54. Bölüm

685 60 1
                                    

   Sarılmamız uzayıp giderken kalbinin atışını duyabiliyordum. Rahatladığı için gevşeyen bedeni istemsizce benim de rahatlamama neden olmuştu.
   Geri çekildiğimde, üzerindeki cekete yapışan saçlarımı düzene soktum.
   Ellerini yanaklarıma koyup alnını alnıma yasladı. "Yüzünü dönme bana... Gece oldu zannediyorum."
   Burnumu çektim. "Yapamıyorum," diye mırıldandım. Sesim ağladığım için çatallamıştı. Sanki küçük bir çocukmuşum gibi çıkmıştı. "Senden uzak duramıyorum."
   Nefesini bıraktı. En ufak bir hatasında kırılacak bir şeymişim gibi dikkatle her satırımı incelerken, "Beni sana muhtaç bırakma," dedi. "Her ayrıntım âşık her ayrıntına... Beni bırakma."
   "Yapamam," diye tekrarladım. "Seni bırakacak kadar güçlü değilim, bunu bir kez daha anladım."
   "Affet beni, gamzeli meleğim. Sevilmeye ihtiyacım var. Sen tarafından sevilmeye ihtiyacım var."
   Sanki bir rüyadan uyanmışım gibi kendime geldim. Boğazıma bir sürü kelime dizilirken, "Ama olmaz..." diye mırıldandım. Dik durmam gerekiyordu. Doğru olanı söylemem, soğukkanlı olmam gerekiyordu. "Bu kadar olay yaşanmışken olmaz." Yüzümü geri çekerek ellerinden kurtuldum. "Sana duyduğum güvenden geriye kırıntı bile kalmamışken olmaz."
   Ofladı. "Yine yapıyorsun..."
   "Ben hiçbir şey yapmıyorum, Barış!" Sesim yüksek çıkmıştı. "Çünkü yapamıyorum. Senden uzak durmaya çalışıyorum, sense bana acı çektirmeye yeminliymişsin gibi sürekli karşıma çıkıyorsun. Söylediklerinle, yeterince karışık olan aklımı darmadağın ediyorsun." Titrek bir nefes aldım. "Sana yumuşamam için uğraşıyorsun ama ne yaparsan yap, gerekirse seni affedeyim; yine de biz eskisi gibi olamayacağız. Neden biliyor musun?" Geriye doğru bir adım attım. "Çünkü sana olan güvenimden zerre kalmadı. Senin doğru söylediğine kesin olarak inansam bile, aklımın bir kısmı hep düşünecek. Kafamda hep o geceye ait soru işaretleri olacak. Ya yalan söylüyorsa, diyecek. Daha sonra bu soru bir çığ gibi büyüyecek ve belki de sana olan sevgim azalacak. Buna izin vermeyeceğim."
   "Söylediklerinin hepsi zırvadan başka bir şey değil."
   Başımı iki yana salladım. "Haklı olduğumun sen de farkındasın. Ben... Ben bu şekilde devam etmeyeceğim. Üzgünüm." Akan gözyaşımla başımı eğdim. Gözlerine bakarak bu konuşmayı yapmak çok zordu. "B-Belki de..." Titrek bir nefes aldım. Sözcükler dudaklarımdan çıkmamak için savaş veriyordu resmen. "Belki de..." diye tekrarladım. Toparlandım. "...bu zamana kadar yaşadıklarımız da yanlıştı."
   "Bu da ne demek?" Sesi sinirli çıkmıştı.
   "Bilmiyorum ama..." Kendimi zorlayarak bakışlarımızı birleştirdim. "Biz bu zamana kadar bir yanlışı yaşamış olabiliriz."
   Kaşlarını çattı. Daha sonra itiraz edercesine başını iki yana salladı. "Saçmalıyorsun. Sen uykusuzluktan ne dediğini bilmiyorsun."
   Hıçkırdım. "İnkâr ederek bir sonuç elde edemeyiz, her şeyi kenara bırakıp düşünmeni istiyorum. Abim, o gece, Buse... Hepsi üst üste gelince düşünmeye fırsat bulamadık ama şu an gözlerimin içine bakarak düşün. Bizim yaşadıklarımız yanlış olabilir, Barış. Sonuçta..." Dudaklarımdan feryat dolu bir inleme kaçtı. "Ah, sonuçta biz birlikte büyüdük. Sen... Sen benim abim-"
   Devam etmemi engelleyerek kollarımdan tuttu ve beni sarstı. "Kendine gel, Derin. Kendine gel! Neler söylediğinin farkında mısın sen?"
   Ağlamam şiddetlendi. "Üzgünüm."
   "Üzgün değilsin, doğru düşünemiyorsun. Karşıma geçip sarf ettiğin sözlere bak. Aklını başına topla ve bu zırvalıklara son ver."
   "Barış, anlamıyorsun-"
   "Sen anlamıyorsun!" diye bağırarak sözümü kesti. "Anlamayan sensin. Bana olan sinirin gözünü kör etmiş senin. Biz etrafımızdaki çoğu yanlışa inatla en doğru olanız. Bizim aşkımız en doğru olanı! Benim sana olan sevgim, dünyada olan biten her şeyden daha doğru, Derin. Hem yanlış olsa ne yazar? Kime göre yanlış? Abine göre mi? Hayatımda bir boka yaramayan çevreye göre mi?" Başını iki yana salladı. "Ben sana âşığım ve bu aşk bana göre doğru. Önemli olan tek şey de bu! Bizim ilişkimiz bana göre doğru, aynı şey senin için de geçerli. Eğer bu ilişki sana göre başından beri yanlış olsaydı iş bu raddelere gelmezdi. Sen de beni seviyorsun. Ne olursa olsun beni hâlâ seviyorsun. Gözlerindeki ifade, bana olan aşkını belgeliyor. İşleri ikimiz için de zorlaştırmayı kes."
   Kahretsin ki, tüm söylediklerinde sonuna kadar haklıydı. Sessiz kaldım.
   Uzun konuşmasından sonra nefesini bıraktı. "Her seferinde karşıma geçip senden vazgeçmemi ima edip durma. Bu beni kahrediyor." Sanki yemin edercesine, "Senden vazgeçmeyeceğim." dedi. "Ne yaparsan yap, ne kadar uğraşırsan uğraş senden vazgeçmeyeceğim! Sonuna kadar kendimi sana ispatlamak için uğraşacağım. O geceyi sana kanıtlayacağım."
   Dudaklarımı ıslattım. "Gitmek istiyorum."
   "Benden kaçman canımı sıkıyor," dedi.
   "Gözlerine bakamamak da benim canımı sıkıyor."
   "Bak. Gözlerime bak. Beni bundan da mahrum bırakma."
   "Bakarsam ölürüm," diye mırıldandım. "Gözlerine bakarsam ölürüm..."
   "Ölürsen ölürüm."
   Geriye doğru bir adım attım. "Seni sevdiğim gibi kal, Barış. Seni sevdiğim gibi hatırlayayım." İçimdeki fırtınaları özetlemiştim bu iki cümleyle.
   Sınıftan çıkmadan önce son kez sesini duydum.
   Bir saniye duymak için sahip olduğum her şeyden vazgeçebileceğim o sesiyle, "Gittin," dedi. "En derinimdeki Derin Talay'ı kazırken içimde derin acılar bıraktın..."
~
   "Ah, var ya... İçime su serptin, kuzen resmen. Harika oldu bu. Oh, Barış Bey de anlasın seni üzmenin ne demek olduğunu..." dedi Ada sırıtarak.
   Ada ve Şeval ile odamda oturmuştuk, ben Barış ile konuşmamızı en ince detayına kadar anlatmıştım. Ada ise her Barış'a söylediğim kötü sözü duyunca rahatlamıştı. Şeval konuşmalara arada katılmıştı.
   Bakışlarım yerdeyken, "Ben o kadar emin olamıyorum işte," diye mırıldandım.
   Ada, "Bu ne demek?" diye sordu. Sesi şaşkın çıkmıştı. "Tüm yaşananlardan sonra hâlâ Barış'ın tarafında mısın?"
   "Taraf tutmanın sırası değil," dedi Şeval araya girerek. "Şu an kimse, kimsenin tarafında olmamalı."
   Bakışlarımı Ada'nın bakışlarıyla birleştirdim. "Ne olursa olsun bugün gözlerindeki acı sahte değildi. Yani... Sanki uçurumun kıyısındaydı da, ben onu söylediklerimle itmişim gibiydi. Her şey yalan söyler ama gözler yalan söylemez. Bugün o mavilerin içindeki acı yalan değildi."
   Ada ofladı. "Saf mısın, canım sen?"
   Gözlerimi devirmekle yetindim.
   Şeval ellerini birbirine vurarak dikkati kendine çekti. "Bakın, tamam son günlerde yaşanan çoğu olay Barış'ın aleyhineydi-"
   Ada, "Ben buraya müdahale etmek istiyorum," diyerek sözünü kesti. "Olayların çoğu Barış'ın aleyhine değildi. Tüm olaylar Barış'ın aleyhine."
   Oflama sırası Şeval'deydi. "Sırası değil, Ada." Daha sonra bana dönerek devam etti. "Her şeye rağmen bir diğer ihtimali düşünmüyor oluşumuz benim içimde hâlâ şüphe bırakıyor."
   Kaşlarım çatıldı. "Ne demek istiyorsun?"
   Oturduğu yerde dikleşti. "Diyorum ki, Barış'ın sana yaptığı açıklamayı göz ardı etmemiz saçma olur."
   Ada alayla gülümsedi. Şeval'e asla katılmıyordu ve şu an söylediklerini hiç dikkate almıyordu. "Ne yani? Söylediği inkâr dolu açıklamaya kanıp Derin'in Barış ile tekrar barışmasına izin mi vereceğiz? Üstelik açıklamasındaki anlattıklarıyla ilgili en ufak bir kanıtı bile yokken." Gözlerini devirdi. "Pes artık."
   "Ada, bir izin verir misin lütfen?" Şeval devam etti: "Evet, o gece sen kendi gözlerinle gördün. Buse ve Barış... Hoş değildi. Ama bir yandan da düşünmemiz gerekiyor. Buse'nin kafasının şeytanlığa nasıl da iyi çalıştığını biliyoruz. Taşların oturmasına uğraşırsak bazı şeyler anlam kazanıyor aslında."
   Ofladım. "Değil, o taşların yerine oturmasına uğraşmak; taşları kıpırdatacak hâlim yok benim."
   Ada beni gösterip parmağını şıklattı. "İşte bu! Barış defteri de bu şekilde kapanmış oldu."
   "Hayır, hiçbir şeyin kapandığı yok." Şeval, Ada'nın inadına rağmen aklındakileri söylemeye devam ediyordu. "Biz burada ne konuşursak konuşalım, ne karar alırsak alalım; gerçek değişmeyecek. O gece Barış, Derin'i aldatmamış olabilir. Sırf ihtimali için bile her şey göze alınır."
   "Ne ihtimali, tatlım o?" dedi Ada alayla. "O gün Barış ile Buse yatmamıştır, sadece öpüşmüştür mü? Bunu mu demeye çalışıyorsun?"
   Yanımdaki yastığı sinirle Ada'ya fırlattım. "Kapa şu çeneni, geliyorum oraya!" Şeval'e döndüm. Anlattıkları ilgimi çekmişti, yalan yoktu. "Sen devam et."
   Şeval, Ada'ya yandan kınayan bir bakış atıp, "Her neyse," dedi. "O geceyi aydınlatmadan bir sonuca varmak benim içime sinmiyor. Düşük de olsa bir ihtimal Barış'ın söylediklerinin doğru olması taraftarı." Bana yalvaran bakışlarla baktı: "Sadece bu ihtimal için bile her şeyi yapabiliriz."
   Kısa bir an düşündüm. Söyledikleri mantıklıydı. Evet, tüm oklar Barış ile Buse'nin o gece bir şeyler yaşamış olduğunu gösteriyordu ama bir diğer yandan Barış'ın söyledikleri... Gözlerimin içine bakarak anlatmıştı o geceyi... Tek bir saniye bile sesi titrememişti, gözlerini gözlerimden ayırmamıştı. Bu kadar profesyonel bir şekilde yalan söylemiş olamazdı.
   "Bilemiyorum," diye mırıldandım.
   Ada ellerini havaya kaldırdı. "Ben kesinlikle yokum. Siz teksiniz."
   Şeval, Ada'nın ellerine vurarak tekrar aşağı indirmesini sağladı. "Sen sus. Biz bu olayı çözmede Sherlock Holmes olacağız."
   Ada gözlerini devirdi. "Ay, kızlar ortada aydınlatılacak bir olay bile yok. Kabak gibi ortada olan gerçeği görmezden gelmeniz neyi değiştirecek? Barış, Derin'e ihanet etti. Olay bu kadar basit, uzatmayalım."
   "Kaçma, süslü," dedi Şeval. "Hiçbir uğraş vermeden önümüze servis edilen bir kanıya inanıyoruz, bu ne kadar doğru?"
   "Her şey doğruluk çerçevesine uygunmuş gibi davranmasak mı acaba..." dedi Ada iğneleyen bir sesle. "O gece ne kadar doğruydu ki, bizim bu kanıya inanmamız yanlış?"
   Şeval bakışlarıyla beni işaret etti. "Ada, sen bir sussan mı acaba? Hani gerçekten sen bir sus."
   Omzumu dikleştirdim. Aklımın içindeki mahkemeye en nihayetinde son verebilmiştim. "Şeval'e katılıyorum."
   Şeval'in gözleri heyecanla parlarken Ada ofladı.
   İstemsizce umut dolan sesimle konuşmaya devam ettim: "Ben Barış'a yargısız infaz yapmayacağım. Benim sevgilim bana yalan söylemiyor. Bunu herkese ispatlayacağım." Elimi onlara doğru uzattım. "İspatlayacağız. Biz üçümüz birlikte hareket edersek aydınlatamayacağımız olay kalmaz be." Yüzüme hafif bir tebessüm yayıldı. "Benimle misiniz?"
   Şeval hevesle elimi tuttu ve hafifçe sıktı. "Her zaman yanındayım."
   Ondan onay aldıktan sonra Ada'ya döndüm. Hâlâ somurttuğunu görünce nefesimi bıraktım. "Ah, hadi ama! Kuzeninin mutluluğu için bu triplerinden bir süreliğine uzaklaşamaz mısın?"
   Dudaklarını büzerek kısa bir an düşündü. Daha sonra oflayarak başını salladı. "Tamam, ya tamam!" Elimizi tuttuktan sonra meydan okuyan bir tavırla gözlerimize baktı. "En sonunda haklı çıkan ben olursam görürsünüz."
   Şeval, Ada'nın omzuna vurdu. "Saçma sapan konuşma! Senin haklı çıkmaman için tüm uğraşları vereceğiz."
   Başımı salladım.
   Ada, "İlk defa haklı olmak istemiyorum," dedi. İkisi birlikte gülmeye başlayınca dayanamayıp kıkırdadım.
   "Sizi seviyorum, canlarım."
~
   Teneffüs zili çalınca Ada ve Şeval yanımda bitti. "Hadi kalk," dedi Ada bıkkın bir sesle. "Aşağı iniyoruz."
   Başımı iki yana salladım. "Siz gidin."
   Şeval oflayıp, "Ah, hadi ama!" dedi. "Kaç gündür teneffüslerde dışarı çıkmadığının farkında mısın? Kalk, dolaşalım biraz."
   "İstemiyorum, siz inin."
   Ada arkama tereddütlü bir bakış attı. "Ekin sınıfta."
   Bakışlarını takip ederek omzumdan geriye, Ekin'e doğru bir bakış attım. Önündeki deftere bir şeyler karalıyordu. Tekrar kızlara döndüm. "Umurumda bile değil."
   Israr etmelerinin yersiz olduğunu fark edince bana göz devirerek sınıftan çıktılar.
   Derin bir nefes alarak pencereye doğru gittim. Camdan dışarı bakarken sınıftaki çoğu kişinin bahçeye indiğini fark ettim. Birden yanımda bir karartı hissedince irkilerek bakışlarımı oraya çevirdim.
   Karşımda Aybüke'yi görünce omuzlarımı düşürdüm. "Selam."
   Gülümseyerek karşımda duran duvara yaslandı. "Selam. Nasılsın?"
   Omzumu kaldırıp indirdim. "Aynı işte..." Sesim yorgun çıkmıştı. "Sen nasılsın? Nasıl gidiyor?"
   "Benden de aynı işte, idare ediyorum." Yüzümü inceledi. "Geçen günlerdeki hâllerine göre daha iyi gördüm seni."
   Başımı salladım. "İyiyim... Bugün daha iyi uyudum, ondan öyle gelmiştir gözüne."
   "Evet..." Kısa bir an duraksadı. Sanki bir şey söylemek istiyordu ama konuşamıyor gibiydi. En sonunda omzunu düşürdü. "Ben olanları duydum ve gerçekten çok üzüldüm."
   Yüzümdeki zoraki tebessüm silindi. Sessiz kaldığımı gören Aybüke nefesini bıraktı. "Abin sizi... Barış ve seni öğrenmiş sanırım."
   Bakışlarımı tekrar onunkilerle birleştirdim. Bahsettiği olay abimin bizi öğrenmesi miydi yani?
   Başımı salladım. "Evet, oldu öyle şeyler."
   "Üzüldüm," diye mırıldandı. "Şimdi nasılsınız peki? Furkan'la yani... Buzlar eridi mi?"
   "Sayılır," dedim. Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. "Abimle iyiyiz şu anda, bir sorun yok."
   Gülümsedi. "Çok sevindim. Barış ve senin ilişkini kabul etti o zaman?"
   "Yok," diye mırıldandım. Sesim istemsizce kısık çıkmıştı. "Şey..." Bakışlarımı camdan dışarı çevirdim.
   Aybüke tereddütle, "Yanlış bir şey mi söyledim?" diye sordu.
   Başımı iki yana salladım. "Hayır hayır, seninle ilgili değil. Biz..." Gözlerimi kapatıp açtım. "Barış ve ben... Ayrıldık." Bakışlarımızı birleştirdim. "Kusura bakma."
   Kaşları kalktı. Benden böyle bir cevap beklemiyordu anlaşılan. "Nasıl yani? Neden ayrıldınız?"
   Yutkundum. "Uzun hikâye..."
   "Bir dakika, ben bir şeyler biliyor gibiyim." Kısa bir an düşündü. "Geçen gece Barış ve Buse'nin barda çekilen bir fotoğrafı yayıldı. Bununla bir alakası var mı sizin ayrılığınızın?"
   Konuşacak güç bulamayınca başımı onaylar anlamda sallamakla yetindim.
   Nefesini bırakırken, "Şimdi anlaşıldı," dedi. "Sen o fotoğrafa dayanarak Barış'ın seni aldattığını düşündün, öyle mi?"
   "Düşünmedim. En azından düşünmemek istedim. Sırf gözlerimle görmediğim için kimden olduğu belli olmayan aptal bir fotoğraf karesine inanmak istemedim. Ama..."
   "Ee, o hâlde sorun ne?" diye sordu.
   "Ben o gece bara gittim. Barış ve Buse'yi..." Duraksadım. "...gördüm."
   Kaşları havalandı. "Sen tüm bunları anlamadın mı?"
   Dediklerine anlam veremediğimi kaşlarımı çatarak belli ettim. "Bu da ne demek?"
   Omuzlarını düşürdü. "Bunların hepsi bir komplo."
   Kaşlarım çatıldı. "Bu da ne demek?" Nasıl bu kadar emin konuşmuştu? Kalbim bir umut ışığıyla yerinden çıkacakmış gibi atmaya başlarken bedenim de aynı oranda heyecanlanmıştı. Barış'ı aklayacak en ufak bir detay bile büyük anlamlara geliyordu.
   Omuzlarını düşürdü. "O gün barda ben de vardım."
   "Sen de mi vardın?" Kaşlarımı çattım. "Ne alaka?"
   "Ben de vardım, Ekin de vardı. Ve elbette sizi bu noktalara sürükleyen Buse de vardı." Omzunu dikleştirdi. "Bak, Derin. O gece Barış'ın suçu değildi. Buse ve Ekin birleşip bir plan kurdular. Sırf sizi ayırmak için."
   "Ne?" nidası çıktı dudaklarımdan. Kısa sürede toparlandım. "B-Ben anlamıyorum. Sen nereden biliyorsun? Ne planı?"
   "Ekin ve Buse o gece için hain bir plan kurdular ve bir şekilde sizi ağlarına düşürmeyi başardılar. Biliyorum çünkü planı benim yanımda kurdular."
   Nasıl Buse ve Ekin kuzense, Aybüke ve Ekin de kuzenlerdi. Yani bir yerden bakınca kulağa mantıklı geliyordu.
   Boğazımı temizledim. Sanki Barış'ın bana yaptığı açıklamayı hiç bilmiyormuşum gibi, "Ne planı?" diye sordum. "Bana anlatır mısın?"
   Tam o anda dersin başladığını haber veren zil çalmıştı. Aybüke etrafına bakındı. "Daha rahat bir yerde konuşalım. Buse ve Ekin şu an bile bizi dinliyor olabilir."
   Başımı salladım. "Tamam, bu son ders zaten. Çıkışta beni bekle, konuşalım."
   "Tamamdır."
   Sırama geçerken Ekin'e yandan bir bakış atmıştım. Şüpheyle beni süzüyordu. Hoca sınıfa girdiğinde bakışmamızı kesip önüme döndüm.
   Bir yandan da dersin hemen bitmesi için dualar ediyordum.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin