10. Bölüm

1.8K 115 3
                                    

2 Hafta Sonra
   Okuldan çıkınca Demir rahatlamışçasına omuzlarını düşürdü. "Toprağı öpeceğim lan. Bu ne böyle? Yazılı sınav, denklemde canlıların atomik özelliklerinin tarihçesi... Bıktım yemin ederim."
   Gülerek omzuna vurdum. "Bitti işte yazılılar, ne konuşuyorsun?"
   "Yazılılar biterken beni de bitirdi, ikiz. Daraldım lan!"
   Başımı iki yana sallayarak önüme döndüm. Evet, yazılılar bitmişti. Geçen iki haftalık süreçte Barış ile adam akıllı bir konuşmamız olmamıştı. Her zamanki gibiydik. En yakın ama çok uzağımda aslında...
   Abimin arabasının önüne gelince abimin çoktan arabaya bindiğini gördüm. Demir hızla ön koltuğa kurulurken ben gözlerimi devirdim.
   Ada'yı bugün babası alacaktı, dişçiye götürecekti.
   Tam arka koltuğa biniyordum ki arkamdan adımın seslenilmesiyle durdum. Sesin geldiği yöne döndüğümde Ekin'in bana doğru geldiğini gördüm. Açtığım kapıyı kapatıp yanına yürümeye başladım.
   "Efendim?" dedim ortada buluştuğumuzda.
   Elindeki kitabı bana uzattı. "Sıranın altında unutmuşsun."
   Kitabı alıp gülümsedim. "Teşekkür ederim, iyi ki fark ettin."
   "Dalgınsın sen yine?" Beni süzdü. "Bu hafta sürekli bir şeyleri unuttun."
   Evet, kalem, defter, kitap ve hatta okul çantamı bile unutuyordum bu hafta. Kafamın içinde Barış yüzüyordu.
   "Sınavlar zorladı," dedim içimdekileri susturup. "Bu hafta dinleneyim, geçer."
   "Bir hafta daha sabret, sömestr tatilinde bol bol dinlenirsin."
   Zoraki güldüm. "Doğru." Arkadan abimin bana korna çalmasıyla, "Neyse," dedim. "Pazartesi görüşürüz."
   Elini bana hoşça kal anlamında salladı. Koşarak arabaya giderken ileride bir adamın bana bakışlarını yakalamıştım. Gerçi adam denir miydi, bilemiyordum. Aşağı yukarı abimlerle yaşıt olmalıydı.
   Neden bana baktığını anlamlandıramadan adamın yüzünde küstah bir gülümseme peyda oldu ve yavaşça gözden kayboldu. Olanları bir türlü bir kalıba sokamazken omzumu silkip arabaya bindim.
   Eve gelene kadar arabada ses olmadı. Demir yazılıların vermiş olduğu yükle ses etmiyordu, abim de okulda yorulduğu için sessizdi. Ben ise... Barış vardı kafamda. Her zamanki gibi.
   Okulda onu görememiştim. Görsem bile en fazla başıyla selam vermekle yetiniyordu. Geçen süre zarfında aramıza ne girmişti, bilmiyordum ama gerçekten üzülüyordum. Öte yandan Barış'ın ciddi psikolojik sorunları olduğunu düşünüyordum. Bir gün karşıma geçiyordu, beni dünyanın en mutlu insanı yapıyordu; ertesi gün, gerçek dünyaya çakılmamı sağlıyordu. Ve bu bir kere değil, birçok kere olmuş bir olaydı.
   Evin önüne geldiğimizde yavaş hareketlerle arabadan indim ve apartmana girdim.
   Kapıyı açan anneme gülümseyip eve girdim. Hızlı bir şekilde odama girip üzerimi değiştirdim. Saçımı tepeden topuz yaptım. Tam dinlenmek için yatağa oturuyordum ki elim kulaklığıma gitti. Dinlenmek yerine dışarı çıkıp biraz yürüyecektim. Kış olduğu için hava erken kararıyordu.
   Odamdan çıkınca direkt annemle karşılaşmıştım. Beni süzerek, "Hayırdır?" dedi. "Nereye?"
   "Biraz yürüyeceğim buralarda."
   "Hava kararmak üzere, Derin. Geç içeride dinlen."
   Nefesimi bıraktım. "Her gün çıkan birisi değilim, kaldı ki uzaklaşmayacağım zaten." Yanına gidip yanağını öptüm. "Gelirim yarım saate."
   "Dikkat et."
   Hızlıca botlarımı giyip abime görünmeden evden çıktım. Eğer görürse kendinin gelmesi şartıyla ancak izin verirdi.
   Dışarı çıktığımda sert esen rüzgâra karşı derin bir nefes aldım ve kulağımda yankılanan müziğin sesini sona getirdim.
   Bir süre sonra nefes nefese kaldığımı fark edip bir parkın bankına oturdum. Topuzumdan fırlayan saçlarıma dayanamayarak tokayı açtım ve serbest kalmalarına izin verdim.
   Hava iyice kararmıştı ve istemsizce evden de fazlasıyla uzaklaşmıştım. Saçımı dağıtırken ileride gördüğüm bir çift gözle duraksadım. Sokak lambasının tam altından kara gözleriyle bana bakıyordu.
   Kaşlarımı çatarak arkama baktım fakat karanlık parkta benden başka kimse yoktu.
   Tekrar ona baktığımda dudaklarını oynatarak bir şeyler söylemişti fakat anlamamıştım. Adamın siması ise çok tanıdık geliyordu.
   Biraz düşününce adamı nereden hatırladığımı bulmuştum. Ve bu hatırlama hızla banktan ayağa kalkmama neden oldu.
   Sabah arabaya binmeden önce bakıştığım kişiydi bu!
   Sweatshirtimin cebindeki telefonum titreyince irkilerek telefonumu çıkardım. Ekranda şarj göstergesi vardı. Çok geçmeden telefonun ekranını karanlık kapladı.
   "Hayır," diye mırıldandım. Şarjım şu an bitmiş olamazdı! Evden bu kadar uzaktayken, hiç tanımadığım birisi bana bakıp bir şeyler gevelerken ve iliklerime kadar hissettiğim korku tüm damarlarımda gezinirken şarjım bitemezdi.
   Kendime gelerek koşarak parktan çıktım, eve doğru gitmeye başladım.
   Kulaklığımın kablosunun cebimden sarktığını görünce onu tekrar içine koymaya çalıştım.
   Birden bir şeyle, insan vücuduydu sanırım, çarpışınca afallayarak kafamı kaldırdım. İşte o an... İşte tam da o an boku yediğimi anlamıştım.
   Issız karanlık bir sokak, şarjı bitmiş bir telefon, korkudan her an altına yapacak olan bir Derin Talay bedeni ve tüm bunların karşısında sırıtarak beni süzen dört erkek... Buradan sağlam kurtulma ihtimalim yüzde kaçtı? 1? 2? 10?
   Çarptığım vücudun sahibi olan erkek sırıtarak beni süzdü. "Kayıp mı oldun güzelim?"
   Has... Biber gazı da yoktu yanımda! İmdat!
   Cevap vermeyerek yürümeye başladım. Ta ki yanındakilerden birisi kolumdan tutup beni geriye itene kadar... Titrek bir nefes alıp iğrenç yüzlerine çevirdim bakışlarımı.
   Benimle konuşan çocuk sırıtışını büyüttü. "Bizden korktun mu yoksa?"
   Benim cevapsız kaldığımı gören sarışın çocuk -çocuk diyorum çünkü dış görünüşleri en fazla abimle yaşıt gösteriyordu-, "Galiba bu güzellik dilini yutmuş," dedi keyifle. Daha sonra elini bana uzattı. "Ben Cenk. Tanışırsak bizimle konuşur musun?"
   Ses çıkarmadım yine. Konuşmazsam belki beni bırakırlardı diye ummuştum ama koca bir hayal kırıklığıydı tabii ki.
   Bana çarpan ve sırıtması yüzünden ağzının orta yerine yumruğumu geçirmek istediğim çocuk sırıtışını bozmadan aynı Cenk gibi elini uzattı. "Ben de Selim." Yanında duran ve benimle tek kelime etmeyen iki erkeği gösterdi. "Bunlar da Kutay ve İlker."
   "Bundan bana ne?" diye sordum tersçe.
   Selim sanki ona iyi bir şey söylemişim gibi sırıtışının yerini tebessüme bıraktı. "Biraz sonra olacak olanlar için şimdiden üzgünüz, güzel kız. Bu geceki yavru ceylanımız olacaksın."
   Ve Derin'in ruhuna...
   Kendime güç vermek adına omuzlarımı dikleştirdim ve, "Çekilin önümden," dedim.
   Cenk yüzündeki eğlenen ifadeyi silip ciddileşti. "Zorluk çıkarma."
  Onların arasından geçmeye yeltenmiştim ki dört tarafımı da kapladıkları için bu girişimim başarısız oldu. Cenk benim iki kolumu arkada sabitleyerek geriye çekerken Selim de cebinden gecenin karanlığında bile keskin yeri parlayan bir bıçak çıkardı. Bıçağı görür görmez Cenk'in kollarında çırpındım. Bir yandan da boş sokağa bağırıyordum: "İmdat! Kimse yok mu, yardım edin! İmdat!"
   Cenk daha fazla dayanmayarak bir elini boşalttı ve ağzımı kapattı. Şimdi bağırışlarım bir inlemeden öteye gidemiyordu.
   Beni az önce kalktığım banka oturtturdular. Çırpınmalarım onlara engel olamıyordu.
   Gözümden akan yaşlara hıçkırdım. Benim banka oturmamı sağlayıp iki yanıma ve önüme geçmişler, böylece kaçmamı engellemişlerdi.
   "Lütfen..." diye mırıldandım yalvaran bir sesle. "Bırakın beni, gideyim. Lütfen."
   Cenk tek kaşını kaldırarak beni süzdü. "Ben seni nereden hatırlıyorum?"
   Ben sessiz kalınca Selim, "Furkan denen şerefsizin yanında görmüştüm birkaç kere," diyerek konuşmaya dahil oldu.
   Cenk bunu duyunca kaşlarını çatarak sinirle bana baktı. "Furkan Talay ile nereden tanışıyorsun?"
   Abi!
   Eğer Furkan'ın kardeşi olduğumu söylersem abime duydukları öfkeden dolayı beni burada öldürebilirlerdi. Canım riske atmak için değildi.
   İstemsizce kısık çıkan sesimle, "Sadece okuldan tanıyorum," dedim. "Hakkında pek bir bilgim yok."
   Cenk dediğime inanmıştı. Bana yaklaşarak, "Dinle küçük ceylan," dedi. "Eğer bize karşı koymazsan emin ol, sen de zevk alacaksın. Aksini yaparsan bu gördüğün eğlenen yüzleri bir daha hayatın boyunca unutamazsın. İşte bu yüzden sakın bize zorluk çıkarma." Bunları söylerken sırf kullandığı ses tonundan dolayı bile kalpten gidebilirdim.
   Hıçkırdım. "Lütfen... Lütfen, gideyim."
   Cenk nefesini bırakarak ayağa kalktı. "Yalvarma, itaat et."
   Bir dakika! Ben bu oyunu bozarım! Yani... Bozmalıyım.
   Abimin böyle bir durumla karşılaşırsam kullanmam için öğrettiği birkaç dövüş taktiği vardı.
   Cenk beni kolumdan tutup sertçe peşinden sürüklemesiyle tüm gücümü topladım ve arka taraftan bacaklarının arasına diz kapağımı geçirdim. Cenk böyle bir hamle beklemediği için yere yığılırken Selim üzerime atıldı. Beni belimden tutup göğsüne yaslarken kollarımdan da İlker sabitlemişti ve işte şu an yapabileceğim bir şey yoktu.
   Bağırmaktan başka.
   "İmdat!" Yüksek sesimle tüm mahalleye, sokağa, hatta zorlarsam şehre bağırdım. "Yardım edin, kimse yok mu? İmdat-"
   İlker boştaki eliyle ağzımı kapatınca şu an anlamıştım. İşim bitmişti.
   Selim beni hırsla geri geri sürüklerken deli gibi ağlıyordum.
   Birdenbire üzerimdeki tüm güçler çekilince korkudan sımsıkı yumduğum gözlerimi açtım. Selim birinin onu çekmesiyle sertçe beni yere bıraktı. Omzumun üzerine düştüğümde acıyla inledim. Hazırlıksız olduğum için sert düşmüştüm.
   Omzumu tutarak arkadaki kargaşaya çevirdim bakışlarımı. Ve o an gördüğüm görüntü, yarama ilaç gibi gelmişti.
   Karşımdaki kişi, Barış'tı.
   Fakat pek hoş durumda değildi. Selim'in üzerinde ona yumruklar savururken İlker'i de yere sermişti ama Kutay ayaklanmış ve Barış'a yönelmişti bile.
   Korkuyla kendimi zorladım ve ayağa kalktım. Etrafıma bakınıp bir taş buldum, hızla oraya yöneldim.
   Barış'a odaklandığı için kimseyi görmeyen Kutay'a sessizce yaklaştım ve elimdeki taşı kafasına geçirdim. Kutay ani yakalandığı bu sert darbeye dayanamayıp yere yıkılırken Barış da bizim tarafa döndü.
   Beni görünce sinirle, "Sakın dahil olma!" dedi. "Kenara çekil ve ben ölecek olsam bile girme." Benim hareket etmediğimi görünce sertçe bağırdı. "Derin! Kenara çekil!"
   El mahkûm onlardan uzaklaşırken Barış da yere düşen Kutay'ın karnına tekmeler atmaya başladı.
   Birden birisi beni omzuna atınca çığlık attım. Bu kişi, Cenk'ti.
   "Sus lan! Bana attığın o tekmenin hesabını vermeden nereye gidiyorsun?"
   Sırtını yumruklamaya başladım. "İndir beni yere! Bırak!"
   Barış sesimizi duyunca yanındakilere son kez tekme atıp buraya yöneldi. Fakat Cenk beni geriye çekerek Barış'tan uzaklaştırdı.
   "Geri çekil!" Boştaki eliyle cebinden bıçağı çıkardı. "Yaklaşma."
   Barış bıçağı görünce hiç etkilenmedi. "Hemen kızı yere indir, olacaklara karışmam."
   Cenk, "Kes sesini!" dedi. "Defol git şuradan."
   Onlar tartışırken fırsattan istifade eğildim ve Cenk'in omzuna dişlerimi geçirdim. Cenk ısırmamla beraber beni hızla yere indirdi. Kendi omzunu tutarken Barış elimi tuttu ve koşmaya başladı.
   Peşimizden geliyorlardı, biliyordum. Barış'ın arabasını görünce hızlandım ve kapısını açtığı arabaya bindim.
   Nefes nefese Barış da şoför koltuğuna geçti ve vakit kaybetmeden arabayı çalıştırdı. Nefesimi düzene sokmaya çalışırken, "İyi misin?" diye sordum.
  "Sana bir şey yaptılar mı?"
   Başımı iki yana salladım. "Hayır... Tam zamanında yetiştin."
   "Ne işin vardı bu saatte sokakta?" Sert çıkan sesi öfke saçıyordu.
   "Biraz yürüyordum, geç olmuş. Fark etmedim."
   "Tek başına, evinden çok uzaklarda ve telefonun kapalı bir şekilde neden yürüyordun Derin?" Sesi epey yüksek çıkmıştı.
   "Dinlenmek yerine kafa dağıtmak için çıkmak istedim, sonra-"
   "Demir'le, Furkan'la, benimle, lan en olmadı Ada ile yürüseydin ölür müydün?"
   "Beni suçlamayı keser misin artık? Tek başıma yürümek istedim, bunda büyütülecek ne var?"
   "Büyütülecek bir şey yok, öyle mi?" Sinirle direksiyonu sıktı. "Az daha gelmesem orada neler olurdu, düşünsene biraz! Yetişmeseydim, tesadüfen çığlıklarını duymasaydım sende çok ciddi kalıcı hasarlar kalacaktı ve sen bunu umursamıyor musun?"
   "Tamam, özür dilerim!" dedim yüksek sesle. "Hata yaptım."
   "Ulan her seferinde peşini toplamak, senin başını beladan kurtarmak zorunda mıyım?" Dediğinden hemen sonra yüzünde pişman olmuş gibi bir ifade belirmişti.
   Dediği şeye ben çok öfkelenmiştim. "Sana peşimi toplamanı söyleyen mi oldu? Kendi tercihin, istersen beni tanıma. Ama sakın beni kurtarmanı başıma kalkma, Barış." Abi dememiştim. Canım istememişti. Yine.
   "Tamam, Derin. Uzatmayalım."
   "Bak-" Sözümü kesen şey arkadan bir arabanın bize çarpmasıyla öne savrulmamızdı.
   "Ne oluyor?"
   Barış dikiz aynasından arkaya baktı ve yüksek sesle bel altı bir küfür homurdandı.
   "B-Barış! Onlar mı?" diye sordum titreyen bir sesle.
   Gaza yüklenirken, "Daha da kötüleri," diye cevapladı sorumu.
   "Bu da ne demek?" Sessiz kaldığını görünce yüksek sesle, "Barış!" dedim.
   "Derin sadece susmanı istiyorum!" Direksiyonu sağa kırdı. "Sadece sus!"
   Korkuyla arkama bir bakış attım. Arkamızdaki araba bize epey yaklaşmıştı ve tekrar çarpmak üzereydi. Çarpmasının ise kasıtlı olduğu belliydi.
   "Bu kim?"
   "Benden hoşlanmayan biri," dedi sadece.
   Arkamızdaki araba bize tekrar çarpınca öne savruldum. Arabanın yavaşladığını fark edince korkuyla Barış'a baktım. "N-Ne oluyor?"
   Yüksek sesle küfredip sinirle direksiyona vurdu. "Araba bozuldu, çarpmanın etkisiyle."
   "Şimdi ne olacak?" diye sordum korkuyla. Araba durunca Barış hızla kapıları kilitledi. Camları tamamen kapattı.
   "Ne olursa olsun kaçma şansın olduğunda kaçacaksın, Derin. Her ne olursa olsun, arkanda kim olursa olsun kaçacaksın! Kendini kurtaracaksın."
   "B-Barış, bu ne demek? Ne olacak ki kaçayım?"
   Elini yanaklarıma koyarak alnını alnıma yasladı. "Az sonra hiç güzel şeyler olmayacak. Arkadaki arabanın içindekilerle rekabet hâlindeydim, şu an ise onlar benden güçlü çünkü arabada 5 kişi var. Onlar benimle ilgilenirken kaçacaksın, Derin. Beni umursamadan kendini kurtaracaksın."
   Başımı iki yana salladım. "Yapamam... Seni bırakamam, lütfen benden bunu isteme."
   "Derin!" dedi sertçe. "Vaktimiz kalmadı, senden sadece bir söz istiyorum; kaçacağına söz ver. Kendini kurtaracağına söz ver."
   Baktım, ciddiydi  el mahkûm başımı salladım. Barış bunu görünce rahatlayarak nefesini bıraktı ve alnıma bir öpücük bıraktı.
   Cama bir şeyle vurulunca panikle Barış'a sokuldum. Çok geçmeden arabanın dışından ses geldi.
   "Tam da şu an kapıyı açman gerekiyor, Erez."
   Barış sakin olmamı söyleyen bakışlarla bana bakıp cama döndü. Ondan sonra ben de korkuyla cama baktım.
   Ve vücudumu saran şok dalgasıyla kaskatı kesildim.
   Okulda bakıştığım ve sonra parkta göz göze geldiğim adamdı bu! Şu an ise sırıtan yüzü ile benim korku dolu bakışlarıma karşılık veriyordu.
   Barış derin bir nefes alıp kendi kapısının kilidini açtı ve benim ona engel olmama izin vermeyerek arabadan indi.
   Camın dışındaki adamın tam karşısında durdu. "Kızı bırak, öyle konuşalım."
   Adam sırıtışını genişletti. "Benim asıl işim kızla, Erez." Cümlesi biter bitmez arabadakilere bir işaret verdi.
   Birisi gelip Barış'a yöneldi ve ellerini arkada sabitledi. Başka birisi  daha geldi, ikisi birlikte Barış'ı arabaya sürükledi. Barış'ın çırpınışları işe yaramıyordu.
   Barış gözden kaybolmadan önce, "Kapıyı kilitle!" diye bağırdı bana. "Derin, kapıyı kilitle!"
   Titreyen ellerimle hızla tüm kapıları kilitledim.
   Bizimle konuşan adam -Barış ile yaşıt olmalıydı- camımı tıklattı. "Kendi isteğinle çıkacak mısın, zor mu kullanalım?"
   Cevapsız kaldım. Bunu gördüğünde nefesini sıkıntıyla bırakıp cebinden bir silah çıkardı. Silahı görünce korkuyla geri çekilirken o gülümsedi ve hızlıca silahı arabanın camına geçirdi. Dağılan cam kırıklarından uzak durmak için şoför koltuğuna geçtim.
   Kırdığı camın içine elini uzattı ve kapının kilidini açtı. Arabaya girdiğinde gözyaşlarım hız kazanmıştı.
   Sırıtarak, "Siyahlar ülkesinin prensesi," dedi. Ne dediğine anlam veremeden cebinden çıkardığı eterli bezi burnuma bastırdı. Koklamamak için büyük çaba sarf etsem de başarılı olamadım.
   Gözlerim kapandı ve gerisi sonsuzluğa uzanan karanlık...

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now