8. Bölüm

2K 130 38
                                    

   Demir, Ada, ben ve abim arabaya bindik, Barışların evine doğru yola koyulduk.
   Evin önüne geldiğimizde abim arabayı durdurdu. Ada ve ben hızla inip birbirimize imalı bakışlar atmaya başladık. Barış ve Okan'ın diye geçen, ama abimde ve Tolga'da da anahtarı olan ev, 2+1 küçük bir evdi. Barış'ın maddi durumu fena olmasa da büyük, gösterişli bir ev tercih etmemişti. Üniversiteyi bu şehirde okursa o evde yaşamayı düşünüyordu.
   Üçüncü kata gelince abim kapıya vurup geldiğimizi haber verdi ve elindeki anahtarla kapıyı açtı. Evin kapısı direkt salona açılıyordu. Salon ve mutfak da birleşikti.
   Salondan gelen oyun seslerine Ada ve ben göz devirdik. Demir ile abim heyecanla içeri girerken Ada da onları takip etti. Arkamdan kapıyı kapatıp heyecanımı dindirmek için derin derin soluklandım.
   En sonunda sakin olduğuma karar verip salona girdim. Okan ve Barış ellerindeki oyun kumandalarıyla televizyona gömülmüşken Tolga da yanındaki Ada ile onlara tezahürat yapıyordu. Abim ise sıradaki oyunda o olacağı için telefonunu sessize alıyordu.
   Boş tekli koltuğa geçip çaktırmadan Barış'ı göz hapsime aldım. Üzerinde siyah bir sweatshirt, altında ise siyah bir kot pantolon vardı.
   Benim de üzerimde uzun siyah sweatshirt, altımda tayt vardı. İstemsizce benzer giyinmemize kendi kendime gülümsedim.
   Oyun bitince Okan sinirle kumandayı bıraktı. Sanırım Barış kazanmıştı.
   Barış ise sırıtarak kumandayı orta sehpaya koydu ve Okan'a baktı. "Ne oldu? İddialı laflarını geldiği yere gönderdim mi?"
   Okan kaşlarını çattı. "Oğlum, profesyonelce oynuyor herif, nasıl kazanayım?"
   Abim kollarını sıvadı. "Yaptığımız maçların yarısı benim galibiyetimle sonuçlandı yalnız. Gel kapışalım, Barış Erez."
   Barış gülüyorken bakışlarımız birleşti. Gülümsemesi yüzünde asılı kaldı. Daha sonra ayağa kalkarak, "Ben bir el ara vereyim," dedi. "Siz başlayın. Diğer maçta gelirim." Daha sonra kalkıp balkona yürüdü. Geçerken masadan aldığı paketten sigara içeceğini anlamıştım.
   Neden beni görünce odayı terk etmişti ki?
   Tolga, Ada'yı da zorlayarak ayağa kalktı ve Barış'ın kalktığı yere oturdu. Okan'ın yerine de Ada geçerken somurtuyordu.
   Tolga, Ada'ya meydan okuyan bir sesle, "Görelim bakalım hünerlerini süslü," dedi.
   Ada, Tolga'nın eline tutuşturduğu kumandaya bakıp dudaklarını büzdü. "Ama bu haksızlık! Ben futboldan anlamıyorum, sen şu an haksız rekabet uyguluyorsun. Ne yani, ben sana oje sür desem hoşuna gider mi?"
   Tolga televizyonu işaret etti. "Bırak boş lafı da oyuna başla."
   Ada oflayarak oyuna başladı. Oradan buradan öğrendikleriyle oynarken Tolga sırıtıyordu. Tolga'nın bilerek oyuncularını boş bıraktığını görünce gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ada'ya bilerek gol atması için yer yapıyordu.
   Ada usta bir futbolcu gibi kumandadan tuşlara basarken televizyonda çıkan sayıyla ayağa zıpladı. "Gol attım! Ay, ben gol attım. Ne oldu, Tolga? Yapamıyor muymuşum?"
   Abim, Demir ve Okan kahkahalara boğulurken Tolga da benim gibi gülüşünü bastırmaya çalışıyordu. Ada'nın yanında ayağa kalkarken elini Ada'nın omzuna koyup televizyonu gösterdi. "Gol atıldı evet ama-"
   Ada bilmiş bir edayla Tolga'nın sözünü kesti. "Lütfen sevgilim, mızıkçılık yapmayalım. Kazananı da büyüklük yapıp kabulleneceksin."
   Ben daha fazla kendimi tutamayarak kahkaha patlatırken Demir gülmekten yerlere yatıyordu artık.
   "Büyüklük yapıp kabullenirim, bir tanem de..." Tolga ekranı gösterdi. "Kendi kalene gol attın." Cümlesinin sonunda o da gülmüştü.
   Ada'nın yüzü renkten renge girerken altdudağını dişledi. Daha sonra kumandayı sinirle koltuğa koydu. "Bu ne ya? Şuraya gelmişim ben, açtın oyun oynatıyorsun. Ayıptır!"
   Tolga gülerek Ada'yı kendine çekti ve sarıldı. "Tamam, sakin. Gel biz biraz hava alalım seninle."
   Ada da Tolga'nın sarılışına karşılık verdi. Birlikte evden çıkarlarken Barış yanımıza gelmişti. Tolgaların arkasından bakıp, "Hayırdır?" dedi.
   Abim gülmekten dolayı gözünden akan yaşı sildi. "Ada ile oyun maceraları işte..."
   Barış televizyonun karşısındaki koltuğa tekrar oturdu. "Kim çıkıyor karşıma?"
   Abim kısa bir an düşündü. "Derin."
   İsmimi duyunca gözlerim büyüdü. "S-Saçmalama abi... Ben ne anlarım futboldan?"
   "Doğduğundan beri üç erkekle büyüdün lan, hiç mi bir şey kapmadın bizden?" dedi Demir üstünlük taslayarak. Bir abi, bir erkek ikiz ve abin ile doğduğundan beri çok yakın olan bir erkek arkadaşla büyümek mi? Felaket!
   "Şey... Ben..."
   "Gel," diye araya girdi Barış. "Kapışma şeklinde olmaz, öğretirim. Maça sonra geçeriz."
   El mahkûm yanına oturdum. Oyun kumandasını elime verip, "Bak," dedi. Sol tarafı göstererek, "Bunlar bildiğimiz ileri, geri tuşları," diye öğretmeye başladı. "Bunlarda sorun yaşamazsın." Sağ tarafa geçti. "Bu tuşlar da pas ve şut için. Hepsini ayrıntılı anlatmayacağım, deneyerek öğrenmen daha iyi olur."
   Başımı salladım onaylarcasına. "Tamam."
   "Bir şeyler oturduysa yeterli. Oynadıkça iyice anlarsın zaten."
   Oyunu başlatınca çoğu önemli işle uğraşırken yaptığım gibi dilim dışarıda oynuyordum. Hızlı hareketlerle Barış'a yetişmeye çalışırken hiç fena değildim. Kendi kendimi kutlarken oyun hızlanmıştı. Tuşların ne işe yaradığını ise Barış'ın dediği gibi, oynadıkça anlıyordum.
   Oyunu öğrendikten sonra Barış maçı başlattı. Oldukça rekabetli geçen dakikalardan sonra ilk golü atan Barış olmuştu.
   Oyun bittiğinde skor, 5-1'di.
   Barış sırıtarak kumandayı sehpaya bıraktı. "İlk oynamaya göre fena sayılmazsın. Gelişir bu oyun, merak etme."
   O 1 golü de tamamen tesadüfen atmıştım. Kumandayı yanıma koyarken, "Gerçekten de Okan'ın dediği gibi profesyonelce oynuyormuşsun," dedim.
   "7 yıldır oynayınca ister istemez böyle oluyor."
   Abim benim yerime geçip kumandayı alırken ben de su içmek için mutfağa gittim.
   Masanın üzerindeki sürahiden bir bardak su doldururken kendime gelmeye çalıştım. Yakın temasta uzun süre durmuştuk. Acaba kalbimin yerinden çıkacakmış gibi atışlarını o da duymuş muydu?
   Suyu içtikten sonra salona tekrar döndüm. Az önceki sessiz maça göre oldukça gürültülüydü. Abim ve Barış belli ki sıkı rakiplerdi.
   Demir televizyona bir bakış atıp, "Evet sayın seyirciler," dedi sahte bir hakem edasıyla. "Şu anda Furkan Talay boka batıyor. Bir taraflarım gibi oynadığı için Barış Erez oldukça rahat. Maçın sonucu 10-0 bitecek gibi duruyor ve-"
   Abim sinirle Demir'in sözünü kesti. "Kapa lan çeneni! Derin... Güzelim, hazır yanındayken vur şuna, kendine gelsin."
  Gülerek Demir'in omzuna sert bir yumruk attım. Demir omzunu tutarak, "Evet arkadaşlar," dedi. "Psikolojik, fiziksel, ruhsal, uygulamalı... Hangi şiddet türünü ararsanız şubemizde mevcuttur."
~
   "Ee, ne yapıyoruz?" diye sordu Ada oturduğu koltukta doğrulup. "İki buçuk saat futbolunuza tahammül ettik, bir zahmet bize göre bir şey olsun." Biz derken kendini ve beni göstermişti.
   "Kalkın, biraz turlayalım," dedi abim ayağa kalkarken.
   "Ay, evet!" Ada ellerini birbirine vurdu. "Biraz gezelim, sonra da..." Durdu ve düşündü. "Lunapark! Lunaparka gidelim."
   Barış gözlerini devirirken abim sırıtıyordu. Tolga kısa bir an duraksadı. Daha sonra, "Fena fikir değil," dedi.
   "Lan kaç yaşındayız biz, lunapark ne?" diye söylenen Barış'a baktım.
   "Lunaparkın yaşı mı olur?"
   Barış onunla konuşmama şaşırsa da üzerinde durmadı. Arkasına yaslanıp, "Ben gelemem," dedi. "Siz gidin."
   "Neden sen gelemiyorsun Barış?" dedi Ada tek kaşını kaldırarak. "Gelirsen incilerin mi dökülür?"
   "Burada incileri olan tek kişi sensin, süslü." Barış'ın dediğine abim ve Okan sırıtırken Ada kötü kötü bakıyordu.
   "Güzel fikir ya," dedi abim konuşmaya dahil olup. "Lunapark güzel. Kafa dağıtırız."
   "Kafa dağıtmak için lunaparka mı gideceğiz? Direkt Özgür abinin mekânına gidelim işte..."
   Okan'ın arkasına yaslanıp rahatça sarf ettiği sözlere istemsizce kaşlarımı çattım. "Özgür abi?"
   Abim, "Bizim bar," dedi. "Yaşın tutmuyor, seninle ilgili değil."
   Abartıyla gözlerimi devirdim. "İsteyen vardı sanki..."
   Barış ayağa kalktı. "Çıkalım, yolda karar veririz."
   Hep birlikte evden çıktık. Ada, Tolga'nın arabasına yönelirken abim, "Okan, sen benim arabaya gel," dedi. "Torpidoyla ilgili bir sorun var onu hallet."
   Okan başını sallayıp abimin arabasına bindi. Barış sakallarını ovaladı. "Sen de benim arabaya gel, Derin."
   Cümlesiyle içimdeki o tanıdık his tekrar su yüzüne çıktı. Abime baktığımda onaylar anlamda başını salladı. Demir, abim ve Okan da binince ben de Barış'ın yanındaki koltuğa bindim.
   Yola çıktığımızda arabanın içinde Barış'ın erkeksi kokusu ve ağır sigara kokusu karışmış, burnuma doluyordu.
   Arabada dalgalanan kısık sesli müziğe içimden ritim tutarken ikimiz de sessizdik.
   Yolu yarılarken en sonunda Barış ortamda asılı kalan sükuneti bozdu. "Karar verebildin mi?"
   Dediğine anlam veremeyerek suratına baktım. "Ne?"
   "O..." Duraksadı. "Yeni gelen çocuktan hoşlanıp hoşlanmadığına karar verebildin mi?"
   Ah! Ben geceleri ona olan aşkımı artık görsün diye dualar ederken bana sorduğu soruya bak ya!
   "Bilmiyorum," diye mırıldandım. "Hiç düşünmedim."
   "Partide onun elini tutarken neden bana meydan okurcasına baktın?"
   Sorduğu soruya fazlasıyla hazırlıksız yakalanmıştım. Kaşlarımı çattım. "Bu da ne demek şimdi?"
   "Gözlerinin içinde intikam dolu bir ifade gördüm. Elini o Ekin'in eline bırakırken gözlerini benden bir saniye bile ayırmadın. Bana acı çektirmek istermişsin gibiydin. Neden böyle düşündüğüme anlam veremedim."
   Anında tüm vücudum yakalanmışlık hissiyle titredi. O kadar belli mi etmiştim?
   İçimdeki paniği dışa vurmamaya çalıştım. "Sana öyle gelmiş. Neden öyle bir amacım olsun ki? Hem... Ekin'in elini tutmamın sana ne gibi bir meydan okuması olabilir?"
   Bir şey söyleyecek gibi oldu ama son anda vazgeçti. "Öyle diyelim bakalım..."
   Bunu duyunca sinirle nefesimi bıraktım. Ne vardı yani seni kıskanıyorum deseydi? Seni seviyorum, Ekin'den de uzak durmanı istememin sebebi seni kıskanmam demesi ona ne kaybettirirdi?
   İç sesim bunun imkânsızlığını bangır bangır bağırırken derin bir nefes aldım.
   Yolun geri kalanında ortamda Barış'ın abimle olan konuşmasından başka bir ses olmamıştı. Lunaparka karar verilmiş, yönler o tarafa çevrilmişti.
   Araba durunca Barış'a son kez baktım. "Ekin'den hoşlanıp hoşlanmamamla neden bu kadar ilgilendin?" Bu soruyu sormazsam çıldıracaktım.
   Sorduğum soruyla afalladı. Kısa sürede toparlanıp, "Eğer birisinden hoşlanırsan," dedi. "16 yılın hatırına ilk bana söylemeni istiyorum. Ekin ya da herhangi birisi... Kim olursa olsun ilk bana gelmeni istiyorum. Kimden hoşlanıyorsan onun kim olduğunu, neyin nesi olduğunu araştırayım. Çünkü..." Nefesi darlaştığı için sesli bir soluk aldı. "Çünkü senin mutsuz olmanı istemiyorum, Derin. En özelsin, en özeliyle olmanı istiyorum."
   Söylediklerinin ağırlığı altında ezilirken kalan son gücümle başımı sallayıp arabadan indim.
   Yıllardır âşık olduğunuz insanın karşınıza geçip birinden hoşlanırsanız ilk ona söylemenizi isteseydi tepkiniz ne olurdu? Ben tepki veremeyecek kadar boş hissediyordum.
   Yanıma heyecanla gelen Ada ellerini birbirine vurarak, "Sonunda eğlenceli bir şeyler yapacağız," dedi. Yüzüme baktığında gördüğü ifade karşısında heyecanı bir balon gibi hızla söndü. "Derin, ne oldu?"
   Açık havayı içime çektim. Gözlerimi hızla kırpıştırarak kendime geldim. "Bir şey yok, iyiyim. Midem bulandı arabada." Daha sonra zoraki bir heyecanla, "Hadi o zaman," dedim. "Başlatalım eğlenceyi."
   Ada, bir şeyler olduğunun farkında olsa da üzerinde durmadı ve koluma girerek beni lunaparkın girişindeki abimlerin yanına sürükledi.
   Omzumdan geriye bir bakış attığımda Barış'ın ifadesiz bir yüzle beni izlediğini gördüm. Hızla önüme dönerken yutkunmaya çalıştım. Boğazıma bir yumru oturmuş gibiydi.
   Abimler giriş işlemlerini hallettikten sonra hep birlikte parka girdik. Anındaeğlenceli bir atmosfer bizi karşılamıştı.
   Ada az önce kaybettiği heyecanını tekrar aldı. "Şuraya kadar geldiğimize göre oyuncaklara boş boş binip de vaktimizi boşa harcamayalım. Daha eğlenceli hâle getirelim."
   Demir tek kaşını kaldırdı. "Ne yapalım, oyuncak mı olalım?"
   Ada gözlerini devirerek, "Hayır geri zekâlı," dedi. "Gruplara ayrılalım ve bunu bir mücadeleye çevirelim."
   "Aa!" dedim araya girerek. "Şu Eren ve arkadaşlarıyla yaptığımız gibi, değil mi?"
   Ada gülüşünü büyüttü. "Evet. Tabii bu ekiple nasıl o kadar eğleniriz bilemeyeceğim ama..."
   Abim kaşlarını çattı. "O da ne demek?"
   "Yani şimdi Furkan Abi," diyerek anlatmaya başladı Ada. "Bir kere Eren çok eğlenceli bir insandı ve arkadaşları da aynı şekilde..." Ada'nın arkasında, hayallere dalmış bir şekilde eski flörtünü anlatan salak kuzenimi dinleyen sinirli bir Tolga'yı görünce altdudağımı dişledim. Ada ise yüzüme bakmadığı için tehlikeyi anlamamıştı. "...ayrıca Eren çok yakışıklıydı. Sarı saç, mavi göz-"
   "Ah," dedim sözünü keserek. Yapmacık bir gülümseme ve imalı ses tonuyla devam ettim: "Şimdi şu ortamda Eren'in sırası mı?"
   "Ne var Derin ya? Eren'in sırası mı olur?" Eskileri hatırlamışçasına derin bir iç çekti. "Ne günlerdi ya... Herkes bize bakardı. E, tabi; ultra süper yakışıklı bir adam ve güzeller güzeli bir kız."
   Tolga daha fazla dayanamayarak, "Seni tekrar İzmir'e, Eren'inin yanına gönderelim," dedi.
   Ada, sevgilisinin sesini duyunca altdudağını dişleyerek ağır ağır Tolga'ya döndü. "Aa! Canım sevgilim de buradaymış. Hadi, oyun oynayalım."
   Tolga ise sinirini hiç azaltmadan Ada'yı süzdü. "Şurada, şu ortamda eskilerinden bahsetmen hoş mu kızım? Ben gidip de barda tanıştığım kızlardan yanında bahsetsem neler olur?"
   Ada da kaşlarını çattı. "Ne barı, ne kızı ya? Benim bahsimle bardakiler bir mi?"
   "Bana göre öyle. Yanımda erkek sinekten bile bahsetme."
   "Ay," dedi Ada oflayarak. "Hangi devirdeyiz de bana bu cümleyi kullanıyorsun? Seni sevmesem seninle sevgili olmazdım herhalde, değil mi?"
   Tolga sakallarını sıvazlayarak yerdeki bir taşa tekme attı. Ortamın gerildiğini fark eden abim araya girdi. "Hadi, girelim içeri. Bir sürü jetonumuz var, dilediğiniz kadar eğlenin."
   Ada uzatmanın anlamsız olduğunu fark edip kaşlarını düzeltti ve parmak uçlarında yükselerek Tolga'nın yanağına bir öpücük bıraktı. "Tamam, özür dilerim. Eren de kimmiş sen varken?"
   Tolga, Ada'ya muzip bir bakış atıp gülerek kendine çekti sevgilisini. Onlara attığım hayran bakışları Barış yakalamıştı.
   İlk olarak klişenin dibine vurmaya karar verip çarpışan arabalara yöneldik.
   Şu anki elin bitmesini beklerken demire yaslanmış Barış'a baktım göz ucuyla. Neden böyleydi? Neden bir soğuk, bir cana yakın oluyordu?
   Arabalar boşalınca abim ve Okan giriş işini halletti.
   Piste girer girmez Ada pembe arabaya koştu. Tam siyaha yönelecekken Barış benden önce davranıp siyaha bindi. Bu hâline gözlerimi devirdim. Ne bekliyordum, mora binmesini mi?
   Tam da Barış'ın göz rengine sahip olan arabaya yürürken Demir de aynı arabayı gözüne kestirmişti. Ona pis bir bakış atıp koşarak arabaya bindim.
   Herkes bindikten sonra Demir ortada kalmıştı. Abim bindiği gri arabadan, "Hadisene lan!" dedi.
   Demir boş kalan tek arabanın rengine bakıp panikledi. "Lan yuh! Top muyum ben? Mor arabaya mı bineceğim?"
   "Buradan bakınca topa benzemiyor değilsin," dedi Barış sırıtarak. Girişteki adamın bize işaretiyle abim, "Ezileceksin lan," dedi. "Bin işte!"
   Demir somurtarak el mahkûm mor arabaya binerken aletler çalışmaya başladı. Gözlerimi kısarak Barış'ın arabasına çarptım.
   Barış bu hareketime şaşırsa da meydan okuyan bakışlarıyla bana karşılık verdi. Ada ise gülerek Tolga'ya çarpıyordu. Diğerlerinin ne durumda olduğunu çözemeden birisi arkamdan sertçe çarptı. Kim olduğunu anlayınca kendi kendime, "Aklını bende deniyor," diye mırıldandım ve bana çarpan Demir'e yöneldim. Birinci tur bitince abim tekrarlattı.
   Barış'a çarptıkça ona olan sinirimin yüzdesi azalıyor gibi hissediyordum. İşin garip yanı, Barış bir süre sonra bana çarpmayı bırakmıştı. Ben çarpıyordum, karşılık vermiyordu.
   Çarpışan araba maceramız bitince tek tek pistten çıkmaya başladık. En sona Barış ve ben kalmıştık.
   Kulağıma eğilerek imalı bir sesle, "Bilmiyorum, sana ne yaptım ama..." dedi. "Umarım öcünü almışsındır, gamzeli." Sonra sırıtarak yanımdan geçip gitti.
   Arkasından bakarken kendimi istemsizce gülümserken buldum.
   Tatlıydı ama... Gıcık!

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin