37. Bölüm

846 74 5
                                    

Ada Yıldız:
   Sesin sahibinin Buse olmasına bir türlü anlam veremezken Tolga da benden farksızdı. Dikkatimi hiç bozmadan salondan gelen sesleri dinlemeye devam ettim.
   Ekin gergin bir sesle, "Derin oradayken burada olmayı kendime yediremiyorum lan," dedi.
   Buse hiddetlendiğini belli eden bir ses tonu kullanarak konuştu: "Saçmalama. Eğer hastaneye gider de göz önünde olursan tüm her şey boşa gidebilir." Sesli bir nefes aldı. "Seninle Derin'in olma ihtimalini yakmanın yanı sıra, Barış ile benim de olurum kalmaz."
   Kaşlarım çatıldı. Tüm bunlar ne demekti? Buse ile Barış'ın oluru zaten yoktu. Ekin ile Derin mi? Kafamda bazı şeyler oturunca şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
   Ekin, Derin'i mi seviyordu?
   "Lan, Derin hastanede yatarken onun yanında Barış denen o herif var. Benim olmam gereken yerde!" Ekin'in sesi sonlara doğru, sanırsam sinirden titremişti.
   Buse ofladı. "Yeter artık, Ekin. Bazı şeylere sabretmelisin."
   Yaslandığım duvardan doğruldum. Tolga'ya bir bakış attığımda başını sallayarak salonu işaret etti. İçeri girmemin vakti gelmişti.
   Kapıyı sonuna kadar açtım. İkisinin de beni fark ettikleri anda panikten elleri ayaklarına dolaşmıştı.
   Oldukça rahat bir tavırla, "Neymiş o bazı şeyler?" diye sordum.
   Ekin hızlıca toparlandı. "Seni ilgilendirmeyen birçok şey..."
   Alayla gülümsedim. "Cümlelerinizde Derin'i gereğinden fazla kullandınız. Beni ilgilendirdiğini düşünüyorum ki, yanınızdayım." Buse'ye baktım bilmiş bir edayla. "Ne alakanız var sizin?"
   Buse sinirle, "Sen bizi mi dinledin?" diye sordu.
   Yalandan düşünüyormuş gibi yaptım. "Bir düşünelim..." Daha sonra başımı onaylar anlamda salladım. "Sanırım sorunun cevabı olumlu olacak. Sizi dinledim."
   İkisi de telaşa binerek birbirlerine baktılar. Ekin sıkıntıyla nefesini bıraktı. "Ne kadarını dinledin?"
   "Bir şeyler karıştırdığınızı anlamaya yetecek kadar." Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. "Şimdi sıra benim soruma vereceğiniz cevapta... Ne gibi bir bağlantınız var sizin?"
   "Eğer cevap verirsek duydukların burada kalacak mı?" diye sordu Buse. Onun bu kadar kapana sıkışması hoşuma gitmişti. Bu kızı sevmiyordum ve kıvranması hoşuma gitmişti.
   "Pazarlık yapacak durumda değilsin sanki?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
   Ekin gözlerini devirip omzunu düşürdü. Pes etmişti. "Buse benim kuzenim."
   Bu cevabı duyunca gözlerim büyüdü istemsizce. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Aybüke'nin ablası mı?"
   "Hayır," dedi. "Aybüke, dayımın kızı." Buse'yi gösterdi. "Buse ise halamın kızı."
   Neyse ki Aybüke ile bir bağı yoktu. O kızı sevmiştim ve Buse'nin kardeşi olması, ona olan sempatimin azalmasına neden olurdu.
   Sessiz kaldığımı gören Ekin bana doğru bir adım attı. "Duydukların ne kadar büyük, bilmiyorum ama aramızda kalırsa sevinirim."
   Ona cevap vermek yerine, "Derin'in yanına, hastaneye gitmen neyi ortaya çıkaracak?" diye sordum "Ne karıştırıyorsunuz siz?"
   Ekin gözlerini kaçırdı. "Hiçbir şey."
    İğneleyici bir sesle, "Çok inandırıcı," dedim. Daha sonra omzumu dikleştirdim. İşaret parmağımla ikisini işaret ettim. "Şimdi hastaneye gitmem gerekiyor ama bu olay burada kalmadı." Gözlerimi kıstım. "Şüphelendirdiniz beni ve inanın bana, bu sizin açınızdan kötü oldu." Onlara son bir bakış atıp salondan çıktım. Kapının önünde beni bekleyen Tolga'nın yanına gidince, "Bizimkilerin çantalarını toplayalım," dedim. "Ortalıkta dağınık durmasın."
   Başını salladı.
   Birlikte bizim sınıfın kapısının önüne geldik. Ders çoktan başlamıştı.
   Kapıyı tıklatıp açtığım küçük aralıktan başımı uzattım. "Gelebilir miyim?" diye sordum karşımdaki coğrafya hocasına.
   Beni gördüğüne şaşırmıştı. "Ada? Sen hastaneye gitmedin mi?"
   Kapıyı açtım. Tolga'yı arkamda bırakarak sınıfa girdim. "Diğerleri önden gitti. Ben de şimdi gideceğim ama önce çantaları toplamak istedim. İzniniz olursa tabii..."
   Başını salladı. "Elbette."
   Sınıftaki meraklı bakışlar altında sıramıza yöneldim. Şeval'in eşyalarını hızlıca toparlarken hoca, "Derin'in durumu hakkında bir bilginiz var mı?" diye sordu.
   Bakışlarımı kısa bir an ona çevirdim. Başımı olumsuz anlamda iki yana sallayarak, "Ne yazık ki hayır," dedim. "Furkan abiyi aradık fakat cevap vermeyince zorlamadık. Ne durumda olduklarını bilmiyoruz, gidince öğreneceğiz."
   "Pekâlâ."
   Tekrar çantalara döndüm. Kabaca kendi eşyalarımı da toplayıp Derin'in sırasına gittim. Onunkileri toparlarken bakışlarım Ekin'in sırasına kaydı. Defterinin üzerindeki kalem aceleyle çıktığını belli ediyordu. Arada kalan sayfa ilgimi çekince istemsizce oraya uzandım ve sayfayı açtım. Derin'in defterlerinde de birkaç kere rastladığım siyah kelebeği görünce kaşlarım çatıldı.
   Tesadüf müydü? Kasıtlı mıydı?
   Bunu sonra düşünmeye karar vererek Demir'in sırasına gittim. Onu da toparlayıp çantasını aldım ve hocaya döndüm. "İyi dersler."
   "Dikkat edin, Ada'cığım."
   Başımı sallayıp sınıftan çıktım. Kapının önünde elinde üç tane çantayla Tolga duruyordu. Furkan abinin, Barış'ın ve kendinin çantalarıydı.
   "Hadi gidelim," dedi. Ve hastaneye doğru yola çıktık.
Şeval Aktaş:
   Derin'in yattığı hastane odasının karşısındaki banklarda cansız gibi duruyorken bakışlarımı etrafımda gezdirdim.
   Barış dizlerini kendine çekmiş, ellerini de dizlerinin üzerine koymuş bir şekilde yerde oturuyordu. İfadesiz bakışları, içerisinde Derin'in yattığı odanın kapısındaydı. Buraya gelirken gözlerinde görmüş olduğum telaş gitmişti ve duygusuzlaşmıştı. Gerçi bu hâli daha kötü görünüyordu. Ne hissettiğini dışarı yansıtmıyordu, fırtınaları içinde kopuyordu.
   Onun yanındaki koltuklarda Furkan abi, Ada ve Tolga oturuyordu. Ada, Tolga'nın göğsüne yaslanmış, hâlsiz bir biçimde Derin'in camdaki yansımasına bakıyordu. Tolga ise başını arkasındaki duvara yaslamış, ifadesizce duruyordu.
   Benim oturduğum koltuğun yanındaki koltukta Demir oturuyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş, herkes gibi Derin'in odasına bakıyordu. Fakat herkesten farklı olarak üzüntüsünü içine atmıyordu. Gözlerinden akan yaşlar kurumuştu. Gözkapakları ise kapanmamak için bir savaş veriyordu âdeta...
   Bizim sağımızdaki koltuklarda ise Derin'in anne ve babası duruyordu. Derin hastaneye getirilirken okul idaresi de onlara haber vermişti.
   Kendime gelmek için derin bir nefes aldım.
   Doktor, beyin kanaması geçirmediği için Derin'i ameliyata almanın lüzumsuz olduğunu ve eğer öyle bir müdahale olacaksa bile buna zamanın karar vereceğini söylemişti.
   Şu an canım arkadaşım hastanenin büyük yatağında kollarına kablolar takılı bir şekilde yatıyordu. Başındaki sargı, uyanınca hiç hoşuna gitmeyecekti eminim.
   Barış aniden aklına bir şey gelmiş gibi hızla doğruldu. Furkan abiye dönüp, "Sizin evin anahtarını versene," dedi.
   Furkan abi yorgun da olsa kaşlarını çattı. "O ne demek?"
   "Bir işim var," dedi Barış açıklama yapmayarak.
   Furkan abi de hissettiği hâlsizlikten dolayı sorgulamadı ve anahtarı ona uzattı.
   Barış yürümeden önce bana baktı. "Şeval, benimle gelebilir misin?"
   Kaşlarım çatıldı. "Nereye? Eve mi?"
   Başını salladı. "Sana yolda anlatırım." Ve cevabımı beklemeden yürümeye başladı. Belli ki mevzuyu Furkan abi ve annesi, babası buradayken açmak istememişti.
   Demir'e yandan bir bakış atıp Barış'ın peşinden yürümeye başladım. Arabasına bindiğini görünce adımlarımı hızlandırdım ve onun peşinden arabaya bindim.
   O, arabayı çalıştırırken ben de kemerimi taktım. "Neler oluyor?" diye sordum en sonunda.
   "Derin'in odasından ona hediye ettiğim köpeği alacağız. Uyandığında yanında görürse mutlu olur." Uyandığında derken sesi titremişti. Bu hâli içimdeki bazı duyguların harekete geçmesine neden oldu.
   Çok güzel seviyordu.
   Söylediği şey ise ilk söylendiğinde kulağa saçma geliyordu fakat düşününce çok ince bir düşünceydi. Eğer Derin'in hoşuna giden bir şeyi uyurken yattığı yere koyarsak bu, ortama güzel enerjiler verirdi ve Derin'in uyanmasını hızlandırırdı.
   "Ben neden geliyorum?" diye sordum. "Sen tek gidemez miydin?"
   "Şu durumda arabaya tek binersem başıma neler geleceğini bilemedim. Tolga, Ada'yla ilgileniyor. Furkan ile gidersem yolda ağzımdan Derin ile ilgili bir şey kaçırabilirim. Demir zaten kendini toparlamaya çalışıyor." Bana yandan bir bakış atıp tekrar yola döndü. "En mantıklı seçenek sendin."
   Bir süre sessiz kaldık.
   Sessizliği bozan o oldu: "Eve de mümkünse sen gir. Derin'in odası, ne olur ne olmaz..."
   Ah, kız odasına direkt olarak girilmeyeceğinden de haberi vardı.
   Burukça gülümsedim. "Tamam, ben girer ve oyuncağı alırım."
   Başını salladı.
   "Derin iyileşecek," dedim sükûnetin uzamasına engel olarak. "Başına neler geldi, neler gitti... Bir bayılma mı onu yenecekmiş?" Söylediklerim Barış'ı ikna etmek için olsa da aynı zamanda kendime de söylemiştim.
   "İyileşecek," dedi beni onaylayarak. Fakat ses tonundan anlamıştım ki, bunu bana söylüyordu ama daha çok kendini de buna inandırmaya çalışıyordu.
   Evin önüne gelene kadar konuşmadık. Arabayı durdurduktan sonra anahtarı bana uzattı. "Sen çıkıp al. Ben gelirsem..." Devam edemeyerek sustu.
   Bunu görünce aceleyle başımı salladım. "Tamam... Sen beni bekle." Onaylar anlamda başını salladığını görünce elinden anahtarı aldım ve arabadan indim. Apartmana girip hızlıca kata bastım.
   Asansörden inip dairenin kapısının önünde durdum. Anahtarı deliğe sokmaya çalışırken ellerimin titrediğini fark etmiştim.
   Eve girince direkt olarak Derin'in odasına yöneldim. Odaya girdiğim anda Derin'in kendi kokusu burnuma dolmuştu. Hissettiğim kokuyla almaya hazırlandığım nefes titredi. Gözlerimin önüne Derin'in bayıldığı an gelmişti.
   Yatağına giderek orada duran Muhittin'i kavradım. Vakit kaybetmeden odadan ve ardından evden çıktım. Kapıyı arkamdan kilitledim, hızlıca ayakkabılarımı giydim. Derin o durumdayken ondan uzak kalmak hiç iyi hissettirmemişti.
   Aşağı indiğimde Barış'ın arabayı apartmanın önüne getirdiğini gördüm. Vakit kaybetmeden arabaya bindim.
   Barış'a baktığımda elimdeki oyuncağa bakıp yutkunduğunu gördüm. Bu hali içimi parçaladı.
   "Aklına kötüyü getirme," dedim. "Derin'in uyanamama ihtimalini düşünüyorsun şu an, biliyorum ama sil at bu düşünceleri. Derin kalkacak ve sana bu köpeği düşündüğün için defalarca teşekkür edecek. Hem bak ameliyat bile olmadı, sadece uyanmasını bekliyoruz. Daha kötüsü de olabilirdi, öyle değil mi?"
   Ağır ağır başını salladı.
   "O zaman hadi hastaneye gidelim," dedim. Enerjik olmak için çaba sarf ediyordum. Barış'ın kendini bırakmasını istemiyordum.
   Arabayı çalıştırdı ve hastaneye doğru yola çıktık. Okul formamın ceketinin cebindeki telefonun titrediğini fark edince çıkardım ve ekrana baktım. Anıl arıyordu.
   Barış'a yandan bir bakış attığımda gözünü yoldan ayırmadığını gördüm.
   Derin bir nefes alarak aramayı cevaplandırdım. "Efendim?"
   "Sonunda," dedi ben telefonu açar açmaz.
   İfadesiz bir şekilde, "Ne oldu?" dedim.
   "Seni defalarca kez aradım, neden cevap vermedin?" Ses tonu hesap sorarcasına bir tondaydı.
   Kısıtlamaya asla gelemediğim ve aynı zamanda bulunduğum durumdan dolayı gerildim. "İşim vardı belki, olamaz mı?"
   Sert sesimi duyduktan sonra bıraktığı nefesi telefonun diğer ucundan ben duymuştum. "Okulda konuşulanlar doğru mu? Derin hastanede mi?"
   Sesimdeki gerginlik yerini umutsuz bir tona bırakırken, "Evet," dedim.
   "Durumu nasıl?" Ses tonunda herhangi bir tehlike sezmemiştim, aksine gerçekten meraklanmış gibiydi.
   "Uyanmasını bekliyoruz. Doktorlar beyin kanaması olmadığı için ameliyata almadılar. Şimdi de hastane odasında yatıyor, bilincinin açılmasını bekliyoruz."
   "Hm," dedi. "Kimler var?"
   "Derin'in ailesi, ben, Barış falan... Kalabalık biraz."
   "Arkadan bir ses geliyor." Sesi kuşkulu çıkmıştı.
   "Ben arabadayım. Derin'in odasından bir şey almaya geldim de şimdi hastaneye dönüyorum."
   "Kimin arabasındasın?" Sesi yine kısıtlayıcı çıkmıştı.
   Gözlerimi devirdim. "Ne yapmaya çalıştığını anladım, benimle hesap sorar tonda konuşma lütfen."
   "Demir arabada mı?" diye sordu.
   "Hayır, Anıl. Şimdi hastaneye geldim, sonra konuşuruz."
   "Şeval-" diye itiraz ediyordu ki sözünü kestim: "Hoşça kal." Ve telefonu kapattım.
   Barış'ın şüpheli bakışlarını fark edince nefesimi bıraktım. "Evet, Anıl aradı."
   "Hâlâ etrafında dolaşmasına nasıl izin veriyorsun, bir türlü anlayamıyorum..." Kendi kendine mırıldanmasını duyunca istemsizce kaşlarım çatıldı.
   "Sen de Derin gibi başlayacak mısın yoksa?"
   Bakışlarımızı birleştirdi. Kısa bir an duraksadı, daha sonra konuşmaya başladı: "Hayır, çünkü kendi kararlarından sadece sen sorumlusun. Ben Derin'in seni düşündüğü kadar tek bir kişiyi düşünürüm; o da Derin. Gerisi beni alakadar etmez."
   "Dobralığın bu kadarı..." diye mırıldandım kendi kendime.
   "Yalan söylemek lüzumsuz. Fakat şunu iyi bil ki, Derin seni hata yapmaktan kurtarmaya çalışıyor. Demek istediğim, bir daha böyle bir mevzu söz konusu olursa ona çok yükselme."
   "Peki," dedim bakışlarımı kaçırarak. Ne yazık ki haklıydı!
   Hastaneye girince Barış'ı arkamda bırakarak Ada'nın yanına gittim. "Herhangi bir gelişme oldu mu?"
   Başını iki yana sallayarak doğruldu. "Ne yazık ki hayır..." Barış'a ve bana bakıp kaşlarını çattı. "Ne yaptınız siz, neredeydiniz?"
   Furkan abinin kulağının burada olmadığını anlayınca sesimi kısarak, "Muhittin'i almaya gittik," dedim.
   Kaşları çatıldı. "Ne alaka be?"
   "Barış, Derin için getirdi. Biraz düşün, ona hak vereceksin."
   "Düşünmeden de hak verdim."
   Zoraki bir tebessüm ile koltuğa oturdum. Bir süre hiçbir gelişme olmadı. Bakışlarımı koridorda gezdirirken asansörün önünde beni izleyen Anıl ile göz göze geldim. Hızlıca ayağa kalkıp onun yanına gittim.
   "Ne işin var burada?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.
   Demir'e doğru bir bakış atıp nefesini bıraktı. "Yanında olmalıyım diye düşünmüştüm ama senin yanın boş değilmiş zaten."
   Nefesimi bıraktım. "Evet, doğru düşünmüşsün." Anıl'a hissettiklerimin sevgili olunca sıfıra inmesi ve kalbimin yönünün Demir'e çevrilmesi her an beni daha çok rahatsız ediyordu, artık buna son vermek istiyordum. Anıl'dan ayrılacaktım. "Bahçeye inip biraz konuşalım mı?"
   Ses tonum kaşlarını çatmasına neden oldu. "Peki."
   Aşağıya inince ellerimi montumun cebine koyup ona baktım.
   Anıl, "Ne konuşacağız?" diye sordu.
   Konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Derin bir nefes aldım. "Ayrılalım." Belli ki çok sert bir giriş olmuştu. Çünkü atmaya hazırlandığı adımı havada kalmıştı ve yüzü bembeyaz olmuştu.
   Ağır ağır bana döndü. "Anlamadım?"
   Kısa bir an düşündüm. Daha sonra omzumu dikleştirdim. "Senin teklifini kabul ettikten sonra sana olan hislerim, ne yazık ki birdenbire azaldı. Bu neden oldu, gerçekten bilmiyorum ama doğrular bu. Ben... Ben senden hoşlanmıyorum, kaldı ki hoşlansam bile seni gerçekten sevmediğime eminim. Birkaç gündür bunu düşünüyorum da... Seninle sevgili olmamın Derin'e kendimi ispatlama çabam olduğuna karar verdim. Biliyorum, kulağa çok acınası geliyor." Omzumu düşürdüm. "Üzgünüm. Ben buna daha fazla devam edemeyeceğim."
   Söylediklerimle gözlerinden geçen birçok ifade en sonunda ifadesizlikle sonuçlandı. "Bundan emin misin?"
   Sesindeki tehlikeyi göz ardı ettim. "Eminim." Yutkundum. "Kendine iyi bak."
   Tam yanından geçip gidiyordum ki, kolumdan tutarak beni durdurdu. "Benden ayrılınca Demir ile mi sevgili olacaksın?"
   Söylediğine kaşlarımı çattım. "Beni koyduğun sıfat bu mu?" Kolumu çekip kurtardım hızla. "Böylelerine kuyruk acısı deniyor, biliyor muydun?"
   "Yalan mı?" dedi. Gözlerinde intikam isteyen bir ifade vardı.
   Sinirle güldüm. "İnsanların gerçek yüzü, damarına basınca ortaya çıkarmış." Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Bak, nasıl da tuttu..." Onu sinirle süzdüm. "Bundan sonra karşıma çıkmazsan sevinirim."
   Onu gerimde bırakırken bana attığı son bakışlar öfke doluydu. Umursamadım. Hastaneye yürürken üzerimden kalkan yük beni tahminimden daha çok rahatlatmıştı.
   Artık beni bağlayan bir sevgili yoktu.
   Anıl'a bir şeyler hissetmediğim halde onunla sevgiliyim diye beni yiyip bitiren bir vicdanım yoktu.
   Tahminimce Demir ile aramızda bir engel yoktu.
   Son düşünceme istemsizce gülümsedim. Bu yokluk hoşuma gitmişti.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now