15. Bölüm

1.6K 94 3
                                    

   Yatağımda uzanmış telefonumdan son ses müzik dinlerken birdenbire kapım açıldı. Annemi görünce kulaklıklarımı çıkardım.
   "Sesleniyorum, neden duymuyorsun?" diye sordu.
   "Kulaklık vardı, o yüzden duymadım." Doğruldum. "Bir şey mi oldu?"
   "Benim odada işim var. Kapı çalarsa sen bak."
   "Demir nerede?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
   "Arkadaşlarıyla çıktı az önce."
   Ofladım. "Tüm hizmetçilik görevleri bana kalsın zaten. Derin; ders çalışsın, kitabını okusun, kapıya baksın, çayı demlesin... Ama kendine hiç vakit ayırmasın-"
   Annem yalandan siniriyle, "Gören de evlat ayrımı yapıyoruz zanneder," dedi. "Söylenme hadi, işim var benim."
   O, odamdan çıkınca kulaklığımı telefonumdan ayırdım ve müziği dışarıya verdim.
   Tam okumak için kitabıma uzanmıştım ki kapının çalmasıyla isteksizce ayağa kalktım.
   Ada, teyzem ve eniştem taşınma işleriyle alakalı bir yere gitmişlerdi. Abim, dışarıdaydı. Babam ise markete çıkmıştı. Gelen büyük ihtimalle babamdı.
   Kapıya gidip delikten bakmadan açtım. Karşımda babam yerine bir kurye görünce kaşlarım havalandı.
   "Derin Talay?" diye sordu kurye.
   Şaşkınlığımı atıp, "Benim," dedim.
   Bana uzattığı şeyi görünce sinirle yutkundum. Siyah kutu!
   İçimde yaşadığım hoşnutsuzluğu dışıma yansıtmamayı seçerek kutuyu aldım. Kurye, "İyi günler," deyip gözden kayboldu.
   Kapıyı kapatıp hızla odama gittim. Kutuyu masama koyup titreyen ellerimle içini açtım.
   Yeşil bir çerçevenin içinde benim bu yaz çekilmiş olduğum bir fotoğraf vardı. Korkuyla çerçevenin arkasına baktım ama herhangi bir yazı yoktu. Kutuda da ne not vardı, ne de başka bir şey...
   Yatağın üzerindeki telefonumun titrediğini görünce çerçeveyi bıraktım ve telefonumu aldım.
   Mesaj, bilinmeyen bir numaradan gelmişti.
   Üzerindeki afallamayı bir kenara bırakıp hediyemin güzelliği için bana teşekkür etmelisin.
   Mesajı okur okumaz hızla numarayı aradım ama meşgul çalıyordu. Bir küfür mırıldanarak mesajlara girdim.
   Allah'ın belası psikopatlığını üzerimde denemekten vazgeç!
   Telefonu bırakıp tekrar çerçeveyi aldım. Fotoğrafı bulması zor olmamalıydı, çünkü sosyal medyada paylaştığım bir fotoğrafımdı.
   Telefonumun titrediğini görünce oraya yöneldim.
   Bunlar daha başlangıç...
   Derin bir nefes alarak kendime geldim. Önceden gelen iki siyah kutuyu ve şu an masada bulunan kutuyu alıp çöp kutusuna tıktım. İçerisindeki notları hışımla yırttım ve onları da kutuların arkasından çöpe attım. Çerçeveye baktım bir süre. Şimdilik bunu atmayacaktım.
   Çalışma masamın dolaplarından birisini açtım. Kitapları kenara iterek çerçeveyi oraya koydum ve kapağı kapattım. Herhangi birisinin yakalama ihtimali düşüktü.
   Anıl'ın mesaj attığı numarayı engelleyip nefesimi bıraktım. En azından görüntü olarak ondan kurtulmuştum. Yani... Nispeten...
   Odama giren annemle üzerimdeki afallayan ifadeyi bir kenara atıp anneme baktım.
   Yüzündeki ifadeden bir şey isteyeceğini anlamıştım. Şirince gülümsedi. "Süt."
   Zoraki güldüm. "Evet, anneciğim; süt. Süt, faydalıdır, çok güzeldir. Süt içmeliyiz. Hayırdır?"
   "Süte ihtiyacım var."
   İsteyeceği şeyi anlayınca isyan ettim. "Hayır hayır. Yok süte ihtiyacın... Çocuk mu emzireceksin, ne ihtiyacın var süte? Gerek yok, sütsüz yaşam da oluyor."
   "Markete gidiyorsun ve bir paket süt alıp geliyorsun, kızım." Ciddileşmişti.
   "Yahu babam daha yeni marketten gelmedi mi, neden bir daha gidiyorum ben?"
   "Baban markete gitmemiş."
   Tek kaşımı kaldırdım. "Peki, biz neden babam markete gitmiş gibi davranıyoruz?"
   "Hazırlan, acil ihtiyaç."
   "Sütün ne gibi bir aciliyeti olabilir anne, Allah aşkına?"
   "Kız, sorgulama beni."
   "Demir de abim de dışarıda... Ben ne diye çıkıyorum ya? Gitsin onlar alsın."
   "Onlar geç gelir, benim şimdi ihtiyacım var."
   Tam oflayacakken annem elini kaldırıp beni durdurdu. "Annelere oflanmaz."
   "Dersini bitirip tam keyfine bakacak olan Derinler de markete gönderilmez."
   "Gören de şehir dışına gönderiyorum sanır, market şuradan şurası..."
   "Olay, markete gitmek değil zaten. Giyindikten, şu paspal ev hâlinden çıktıktan sonra şehir dışına da giderim."
   "Giyin, Derin." Gözlerini devirerek uzaklaşırken oflayarak kapıyı kapattım ve giyinmeye başladım.
   Elime geçen ilk kıyafetleri üzerime geçirdikten sonra telefonumu ve kulaklığımı alıp odamdan çıktım. Annemin elime tutuşturduğu parayla botlarımı giydim. Aynı hızla apartmandan çıktım.
  Markete girince hızlıca sütlerin olduğu reyona yöneldim. Arkamdan birisi bana dokununca kulaklıklarımı çıkarıp bana dokunan kişiye baktım.
   Karşımda Zeynep'i görünce şaşkınlığımı bir kenara atıp gülümsedim. "Zeynep?"
   "Nasılsın, Derin?"
   "İyiyim, canım." Etrafıma baktım. "Annenle geldin herhalde markete, değil mi?"
   Başını iki yana salladı.
   "Baban o zaman?"
   Yine aynı tepkiyi alınca kanıma panik dolmaya başlamıştı bile.
   "Ulaş abi?" diye sordum sanki geri kalan hayatım bu soruya bağlıymışçasına. Allah'ım Barış'la gelmemiş olsun, lütfen! Barış beni bu paspal hâlimle görüp daha da soğumasın.
   Barış, Zeynep ve Ulaş üç kardeşlerdi. Ulaş abi, Barış'tan iki yaş daha büyüktü ve üniversite üçüncü sınıftaydı. Ara sıra ailesini ziyarete geliyordu ve ben şu an onun bu ziyaretlerinden birinde olup Zeynep'i markete çıkarmış olması için her şeyimi verebilirdim.
   Zeynep aynı şekilde başını olumsuz anlamda salladı.
   "Barış dışında herhangi biriyle geldiğini söyle, Zeynep..." diye mırıldandım. Dizlerimin üzerinde eğilip boylarımızı eşitledim. "Sana bir sürü çikolata, dondurma alırım ama şu an bu marketin içerisinde Barış abinin olmadığını söyle."
   Cümlem biter bitmez arkamdan kalın bir erkek sesi duydum.
   "Derin?"
   Yüzümdeki telaştan kısa sürede kurtulup zoraki gülümsedim ve ayağa kalktım. Kaderime boyun eğerek Barış'a döndüm. "Selam."
   "Selam." Göz kırptı. "Hayırdır?"
   "Şey..." Beni süzdüğünü görünce hızlıca konuştum. "Ben yürüyüşe çıkmıştım da markete uğrayıp süt alayım dedim. Sonuçta sütsüz hayat olmaz, özellikle de bizim ev sütsüz duramaz. Süt önemli, süt hayattır, süt içmeliyiz."
   Muzip bir ifadeyle tek kaşını kaldırdı. "Kamu spotun bitti mi?"
   Alt dudağımı dişledim. "Sanırım." Nefesimi bırakıp omzumu düşürdüm. "Annem zoraki markete yolladı, üzerimdekilerin tek sebebi bu."
   Muzip ifadesi sırıtışa döndü. "Kurbağa Kermit baskılı pijama takımından iyidir, öyle değil mi?"
   Sıvıyoruz!
   "Ah, tabii..." Zoraki yutkundum. Daha sonra ikisini gösterdim. "Siz ne yapıyorsunuz?"
   "Annemlerin şehir dışında işleri varmış. Küçük cadı da bana kaldı."
   "Aa, ben seni abimlerin yanında sanıyordum. Daha doğrusu onu senin yanında sanıyordum."
   "Öyleydi fakat annem acil arayınca çıktım öyle..." Sinsi bir sırıtışla bizi izleyen Zeynep'in burnunu sıktı. "Hanımefendi keyif yapmak için beni peşinde sürüklüyor, abur cubur almaya geldik."
   "Ulaş abi yok mu?" diye sordum.
   "Ulaş'a ulaşana aşk olsun."
   Söylediğine ve söylerken takındığı ifadeye güldüm.
   "Derin," dedi Zeynep heyecanla. "Sen de bizimle gelsene."
   Bunu duyunca gözlerim büyüdü. "Şey..." Olmaz! Ağzım, gözüm kaymışken olmaz! Üzerimdeki temizlik bezleriyle olmaz! Allah çarpmış gibiyken olmaz!
   Zeynep kelimeyi uzatarak, "Lütfen," dedi.
   Barış'a baktım. Elini ensesine attı. "İnan bana, bize katılman benim için daha iyi olur. Tek başıma bu cadıyla savaşabileceğimi düşünmüyorum."
   "Annem izin verir mi, bilemiyorum."
   Gözlerini devirdi. "Sen izin alırsan bilinmez ama biz izin alırsak izin verir."
   Gülümsedim. "Peki o zaman..." Arkamdaki reyondan bir paket süt aldım. "Ama önce annemi çok değerli sütüne kavuşturmalıyım."
   Zeynep ve Barış gülerken ben de onlara katıldım.
~
   Annemden izin aldıktan, ki Barış'ı ve Zeynep'i görür görmez kabul etmişti, sonra hızlıca üzerime insana benzer kıyafetler giymiştim.
   Barış arabayı evlerinin önünde durdurunca arabanın kapısını açtım. Eve adımlarken yanımda yürüyen Barış'a, "Annenlerin işi kötü bir şey değildir umarım?" diye sordum.
   "Yok yok... Ciddi bir şey değil, işle alakalı bir mevzu."
   Başımı salladım.
   "Bu arada Derin, sağ ol." Zeynep'i gösterdi. "Bakıcılık yapmayla ilgili en ufak bir fikrim yokken melek gibi yetiştin."
   Gamzeli melek! Beynimde yankılanan iki kelimeyi susturup gülümsedim.
   "Ne demek, her zaman. Ben de evde boş boş oturacaktım, iyi oldu böyle."
   Eve girer girmez Zeynep elimi tuttu ve beni salona sürükledi.
   "Abimle önce araba yarışı oyunu oynayacaktık. İlk sen oyna, bizimle yarışa katıl."
   Gözlerim büyüdü. "Yok, ben anlamam araba yarışı falan..."
   Barış salona girip koltuğa yayıldı. "Ciddi bir şey değil, çocuk oyunu bile denebilir. Seni zorlamaz."
   Zeynep beni sürükleyerek Barış'ın tam yanına oturtturdu ve elime oyunu oynayacağım kumandayı verdi. İtirazlarımı yok sayıp oyunu başlattı.
   Bir şekilde oynarken her zamanki gibi dilim dışarıda oynuyordum. Oldukça oyuna konstantre olmuşken Barış'ın kısık sesini hemen yanımda duydum.
   "Dilin şu şekildeyken oynama."
   Ne dediğine anlam veremezken takılmayıp oyuna devam ettim. Oyunu bitirdiğimde çıkan skor tablosunda üçüncü olduğumu gördüm. Keyifle gülümseyip kumandayı Zeynep'e verdim ve Barış'a baktım.
   "Bir şey mi dedin? Dikkatim oyundaydı, duyamadım."
   Derin bir nefes aldı. Boğazını temizleyip, "Bir şeylere odaklıyken dilini çok çıkarmamaya dikkat et," dedi. "Özellikle yabancı bir ortamdayken... Kışkırtıcı görünebiliyorsun."
   Dediğini duyunca afalladım. Bunu bakışlarıma da yansıtmış olacağım ki Barış ayağa kalktı. "Neyse, siz devam edin. Ben bir sigara molası vereyim. Sonra katılırım size."
   Ve beni bu kafa karışıklığıyla bırakıp gitti...
  Zeynep hızla yanıma gelip kumandayı bana uzattı. Onun göstermeleriyle birkaç el daha oynasam da ne yazık ki bir türlü birinci olamamıştım.
   Barış tekrar geldiğinde ekrana bakıp sırıttı. "Rekor kaç?"
   "İkinciyim ve muhtemelen ömrümün sonuna kadar ikinci kalacağım."
   Zeynep kahkaha attı. "Ama Derin, tuşların ne işe yaradığını bilmiyor. Bilse kesin birinci olurdu."
   Barış tek kaşını kaldırarak yanıma geldi. Tam arkama oturup elini elimin üzerine koydu. Kumandayı kendi de kavrarken oldukça yakınımda soluyordu. Nefeslerimiz birbirine karışırken konuştu.
   "Bu tuş, sağ ve sol yapmanı sağlıyor. Basılı tutmalısın."
   O, tuşların yerini anlatıyordu ama kafam kesinlikle onda değildi. Bu kadar yakınımdayken, kalbim göğüs kafesimi kıracakmış gibi atarken, heyecanım şaha kalkmışken nasıl elimdeki kumandanın tuşlarını dinleyebilirdim ki?
   "Derin, duyuyor musun beni?"
   Sesini duyunca kendime geldim. Başımı iki yana sallayarak toparlandım. "Evet... D-Duyuyorum. Buraya basınca daha hızlı gider dedin." Elinin altındaki tuşu gösterip rastgele sallamıştım.
   Barış sıkıntıyla nefesini bıraktı. "Daha hızlı gitmez; geriye gider, dedim."
   "Ah, şey pardon..." Toparlandım. "Evet, anladım."
   Geri çekildi. "Görelim bakalım."
   Derin bir nefes alarak oyunu başlattım. Dilimi çıkarmamaya çalışsam da başaramıyordum.
   Oyun bittiğinde skor tablosuna gülümsedim. "Başardım!"
   Barış'a baktığımda bakışlarının dudaklarımda olduğunu gördüm. Oldukça kilitlenmişti. Boğazımı temizleyip dikkatini çekince güçlü bir şekilde yutkunup bakışlarımızı birleştirdi. "Bravo."
   Zeynep koşarak kucağıma atladı. "Birinci oldun!"
   Barış'ta olan bakışlarımı Zeynep'e çevirdim. "Yaşasın!"
  Barış dizlerine vurarak ayağa kalktı. "Ödül verelim o zaman, Derin'e... Kalk, küçük cadı! Marketten aldıklarımızı getirelim."
   Zeynep'in ofladığını görünce ayağa kalktım. "Sana ben yardım edeyim. Zeynep de bir el oyun oynasın."
   Barış başını sallayıp odadan çıkarken onu takip ettim. Mutfağa girdiğimizde masanın üzerindeki poşetlere yöneldim. Barış'ın verdiği birkaç mutfak eşyasına poşettekileri doldururken sessizdik.
   En sonunda dayanamayıp ona baktım. "İçeride söylediklerinin anlamı neydi? Kime göre, neye göre kışkırtıcı olmamamı söyledin?"
   Nefesini bırakıp elindeki kabı masaya koydu. "Dilini çıkarınca dönem erkekleri pek masum düşünmeyebilirler. Senin iyiliğin için söyledim." Aklına yeni gelmiş gibi, "Gerçi," dedi. "Senin iyiliğini düşünmeme karşı senin alerjin vardı, değil mi? Unutmuşum." İğneleyici sesine kaşlarımı çattım.
   "Neden bana böyle davranıyorsun?"
   "Nasıl davranıyorum?"
   "Böyle..." Onu gösterdim. "Gayet güzel konuşurken birdenbire bir kelime oyunu yapıyorsun, ben anlamlandırmaya çalışırken ortamdan çekilip gidiyorsun. Ben orada kafam karışık duruyorum, sonra sen hiçbir şey olmamış gibi geri geliyorsun." Sesim sitem dolu çıkmıştı. "Bunu neden yapıyorsun?"
   Dudaklarını ıslattı. "Sana öyle gelmiş." Bir şey söyleyecek gibi olmuştu ama geri vazgeçmişti.
   "Neden benden bir şeyler saklıyormuşsun gibi hissediyorum o hâlde?"
   Sertçe yutkundu. Âdemelmasının aşağı yukarı hareketini izlerken, "Sende bir şeyler var," diye mırıldandım. "Henüz çözemediğim bir şeyler var. Ve bu his, beni çok rahatsız ediyor."
   Kısa bir an duraksadı. Daha sonra, "Emin ol..." dedi. "...herkesin senden sakladığı bir şeyler var. Benim, abinin, arkadaşının, en yakınının... Hatta Demir bile senden bir şeyler saklıyor. Benim saklamam sence de normal değil mi?"
   "Senin sakladıkların neden beni huzursuz ediyor?"
   Omzunu kaldırıp indirdi. "İç güdü..."
   Gözlerimi devirdim. "Edebiyat yapmak zorunda değildin. Açık açık bir soru sordum sana."
   "Edebiyat yaptığım yok Derin. Sadece bir şeye odaklıyken dilini çıkarıyorsun. Sen buna kimsenin dikkat etmediğini düşünüyorsun ama öyle değil işte... Senin hakkında başka şeyler düşünebilirler."
   "Ne düşünebilirler? Bana kelime oyunu yapma."
   "Seni öpmek isteyebilirler!"
   Sinirle sarf ettiği sözlerle afalladım. Barış da bunu görünce beni süzüp iki kapla birlikte mutfaktan çıktı.
   Arkasından bakarken istemsizce yumruğumu sıkmıştım.
   Dengesizdi! Şurada iki romantik söz için ona, bin kere top atmıştım ama hiç oralı olmayıp bir şeye odaklıyken yaptığım harekete takılmıştı. Dahası, hemcinslerinin benim hakkımda kötü düşüncelerinden bahsetmişti.
   "Dengesiz," diye mırıldanıp masadaki kapları aldım ve salona yürüdüm.
   İçeri girip abur cuburları yemeye başlayan Zeynep ve Barış'a katıldım. Yeme işlemi bitince Zeynep hızla ayağa kalktı.
   "Futbol oynayalım mı?"
   Gözlerim büyüdü. "Asla olmaz."
   Barış ise eğlendiğini belli edercesine sırıttı. "Korktun mu, gamzeli?"
   "Hayır... Ne korkacağım?"
   Barış ayağa kalktı. "Göreceğiz."
   Ben de meydan okuyan bir ifade ile doğruldum. "Basketbol oyuncağında gayet de hünerliydim bence."
   "Göreceğiz," diye tekrarladı. Burnuma dokunup odadan çıktı. Hep birlikte sitenin sahasına geldiğimizde Barış duraksadı.
   "İkiniz de bana karşı koyamazsınız ama ben tek, siz ikiniz."
   Zeynep'e döndüm. "Sür savaş boyalarını, abini sahaya gömeceğiz!"
   Zeynep dediklerimi anlamazken Barış sırıtarak topu bana yolladı ve bu şekilde maç başlamış oldu.
   Kazanma hevesiyle top peşinde koştururken Barış hayvan gibi oynadığı için Zeynep ile çok geçmeden enerjimiz tükenmişti.
   Topu Barış ile aramızda paylaşamazken Barış'ın kalesine oldukça yakın olan Zeynep'i fark ettim.
   Sinsice gülümseyerek topu elime aldım ve havadan Zeynep'e gönderdim.
   Barış kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Oyunları mı karıştırdın, ben mi öyle hissettim?"
   "At gibi koşuyorsun, ultra süper oynuyorsun. Topu havadan gönderme kıyağını da bize ver bir zahmet."
   Sırıttı. "İstersen biriniz beni tutsun, istediğiniz kadar atın gollerinizi."
   "Bu da bir seçenek tabii..."
   "Bıraksam yolun devamı orası." Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "O yüzden bırakmayacağım."
   Zeynep'in yanına gittiğini görünce suratımdaki anlamsız gülümsemeyi sildim ve peşlerinden gittim.
   Maç bitmişti ve kazanan, bizdik! İşin içinde ufak tefek hileler de vardı ama bu kimin umurundaydı ki?
   Sahada kendimi Barış'ın yanına bıraktım. "Biz kazandık!"
   "O numaraları görmedim sanmayın."
   Omzumu silktim. "Öyle ya da böyle galibiyet bizim."
   Başını iki yana sallayarak sessiz kaldı. Hava oldukça kararmıştı. Barış siteye giren babasının arabasını görünce ayağa kalktı.
   "Zeynep, sen annenlerle yukarı çık." Kardeşinde olan mavileri bana döndü. "Sen de bekle, sana bir şey getirmeliyim."
   İkisi birlikte sahadan çıkarken ben de sitenin çimlerine gittim. Hava soğuk ve karanlık olsa da içimde garip bir huzur vardı.
   Bir süre sonra Barış tekrar yanıma geldi. Ama elinde bir oyuncak vardı. Pelüş bir köpek...
   Gülerek, "Yeni arkadaşın mı?" dedim. "Adı ne?"
   "Muhittin."
   Kahkaha attım. Sanki köpek gerçek bir oyuncakmış gibi elimi ona uzattım. "Memnun oldum Muhittin."
   Bu hâllerime gözlerini devirdi. "Ben seni geçen gün lunaparktan eve bıraktıktan sonra oraya tekrar döndüm. Bir adam durdurdu beni, seninle beni mi görmüş ne... Bunu tutuşturdu elime."
   Tek kaşımı kaldırdım. "Bizi mi görmüş?"
   "Ne bileyim işte..." Köpeği bana uzattı. "Al, senin olsun."
   "Ah, neden ama? Ben Muhittin'le aranızdaki o çekimi hissettim, sizi ayırmak istemem."
   "Boş boş konuşmayı kes de al şunu. Zaten o günden beridir evde tutuyorum."
   "Zeynep'e verseydin," dedim oyuncağı kavrarken.
   "Baktıkça beni hatırlarsın."
   "Köpeğe baktıkça seni hatırlarım, evet." Gülerek sırtüstü çimlere uzandım. İkimizin de bakışları gökyüzündeyken Barış'ın, "Bekliyorum," dediğini duydum.
   Anlamayarak ona baktım. "Neyi bekliyorsun?"
   "Yıldız kaydı, dilek tutmamı söylediğin o cümleyi bekliyorum."
   Güldüm. "Yıldız kayınca dilek tutma olayı bana hep saçma geldi. Batıl inançtır, totemdir, uğurdur, şanstır... Bana göre saçmalık. Bir insan neden dileğini bir yıldıza bağlar ki? Eğer senin dileğin bir yıldızın kaymasıyla gerçekleşecekse o dilek zor değildir zaten." Omzumu silktim. "Her şey kendi kendine hallolur."
   "Derin Talay'dan edebiyat," dedi sırıtarak.
   "Ya, ne demezsin.." Esnedim.
   Bunu gören Barış, "Ben araba anahtarını alıp geleyim," dedi. "Geç oldu, seni götürsem iyi olacak."
   Başımı salladım. O uzaklaşırken elimdeki oyuncağa çevirdim bakışlarımı. "Ne haber Muhittin? Seninle güzel zaman geçireceğiz gibi duruyor..."
   Bedenimi saran uykuyla tekrar esnedim. Barış gelene kadar kafamı bu çimlere koyup gözlerimi kapatsam ne olurdu? Hiçbir şey olmayacağını düşünerek kafamdaki bu fikri gerçekleştirdim.
   Barış gelince açacaktım gözümü. Öyle umuyordum.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now