum, çünkü büyüsünün kaybolmasından korkuyordum.

Samsun'daki nikâhımızın ardından Simge'nin jesti neticesinde Koray'la birlikte onun üniversite hayatını geçirdiği eve taşınmıştık. Gerçi buna taşınmak bile denemezdi. Yaklaşık dört ay kalabilmiştik o evde. Koray'ın okulu bittiğindeyse herkesle vedalaşıp Ankara'ya gelmiştik. Bu vedalaşma normal bir vedadan daha kolay olmuştu, çünkü yarınki düğünümüze geleceklerini bildiğimiz için uzun uzun sarılıp ağlaşmaya gerek duymamıştık. Gerçi ben hormonlardan dolayı her sarıldığım kişide salya sümük ağlamıştım ama konumuz bu değildi tabii.

Ankara'ya geleli neredeyse bir ay olacaktı ve ben bu kısacık sürede yeni evimize de Perihan annenin her gün tabak tabak yemeklerle kapımı çalmasına da öyle bir alışmıştım ki kendime hayret edemeden duramıyordum. Evet, Koray'la birlikte yaşamaya Simge'nin evine taşındığımız süreçte alışmış ve bunun bana ne kadar iyi geldiğine bizzat şahitlik etmiştim ama oradayken kendimi misafir gibi hissetmekten alıkoyamıyordum da. Ayrıca Gülsüm teyzeden ayrılmış olmam da beni epeyce üzmüştü ve sanırım bu yüzden Ankara'ya gelince Perihan annenin ilgisine bir arsız gibi yapışıp kalıvermiştim.

Tabii bunda etkili olan bir diğer neden de anne ve babama olan özlemimin bir hayli artmış olmasıydı.

Koray'ın kollarında olmak oldukça huzurlu ve konforluydu ancak karnımdan gelen gurultulara daha fazla karşı koyamayacaktım. Özellikle son iki aydır iştahım öyle bir artmıştı ki kısa sürede birkaç kilo almıştım. Hatta sırf bu yüzden gelinliğime sığamayacağımı söyleyip Perihan annenin kucağında küçük bir çocuk gibi ağlamıştım. Ancak o öyle yüce gönüllü bir kadındı ki bana büyük bir şefkat ve merhametle kol kanat germiş, özel bir terziyle anlaşarak gelinliğimi benim içine girebileceğim şekle getirttirmişti. Öyle ki küçük bir kavundan hallice olan göbeğim dikkatli bakılmadıkça belli olmuyordu.

Perihan anne benim canımdı.

Karın gurultularım iyice arttığında kocamın -Koray'dan böyle bahsetmek beni dehşete düşebileceğim kadar çok mutlu ediyordu- omzuna attığım elimi geri çektim ve göbeğimin izin verdiği kadar sıkıca bana dolanmış olan kollarını belimden ayırmaya çalıştım ancak bu o kadar da basit değildi. Zira ben ondan ayrılmaya çalıştıkça beni daha sıkı sarıyordu.

İki üç denemenin sonrasında yorgunluğun dışında bir şey elde edemediğimde usulca soludum. Tamam, sarılmak iyiydi hoştu da temel ihtiyaçlarımı karşılayacak kadar vaktim de olmalıydı yani! Babasının yanında çalıştığı ve hafta içleri işte oldukça yorulduğu için hafta sonları onu erkenden uyandırmaya kıyamıyordum ancak bu seferlik kıyamamazlık yapamayacaktım.

Elimi kaldırıp belimdeki kolunun üzerine bırakarak kolunu çekiştirdiğimde Koray'ın çenesi saçlarıma sürtündü ve oldukça uykulu bir ses tonuyla "Biraz daha uyuyalım," diye mırıldandı. "Kalkmaya hazır değilim."

İçimdeki şefkat artarken elinin üzerini okşadım ve "Ama ben çok acıktım," dedim. "Sen uyumaya devam etsen ama ben kalksam olmaz mı?"

"Senden ayrılmaya da hazır değilim."

Cevabı ağlamaklı bir ses çıkarmama neden olurken "Koray, gerçekten çok acıktım," diye isyan ettim. "Bir şeyler atıştırıp geri geleyim bari."

Başını hafifçe geri çekip uykulu gözlerini gözlerime taşıdı ve küçük bir gülümsemeyle "Peri'cik seni bir hayli acıktırdı galiba?" dedi sorarcasına.

Gülerek "Evet," diye mırıldandım. "Onun yüzünden fena halde iştahım açıldı. Kızımız galiba Mert amcasına çekecek."

"Eyvah eyvah," diyerek küçük bir kahkaha attı. "Yandık desene."

"Valla ben karışmam," diyerek sırıttım. "Mert senin akraban sayılıyor, o yüzden Peri'yle sen ilgileneceksin. Yani aslında sen yandın. Benim görevim doğurduktan sonra bitecek."

"Hayda," diyerek gözlerini kırpıştırdı. Uykusu yavaş yavaş açılıyor olmalıydı. "Kabak yine niye benim başıma patladı acaba?"

Dudaklarımı büzdüm. "Mert senin akraban sayılır dedim ya işte, o yüzden. Neyse hadi çok lafa tuttun beni, bırak da mutfağa gideyim. Yoksa daha fazla dayanamayıp senden başlayacağım karnımı doyurmaya." Kaslı koluna dokunarak kaslarını hafifçe mıncırdım. "Hımm, tavuk butları bu kasların yanında halt etmiş."

Bu sefer yüksek sesli bir kahkaha attı ve başını yastıktan kaldırarak yüzünü boynuma gömdü. Nabzımın üzerine ve hatta üzerimdeki gecelik sayesinde açıkta kalan köprücüklerime bol bol öpücük bıraktıktan sonra son bir kez de çenemin kenarından öpüp geri çekildi.

"Hadi git bakalım."

Kollarını üzerimden çektiğinde yavaşça doğruldum ve salık saçlarımı omzumdan geriye attım. Koray da bu sırada başımı kaldırdığım yastığı kendine çekerek sıkıca sarılmış ve yüzünü yastığa gömmüştü. Gözlerini kapayarak tekrar uyku moduna geçtiğini görünce dayanamayıp eğildim ve yanağıyla şakağına birer öpücük bırakıp ayaklandım.

Evli olmak güzel şeydi doğrusu.

Yatağın karşısındaki koltuktan sabahlığımı alarak üzerime, ayağıma da yeni gelin terliklerimi -Perihan annenin hediyesiydi- geçirerek odadan çıktım. Kısaca banyoya uğrayarak elimi yüzümü yıkadıktan sonra aceleyle mutfağa geçtim ve buzdolabına yöneldim. Uzun uzadıya bir şeyler hazırlamakla uğraşamayacağım için peynir tabağını alarak dolabı kapattım ve ekmeklikten aldığım ekmek poşetiyle masaya oturdum. Mutfağımız oldukça geniş ve refahtı. Perihan annenin isteğiyle her şeyi kendi zevkime göre seçtiğim için evin her köşesinde ayrı bir mutluluk kaplıyordu içimi ancak özellikle iştahım açılalı beni en mutlu eden yer kesinlikle mutfaktı. Normalde sekiz kişilik olan ama katlanabildiği için dört kişilikmiş gibi duran masamızı da bir ayrı seviyordum doğrusu.

Ekmek poşetinden çıkardığım sandviç ekmeğinin arasında bir miktar tel peynir koyarak yemeye başladığımda mutlulukla inlememe engel olamamıştım. Gören pirzola yediğimi falan sanabilirdi. O derece büyük bir iştahla yiyordum. Aslında kesmeye üşenmesem peynirin yanına salam da koyabilirdim ancak üşeniyordum.

Karnımı bir güzel doyurduktan sonra masadaki sürahiden yanındaki bardağa su koyarak kana kana içtim. İşte şimdi aklım çok daha düzgün bir şekilde çalışmaya başlamıştı. Bu yüzden kahvaltı hazırlamaya karar vermiştim. Neticesinde kahvaltı hazırlamayı bitirene kadar tekrar acıkacaktım. Bu, tecrübeyle sabitti.

Hamile kaldığımdan beri Mert'i gerçekten çok iyi anlamıştım ve bu biraz değişik bir duyguydu doğrusu.

Ayağa kalktıktan sonra peyniri zaten bitirdiğim için tabağı dolaba koyma ihtiyacı duymadım. Kısa bir süre düşünerek Koray için börek yapmaya karar verdim. Nasıl olsa dolapta yufka ve haşlanmış patates vardı. Gerçi Perihan annem bizi hiç aç bırakmıyordu ve sürekli börek, çörek, kurabiye, pasta, vs. yaparak bize getiriyordu ama ben de kocam için bir şeyler yapmak istiyordum.

Dolaptan çıkardığım haşlanmış patatese gerekli biberiyeleri kattıktan sonra yağlı-yoğurtlu karışımdan hazırlayıp masanın üzerine dizdiğim yufkaları bir güzel yoğurtladım. Ardından içlerine patates koyarak yufkaları üst üste dizdim.

Dakikalar sonra böreği fırına sürerek ortalığı toparladım ve ocağa çay suyu koyarak dolaptan çıkardığım kahvaltılıkları masanın üzerine yerleştirdim. Perihan anne kendi elleriyle reçel yaptığı için masada üç çeşit reçelimiz vardı ki özellikle son birkaç ayda hayatımda hiç yemediğim kadar reçel yemiştim.

Bitirdiğim tel peyniri yeniledim, mutfağa ilk girdiğimde kesmeye üşendiğim salamı dilimleyerek bir tabağa yerleştirdim. Ardından böreği kontrol ettim ve kızarması için biraz daha zamana ihtiyacı olduğunu anlayarak kaynayan çaydanlığın yanına gidip çayı demledim.

Nihayetinde nar gibi kızaran böreği fırından çıkarıp soğuması için mutfağımızın balkonundaki küçük sehpanın üzerine bırakarak böreğin yanına ek olarak bir şey yapsam mı diye düşünmeye başladım. Belki azıcık menemen yapabilirdim ancak yalnızca iki kişi olduğumuz için ikisi birden fazla da gelebilirdi.

Böreğe bakarak kara kara düşündüğüm sıra belime dolanan kollarla irkilerek "Ay!" diye bağırdım. Koray, verdiğim tepkiyi kısık bir gülüşle karşılayarak ellerini koca göbeğimin üzerinde bağlarken "Benim," diye mırıldandı. "Sakin ol."

Vücudumu geriye atarak bulduğum sıcaklığı daha iyi hissetmek istercesine ona sokulurken "Niye sessiz sessiz geliyorsun?" diye sitem ettim. Yani en azından denedim, zira ne tavrım ne de ses tonum sitemli gibi çıkıyordu. "Korkuttun beni."

"Aslında gelirken masaya çarptım ama böreğe o kadar dalmıştın ki çıkardığım sesi duymadın," diyerek güldü. Başımı geriye çevirerek gözlerinin içine baktım.

"Masaya mı çarptın?"

"Böreğin kokusuna uyanıp geldim, kokuyu takip edeyim derken önüme pek bakamadım doğrusu."

Neşeyle gülerken "Şapşal şey seni," dedim ve uzanıp yanağına uzun bir öpücük kondurdum. "Uyandığın iyi olmuş ama. Ben de böreğin yanına bir şey yapsam mı diye düşünüyordum. Yapayım mı, ister misin?"

Çenesiyle tepsideki böreği işaret etti. "Neyli bu?"

"Patatesli."

"Hiçbir şeye gerek yok o zaman. Böreğin hepsini yiyebilirim çünkü. Hem masada bir sürü kahvaltılık var, daha neye ihtiyaç duyalım ki?"

"Peki," diyerek dudak büktüm. "Sen bilirsin."

Tavrımdan dolayı içi rahat etmemiş olacaktı ki belime destek vererek kendine çevirdi beni. "Sen başka bir şey mi yemek istiyorsun? Eğer öyleyse yapalım beraber?"

"Hayır," diyerek başımı salladım. "Bana börek yeter, ben senin için demiştim. Yani bazen düşünüyorum da, eğer Perihan anne yanımızda olmasa ben seninle yeteri kadar ilgilenemeyecekmişim gibi geliyor. Tamam, güzel yemek yapabiliyorum ama hamile olduğumdan beri yapmakla değil de yemekle ilgilendiğim için biraz boşladım gibi geliyor işte."

Gözleri kısılırken iç çeker gibi "Asel," diye mırıldanıp yüzümü avuçlarının arasına aldı. "Bebeğim, biz evlendik diye senin bana bakman gerekmiyor. Yani senin elinden bir şeyler yiyince çok mutlu oluyorum ama yemesem de hiçbir şey değişmez, değişemez. Evet, annemin bizim yanımızda olması büyük bir şans ve bize düşen de bu şansı iyi kullanmak, o kadar. Başka hiçbir şeyi düşünmene gerek yok. Ayrıca sen şimdi anneme falan da yük olduğumuzu düşünüyorsundur ki hemen sil aklından bu düşünceyi. Çünkü ben yıllardır annemin bu kadar hevesle bir şeyler yapmaya çalıştığını görmemiştim. Annem de babam da sana bayılıyor ve dört gözle torunlarının doğmasını bekliyorlar. Ha, eğer onlara bir karşılık vermemiz gerektiğini düşünüyorsan da Peri onlara verip verebileceğimiz en büyük karşılık olacak, inan bana."

Son söyledikleri dudaklarımın biraz da olsa kıvrılmasına neden olurken "Sana bakmak zorunda olmadığımı biliyorum ama senin için bir şeyler yapmak istiyorum," diyerek iç çektim. "Şu hayatta bana verilen en güzel şeysin ve ben... Bunun değerini bilememekten korkuyorum."

Derin bir gülümsemeyle uzanıp alnıma dudaklarını bastırdıktan sonra ellerinden birini kaldırıp kalbimin üzerine koydu.

"Burası benim için atıyor ya, başka hiçbir şey istemem."

Elimi elinin üzerine bırakıp parmaklarını sıktım. "Seni çok seviyorum."

"Ben de seni, güzelim. Ben de seni."

Dudaklarıma kondurduğu küçük bir öpücüğün ardından üzerindeki pijamalardan kurtulmak için odaya döndüğünde ben de tepsiyi tekrar mutfağa alıp kestiğim börek dilimlerini geniş bir tabağa doldurarak masaya bıraktım. Aslında benim de üzerimdeki geceliği çıkarıp eşofmanlarımı giymem gerekiyordu ancak üşeniyordum. Yine de tembelliğime karşı koymaya çalışarak demlenen çayın altını kıstıktan sonra odaya geçip üzerimi değiştirdim. Altıma beyaz bir eşofman, üzerime de Koray'ın tişörtlerinden birini geçirmiştim ki bu da evliliğin bana kazandırdığı alışkanlıklardan biriydi. Dışarıya çıkmayacaksam asla kendi tişörtlerimi giymiyor, Koray'ın bana birkaç beden büyük gelen tişörtlerinin içinde rahat rahat süzülüyordum.

Mutfağa geçtiğimde ben üzerimi değiştirmeye gittiğimde lavaboda olan kocamın bardaklarımıza çay doldurduğunu görünce küçük bir gülümsemeyle masaya yerleştim. İnsan eşofmanlarının içinde çay doldururken bile delicesine yakışıklı görünebilir miydi?

Benim kocam görünüyordu.

Koray, çay bardaklarını masaya bırakarak karşımdaki sandalyeye yerleştiğinde teşekkür edip ona havadan bir öpücük attım ve çatalımı böreklerden birine batırarak böreğin tadına baktım. Ben yaptım diye demiyordum ancak gerçekten harika olmuştu.

"Kamerler yarın sabah gelecekler, değil mi?"

"Aynen," diyerek çayından birkaç yudum aldı Koray. "Fezalar da öyle. Mertlerle Gökaylar akşama burada olurlar ki onlara da bizim şirketin oradaki oteli ayarladık zaten."

Başımı sallayarak onayladım onu. Düğün, nikâh kıymak gibi olmadığı için içimde feci bir heyecan vardı ki bu yüzden arkadaşlarımın yanımda olmasına her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyuyordum. Düğün, Koray'ın akrabalarıyla dolu olacakken benim yanımda Koray sayesinde edindiğim arkadaşlarımdan başka kimse olamayacaktı. Anne ve babam bile.

Yüzümü asmamaya çalışarak böreğimden bir ısırık daha aldım. Onlara olan kırgınlığım da kızgınlığım da hala çok büyüktü ancak böyle zamanlarda kırgınlığım daha ağır basıyordu. Kimsesiz olmadığım halde kendimi böyle hissediyordum. Niye beni hiç arayıp sormamışlardı? Evet, belki evden kaçmam bir hataydı. Hatta büyük bir hataydı ama henüz on sekiz yaşındaydım ve hayallerimden vazgeçmem konusunda direttiklerinde aklıma kaçmaktan başka bir çare gelmemişti.

Hiç mi merak etmemişlerdi beni? Tek başıma, peş parasız olduğum halde endişelenmemişler miydi benim için? Evet, babam çok gururlu bir adamdı. Hatta haddinden fazla gururluydu ancak ben canından bir parçaydım onun. Nasıl bir başıma bırakabilmişlerdi beni?

Babamla aram hep o kadar iyi olmuştu ki ondan aldığım ilk darbede afallamış, ayakta duramayıp yıkılmıştım ben. Bu hayatta belki de en çok inandığım kişiydi. Sırf sözünü dinlemedim, hayallerimden vazgeçmedim diye bana bunları reva mı görmüştü?

"Asel, iyi misin güzelim?"

Koray'ın gözümün önünde elini salladığını fark edince usulca başımı salladım ve hızla "İyiyim, iyiyim," diyerek gülümsemeye çalıştım. "Dalmışım sadece."

Endişeli bakışları çehremde gezinirken "Emin misin?" diye sordu. Gülümsememi inandırıcı kılmaya uğraşarak "Evet," dedim. Aklımdan geçenleri ona da söyleyip canını sıkmak istemiyordum ki muhtemelen ne düşündüğümü biliyordu zaten. "Sadece biraz heyecanlıyım ve yarın nasıl geçecek diye düşünüyorum."

Uzanıp masanın üzerindeki elimi kavradıktan sonra elimin üzerini okşayarak "Harika geçecek," dedi. Gözleri öylesine derin bakıyordu ki içimdeki kırık olan her bir parçanın görünmez bir el tarafından okşandığını hissettim. Bu adam gerçekten benim şu hayattaki en büyük şansımdı. "O kadar güzel geçecek ki hayatımız boyunca mutlulukla anacağız düğünümüzü."

"Gerçekten mi?" diye sordum ümitle. Gülümsedi.

"Gerçekten," diyerek başını salladı. "Bak, hala daha nikâh kıydığımız günden özlemle bahsediyoruz, değil mi? Düğünümüz de öyle olacak."

"İnşallah," diyerek dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Çaylar soğudu, lavaboya dökeyim de tekrar koyalım," diyerek ayaklandı ve hala avucunda olan elimi kaldırıp üzerine küçük bir buse bıraktıktan sonra bardakları alarak tezgâha gitti.

Kahvaltının ardından masayı birlikte toplayıp oturma odasına geçtik. Saat henüz öğlen sularıydı ve akşama çocuklar gelene kadar yapacak işimiz yoktu. Aslında onlar için hazırlık yapmam gerekebilirdi lakin Perihan anne tarafından sıkıca tembihlendiğim için elimi herhangi bir şeye sürmeyecektim.

Koray'la birlikte televizyonun karşısındaki geniş L koltuğa kurulduk. Koltuğun bir kenarına ben ayaklarımı uzatarak yayıldıktan sonra o da başı kucağıma gelecek şekilde diğer tarafa uzanmıştı. Elindeki kumandayla kanalları gezdiği sırada bir elimle saçlarını, diğer elimle de yanağını okşuyordum. Yarın damat tıraşı olacağı için sakalları birkaç günlüktü ki elime batan sakalları bir hayli hoşuma gidiyordu doğrusu.

İzleyecek bir şey bulamayarak tekrarı verilen bir dizide duraksadığı sırada telefon sesi duyuldu evin içinde. Birkaç saniye boyunca kimin telefonunun çaldığını idrak etmeye çalıştım ve ardından "Seninki çalıyor sanırım," diye mırıldandım. Rahatının bozulduğunu belli edercesine ofladı ve gerilen tişörtümden belli olan karnımın üzerini öpüp doğruldu.

"İki dakika huzurlu olmama izin vermiyorlar ya, iki dakika."

Söylene söylene kalkıp telefonunu almak için odadan çıkmasını küçük bir gülümseme eşliğinde izleyerek başımı koltuğa yasladım. Muhtemelen ya işten ya da organizasyon şirketinden arıyorlardı, bu yüzden diğer odadan gelen sesini işitsem de ne dediğini anlamaya çalışmadım. Önemli bir mevzu olduğu takdirde Koray'ın bana anlatacağını biliyordum çünkü.

Televizyondaki dizide olan bitenleri kavramaya çalıştığım birkaç dakikanın ardından içeri giren Koray'a takıldı bakışlarım. Yüzünde endişeli bir ifade vardı ki bu hiç hoşuma gitmemişti.

Hızlı adımlarla gelip yanıma oturduğunda ondan önce davranıp "Bir sorun mu var?" diye sordum.

Elindeki telefonu dizini kullanarak çevirip dururken "Sorun gibi değil aslında," diyerek bakışlarını benden kaçırdı ve sıkıntılı bir nefes aldı.

"Niye böylesin o halde?" derken kaşlarım çatılmıştı.

Söyleyeceği şey için güç toplamaya çalışırcasına yanaklarını şişirip birkaç saniye televizyona baktıktan sonra bana döndü ve kısık bir sesle "Endişelenme desem daha çok endişeleneceksin, o yüzünden en iyisi tek seferde söylemek," diye mırıldandıktan sonra söylediklerini düşünmeme fırsat bırakmadan ekledi. "Annenle baban gelmiş."

Duyduğum şeyle adeta şoka girerken "N-ne?" diye kekeledim. Vücudumun kaskatı kesildiğini anlamış gibi uzanıp kucağımdaki ellerimi sımsıkı tuttu ve oldukça yumuşak bir ses tonuyla "Annenle baban şu an bizimkilerin yanındalarmış," dedi. "Yani karşı dairedeler."

"Sen," dedim büyük bir hayretle. Kelimeleri yan yana getirmekte zorlanıyordum. "Sen ne dediğinin farkında mısın?" Başımı salladım. "Nasıl olur? Ne zaman? Yani... Niye?"

Aklım, zihnim ve kalbim o kadar karışmıştı ki neyi nasıl soracağımı da şaşırmıştım. Kalbimin atışları çarpıntıya dönerken "Ne olur baştan anlat," diye yalvardım ona. "Anlamadım hiçbir şeyi."

Beni yavaşça kendine çekip göğsüne sokulmamı sağladıktan sonra kollarıyla sımsıkı sardı bedenimi. Tırnaklarımı üzerindeki tişörte geçirip büyük bir tedirginlikle anlatacaklarını bekledim. Yüreğimdeki telaşın haddi hesabı yoktu. Senelerdir görmüyordum onları ve şimdi sadece birkaç metre uzağımdalar mıydı yani?

"Annemler, bir süredir sizinkilere ulaşmayı deniyorlardı. Bunu biliyordum ama kesinleşen bir şey olmadan da sana söyleyip, ne bileyim işte, seni strese sokmak istemedim. Aslında ilk kez, biz nikâh kıydıktan sonra konuşmuş annem annenle. Senin hamile olduğundan bahsetmemiş yalnız. Hamile olduğun için alelacele evlenmek zorunda kaldığımızı ilk etapta bilsinler istememiş ama sanırım bu durum babanı biraz kızdırmış. Yani kimseye haber vermeden sadece basit bir nikâhla evlenmeni kabullenememiş."

Dolan gözlerimi sımsıkı yumdum ve sakinleşebilmek için kokusunu içime çektim. Duyduklarımın doğru olduğuna inanmam öyle kolay değildi ancak yalan olmadığını da biliyordum. Sadece kabullenmek zordu, çok zordu.

"İş hayatındaki insanlar... Babam için çok önemlidir. Bunu hep biliyordum ancak benden bile önemli olduklarını anlamam geç oldu, on sekiz yıl kadar..." Usulca yutkundum. "Annem de babamdan korkusuna mı beni arayıp soramamış?"

"Sanırım," diye mırıldandı usulca. "Annemle her telefon konuşmasında ağlıyormuş ama. Çok özlemiş seni."

Yüzümü biraz daha bastırdım göğsüne. "Olmaz biliyorum ama eğer Peri bir hata işleseydi ve senin yüzünden evden kaçsaydı, sen de onunla görüşmemem için beni durdurmaya çalışsaydın asla dinlemezdim seni. Asla yalnız bırakmazdım onu."

Saçlarımdan öptü. "Biliyorum." Bir kez daha öptü. "Biliyorum güzelim ama annen sen değil... Ayrıca ne olursa olsun kızımın evden kaçmasına izin vermezdim. Daha doğrusu, onu evden kaçıracak şeyler yapmazdım."

"Ben de bunu biliyorum," diyerek yutkundum. Bunu bilmeseydim şu an onun çocuğunu taşıyor olmazdım zaten. "Peki, sence neden geldiler? Onlardan özür dilemem için mi?"

"Bilmiyorum, bebeğim," diyerek etrafımdaki kollarını sıkılaştırdı. "Geleceklerinden haberim bile yoktu."

"Perihan anne, onların yanına gitmemizi mi istiyor?"

"Evet."

"Buna hazır olduğumu sanmıyorum."

"İstemezsen gitmeyiz, Asel. Seni asla zorlamam."

"Hazır değilim ama gitmek zorundayım, bunu biliyorum."

"Zorunda falan değil-"

"Öyleyim," diyerek kestim sözlerini. "Öğrenmem gereken şeyler var, sormam gereken ve bunları onlarla yüzleşmeden öğrenemem."

"Emin misin?" diye sordu tedirgin bir ses tonuyla. Usulca başımı salladım ve geriye çekilerek gözlerinin içine baktım.

"Hazır değilim ama eminim. Ayrıca ne kadar zaman geçerse geçsin hazır olamayacağımı da biliyorum, bu yüzden şimdi gidelim."

Bir süre çatık kaşlarıyla yüzümü inceledikten sonra pes edercesine iç çekti ve "Sen nasıl istersen," diyerek uzanıp alnıma bastırdı dudaklarını. "Ben hep yanında olacağım. Hep."

"Biliyorum," diyerek ona minnettar bir ifadeyle baktım ve oyalanmak istemediğimden kollarından destek alarak ayağa kalktım. Biliyordum ki aradan ne kadar zaman geçerse içimdeki gitmeme isteği bir o kadar artacaktı. Bu yüzden "Üzerimi değiştirip geleceğim," diyerek odanın çıkışına doğru ilerledim. Anne babamın karşısına çıkacakken düşüneceğim en son şey kıyafetlerim olmalıydı belki ancak şu an normal bir zamanda değildik ve ben, onların buraya neden geldiklerini bilmediğim için bazı şeyleri şansa bırakamazdım. Eğer evden kaçtığım için perişan ve mutsuz olduğumu sanarak geldilerse beni görmeye, böyle olmadığını gösterecektim onlara. Olduğum yerden de kalbime aldığım kişilerden de hiç olmadığım kadar memnundum ben.

Mutsuzluğumun tek bir nedeni vardı; anne ve babamı kaybetmiş olmak.

Başka hiçbir derdim yoktu çok şükür.

Yatak odasına geçtikten sonra dolaptan yazlık, çiçekli bir elbise çıkardım. Askılıydı ve yerlere kadar uzanıyordu. Geniş bir modeli olduğu için karnımı yarıya yarıya gizliyordu ancak bana bakan hamile olduğumu da anlardı.

Elbisenin ardından makyaj masamın karşısına geçtim ve saçlarımı tarayıp at kuyruğu şeklinde bağladım. Makyaj yapmak istemiyordum, bu yüzden dudaklarıma parlatıcı sürmekle yetindim ve aynadan kendime son bir bakış atıp Koray'ın yanına döndüm. Onu bıraktığım yerde dirseklerini dizlerine yaslamış bir vaziyette duruyordu. Ayak sesimi işittiğinde eğik başını kaldırıp yüzüme baktı. Aramızda birkaç adım kalıncaya kadar çehremde kalan bakışları üzerime kaydığında hemen önünde duruyordum.

"Çok güzel olmuşsun," diye mırıldandı, kısık bir ses tonuyla. Düşünceli görünüyordu, çokça da tedirgin.

"Teşekkür ederim," diyerek iç çektim. "Daha fazla oyalanmayalım istersen, çıkalım."

Sessizce yutkunduktan sonra usul usul başını sallayıp kendi üzerine baktı. "Ben de üzerimi değiştirse miydim?"

Siyah eşofmanına ve asker yeşili tişörtüne kısa bir bakış attım. "Bence gerek yok."

Dudaklarını bükerek "En azından altıma bir kot geçireyim," dedi. "Yanında sönük kalmak istemem."

Elimi kaldırıp yanağına yasladım ve başparmağımla elmacık kemiğini okşadım. "İstesen de kalamazsın ki."

Sesli bir şekilde iç çekip başını çevirdi ve dudaklarını avuç içime bastırdıktan sonra yavaşça ayağa kalktı. "Sen kapıya gidedur, hemen geliyorum."

"Olur."

Bana son bir bakış attıktan sonra hızla yanımdan geçerek odadan çıktı. Odada tek başıma kaldığımda gözlerimi sıkıca yumdum ve "Başarabilirim," diye mırıldandım kendi kendime. "Ben güçlü bir kadınım. Ben..." Ellerimle karnımı sardım. "Çok güçlü bir anneyim. Bunu başarabilirim."

Yanağımdan süzülen bir damla yaşı elimin tersiyle sildikten sonra derince soluyarak gözlerimi araladım ve odanın çıkışına doğru ilerledim.

Dış kapıya vardığım sıra elleriyle saçlarını düzelterek yatak odasından çıktı, Koray. Tişörtünü değiştirmemişti, altına da siyah bir kot pantolon giymişti.

Yanıma geldikten sonra kapıda asılı olan anahtarlığı aldı ve pantolonun ön cebine sıkıştırarak "Haydi gidelim o halde," dedi.

Derin bir nefes alıp başımı salladım. "Gidelim."

Kapıyı açıp dışarı çıkışımız ve hemen karşımızdaki dairenin önüne varışımız yalnızca birkaç dakikamızı almıştı. Kapının önünde duraksadığımızda "Hazır hissedene kadar bekleyebiliriz," diye mırıldandı Koray ancak kafamı iki yana salladım.

"Söylemiştim, kendimi asla hazır hissedemeyeceğim."

Elimi kaldırdım ve kendime düşünme fırsatı bırakmadan kapının yanındaki zili çaldım. Evet, işte başlıyorduk.

Kapı, çalınmayı bekliyormuşçasına saniyeler içinde açıldığında Perihan anneyle göz göze geldim. Endişeliydi, hem de çok. Muhtemelen annemlerle iletişime geçtiğini bana söylemediği için de suçluluk da duyuyordu ki bunu asla istemezdim. O bana annemin bile yapmadığı iyiliği yapmış, beni bağrına basmıştı. Ona kızamazdım ki ben. Hele de tüm bunları benim mutluluğum için yaptığını bilirken...

İçeri girdikten sonra kollarımı kaldırdım ve Perihan annenin boynuna dolayarak ona sıkıca sarıldım. Sarılışıma anında karşılık verirken "Bana kızma lütfen," diye fısıldadı kulağıma. "Biraz ani olduğunun farkındayım ancak ne kadar kırgın olursan ol, onların düğününde olmasını her şeyden çok istediğini de biliyorum. Şu andan itibaren ne olacağını yalnız Allah bilir ama bu hesaplaşmaya ihtiyacınız var. Bundan emin olmasam onları buraya çağırmazdım."

Geri çekilerek Perihan annenin yüzüne baktım. "Bunu benim için yaptığını biliyorum ve sana asla kızmıyorum." Gülümsemeye çalıştım. "Seni çok seviyorum, Perihan anne."

Gözleri doldu ve ağlamamak için gözlerini kırpıştırırken "Ben de seni güzel kızım," diye mırıldandı. "Ben de seni."

Dudaklarımı birbirine bastırıp bir adım geriye çekildim ve bakışlarımı deminden beri sessizce bizi izleyen kocama çevirdim. Yüz ifadesinden duygulandığı belli oluyordu. Usulca tebessüm ettim ve elimi kaldırıp ona uzattım. "Senden destek almam gerekiyor."

Hiç düşünmeden ona uzattığım elimi sıkı sıkı kavrarken "Ne zaman istersen ben burada olacağım," diye mırıldandı. Başımı salladım. Bunu da biliyordum.

Perihan anne önümüzden ilerlemeye başladığında Koray'ın elini biraz daha sıkıp Perihan annenin peşine düştüm, tabii Koray'la birlikte. Onların karşısına çıkmak için attığım her adımda tenim karıncalanıyor, mideme sancılar giriyordu. Keşke, dedim içimden. Keşke böyle olmasaydı.

Odanın kapısına gelmemize bir iki adım kala derin bir nefes çektim içime. Ardından da omuzlarımı dikleştirdim ve bakışlarımı Perihan annenin sırtından ayırmadan girdim içeri. Ancak birkaç adım sonra duraksadım. Perihan anne odanın ortasında adımlarına son verip başını bana çevirdiğinde göz göze geldik. Üzerimdeki delici bakışları hissetmek, hatta annemin sessiz hıçkırıklarını duymak boğazımı yakmış olsa da Perihan anneye bakmaktan vazgeçmedim. Perihan anne, bana güven vermek istercesine gözlerini yavaşça kapayıp açınca usulca soludum ve bunu daha fazla geciktiremeyeceğimi bildiğimden bakışlarımı yavaşça diğerlerine çevirdim.

İlk gözleriyle buluştuğum kişi annem olduğunda annemin hıçkırıkları şiddetini arttırdı. Kalbime ağrılar saplanırken sakin kalabilmek adına Koray'ın elini daha çok sıktım ve bakışlarımı annemden ayırıp yanında oturan babama taşıdım. Ağlamıyordu ancak gözleri kızarık, bakışları kederliydi.

Kapı ağzında öylece dikilirken saniyeler boyunca izledim onları. Yaşlandıklarını, kilo verdiklerini fark ettim. Hele ki annemdeki değişiklik birkaç kilo kaybıyla açıklanacak gibi değildi, resmen çökmüştü.

Boğazımdaki yangın geçen her saniye daha da artarken ardımızda bıraktığımız yılların onlara hiç iyi gelmediğini fark etmiştim ve her şeye rağmen içimi acıtmıştı bu durum. Çünkü canımın içiydiler onlar benim. Aramızda ne geçmiş olursa olsun.

"Çocuklar; ayakta kalmayın, geçin oturun lütfen."

Kemal babanın sesi odadaki o huzursuz sessizliği bozduğunda bakışlarım ona döndü. Odadaki tekli koltuklardan birinde oturuyordu. Küçük bir baş onayının ardından Koray'ın elini çekiştirdim ve ilerleyerek annemlerin karşısındaki üçlü koltuğa yerleştik.

Başımı çevirip annemlere baktım tekrar. İlk konuşan olmak istemiyordum. Nihayetinde buraya gelen onlardı ve konuşmak onların hakkıydı. Gerçi pek konuşacak halde gibi de durmuyorlardı. Zira babamın bakışları Koray'ın avucunun içinde duran elimdeyken annemin bakışlarıysa elbiseden belli olan karnımdaydı. Hıçkırık sesleri giderek azalıyordu lakin gözyaşları duracak gibi durmuyordu.

Koray'ın diğer yanına oturan Perihan anne, hiç kimsenin konuşmayacağını anlamış olacak ki bana ithafen "Annenleri düğün için çağırdım buraya," dedi. "Nikâhınız aceleye geldiği için onları çağıramadık ama ileride pişmanlık yaşayabileceğinizi düşünerek düğününüzü de kaçırmalarını istemedim."

Dudaklarımı birbirine bastırarak usulca başımı salladım ve tekrar annemlere döndükten sonra onların diyecek bir şey bulamadıklarını düşünerek "Hoş geldiniz," dedim. Sesim pek sıcak çıkmamıştı ancak umursamadım. Şu an kekelemeden konuştuğuma şükretmem gerekiyordu çünkü.

Babam acılı bir yüz ifadesiyle yutkunsa da sessiz kalmaya devam etti, annem de yanakları ıslanmaya devam ederken "Hoş-hoş bulduk, annem," dedi. Sesi titriyordu ve onu böyle görmeye dayanamıyordum. Ağlamamak için kendimi öyle zor tutuyordum ki.

Kemal baba ortamdaki gerginliği dağıtmak istercesine "Asel kızımla bizim oğlan Samsun'da tanışmışlar," diye açıklama yapmaya koyuldu. "Koray orada üniversite okuyordu, Asel de bir dans kursunda çalışıyormuş. Yarışmaya katılmak istemiş ancak bazı aksilikler sonucunda partneri yarışmayı bırakmak zorunda kalmış. Tam o sıralarda da bir tesadüf eseri Koray'la karşılaşmışlar."

Annem de babam da sessizce dinliyorlardı Kemal babayı ancak yüz ifadelerinden bunları zaten bildiklerini anlamıştım. Muhtemelen Kemal baba da biliyordu bildiklerini, yine de ortada konuşulan bir şeyler olsun diye tekrar anlatmak istemiş olmalıydı.

Babam bakışlarını Kemal babadan ayırarak mavilerime dikti ve "Biliyorum," diye mırıldandı. Yıllardır duymadığım sesi toktu ancak o her zamanki keskinliği yoktu. "Perihan Hanım, bize anlatmadan önce de biliyordum; çünkü sanılanın aksine ben Asel'in peşini hiç bırakmadım. Hatasını anlayıp bize geri dönsün diye bekledim ancak onu hiç yalnız bırakmadım."

Kaşlarım çatıldı. Babamın söyledikleri duymayı beklediğim şeyler değildi çünkü. Şaşkınlıkla başımı çevirip Koray'a, Perihan anneye ve Kemal babaya baktım. Hepsinin kaşları çatıktı ve meraklı bakışları benimle babam arasında geziniyordu. Onlar da en az benim kadar şaşkın görünüyorlardı.

Hissettiğim şeyler birbirine girerken tekrar babama döndüm ve merakıma sığınarak "Nasıl yani?" diye sordum. "N-ne demek oluyor bu?"

Babam, bakışlarını yüzümden ayırmadan "Bu zamana kadar Gülsüm Hanım'ın yanında yaşadığını ve bilmem Dans Kursu'na gittiğini biliyorduk," diye cevap verdi. "Evden kaçabileceğine hiç ihtimal vermemiştim. Kaçtığın gecenin sabahı evde olmadığını ve telefonu evde bıraktığını görünce ilk önce gezmeye çıktığını falan düşündük. Bize kızıp kendini dışarı attığını ama geri geleceğini... Gece olup da eve kimse gelmediğinde anladık gerçekten evden kaçtığını." Dudaklarını birbirine bastırıp birkaç saniye öylece durdu. Ardından devam etti anlatmaya. "Hem şaşırdım hem de delicesine kızdım ve seni bulabilmeleri için birkaç kişi tuttum. Doğrusunu istersen beş parasızken ve bir başınayken bir yere, hele ki başka bir şehre gidebileceğine hiç ihtimal vermemiştim. Tuttuğum adamlar saatler sonra en son otogarda görüldüğünü ve Samsun otobüsü için bilet aldığını söylediklerine neye uğradığımızı şaşırdık annenle. Anneni evde bırakıp ilk uçakla Samsun'a gittim, çünkü tehlikede olmandan endişe ediyordum. Seni bulmam pek de kolay olmadı, araya birilerini sokunca mobeselerden seni takip ettirmeyi başardım. Sonra Gülsüm Hanım'ı buldum. İyi olduğundan emin olduktan sonra korkumun yerini kızgınlık aldı ve böyle bir delilik yaptığın için çok sinirlendim. Ayrıca bu hareketin nihayetinde seni kolundan tutup İstanbul'a döndüremeyeceğimden de emin olmuştum. Bu yüzden bir şekilde Gülsüm Hanım'la irtibata geçip küçük bir anlaşma yaptım."

Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü. Ben, beni umursamadıklarını sanırken onlar benim peşime düşmüş, nerede olduğumu öğrenmiş ama bana hiçbir şey belli etmemişler miydi yani? Üstelik Gülsüm teyze de mi bu işin içindeydi?

"Gülsüm teyze, senin zorunla mı baktı yani bana?" diye sordum büyük bir hayal kırıklığıyla. O kadının bendeki yeri apayrıydı ve eğer böyle bir durum varsa gerçekten yıkılırdım.

"Hayır," diyerek başını salladı babam. Annem hala usul usul ağladığı için konuşabilecek bir halde değildi. "Sana bakmaya gönüllü oldu ama tek başına yaşayan bir kadının sana bakabilmesi için maddi desteğe ihtiyacı olduğunun da farkındaydım. Başta kabul etmedi ancak aksi takdirde seni alıp zorla İstanbul'a döneceğimi söylediğimde ona maddi destek vermeme razı oldu."

Canım Gülsüm annem... Evden kaçtığımızda yanımda hiçbir şey olmadığı için bana bir sürü masraf yapmıştı. Kıyafet, çanta, ayakkabı... Hatta telefon ve birçok şey daha... Bunlar bana öyle bir vicdan azabı çektiriyordu ki çalışıp para kazanmaya başlayınca maaşımın hepsini gelip ona vermeye çalışıyordum ancak asla kabul etmiyordu. Ben de bir miktarıyla ondan gizli fatura ödeyip kalanını da biriktirmeye başlamıştım. Çoğu zaman kocasının emekli maaşıyla nasıl geçinebildiğimizi sorgular durur ve bir çıkış yolu bulamayıp düşünmekten vazgeçerdim. Meğer geçim kaynağımız babammış...

"Gülsüm Hanım sayesinde senin halinden, durumundan, her şeyinden haberdardık. Yani sandığının aksine seni uzaktan da olsa takip ettik. Ama çok kızgındım sana. Bizi öylece bırakıp gidebildiğin, sözlerime karşı geldiğin, beni hayal kırıklığına uğrattığın için çok sinirliydim. Seni soran herkese evden kaçtığını anlatamayacağımız için yurt dışına gittiğini söylemek zorunda kaldık."

"Yaptığımın doğru olduğunu savunmuyorum ama beni buna siz zorladınız," diyerek başımı salladım. Üzgündüm, kırgındım, dargındım ancak en çok da şaşkındım şu dakikalarda. "Konservatuvar okumama izin vermedin, okuduğum takdirde de beni tanımadığım biriyle evlendireceğini söyledin. Yapabileceğinden korktum, çünkü bana o güne kadar hiç öyle davranmamıştın."

"Öyle biri yoktu," diyerek iç çekti babam. "Gözünü korkutmak istemiştim sadece. Niyetim yalnızca dediğim okulda okumandı, eğer bunu yapsaydın sonradan konservatuvar okumana hiç ses çıkarmayacaktım."

"Yine de beni istemediğim bir okulda okutmaya hakkın yoktu, baba," diye mırıldandım. Ona bunca zaman sonra sesli bir şekilde böyle seslenmek dilimin yanmasına neden olmuştu.

"Şu an bunun farkındayım ama o zamanlar bunun bilincinde değildim. Sadece onca varlığımın çarçur olmasından korkuyordum. Çünkü benden sonra yerime geçebilecek kimse yoktu. Emeklerimin yok oluşunu izlemeye dayanamazdım."

"Peki, niye karşıma çıkmadınız?" diyerek başımı salladım. "Bana tüm bunları daha önce anlatmadınız? Belki o zaman bir şekilde ikna olup dönerdim yanınıza. Belki... Ne bileyim, her şey daha farklı olurdu." Belki o zaman beni unuttuğunuzu düşünüp bu kadar yakmazdım canımı.

"Annen birçok kez denedi ama ben engel oldum," dedi babam. Sesi oldukça pişman çıkıyordu ve sandığımın aksine bu hali beni daha da üzmüştü. Nihayetinde onlar benim annemle babamdı, insan ha deyince ailesini gönlünden çıkarıp atamıyordu. "Senin adım atmanı istedim çünkü. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bizden kaçmanı hazmedememiştim. Önünde sonunda bize döneceğini sanıyordum aslında ama sen gelmedin."

"Beni yok saydığınızı düşünmüştüm çünkü. Evden kaçtığım beni unuttuğunuzu ve asla umursamadığınızı... Nasıl dönecektim ki tekrar yanınıza? Korktum. Cesaret edemedim."

Odanın içinde derin bir sessizlik oluşurken herkes oldukça düşünceli görünüyordu. Annemin gözyaşları zor da olsa durmuştu ancak dokunsam anında ağlamaya başlayacakmış gibi görünüyordu ve gözünü kırpmadan bana bakıyordu, bana ve şiş karnıma.

Koray bir saniye oldun vazgeçmiyordu elimi sıkmaktan. Sessizce yanımda oturuyor olması bile öyle iyi geliyordu ki bana.

"Anlaşılan iki taraflı birçok hata yapılmış," diyerek araya girdi Kemal babam. Kendini arabulucu gibi hissediyor olmalıydı ki şu an onun gibi birine ihtiyacımız olduğunu saklayamayacaktım. "Elbette kırgınlıklar, kızgınlıklar olacaktır; yaşanılanlar da ha deyince unutulmaz ama bu saatten sonra daha fazla kalp kırmayalım diyelim ben. Asel, artık bizim de kızımız ve yakın bir zamanda bir toruna sahip olacağız. Onun mutlu ve huzurlu bir ailede doğmasını her şeyden çok isterim."

Babamın bakışları karnıma kaydı, birkaç saniye öylece karnımı izledikten sonra usulca yutkunarak bakışlarını gözlerime çıkardı.

"Nikâhınızdan sonra Perihan Hanım bize ulaştığında ve senin evlendiğini söylediğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Gülsüm Hanım'ın rahatsızlığı yüzünden senden pek haber alamamıştık ve üstüne bir de böyle bir şeyi öğrenince hazmetmek pek kolay olmadı." Seslice iç çekti. "Açıkçası bu kadarını da beklemiyordum. Yani tamam bize kızgın olabilirdin ancak bize haber vermeden evlenmen kabul edilebilir bir şey değildi ve bu durum sana karşı körelen sinirimin harlanmasına neden olmuştu." Karnıma kısa bir bakış daha attı. "Ancak alelacele evlenmenizin sebebi başkaymış."

Anlaşılan buraya gelmeden önce Perihan anne onlara bazı şeyleri anlatmıştı. Bu yüzden bir şey söylemedim, zaten bu konu yüzünden hala utanıyordum ve açıklanacak bir şey de yoktu.

"Yarınki düğünde sizin de aramızda olmanızı çok isteriz," diyerek bir kez daha araya girdi Kemal baba. Siz olmazsanız Asel kendini kimsesiz gibi hissedecek, demedi belki ama aklından geçirdiğine emindim.

Annem o ana kadar dudaklarını ilk kez araladı ve ağlamaktan dolayı incecik çıkan sesiyle "Bunun için buradayız," diye mırıldandı. "Tüm hatamızla günahımızla buradayız, biricik kızımızın yanında."

Annemin sevgi dolu sesi gözlerimi fena halde doldurduğunda ağlamamak için dişlerimi sıktım ancak gözyaşlarımı en fazla birkaç dakika tutabileceğimin de farkındaydım.

"Torunumuz için çok güzel bir aile olacağımızdan şüphem yok," diyerek samimi bir şekilde gülümsedi Perihan anne. Ona dönerek minnetle gülümsedim. Hakkını nasıl ödeyecektim?

"Asel," diyerek bakışlarımın tekrar onu bulmasını sağladı babam. "Bu zamana kadar birçok yanlış şey yapmış olabilirim, sana çok kızmış ve sinirle uygun olmayan sözler söylemiş de olabilirim. Bunlar için çok üzgünüm kızım, sen yanımızda yokken düşünmek için çok vaktimiz oldu ve Perihan Hanım'ın daha önce söylediği gibi hayat, birbirimize kırgın kalmak için çok kısa. Ben tüm kalbimle senden özür diliyorum. Bunca zaman seni ailesiz, babasız bıraktığım; daha doğrusu sana böyle hissettirdiğim için özür dilerim. Lütfen, bu yaşlı babanı affet."

İşte bu benim babamdı. Çocukluğumdan beri benim yanımda olan babam...

Yanaklarımdan yaşlar boşanırken Koray'ın elini usulca bırakıp ayaklandım ve babamın yanına giderek elini öptüm.

"Ben de özür dilerim baba, çocukluğuma ver ve beni yaptıklarım için affet lütfen."

Babam boştaki eliyle gözünden akan yaşı hızla silip buruk bir şekilde gülümsedi ve biraz önce gözyaşını sildiği elini uzatıp yanağımı okşadı yavaşça.

"Canım kızım benim, bal kızım."

Bunu duymayı bu kadar özlediğimin farkında değildim. Gözyaşlarım artarken benden daha beter bir halde olan anneme döndüm ve benim için araladığı kollarının arasına girip ona sıkıca sarıldım. Annem saçlarımı öperek benden sessizce defalarca kez özürler dilerken ona daha çok sarıldım.

Evet, karşılıklı olarak birçok hata yapmıştık. Birbirimizi üzmüş, kırmış ve belki de parçalara ayırmıştık ancak hatamızdan dönmek için bir şans elde etmişken bunu tepmek istemiyordum. Birilerine küs kalmak insanı vicdanen bitiriyordu çünkü. Aramıza ne geçmiş olursa olsun şu an onlara çok ihtiyacım olduğunu da saklamam mümkün değildi.

Bu yüzden affettim. Onları affettim. Onlar için akan gözyaşlarımı, can kırıklarımı bir rafa kaldırdım.

Ve bunu en çok da karnımdaki o masum için yaptım. Çünkü dedesinin ve anneannesinin Peri'ye, Peri'nin de onlara ihtiyaç duyacağını biliyordum.

**Altı Ay Sonra**

Karşımdaki aynaya bakarak ritmi kaçırmadan dans etmeye çalışırken aynı hareketleri kaçıncı kez yaptığımı sayamamıştım. Doğumdan sonra olabilecek en hızlı şekilde dansa dönmeye çalışmıştım ancak hem aldığım kilolar hem de vermek zorunda kaldığım o uzun ara vücudumun periyodunu bir hayli bozmuştu. Çocukluğumdan beri dans ediyor olmama rağmen bu haldeysem ötesini düşünmek bile istemiyordum doğrusu.

Bacaklarımı ritmik bir şekilde hızla açıp kapadıktan ve kendi etrafımda hızla döndükten sonra kollarımı havaya kaldırıp kalçamı oynattım. Evet, eski benin yerinde yeller esiyordu ancak iki ay önceki halim gibi de değildim en azından. Bu da biraz olsun umutlanmamı sağlıyordu. Üstelik Peri'den dolayı sesli açamadığım müziği kulaklıktan dinleyerek dans etmeye de alışmış sayılırdım.

Aynı kalça hareketini bir kez daha tekrarlayarak farklı figürler sergiledim. Doğum kilolarımın bir kısmını vermiş olsam da eski formumu bulmam biraz zaman alacak gibiydi. Başlarda bu konu oldukça canımı sıkıyor ve istemsizce psikolojimi bozuyordu lakin giderek alışmış sayılırdım. Bunda Koray'ın ve Perihan annenin etkisi de yadsınamazdı tabii. Bana öyle güzel destek oluyorlardı ve Koray, bana öyle bir tutkuyla yaklaşıyordu ki bazen cidden halimi unutup kendimi Victoria Secret meleği falan sanmaya başladığım oluyordu.

Bir de Peri vardı tabii... Canım kızım zar zor açtığı gözleriyle yüzüme baktığında içim öyle bir hoş oluyordu ve kalbim öylesine ısınıyordu ki onun için yüz kilo da alsam değeceğini hissediyordum. Anne olmak hakikaten çok başka bir şeydi.

Omuzlarımı gererek dikleştiğim sırada bakışlarımı karşımdaki ayna sayesinde kendimden ayırmadan kulaklığımı boynuma indirdim ve "Ee, hiçbir şey söylemeden öylece beni izlemeye devam mı edeceksin?" diye mırıldanıp bakışlarımı kapı kenarına omzunu yaslayarak dakikalardır beni izleyen kocama çevirdim. "Güzel dans ediyor muyum bari?"

Koray, yüzündeki çarpık gülümsemesiyle omuzunu kapı girişinden ayırdı ve boynundaki kravatını çekiştirerek ağır adımlarla bana doğru ilerlemeye başladı. Beni nasıl etkileyeceğini çok iyi biliyordu ki lohusalıktan yeni çıkmış halim de bu konuda bana hiç yardımcı olmuyordu doğrusu.

"Sen beni hep fark edecek misin böyle ya?"

Aramızdaki mesafeyi kapatıp bel çukuruma yerleştirdiği eliyle beni kendine çektiğinde küçük bir tebessümle "O gün seni fark etmemiş olsaydım şu an tanışmıyor olacaktık," diye mırıldandım. "O yüzden bu konuda sitem etmemelisin bence."

Uzanıp boynuma uzun bir öpücük kondurduktan sonra burnunu saç diplerime sürterek kokumu içine çekti.

"Doğru diyorsun... O halde sen beni hep fark et, hep."

Geri çekilerek kahvelerine diktim bakışlarımı. "Aksi mümkün değil zaten."

Burnundan sert bir soluk alırken "Şu an seni kucaklayıp odamıza götürmek istiyorum," diye homurdandı. "Ama kulaklıkla dans ettiğine göre Peri şu an bizim yatağımızda uyuyor olmalı ve ben içerideki koltuklarda hiç rahat edemiyorum. Böyle şeyler yaşayacağımı bilseydim mobilyacıdaki en geniş koltukları satın alırdım, hatta kızacağını bilmesem gidip şu an alırım da işte..."

Küçük bir kahkahayla başımı salladım. "Peri iyi ki bu kadar edepsiz bir babası olduğunu bilmiyor."

Gözlerine şefkat pırıltıları eklenirken "Babası yesin onu," diyerek iç çekti. Dikkati anında dağılmıştı. Zaten konu bizken dikkatini dağıtmayı başarabilen tek şey Peri'ydi. "Kızamıyorum da. Burnumda tütüyor zaten."

Yanağına yerleştirdiğim avucum sayesinde sakallarını okşarken "Hadi git de gör kızını," dedim. "Ben de gidip masayı hazırlayayım, acıkmışsındır."

"Olur," diyerek dudaklarıma uzun bir öpücük bıraktı ve arkasını dönüp odadan çıktı.

Kulaklıktan kurtulduktan sonra üzerimi değiştirmeye gerek duyacak kadar terlemediğimden direkt mutfağa geçtim ve ocaktaki yemekler ısınabilsinler diye altlarını yaktım.

Peri doğduktan sonra düzenim bir hayli bozulmuş olsa da günlerim farklı bir monotonlukta ilerliyordu. Peri'yi uyuttuktan sonra (ki bebeğim henüz çok küçük olduğu için sürekli uyuyordu) akşam için yemek yapıyor; ondan arta kalan zamanda da bazen dans ediyor bazen de ders çalışıyordum. Perihan annem iki üç günde bir bizi yemeğe davet ettiği için o günlerde yemek de yapmıyor ve diğer aktivitelerimin üzerine düşüyordum. Ki yemeğe gerek kalmadan Perihan anne her gün mutlaka Peri'yi görmek için bize gelir, saatlerce torununun başında beklerdi. Kemal babayla ikisinin torunlarına olan bağlılıkları farklı bir düzeydeydi gerçekten.

Gerçi kendi annemle babam da torunlarına epey düşkünlerdi. Tabii farklı şehirlerde yaşıyor olmamız onları Perihan annelerden şanssız kılıyordu, torunlarını ancak görüntülü konuşmalarla görebiliyorlardı ancak doğruyu söylemek gerekirse bu durumdan şimdilik memnundum. Çünkü her ne kadar karşılıklı olarak birbirimizi affetmeye karar vermiş olsak da aramızdaki ilişkinin eskiye dönmesi biraz zaman alacağa benziyordu.

Dolaptan çıkardığım tabakları masanın üzerine dizdikten sonra sebzelerini kesip geniş bir leğene koyduğum salatanın yağını, tuzunu ve limonunu ekleyip salatayı bir güzel karıştırdım. Ardından da salata tabağına koyup tabağı masaya yerleştirdim. Perihan annenin kendi elleriyle sıktığı taze limonatayı da bardaklara doldurduktan sonra ısınan yemeklerin altını kıstım ve Koray'ı çağırmak üzere yatak odasına doğru ilerledim.

Aralık kapıyı açarak içeri girdiğimde Koray'ın üzerini değiştirmeden yatağa, Peri'nin yanına yatmış olduğunu görerek geniş bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. Ağır ve sessiz adımlarla yatağa yaklaştım ve Koray'ın arka kısmındaki boşluğa oturup göğsümü sırtına yaslayarak öne doğru uzandım.

"Dünyadaki en iyi ve etkili terapi bu olabilir," diye fısıldadı yavaşça. "Nefes seslerini duymak, usulca kalkıp inen göğsünü izlemek... İçime öyle bir ferahlık yayıyor ki Asel, keşke hiç işim gücüm olmasa da günlerce gözümü bile kırpmadan izlesem onu."

Sesi içimi sıcacık ederken yüzümü koluna sürttüm ve "Kendi kızımı kıskanmamı mı istiyorsun acaba sen?" diye sordum alayla. Konuyu çevirmezsem duygusallıktan ağlayabilirdim ki bu da tecrübeyle sabitleneli çok olmuştu.

Sorum onu güldürürken "İnsan kopyasını nasıl kıskanır ki?" diye sordu.

Haklıydı. Peri; birkaç tel de olsa siyah saçları, beyaz teni ve o kristal mavisi gözleriyle benim aynımdı. Yine de bu, onu kıskanmamam için yeterli bir neden değildi tabii.

"Onun benden daha çok sevildiğini hissedersem azıcık, çok azıcık kıskanabilirim."

Koray, çok hafifçe Peri'nin elini okşadıktan sonra bana döndü ve kolunu kaldırıp beni göğsüne aldı. Dudaklarını alnıma bastırdığı sırada kulağım kalbinin, bakışlarımsa Peri'nin üzerindeydi. Evet, değer verdiğim birçok şey vardı belki ancak hayattaki varlığımı sorduklarında göstereceğim iki kişi vardı; biri kızım, biri de kocamdı.

"Kıskanmana hiç gerek yok, bebeğim. Çünkü ben seni her geçen gün biraz daha fazla seviyorum. Bu nasıl mümkün olabiliyor, inan bilmiyorum ama seviyorum."

Huzurlu bir iç çekişle başımı kaldırdım ve Koray'ın çenesine dudaklarımı bastırdıktan sonra "Yemekleri tekrar ısıtmak zorunda kalmak istemiyorum," diyerek gülümsedim. "Ayrıca kızımız uyanmadan karnımızı doyurduk doyurduk, aksi takdirde yemek yemeye fırsat bulamayız ve geçen üç ayda çok iyi öğrenmiş olmalısın ki aç karınla bebek bakılmıyor."

Kollarından sıyrılarak ayağa kalkacaktım ki bana engel olup ellerini kazağımın içine soktu ve parmaklarını bel boşluğuma bastırdı. "Ya benim iki bebeğim varsa ve ben karnımı bu bebeklerden birini yiyerek doyurmak istiyorsam?"

Dudaklarımı birbirine bastırarak Peri'ye kısa bir bakış attım ve huzurlu bir şekilde soluk alıp vermeye devam ettiğini görünce tekrar Koray'a dönerek cilveli bir şekilde boynuna sokuldum.

"O yemekleri tekrar ısıtmak zorunda kalırsam yiyecek bir bebeğin kalmaz yalnız benim yakışıklı kocacığım."

Bir iki saniye boyunca gözlerimin içine baktıktan sonra sesli bir şekilde iç çekip uzandı ve burnunu benimkine sürttü. "Kocan ölsün sana."

Kaşlarım anında çatılırken işaret parmağımı dudaklarının üzerine bastırdım. "Böyle şeyler söyleme. Kocam benimle yemek yesin, yeter bana."

Uzanıp alnımdan öptükten sonra "Yiyelim o zaman," diyerek beni sarıp sarmaladı ve kucağındaki benle birlikte ayaklandı. "Tatlıyı da geceye bırakırız."

Onun bu edepsiz hallerine alışıktım, bu yüzden genişçe sırıtmakla yetindim ve beni mutfağa götürerek sandalyelerden birine yerleştirmesini büyük bir mutlulukla kabullendim. Karşı sandalyeye geçmeden evvel üzerindeki ceketi çıkarıp sandalyenin arkasına astı ve ricam üzerine ocaktaki tencereleri masaya yerleştirdi. Sandalyesine geçtiği sırada çorbalarımızı servis ettim ve usulca yemeğe başladık.

Koray'ın gün boyu yaptığı şeylerden bahsettiğimiz yemeğin ardından ortalığı tüm itirazlarıma rağmen beraber topladık. Ardından Koray üzerini değiştirmek için odamıza geçerken ben de oturma odasına gidip televizyonun karşısına oturdum ve izleyecek bir şeyler bulabilmek adına televizyonu açtım.

Dakikalar sonra odaya giren Koray yalnız değildi, kucağında yarı aralık gözleriyle etrafa bakmaya çalışan biriciğimiz vardı. Onu görmek bile içimi tarifi imkânsız bir mutlulukla dolduruyordu. "Aa, benim kızım mı uyanmış?" diyerek kollarımı büyük bir hevesle iki yana açtım. "Ben nasıl duymadım senin ağladığını anneciğim?"

"Benim prensesim ağlamadı ki sesini duyasın annesi," diyerek Peri'yi benim kollarıma bırakıp hemen yanıma oturdu, Koray. "Uyanınca bir baktı babası hemen karşısında duruyor, ağlamasına gerek olmadığını anladı."

Koray'ın sözlerine gülerken bakışlarımı Peri'den ayırmadan "Öyle mi anneciğim?" diye sordum. Kucağında yattığı kadının, yani benim, hareketleri dikkatini çekmiş olmalıydı ki gözlerini benden ayırmıyordu. "Babayı gördün diye mi ağlamadın sen?"

Koray, çenesini omzuma yaslayarak Peri'ye doğru eğildi. "Evet, desene kızım. Kafa sallasana."

Başımla Koray'ın başına vururken gülüyordum. "Niye yapamayacağı şeyler istiyorsun yavrucağımdan?"

Peri'nin yumruk olan elini parmaklarının arasına aldı. "Benim kızım isterse her şeyi yapar, değil mi babacığım?" Kızımızın küçücük elini yavaşça salladı. "Bak, evet diyor. Gördün mü annesi?"

Neşeyle kıkırdadım. "Bana biraz kendin çalıp kendin oynuyormuşsun gibi geldi ama neyse."

Sakallı yanağını yanağıma sürterek beni huylandırırken "Dalga geçme kocanla," diyerek kızdı bana. Kızmaya çalıştı ya da. "Ben dedi diyorsam, demiştir."

Yanağımı ondan uzaklaştırmaya çalışırken "Tamam, tamam," dedim neşeyle. "Demedim bir şey."

Biz, Koray'la iki küçük çocuk gibi birbirimizle uğraşıp dururken kızımız dikkati kendisinde toplamak istemiş olacaktı ki önce çığlığa benzeyen ince bir ses çıkardı, hemen ardından da ağlamaya başladı.

"Al işte, gördün mü? Kırdın kızımızı; küstü, ağlıyor bak."

Omuz atarak onu kendimden uzaklaştırmaya çalışırken "Saçmalama," diye söylendim. "Acıktığı için ağlıyor o."

Peri ciyak ciyak ağlamaya devam ederken kazağımı kaldırdım ve Peri'yi göğsüme yaklaştırıp emmeye başlamasını sağladım. Göğsümün ucunu ağzına aldığı an ağlaması kesildiğinde "Aynı babası gibi," diyerek kazağın üzerinden omzumu öptü Koray. "Ağzının tadını biliyor."

"Pis pis konuşma kızımın yanında," diye söylenerek Peri'yi büktüğüm dizimin üzerine yasladım.

Koray, koltuğa iyice yayılıp beni de belimden tutarak göğsüne çekerken "Sadece gerçekleri söylüyorum," diyerek güldü ve iştahla karnını doyuran kızına yandan bir bakış attı. "Az önce yemek yiyen ben değildim sanki, insanı iştaha getiriyor bu kız."

Başımı boyun boşluğuna yaslayıp göğsüne sokulurken "Hımhım," diye mırıldandım alayla. "Senin iştahının nerelere açıldığını biliyorum ben, kızıma suç atma boşuna."

Kollarını iki yanımdan geçirip birini belime, diğerini de Peri'nin küçük bacağının üzerine yerleştirdi ve "Kızım değil, kızımız diyeceksin," diyerek yapmacık bir kızgınlıkla söylendi. "Onu yapmak için az mı uğraştık?"

Kendimi tutamayıp küçük bir kahkaha patlattım. "Bence o konulara hiç girme kocacığım."

Koray da benimle birlikte güldüğünde bir süre öylece kızımızı izledik. Son aylardaki en favori etkinliğimiz buydu doğrusu.

Peri, karnı doyunca göğsümün ucunu bıraktı ve emmeye başladığı an kapattığı gözlerinden de anlaşılabileceği üzere kendini uyku moduna aldı. Kazağımı düzelterek Peri'yi rahat edeceği bir şekilde tutmaya devam ederken "Asel?" diye mırıldandı, Koray. Bakışlarımı, kızımızın büzüşmüş küçük dudaklarından ayırmadan "Hım?" diye cevap verdim.

"İleride, yani Peri büyüdüğünde... Bu sefer planlı bir şekilde, yani isteyerek... Bir çocuk daha yapar mıyız?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve beklemediğim bu soru karşısında şaşkın bakışlarımı Koray'a çevirdim. "Bilmem, yapalım mı?"

Samimi ve istekli bir şekilde "Yapalım," dedi. "Sen de benim gibi tek çocuksun, bana katılır mısın bilmiyorum ama insan ona bağlı kılınan bir arkadaşa ihtiyaç duyuyor bence. En azından ben duyduğumu hissettim. Yani belki bir kardeşim olsaydı, yaşadığım şeylerden sonra beni ayakta tutabilecek biri olurdu. Ha, belki kader yardımıma koşup karşıma bizimkileri çıkarmış olabilir ama çıkmaya da bilirlerdi ve ben o zaman ne yapardım, inan bilmiyorum."

"Muhtemelen bana olan aşkını kabullenmen birkaç yıl kadar daha uzardı," diyerek takıldım ona, güldü.

"Hem bak, bebek sevmek nasıl iyi geliyor insana. Bence Peri büyüdüğünde stresimizi atabilmemiz için bir bebeğe daha ihtiyaç duyarız."

"Doğmamış bebeğimize stres topu muamelesi yapman beni bir tık üzdü yalnız," diyerek dudaklarımı büktüm, gülerek uzandı ve dudaklarıma küçük bir buse kondurdu.

"Lafı çarpıtma, ne demek istediğimi bal gibi anladın."

Sesli bir şekilde iç çektikten sonra usul usul salladım başımı. "Şu üniversiteyi kazanıp hayalini kurduğum bölümü bitirerek kendime ait bir dans kursu açtığımda bunu tekrar düşünelim olur mu? Zira doğum kilolarını vermek sandığımdan daha zormuş."

Kollarını karnıma sararak yüzünü boynuma gömmeden hemen önce "Bunu evet olarak kabul ediyorum," dedi. Gülümsedim ve başımı ona doğru eğerek yanağımı saçlarına yasladım.

"Et, kocacığım. Et."

**Birkaç Yıl Sonra**

"Anne, son dans videonuzun izlenme sayısını gördün mü? 1 milyon olmak üzere, inanamıyorum!"

Peri, elindeki telefonun ekranını bana döndürdüğünde kocaman sırıttım. Herkes bayılmıştı anne-oğul dansımıza. Ee, bayılınmayacak gibi de değildi ki!

Tam sekiz sene önce çocukluk hayalimi gerçekleştirmiş ve o dans kursunu Ankara'nın en işlek caddelerinden birinde açmayı başarmıştım. Tabii bunun için evvela okulumu bitirmiş, diplomamı almış, ardından da senenler evvel Koray'la birlikte kazandığımız yarışmadan elde ettiğimiz gelirin üzerine biraz daha ekleyerek şu an dans kursumuzun bulunduğu binayı satın almıştık.

Binayı aldıktan sonra yaptığımız ilk iş, kursun girişine balmumu heykeli koydurmak olmuştu tabii. Lakin Koray'ın tüm alaylı tavırlarına rağmen yakışıklı kocamın balmumunu koymamıştım, zaten ne gerek vardı ki böyle atraksiyonlara? Nihayetinde kurs bana aitti ve ben de tam bu yüzden (!) onu kurtlara yedirmeye razı olmamış, kursun tam girişine kocamla birbirimize sarılmış vaziyetteki balmumu heykelimizi koydurtmuştum. Üstelik ellerimizde tuttuğumuz büyük bir pankart vardı ve üzerinde 'Asel Dans Kursu'na hoş geldiniz' yazıyordu.

Kursa her yeni giren kişi bu heykeli bir miktar sorguluyordu ki sorgulamakta da çok haklılardı ancak verilmiş bir söz, yapılmış bir anlaşma vardı ve ne yazık ki bizde söz ağızdan bir kere çıkardı...

Başlarda tek başıma yalnızca birkaç kişiye ders verirken şimdi benim önderliğimde altı tane dans hocası çalışıyordu burada. Hocalarımızın çokluğu kursa katılımın neticesiyle oluşmuştu. Zira kursa ilkokul çocukları da geliyordu, kırk elli yaşlarında insanlar da. Tabii talep fazla olunca reklam da fazla olmalıydı ve yeni nesilde reklamlar sosyal medya aracılığıyla yapılıyordu.

Reklam denince de akla ilk gelen isim şüphesiz ki babasının pabucunu dama attıran oğlum, Özay'dı. Altı yaşındaki fındık farem dans kursunda büyümesinin avantajıyla bu yaşında öylesine güzel dans ediyordu ki gören herkese parmak ısıttırıyordu. Benimkilerin bir tık açığı mavi gözlere ve kumral bir tene sahipti. Burnunun üzerine serpiştirilmiş az miktardaki çilleriyle o kadar tatlıydı ki onu kursumuzun reklam yüzü yapmamak için hiçbir neden bulamamıştım.

Özay'la birlikte çektiğimiz ilk dans videomuz kursun sosyal medya hesabında patlayınca kurstaki diğer hocaların da desteğiyle Özay'lı videolara devam etmiştik. Ne var ki diğer hocalarla çektiği videolar, beraber çektiğimiz videolar kadar izlenmiyordu. İnsanlar anne-oğul dansı izlemeyi daha çok seviyordu ve biz de onların bu beklentisine misliyle karşılık vermeye başlamıştık. En son çektiğimiz video, on üç yaşının sonlarında olan kızımın da dediği üzere bir milyon izlenmeye ulaşmak üzereydi ki bu şimdiye kadar ulaştığımız en yüksek izlenme sayısı olacaktı.

"Anneeeeeeee! Yüsra'nın dersine katılabilir miyim? Lütfen, lütfen, lütfen, lütfeeeeeeen!"

Odamın kapısını şak diye açıp içeri dalan oğlumun sözleriydi bunlar. Avuç içlerini birbirine yapıştırmış, parmaklarını da kenetlemişti. Bu onun klasik yalvarma hareketiydi. Ha, bir de attığı yavru köpek bakışları vardı tabii. Titreyen dudaklarından bahsetmiyordum bile.

"Yüsra değil, Yüsra abla diyeceksin Özay!" diyerek ablalığının iplerini ele aldı Peri. "Senden kaç yaş büyük bir kadın o. Ben bile abla diyorum."

Özay, bakışlarını ablasının benimkilerin aynısı olan mavilerine çevirip "Senin ablan olabilir ama benim değil," diyerek dil çıkardı. "Yüsra benim aşkım, büyüyünce onunla evleneceğim ve bunu o da biliyor."

"Yüsra ablanın nişanlısının haberi var mı bundan acaba cicim?" diyerek kollarını göğsünde kavuşturdu Peri. Bu lafları Özay'ın canını sıkmıştı, zira odaya girerken yalandan titreyen dudakları şimdi sahici bir üzüntüyle titriyordu. Ama ben zavallı oğluşuma kıyamazdım ki.

"O geçici bir heves bir kere. Yüsra ben büyüyene kadar o adamla görüşecek ama benimle evlenecek."

Peri, kardeşinin her zamanki laflarını dinledikten sonra gözlerini devirerek bana baktı ve bu iflah olmayacak anne, dercesine başını iki yana sallayıp telefonuna döndü. Oğlumun boş hayaller peşinde olduğunu bilsem de onun kalbini kırmayı asla göze alamadığımdan yerimden kalktım ve Özay'ın karşısında duraksayıp hafifçe eğilerek yumuşacık saçlarından öptüm.

"Hadi sen git, Yüsra'nın dersine gir anneciğim."

Özay, ona verdiğim izinle ablasının söylediklerini ışık hızıyla unuttu ve coşkuyla "Yaşasın!" diye bağırdıktan sonra teşekkür niyetiyle karnıma sarılıp -boyu bu kadarına yetiyordu yavrumun- koşarak odadan çıktı.

Peri, bakışlarını telefonundan ayırmadan "Yüsra ablanın evlendiği gün depresyona girecek bu çocuk, demedi deme anne," diyerek dertli dertli iç çekti. Tavrını gören de on üç yaşındaki bir kız çocuğunun değil de kırk yaşlarında görmüş geçirmiş bir kadının konuştuğunu sanırdı vallahi.

"Allahallah," diyerek güldüm. "Bu ender bilgilerinizi neye borçluyuz acaba Peri Hanım?"

"Okuduğum kitaplara ve izlediğim dizilere," diyerek sırıttı.

"Azıcık da derslerin konusunda böyle bilgilensen keşke," diyerek başımı iki yana salladım. Her şeyi iyiydi hoştu da, bir türlü okulu sevdirememiştik bu kıza.

"Anneciğim, ben senin kızınım ve dansçı olmak istiyorum. Ders çalışmayı da hiç sevmiyorum, ne yapabilirim?"

Sessizce iç çektim. Anne olunca bazı şeyleri daha farklı bir açıdan görme şansını elde etmiştim ve şu yaşımda gençken yaptığım hataları çok daha net bir şekilde görebiliyordum. Bir anne içgüdüsüyle kızımı yanlışlarından döndürmeye çalışıyordum ancak Peri, her ergenliğe giriş yapmak üzere olan çocuk gibi ebeveynlerinin onu darladığını düşünüyordu.

Oysa ben ona dansçı olma demiyordum. Elbette olsundu, fiziği ve yetenekleri buna çok uygundu. Ayrıca yedi yaşından beri kursta düzenli ders aldığını da düşünürsek yerimi bırakacağım o kişi olma şansı çok çok yüksekti. Lakin benim geç de olsa başardığım gibi üniversite diploması almasını istiyordum. Bunun için de öncelikle iyi bir lise kazanmaya ihtiyacı vardı ki bunu da ders çalışmadan başaramazdı.

Aklımdan geçen düşüncelere rağmen uyarı kasmaya başlamadım, çünkü bu zamana kadar anladığım bir şey vardıysa o da Koray'ın laflarının Peri'nin üzerine daha etkili olduğuydu. Çoğu kız çocuğu gibi babasına âşık olduğu için Koray'ı daha bir canla başla dinliyordu. Tabii bu durum başlarda oldukça canımı sıkıyor ve kocamı kıskanmama neden oluyordu. Neyse ki yüce Rabbim yüzümü güldürmüş ve Özay'ı bana bağışlamıştı. Peri ne kadar babacıysa Özay da bir o kadar anneciydi ki bu durum bana ilaç gibi gelmişti.

"Koray nerede kaldı ya?" diyerek bileğimdeki saate çevirdim bakışlarımı. Çok sevgili kocam iş çıkışı buraya gelip bizi yemeğe çıkaracaktı. Ardından da çocuklarla birlikte lunaparka gidecektik.

"Biri beni mi andı acaba?"

Odanın içinde yankılanan ses, bakışlarımı odanın kapısına çevirmeme neden olurken Peri "Baba!" diyerek ayağa fırladı ve koşup babasının boynuna atladı. Evet, büyümüş olması hiçbir şeyi değiştirmemişti. O hala babasına âşık bir kız çocuğuydu ve ben, Peri sayesinde annemi çok iyi anlamıştım...

Koray, Peri'nin siyah saçlarına birkaç öpücük kondurup ona sıkıca sarılırken babamı özlediğimi fark ederek iç çektim. Geçen zaman ve değişen duygular, eski kırgınlığımın büyük ölçüde silinmesini sağlamıştı. Evet, belki hatıralar aklıma geldikçe içimde bir yerin acıdığını hissediyordum hala ancak eskisi gibi değildim hiç. Çünkü artık kimse eskisi gibi değildi.

Annemle babam torunlarına çok düşkün olduklarından sık sık Ankara'ya gelip duruyorlardı. Bizim evin yakınlarında bir daire satın aldıkları için de bunu çok daha kolay yapıyorlardı. Gerçi babam hala daha İstanbul'daki şirketin başına geçireceği biri olmadığı için ara ara söylenip duruyordu ancak yapacak bir şey yoktu. En kötü orayı da Koray'a devredip emekliye ayrılırdı artık.

Koray, kolunun altındaki Peri'yle birlikte yanıma doğru gelip boştaki eliyle beni kendine çekti ve boynuma uzun bir öpücük kondurdu. "Nasılmış bakalım benim güzel karım?"

Kolumu kocamın omzuna sararken "Her zamanki gibi çocuklarıyla ve işiyle uğraşmaktan hafif yorgun ama mutlu," diye cevap verdim. "Sen nasılsın?"

"Bugün harika bir arsa aldığım için mutluydum, sizi gördüm daha mutlu oldum."

Gözlerim ilgiyle açılırken "Aa, hani yarındı bu arsa toplantısı?" diye sordum.

"Öyleydi ama birkaç pürüz çıkmış herhalde, arsayı satan kişi toplantıyı bugüne almak istedi ve kocan bu işin içinden de alnının akıyla ayrıldı."

Başını gururla dikleştirdiğinde gülerek yanağını sıktım. "Aferin benim kocama."

Tepkim Peri'yi güldürürken Koray da kocaman sırıtıp "Karımdan aferini de kaptım, bugün oldukça verimli bir gün oluyor doğrusu," dedi. Deliydi bu adam.

"Ee, hadi o zaman bu verimli günü kutlamaya gidelim."

"Evet, evet, kutlamaya gidelim!"

"Hay hay hanımlar, Koray Demir emrinize amade ama sanki benim bir oğlum vardı? Böyle benim mavi gözlü halimin altıncı yaş versiyonu olması lazım... Yok mu buralarda?"

Özay'ı tarif edişi beni neşeyle güldürürken Peri öne atılıp "Yüsra ablanın dersine katılmaya gitti," diyerek dertli dertli iç çekti. "Bu çocuk Yüsra ablayla kafayı bozmuş baba, çekeceğimiz var."

Koray, sırıtarak Peri'nin yanağını sıkıştırdı. Kızının dertli hali onu eğlendirmişe benziyordu. "Demek çekeceğimiz var, ha?"

"Maalesef," diyerek dudaklarını büzdü. "Ama neyse şu an bunları düşünmeyelim. Balıkçıya gideceğiz, değil mi? Karnım çok acıktı."

Mehmet amcanın balık ekmeklerini asla tutamazdı ancak Ankara'da da harika bir balıkçı bulmayı başarmıştık ve ailece favori yemek yerimiz haline gelmişti. Tabii Ankara, Samsun gibi denizi olan bir şehir değildi; bu yüzden oradaki gibi her dakika taze balık yeme fırsatı bulamıyorduk ama neyse ki gittiğimiz balıkçıda pek fazla böyle sıkıntılar yaşamıyorduk.

"Özay gelsin de gidelim," dedi, Koray.

"Yüsra'nın dersi uzun, Özay da ders bitene kadar gelmez şimdi. Çağırmak lazım."

"Ben çağırıp geleyim mi hemen anne?"

"Olur, kızım. Çağır da gel kardeşini hadi," diyerek başımı salladım.

Peri, başını sallayarak koşar adımlarla odadan çıktığında Koray boşta kalan elini de belime dolayarak beni kendine yapıştırdı ve "Çok özledim seni," diyerek dudaklarıma sokuldu. Omzundaki elimi boynuna kaldırıp saçlarının arasına daldırdım ve ona büyük bir istekle karşılık verdim. Ne aradan geçen yıllar ne de on üçüncü yılını bulan evliliğimiz bozabilmişti aramızdaki ilişkiyi. Hatta tam tersine her güne onun yanında gözlerimi açıyor olmak beni daha çok bağlıyordu ona.

Sıklaşan nefesiyle dudaklarımdan ayrılıp çeneme ve yanaklarıma peş peşe öpücükler bırakıp hafifçe geri çekildi. "Her sabah seni öperek işe gidiyor olsam da akşamları yanına geldiğimde sanki uzun zamandır tenine dokunmamışım gibi büyük bir yoksunluk çekmemin sebebi ne olabilir?"

Usulca tebessüm ederek bakışlarının gamzelerime odaklanmasına sebep olurken "Aşkımız," diye cevap verdim.

"Aşkımız," diye tekrar etti beni. "Çok büyük."

"Çok, çok büyük," diyerek başımı salladım.

"İşte geldik!"

Peri'yle Özay peş peşe içeri girdiklerinde dikkatimiz onlara döndü. Özay hafif asık bir suratla yanımıza gelerek başını babasının karnına yasladı ve mavilerini Koray'la benim aramda gezdirdi.

"Balıkçıya gidecek olmasaydık hayatta gelmezdim aslında da işte..."

Koray, içten bir kahkaha atıp başını salladı ve bana yandık dercesine kısa bir bakış atıp oğlunu kucağına aldı. Benim için Özay'ı kucağıma almak artık o kadar kolay değildi ancak beni bile kolayca kucaklayan Koray için Özay kibrit çöpü kadar bir şey olmalıydı.

"Bahse varım lunaparktaki çarpışan arabalara binince 'iyi ki gelmişim' diyeceksin."

Özay, ince kollarını babasının boynuna dolarken "Çarpışan arabalara mı bineceğiz?" diye sordu heyecanla. Şimdiden unutmuştu her şeyi. Çocuk olmak da güzel şeydi doğrusu.

"Tabii," diyerek başını salladı Koray. Aynı zamanda da bana kısa bir baş hareketi yapıp odanın çıkışına doğru ilerlemeye başlamıştı. "Hız trenine de bineriz."

"Yaşasın!"

Özay, babasının yanağından öperek başını boyun girintisine soktuğunda Peri bana döndü. Önceden olsa Özay'ı delicesine kıskanır ve babasını ondan aldığı için delicesine ağlardı ki o günleri atlatabildiğimiz için hala daha şükrediyordum. Neyse ki büyümüştü de babasının ikisini de eşit derecede ve çok sevdiğini lakin Özay küçük olduğu için ona biraz daha farklı yaklaşabildiğini anlıyordu.

"Çantanı al da gidelim anne," diyerek sırt çantasını omzuna taktı, Peri. "Ben Özay'a hiç güvenmiyorum, her an Yüsra ablayı hatırlayıp geri dönmek isteyebilir."

Gülerek başımı salladım ve masanın üzerindeki telefonu çantama attıktan sonra çantamı alarak odanın çıkışına yürüyen Peri'nin peşine düştüm.

Güzel bir ailem vardı. Güzel bir yaşantım... Harika bir kocam ve birbirinden tatlı çocuklarım...

Koray, benim mucizemdi ve bana düşen bu mucizeye elimden geldiğince sahip çıkmaktı.

Ben de bunu seve seve yapıyordum.

Hem de çok seve seve.

Canım Koray, canım Asel...

Canım Perihan...

Bu bölümle Koray ve Asel'e olan vedamızı etmiş bulunuyoruz. Gerçi çok da veda gibi düşünmeyin çünkü mesaj panomda söylediğim gibi hikâyemiz çok daha farklı bir yere evirilecek. 🤗

Bu arada dikkatinizi çekmiş olabilir, bir karakterin özel bölümünde diğerlerinden özellikle bahsetmiyorum; çünkü herkesin hikâyesini kendi bölümünde öğrenmenizin daha doğru olacağına inanıyorum. Ayrıca lütfen bana neden düğünlerini yazmadın diye sormayın, zaten düğün-nişan-kına sahneleri yazmayı sevmeyen biriyim ki Koray ve Asel'e güzel bir nikah bölümü yazdığımı düşünüyorum, beş ayrı karaktere teker teker düğün sahnesi de yazamam... Yapamam bunu... 😪

Şimdi... Gelelim esas mevzumuza. Bilmeyenler için küçük bir tekrar mahiyetinde açıklama yapmak istiyorum. Kızıl Yıldız'ı yazmaya başladığımdan beri kitabın karakter çeşitliliği sayesinde farklı yerlere sürüklenebileceğinin farkındaydım ancak elimi verdiğim takdirde kolumu kaptıracağımı düşünerek kitabı tek kulvarda bırakmaya en baştan karar vermiştim. Ama finalden sonra, özellikle de özel bölümleri yazmaya başladığımdan beri gelen yorumlar aklımı karıştırıp duruyordu. Şöyle bir düşününce güzel malzeme çıkacağının da farkındaydım hep ama düşünmemeye çalışıyordum :') Zaten yazacak ve yazmak istediğim çok şeyim vardı. Bunu hangi ara hangi derede yazacağım diyerek heves etmemeye çalışıyordum ama gaza gelmeye fazla açık biri olduğum için yorumlarınıza daha fazla kayıtsız kalamadım. 😅

Ve tek sefere mahsus olmak üzere bu hikâyedeki iki kişinin çocuklarını baş göz etmeye karar verdim. 🤭

Bu sefer gerçekten ilk ve son olacak, çünkü bütün çocukların birbirine âşık olmasını mantıklı ve doğrusunu isterseniz çok da doğru bulmuyorum. Bu yüzden beş karakterimden ikisini seçmeye ve onların çocuklarının hikâyesini yazmaya karar verdim. Bu iki karakterim de bildiğiniz üzere Mert ve Koray oldu. 🤩

Bunu size söylediğimde de farklı ikili isimleri duymaya başladım ama kurguyu az çok aklımda oturttuğum için farklı şeyler düşünmeye kapattım kendimi. Seçimimi yaptım, evet çok daha farklı varyasyonlar da olabilirdi ama içimden o ikisini dünür yapmak geldi ne yalan söyleyeyim 🤣

Aklınızda soru işareti kalmasın diye (aslında heyecan yaptırmak için söylemeyecektim ama kitaba Allah bilir ne zaman başlayabileceğim için sizi o kadar bekletmek istemedim) hangi çocuğun hikâyesini yazacağımı söyleyeceğim.

Vee evet, ilk şanslı ismimiz Özay Demir oluyor. Yani Koray'ın biricik oğlu 😍

Gerçi az çok tahmin edebiliyorsunuzdur. Peri'nin yaşı diğerlerinin olası çocuklarından daha büyük olacağı için ona denk birini bulamazdım 😂

Ve buradan da anlayacağınız üzere Mert Atalay'ın bir kızı olacak efendim... Süper kahramanımız bir kız babası olacak... Ne kadar müthiş bir baba olacağını tahmin edebiliyorsunuzdur diye düşünüyorum... Ağlamamak için bu konuda daha fazla konuşamayacağım......🥺

Şimdilik bu kadar spoi vereceğim. Gerisini bir sonraki özel bölümde, yani Mert'in son özel bölümünde öğreneceksiniz. Aslında kitabın ismini de şu an söyleyecektim ama vazgeçtim, Mert'in özel bölümünün sonunda söyleyeceğim. O zaman ismin nereden geldiğini az çok anlarsınız çünkü. ☺️

Ayrıca özel bölümden hemen sonra yeni kitaba küçük bir giriş bölümü ekleyeceğim. Kitap muhtemelen hepinizin kütüphanesinde yüklü olacak, çünkü Kızıl Yıldız 2 olarak yayımlayıp bölümleri bu kitaba geçirdikten sonra yayımdan kaldırdığım kitabı kullanacağım.

Şimdilik söyleyeceklerim bu kadar sanıyorum. Merak ettiğiniz şeyler varsa yorumlarda sorun lütfen, gördükçe cevaplamaya çalışacağım. Mert'in özel bölümünü de Dolunay'a bir bölüm yazdıktan sonra yazmaya başlayacağım inşallah. Ondan sonrası Allah Kerim :')

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Düşünceleriniz, yorumlarınız benim için çok kıymetli anladığınız üzere. Beni bunları okumaktan mahrum bırakmayın lütfen. Yeni bölümümüzde görüşmek üzere, kendinize çok iyi bakın! ❤️

İnstagram: rabiiaosma - rbayanclara

Twitter: rabianinvechi - rbayanclara

Continue Reading

You'll Also Like

30K 1.5K 18
"Af-" İsmini söyleyemeyeceğim bir hala geldim. Göğsümün üstündeki eli göğsüme işkence yaparcasına sıkıyor ve bırakıyordu. Bunu defalarca yaparken dud...
1.9M 31.2K 52
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
1.3M 79.2K 39
UYARI: hikayede 18+ sahneler, kan, vahşet ve birçok rahatsız edici öğe olacaktır. Rahatsız olanlar uyarı bıraktığım yerleri okumasınlar Serinin 1, 2...
205K 3.7K 20
*Bu hikaye her şeyden önce zorbalık yaşayan, aile ve sınav baskısı hissedenler için. Ben ve karakterlerim her zaman yanınızdayız. Mesafe ilişkisidir...