69. Bölüm

565 48 2
                                    

1 Ay Sonra:
   Elimizdeki büyük kartonlara bakıp kıkırdadım. Ada, Şeval ve Aybüke ile beraber erkeklerin sınava girdiği okulun önünde sınavın bitmesini bekliyorduk. Ortama muziplik katsın diye büyük kartonlara isimlerini yazmıştık. Herkes sevgilisinin isminin yazılı olduğu kartonu tutuyordu.
   Ben, elimdeki mavi kartona büyük harflerle Barış Erez yazmıştım. Karton, önümü kapatacak büyüklükteydi.
   Ada'nın, "Geliyorlar," dediğini duyunca bakışlarımı okula çevirdim. Kapıdan çıkan Barış, Tolga ve abimi görünce omzumu dikleştirdim. Elimdeki kartonu iyice kavradım.
   Bizi fark ettiklerinde üçünün de kaşları çatılmıştı. Adımlarını hızlandırdılar. Gülmeme engel olamıyordum. Barış'ın sınavda yaşadığı gerginlikten ötürü saçları birbirine girmişti. Gözleri yorgun bakıyordu. Üzerindeki salaş tişört ve altındaki siyah eşofmanla bile oldukça dikkat çekici görünüyordu. Allah vergisi bir yakışıklılığı olduğu gerçeği görmezden gelinmemeliydi.
   Yanımıza gelince kartı öne doğru tuttum. Kartonu inceleyip kaşlarını çattı. "Ne oluyor?"
   Gülmemi son anda bastırıp, "Sınav gazisi size özel pankartlarımız," dedim. "Geçmiş olsun, Barış Erez."
   Başını iki yana salladı. En sonunda dayanamayarak gülmeye başladı. Elimdeki kartonu alıp yere koydu. Kollarını bana açtığını görünce şirin bir ifadeyle kollarımı boynuna doladım. Birbirimize sımsıkı sarılırken diğerleri de bizden pek farksız değildi.
   Geri çekilince parmak ucumda yükseldim. Saçlarını arkaya doğru tarayıp düzeltmeye başladım. "Tam anlamıyla savaştan çıkmış gibisin."
   Nefesini bıraktı. "Hâlâ hayatta olmam mucize."
   Gülümsedim. "Bitti de kurtuldun, merak etme. Bundan sonra rahatsın."
   Başını salladı. Tam o sırada arkadan gelen Demir'in sesi, kulaklarımı doldurdu:
   "Yetiştik mi?"
   Bakışlarımı ona çevirdim. Şeval ile beraber bizim yanımıza gelmişlerdi. Nefes nefese hâllerinden koşmuş olduklarını anlamıştım. Demir'in elindeki kartonu fark edince, "Elindeki kartonda ne yazıyor?" diye sordum.
   Bizim elimizdekilere nazaran daha büyüktü. Demir gevşek gevşek sırıttı ve kartı havaya kaldırdı. Kaşlarımı çatarak üzerindeki yazıyı okudum:
   Oldu da bitti maşallah.
   Yanımdakiler kahkahalara boğulurken ben gözlerimi devirdim. "Oldu da bitti maşallah mı? Demir'ciğim hatırlatırım; abimler sünnet olmadı. Sınava girdiler sadece."
   Yüzü düştü. Elimizdeki kartların yazılarına tek tek bakıp, "Ben ne bileyim?" dedi. "Sizi evden bu pankartlarla çıkarken görünce heyecana geldim. Nereden bileceğim sadece isim yazdığınızı?"
   Bu hâline dayanamayarak ben de güldüm. Barış kolunu omzuma atıp beni kendine çekerken durumdan memnun bir biçimde sağ kolumu beline sardım.
   Barış'a alttan alttan bakıp, "Sınav nasıl geçti?" diye sordum. Normalde bunu sormayacaktım ama merak etmiştim.
   Başını salladı. "İyiydi," dedi. "En azından beklediğimden iyi geçti."
   Gülümsemem genişledi. "Bu harika bir haber."
   Abimin konuşmasıyla ona döndüm. Aybüke ve bana baktı. "Siz öğleden sonra gelmeyecek miydiniz?"
   Omzumu silktim. "Eğer sınav çıkışına geleceğimizi söyleseydik, yaptığımız şey sürpriz olmazdı."
   Barış başını salladı. "Hamle ötesini düşünüyorsunuz, işlendiniz siz."
   Gülerek, "Hadi ya," dedim. "İşlenme sırası sizde o hâlde?"
   Bana yandan havalı bir bakış attı. "Bizim işlenmeye ihtiyacımız yok, güzelim."
   "Ah, o da doğru." Kıkırdadım. "Odunu işlersin ama ne olursa olsun neticede elde olan yine kalastır. Öyle değil mi?"
   Burnumu sıktı. "Dil yine pabuç gibi, bakıyorum da..."
   Gülerek geri çekildim.
   Abimi ve Barış'ı sınava babam bırakmıştı. Okan ve Tolga ise kendi aileleriyle gelmişti. Yani ortada herhangi bir araba yoktu. Bugün düğün için kıyafet bakmaya gidecektik. Düğün için geri sayım artık tam anlamıyla başlamıştı.
   Düğüne üç gün kalmıştı!
   Üniversite sınavının yaymış olduğu gergin enerjiyle yaklaşık iki hafta yerimizde saymıştık. Ulaş abi, babasıyla beraber düğün hazırlıklarını tamamlamaya çalışırken Şeniz'in üzerine düşen görevlerde de biz yardımcı olmuştuk. Barış, Tolga, abim ve Okan etkisiz kalsalar da biz büyük emeklerle düğün günü için hazırlıkları bitirmiştik.
   Tek eksik, kızlar olarak henüz alamamış olduğumuz kıyafetlerimizdi.
   Şeval, akrabalarıyla çıkmış olduğu alışverişte kendine uygun bir elbise bulmuştu. Tabii onun istediği elbiselere engel olan bir sevgilisi yoktu, dilediği gibi hareket ediyordu. Fakat Ada ve ben acı çekiyorduk. Erkekler sınav haftasında bile bizim seçtiğimiz kıyafetlere müdahalede bulunmuşlardı.
   Bugün de son kez alışverişe çıkacaktık. Geriye çok az vaktimiz kalmıştı ve o zamanları elbise bulmakla harcayamazdık.
   İlk olarak Tolga ve Barış'ın eve gidip arabaları almaları gerekiyordu. Taksiyle evlerine doğru yola çıktıklarında geri kalanlar da biraz ilerideki kafede onları beklemeye başladı.
   Çok geçmeden gelmişlerdi.
   Barış'ın arabasına ben, Demir ve Şeval binerken; Tolga'nın arabasına da Ada, abim ve Aybüke bindi. Okan bize katılmayacaktı. Şeval elbisesi olmasına rağmen yoğun ısrarlarımız sonucunda bize eşlik etmeyi kabul etmişti.
   Araba, alışveriş merkezinin önünde durunca doğruldum. Seri hareketlerle içeri girdik.
   Herkes sevgilisiyle dağılırken ben, Barış ile yalnız kalmıştım. Önümüze çıkan ilk mağazaya girdik ve günü bu şekilde başlatmış olduk.
   Reyonların arasında gezinirken gözüme henüz bir elbise çarpmamıştı. Kasanın yanında duran görevli kızın bizim yanımıza doğru adımladığını fark ettim.
   Yanımıza gelip gülümsedi. "Merhaba. Nasıl yardımcı olabilirim?"
   "Şey, biz-" diyordum ki kızın alıcı bakışlarının Barış'ın üzerinde olduğunu fark etmemle sözüm yarıda kesildi. Barış'ı resmen gözleriyle yiyordu. Barış ise benim sinir olacağımı bildiği için ona gülümseyen kıza pis pis sırıtıyordu.
   Kızın dikkatini çekmek için boğazımı temizledim. Kız toparlanırken yüzüme yapmacık bir gülümseme yerleştirdim. "Mesela gözlerinizi sevgilimin üzerinden çekebilirsiniz, böylelikle gözlerinizi oymam riskinden de kolaylıkla kurtulmuş olursunuz." Kullandığım cümleler saygı çerçevesi içerisinde olsa da ses tonum tehditkârdı.
   Söylediklerimden sonra kızın yüzü kıpkırmızı kesilmişti. "Ben ne demek istediğinizi anlamadım?"
   "Ah, hayır. Pek tabii anladınız." Beni gülerek izleyen sevgilimin elini tutup havaya kaldırdım. "Size kolay gelsin." Barış'ın tuttuğum elini bilerek kıza göstermiştim. Kız renkten renge girerken Barış'ı da peşimden sürükledim ve mağazadan çıktım.
   Mağazadan iyice uzaklaştığımıza emin olunca Barış'ın elini bıraktım. Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. Hâlâ öfkem yerini terk etmemişti. Barış konuşunca bakışlarımızı birleştirdim.
   "Ne o?" dedi. Hâlâ sırıtıyordu. "Mağazadan çıkınca elimi bıraktın. Bizim ilişkimiz başkalarına göstermelik mi yoksa?"
   Yüzüme imalı bir tebessüm yerleştirdim. "Yok canım." Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Etrafta çok fazla yılan var da... Üzerine atlamak gibi bir hata yapmasınlar diye benim olduğunu herkese belirtiyorum."
   Sırıtışı genişledi. "Sahibimsin yani, öyle mi?"
   Omzumu silkerek, "Neden olmasın?" dedim. "İtirazın yok ne de olsa..." Eklediğim cümlede bir nevi tepkisini ölçmüştüm.
   Gülerek başını iki yana salladı. "Estağfurullah. Ne haddime..."
   Dayanamayarak ben de güldüm. Elini bana uzattığını görünce hiç düşünmeden parmaklarımı parmaklarına geçirdim.
   Yürüyen merdivenlerdeyken ona döndüm. "Elbiseyi bugün bulamazsak ne olacak?"
   O, benim tedirgin hâlimin aksine oldukça rahattı. Omzunu silkti. "Etrafta elbiseden bol ne var? Elbette bulacağız."
   Başımı salladım. Doğru söylüyordu. Yaz sezonuna artık iyice geçiş yaptığımız için hâliyle düğünler de çoğalmıştı. Çoğu mağaza günlük elbiseler yerine özel günlerde giyilebilecek abiyeler getirmeye başlamıştı.
   Merdivenler bitince katta dolaşmaya başladık. Yeni açılan bir mağaza dikkatimi çekince Barış'a orayı işaret ettim. "Bak, şu mağaza güzel duruyor."
   Gösterdiğim yere döndü. Gözleriyle inceleyip başını salladı. "Gel bakalım." Mağazaların öne çıkan vitrinlerindeki elbiselerine göre karar veriyordu. Fazla dikkat çeken elbiselerin olduğu mağazalara girmiyordu.
   Mağazadan içeri girdiğimizde etrafımda gördüğüm elbiselerle gözümden kalpler çıkmaya başlamıştı. Beklediğimden çok daha güzel bir mağazaydı.
   Reyonların arasında hazine bulmuş gibi gezerken Barış da hemen arkamdaydı. Elimi elbiselerin üzerinde gezdirdim. Hepsi çok güzeldi.
   "Buradan bir şeyler çıkar gibi," dedim. Daha sonra bakışlarımı Barış'a çevirdim. "Ne dersin?" Gördüğüm manzarayla dudaklarım yukarı kıvrıldı. Kendi kendime, "Belli ki çoktan çıkmış bile," diye mırıldanıp Barış'ın yanına gittim.
   Elinde açık mavi bir elbise vardı. Elbisenin renk tonu o kadar güzeldi ki, bakışlarımı ondan çekememiştim. Mini bir elbiseydi, diz üstünde biteceği belliydi. Normal durumda straplez kesim olan elbisenin üzerinde renk tonuna uygun, açık pembe bir dantel vardı. Bu şekilde göğsü kapatıyordu. Ama dantel elbiseye o kadar uyum sağlamıştı ki, hiç de kötü durmuyordu.
   Barış, yanına geldiğimi fark edince elbiseyi bana gösterdi. "Hoşuna gitti mi?"
   Dudaklarımdan beğeni dolu bir inleme firar etti. "Sen şaka mı yapıyorsun?" Hayranlık dolu bakışlarımı elbiseden ayıramıyordum. Parmaklarımı elbisenin eteğinde gezdirdim. Gerçekten de harika bir elbiseydi. "Tek kelimeyle bayıldım."
   Güldü. "Boyu biraz kısa ama modeli ve rengini seveceğini düşündüm."
   Başımı salladım. "Çok doğru düşünmüşsün, çok beğendim."
   Elbiseyi bana uzattı. "Bir de üzerinde görelim." Elbiseyi alıp kabinlere doğru ilerledim.
   Kısa süre içerisinde giyinmiştim. Elbisenin beli tam oturmuştu. Boyu, tahminimden biraz daha kısa olmuştu ama buna takılmadım. Dar etek olmadığı için fazla dikkat çekmiyordu. Elbise, göğsüme tam olmasa bile üzerini örten dantel bunu saklamıştı. Ufak bir terzi işi olduğunu anlamıştım.
   Aynada yan dönerek sırtıma bir bakış attım. Elbisenin sırt kısmı da dantel kaplamalıydı. Arkası, önünden açıktı ama bunu saçlarımla kapatabileceğimi düşündüm. Elbiseyi beğenmiştim.
   Derin bir nefes alarak kabinin kapısını açtım. Barış beni fark edince yaslandığı duvardan doğruldu ve yanıma adımladı. Ben de o sırada saklandığım kapının arkasından çıkıp kendimi ona gösterdim.
   O, beni süzerken hızla konuştum: "Evet, boyu biraz kısa oldu. Ama düğünde benden çok daha fazla açık giyen olacaktır, ben buna eminim. Göğsü oturmadığı için gözüne açık geliyor olabilir ama terzi dokunuşuyla her şeyi çözeceğim-"
   Nefes almadan konuşmamı kesen şey onun cümlesiydi: "Güzel olmuş."
   Yüzüme hevesli bir gülümseme yayıldı. "Vallahi mi?" diye sordum heyecanla.
   Beni son kez süzüp başını salladı. "Elbise çok yakışmış. Ne kadar gezersek gezelim, senin yaşına uygun bir elbise bulamayacağız. Bu biraz daha uygun." Nefesini bıraktı. "Düğünde benim yanımdan ayrılmazsın, konu kapanır."
   Sevinçle ellerimi birbirine vurdum. "Yaşasın!" Uzanıp yanağına bir öpücük bıraktım. Sakalları yine dudaklarımı huylandırmıştı. Geri çekilince, "Söz veriyorum; bir saniye bile yanından ayrılmayacağım," dedim.
   Bu hâllerime daha fazla dayanamayarak güldü. Her zaman dediğim gibi, mutluluk bulaşıcıydı.

   Alışveriş merkezinde dolaşırken az ileride Ada'yı fark etmiştim. Barış'a da gösterip oraya doğru yürümeye başladım.
   Yanlarına geldiğimizde Ada'nın surat astığını fark ettim. Tek kaşımı kaldırarak, "Ne oldu, sarışın?" diye sordum.
   Sesimi duyunca bana döndü. Elimdeki poşeti fark edince yüksek sesle ofladı. "Elbise bulabildiniz mi?" diye sordu poşeti görmüş olmasına rağmen.
   Gülümseyerek elimdeki poşeti havaya kaldırdım. "Evet, hem de en güzelini bulduk."
   Ada, Tolga'ya sinirli bir bakış attı. Belli ki onlarda sonuç hüsrandı.
   Barış gülerek, "Siz bulamadınız herhalde," dedi.
   Ada öfkeyle saçlarını geriye yatırdı. "Mağazaya girdiğimizde elimi neye atsam yok orası böyle, yok şurası şöyle diye diye hepsinden elimiz boş çıkmamızı sağladı!" Tolga'ya söyleniş şekline kıkırdamıştım.
   Tolga gözlerini devirdi. Aradan geçen iki saat boyunca kavga ettiklerini anlamak zor değildi. "Benim gösterdiğim elbiseleri de sen kabul etmedin, ondan da bahset."
   Ada, sevgilisine inanamaz gibi bir bakış attı. "Şaka mı yapıyorsun?" Daha sonra bize döndü. "Bana gösterdiği elbiseler elbise değildi. Ayıp olmasın diye etiket üzerinde elbise olarak geçen kumaş parçalarıydı."
   Tolga, "En son girdiğimiz mağazadaki sarı elbiseye ne kılıf bulacaksın?" diye sordu.
   Ada'nın dudakları aralanmıştı. "O gösterdiğin elbise; saçına sim döken, havalı olmaya çalışırken rezillik çizgisinde boğulan gelinin kız kardeşi elbisesiydi!"
   Tek nefeste söylediği cümleden sonra ben yorulmuştum. Onlar tartışmaya devam ederken gözüm ileride bir noktaya takıldı. Abim ve Aybüke bize doğru geliyorlardı. Aybüke'nin elindeki poşeti fark edince güldüm. "Belli ki Aybüke'nin de eli boş değil." Cümlemi duyduktan sonra Ada bakışlarımı takip etti ve Aybüke'yi gördü.
   Gerginlik seviyesi artmıştı. "Hepiniz buldunuz ya, kaldım işte bir başıma!"
   Aybüke yanımıza gelince gülümsedi. "Selam." Gülümsemesi, sevinçten çok yorgunluk doluydu. Belli ki abim onu da hayattan bezdirmişti. Ada'nın yüzündeki ifadeyi görünce kaşlarını çattı. "Sana ne oldu böyle? Ne bu suratının hâli?"
   Ada kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. "Geri kafalı sevgiliyle mücadele ederken öfke krizinde boğulma sendromundayım."
   Tolga kaşlarını çattı. "Ben mi geri kafalıyım?"
   Ada başını salladı. "Etrafta senden başka geri kafalı var mı?"
   Gülerken istemsizce bakışlarım Barış'ı bulmuştu. Onu elindeki telefonla uğraşırken görünce kaşlarımı çattım. "Barış?" dedim.
   Sesimi duyunca bana döndü. "Gidelim mi?"
   Kaşlarım havalandı. "Nereye gidelim mi?"
   Yüzündeki mutluluğu gizlemiyordu. Belli ki iyi bir haber almıştı. "Hira gelmiş," dedi. "Havaalanından onu almaya gideceğim. Gelmek ister misin?"
   Dudaklarım şaşkınlıktan aralanmıştı. Hira ile tanışmayı gerçekten istiyordum. Hızla başımı salladım. "Çok isterim." Sanırım Ulaş abinin düğünü için gelmişti.
   Elimi tuttu. "Hadi gidelim o hâlde." Abime dönüp, "Bir sorun olur mu?" diye sordu. Bir yerde, izin alıyordu da denebilirdi.
   Abim ikimize de bir bakış attı. Benim hevesli bakışlarımı fark edince başını onaylar anlamda salladı. "Gidin bakalım."
   Aldığımız cevaptan sonra hızlı hareketlerle arabaya yöneldik. Havaalanına giderken yol sessiz geçmişti.
   Araba durunca etrafıma baktım. Uzun süren yolculuğumuz sonunda havaalanına ulaşabilmiştik.
   Arabadan inince Barış'ın elini tuttum. Etrafımızdaki insanların dış görünüşü pek samimi durmuyordu.
   Barış kısa bir telefon görüşmesi yapıp Hira'nın yerini öğrendi.
   Hemen arkamızdan gelen, "Barış!" sesiyle ikimizin de bakışları oraya çevrildi.
   Uzun boylu güzel bir kız, bize doğru gülümsüyordu. Başındaki şapka ve üzerindeki mini elbise, onu turist gibi göstermişti. Ayağına giydiği hafif topuklu ayakkabı, uzun olan boyunu daha da uzatmıştı. Sırt çantası ve elindeki valiziyle çok samimi görünüyordu.
   Barış'ın konuşmasıyla bu kızın Hira olduğunu anlamıştım.
   "Vay vay, şu güzelliğe bak be! Tam anlamıyla yurt dışından gelen kuzen oldun."
   Onlar sarılırken bir adım geri çekildim. Kız beklediğimden çok daha güzeldi.
   Ayrıldıklarında kızın bakışları beni buldu. Kim olduğumu bakışlarıyla sorgularken gözü, boynumdaki kolyeye kaymıştı. Gözleri heyecanla büyürken, "Sen Derin'sin!" dedi. Bu heyecanına gülümsemiştim.
   Başımı salladım. "Sen de Hira olmalısın."
   Tam karşıma gelip beni süzdü. "En az anlatıldığın kadar güzelmişsin." Benim cevap vermeme fırsat bırakmadan beni kendine çekti ve sımsıkı sarıldı. "Ölmeden önce Barış'ı seninle el ele gördüm ya, artık bundan sonra her şey boş!"
   Sarılırken çok sıkmasından dolayı boğuk çıkan sesimle, "Ben de çok memnun oldum," diyebildim.
   Geri çekildiğinde bakışları, boynumda asılı olan kolyedeydi. "Çok yakışmış." Barış'a yandan bir bakış attı. "Tam da söylediğim gibi..."
   Barış, kuzeninin bu hâline gülümserken benim de yüzümde hafif bir tebessüm peyda oldu.
   Ayaküstü sohbete başladığımızı fark eden Barış ellerini birbirine vurarak dikkati üzerine çekti. "Arabada devam edersiniz, yol uzun."
   Hira ile gülüşerek arabaya yöneldik. Belli ki onunla iyi anlaşacaktık, bunu hissetmiştim.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now