11. Bölüm

1.8K 107 1
                                    

   Gözlerimi açmam için beni zorlayan ışığa daha fazla karşı koyamayarak gözkapaklarımı araladım.
   Tanıdık olmayan bir ortamla karşılaşınca panikle, yattığım eski koltukta doğruldum. Zifiri karanlığa gömülmeden önce yaşanılanlar aklıma gelince alnıma dökülen saçlarımı geriye ittim.
   Etrafıma bakındım. Üzerinde olduğum koltuğun tam üzerinde eski bir lamba zayıf ışığıyla ortamı loş şekilde aydınlatıyordu. Duvarları sararmış olan odada oturduğum eski koltuk dışında pek bir şey yoktu. Tam karşımda döküntü bir sandalye ve masa vardı. Masanın üzerinde ise bir su bardağı duruyordu. Kapalı kapının boyaları akmış, her an yıkılacak gibiydi.
   "Kimler uyanıp da aramıza teşrif etmişler..."
   Tam arkamdan gelen sert sesle irkilip bakışlarımı sesin geldiği yere çevirdim.
   Beni bayıltan, parkta ve okulda göz göze geldiğim adam tam karşımda durmuş sırıtarak bana bakıyordu
   "Sen kimsin?" diye sordum istemsizce titrek çıkan sesimle.
   Yavaş adımlarla yanıma geldi. Eski sandalyeyi tam karşıma koyup oturdu. "Anıl ben," dedi. "Seninle bu şekilde tanışmak istemezdim ama kısmet..."
   "Sorumun anlamının ismin olmadığını ikimiz de biliyoruz. Kim olduğunu sordum, ismini değil!"
   Sert çıkan sesimle sırıtışını genişletti. "Siyahlar ülkesinin prensesine de bak sen... Beklediğimden daha paniksin, güzelim. Sakin."
   Siyahlar ülkesinin prensesi! Kutu! Notlar! Süslü D harfi!
   Hatırladığım anahtar anılarla yüzüm nasıl bir hâl aldıysa bu, onun hoşuna gitmişti.
   "Siyah kutuların sahibiyle bu kadar çabuk tanışmayı beklemiyor muydun yoksa?"
   İstemsizce koltukta geriledim. Sırtım koltuğun yırtık başlığına değerken, "Kimsin sen?" diye tekrarladım. Sesim  kısık çıksa da Anıl duyabilmişti.
   "Seni uzun zamandır takip ediyorum. Ama yanlış anlama, sapığın falan değilim. Dikkatimi çekiyorsun. Seni her gördüğümde içimde bazı hisler uyanıyor ve ben buna karşı koyamıyorum. Bu yıl ise... Daha fazla saklanmamaya karar verdim, sana kendimi belli eden kutuyu gönderdim. Seni belli eden bir simge çok aradım. Çizdiğin kara kelebeği çok düşündüm ama... onu kendine bırakmak istedim. Adının baş harfine karar verdim." Nefesini bırakıp arkasına yaslandı. "Çok uzatmaya gerek yok. Adımı bilmen yeterli."
   "Hakkımda ne biliyorsun?" Yine korkuyordum ama kontrol altına alabilmiştim.
   "Kendi çapında gizliden gizliye şarkı söylediğine kadar biliyorum, Derin." Göz kırptı. "Seni yeterince tanıyor muymuşum?"
  Bunu duyunca ensemdeki tüyler ürpermişti. Kendimin bile unuttuğu bu zevkimi nereden biliyordu? Kendi kendime şarkı söylerdim ama kimseye söylemezdim. İçten içe şarkıcı olma isteğim vardı fakat kendime dahi unutturmuştum.
   "Nesin sen, hasta mı?"
   "Evet," dedi yüzünü yüzüme yaklaştırıp. "Senin hastanım."
   "Ben seni tanımıyorum bile. Bu yaptığın, yaptıkların çok anlamsız!" Ayağa kalktım. "Beni hemen eve götür. Burada durmak istemiyorum."
   Ciddileşti. Başıyla kalktığım koltuğu gösterdi. "Otur." Az önceki eğlenen ifadesi aniden değişmiş, sesi de sertleşmişti.
   "Bu yaptığın suç ve ben bu zorbalığa daha fazla sessiz kalmayacağım." Odanın kapalı kapısına koştum. Açmaya çalışınca kilitli olduğunu gördüm. Sertçe vurarak, "İmdat!" diye bağırdım. "Kimse yok mu?"
   Vurduğum bileğimde tutulup sertçe arkaya çevrilince çarptığım göğüsle gözyaşlarım hız kazandı.
   Anıl siniri yüzünden sert çıkan sesiyle, "Sözümün dinlenmemesinden nefret ederim," dedi. "Söylediklerime uy, rahat et."
   Bileğimi çekiştirdim. "Bırak!"
   "Beni sinirlendirme!" Tuttuğu bileğimden beni az önce kalktığım koltuğa hışımla itti. Sertçe omzumun üzerine düşünce istemsizce dudaklarımdan acı dolu bir feryat döküldü. Anıl da iki elini koltuğun başına koyup üzerime eğildi. Yüzlerimiz arasında milimler varken, "Sözümü dinle," diye mırıldandı.
   Elimi omzuna koyarak onu geriye itmeye çalıştım. Ama sadece çalıştım. "Kalk üzerimden!"
   "Dediklerime itaat edersen aramızda herhangi bir sıkıntı kalmaz, prenses. Fakat..." dedikten sonra kaşlarını çattı. "...aksi olursa sana iyi olacağının garantisini veremem."
   "Sen-"
   Nefesini seslice bırakınca sözüm yarıda kesildi. "Ben, sen, biz, siz... Yeter be güzelim."
   Aklıma gelen şeyle -yeni geldiği için kendimi tokatlamak istiyordum- gözlerim büyüdü. "Barış... O nerede?"
   "O şerefsizin adını yanımda anmayacaksın."
   "Barış nerede?" Her kelimenin üzerine basarak söylemiştim.
   "Cehennemin dibinde!"
   "O zaman burada!" dedim hırsla.
   Gözlerini devirerek doğruldu. Beni de bileğimden çekip arkasından kaldırdı. Beni peşi sıra sürüklerken bileğimi kurtarma çabalarım nafileydi. Odanın kapısını cebindeki anahtarla açıp odadan çıkmamızı sağladı. Birlikte koridorun sonundaki odaya yürürken neler olduğunu anlayamamıştım.
   Odaya girdiğimiz anda gördüğüm görüntü ile çığlık attım.
   Barış bir sandalyede, elleri ve ayakları bağlı bir şekilde oturmuştu. Yüzü ise kandan görünmeyecek hâle gelmişti. Burnundan akan kanların çoğu kurumuş, dudağındaki kanın üzerine akıyordu. Perişan durumdaydı.
   Çığlığımı duyunca Barış'ın yanındaki iri adam ve gece mavisi irisler bana baktı. Barış beni görünce üzerinden bir yük kalkmışçasına nefesini bıraktı.
   Tam yanına gitmek için hamle yapmıştım ki Anıl belimden tutarak beni göğsüne yasladı. Çırpınmalarım sonuç vermezken Anıl, Barış'ın yanındaki adama, "Diğer sandalyeyi hazırla," dedi.
   Adam hızla kendisine denileni yapmaya başladı. Anıl da beni o sırada adamın uğraştığı, Barış'ın hemen arkasındaki sandalyeye yürüttü.
   Beni zorla oturtup kollarımı aynı Barış gibi arkadan bağlarken Barış'ın sırtına değiyordum.
   Beni de sandalyede etkisiz hâle getirdikten sonra Anıl geri çekildi. Bana bakarak, "Senin ayaklarını serbest bırakıyorum," dedi. "Siz ikiniz hasret giderin..." Komikmiş gibi sırıttı. "Ben de bir sigara molası vereyim."
   Anıl ve yanındaki adam odadan çıkıp kapıyı arkalarından kapatırken nefesimi bıraktım.
   Odada sadece ikimiz kalınca aynı anda dudaklarımızdan, "İyi misin?" sorusu döküldü.
   Biraz duraksadıktan sonra, "Bence benim sorum daha önemli," dedim.
   "Benim iyi olup olmamam senin nasıl olduğuna bağlı." Konuşurken sesi, vücudundaki hâlsizlikten dolayı kısılmıştı.
   "Ben iyiyim. Ama sen... Canın çok acıyor mu?"
   "Ben alışkınım."
   Biraz durdum. Onun bu sesine alışmam kolay olmayacaktı. Kaldı ki, alışmak da istemiyordum zaten. Hemen eski Barış olmalıydı. Güçlü, sert, gerekirse sinirli... Ama bu olmamalıydı.
   "Bunlar kim, Barış? Seninle ne dertleri var?"
   Nefesini bıraktı. "Benden hoşlanmayan birileri."
   "Onu anladım zaten ama senden ne istiyorlar?"
   "İçeride o it sana ne dedi?" Konuyu değiştiriyordu.
   "Bence şu an bunları konuşmamalıyız."
   "Derin! Cevap ver bana."
   "Bir şey anlattı o kadar, önemli değil."
   "Derin."
   Uyarıcı sesini duyunca omzumu düşürüp el mahkûm anlatmaya başladım. "Sizin bize yemeğe geldiğiniz gün annem bana siyah bir kutu getirmişti, hatırlıyorsundur. İçinden not, kalem falan çıkmıştı. Onları gönderen buymuş." Diğer gelen kutudan şu an bahsetmek istemiyordum.
   Sinirle bir küfür homurdandı. Bir süre aramızda sessizlik asılı kaldı.
   "Senin için endişelendim," diyerek bozdum uzayan sükuneti.
   "Ben de senin için... Yanında olamadığım için seni koruyamamaktan korktum." Zoraki bir gülme sesi geldi. "Gerçi şu an daha çok korkuyorum, bu şekilde seni koruyamam ve gözümün önünde sana zarar vermeleri-"
   Hızla sözünü kestim. "Bence şu an bunları konuşmayalım. Daha ciddi bir problemimiz var gibi... Buradan nasıl kurtulacağız?"
   "Uzun uzun düşünmene gerek yok, kara melek."
   Hemen arkamdan gelen ses, Anıl'a aitti.
   "Sizi daha fazla misafir etmeyeceğiz. Senin beni tanıman için yapılan küçük bir gösteriydi sadece..." Tam karşıma gelip yüzünü yüzüme yaklaştırdı. "Daha çok görüşeceğiz."
   Anıl'ın yanındaki adam Barış'ın ellerini çözerken Anıl da benimkilere yöneldi. Yakınlığından rahatsız olarak uzak durmaya çalıştım ama nafileydi. Eli elime temas ederken midemin bulandığını bile hissetmiştim.
   Ellerim serbest kalınca hızla ayağa kalktım. "Sakın bir daha bana böyle bir şey yaşatayım deme, senin aklına sığmayacak şeyler yaparım!"
   Anıl sırıttı. "Haşin kız, sakin. Seni bir daha esir etmeyeceğim."
   Barış elleri serbest kalınca sinirle Anıl'a yöneldi. Kolundan tutarak onu durdurdum. "Lütfen gidelim, Barış. Lütfen, benim için..."
   Dediklerimi duyunca gözlerini yumdu. Birkaç saniye sonra açıp Anıl'a baktı. "Bu iş burada bitmedi." Sözler, dudaklarından yemin edercesine çıkmıştı.
   Barış parmaklarımızı birbirine geçirip kapıya yürürken arkadan Anıl'ın sesi odayı doldurdu. "Bu arada; sakın bazılarıyla gereğinden fazla yakın olma, Derin. Canımı sıkmak istemezsin."
   Barış sinirli bir nefes alsa da neyse ki tartışmayı uzatmadı ve evden çıktık.
   Etrafıma bakınınca bir ormanlık alanda olduğumuzu fark ettim. "Eve nasıl döneceğiz?"
   Barış sıkıntıyla bir nefes aldı. "Caddeye kadar yürüyelim, elbet bir taksi buluruz."
   "Bu şekilde ne kadar dayanacaksın?" diye sordum. Çünkü yüzü gitgide kötü bir hâl alıyordu.
   "Alışkın olduğumu söylemiştim."
   Birlikte el ele ana yola doğru koşmaya başladık.
   Az ileriden araba sesleri duyunca çok yaklaştığımızı anlamıştım.
   Sarı bir taksi tam önümüzden geçerken Barış elini kaldırdı ve durdurdu. Hızla arabaya yerleştik. Ben şoföre Barış'ın evini tarif ederken araba hareket etti.
   Yaşama sebebim olan derin gece mavisi gözlerine döndüm. "Hastaneye neden gitmek istemiyorsun?" Koşarken gitmek istemediğini söylemişti.
   "Hastaneye gidersem kayıt işlemleri ile iş ciddiye binecek ve buna gerek yok. Bu mevzuyu saklamamız gerekiyor."
   "İyi de neden?"
   "Çünkü ne senin ailenin, ne benim ailemin, ne de arkadaşların bilmesine gerek yok. Boş yere telaş yapacaklar, uzatacaklar. Ucuz atlattık, buna sevin."
   Düşününce mantıklı gelmişti. Annem duyarsa gerçekten telaş yapardı. Başımı uzatarak saate baktım. Sabah 6:45.
   "Annemler çok meraklanmışlardır şimdi... Nasıl açıklama yapacağım? Hatta polise bile gitmiş olabilirler."
   Cebinden telefonunu çıkardı. Kapalı olduğunu görünce bir küfür mırıldanıp tekrar aldığı yere koydu. "Furkan'a gece benimle kaldığını söyleriz. Eve dönerken benimle karşılaştığını, benim de kavga ettiğimi söyleriz. Sen de bana yardım etmek için eve kadar gelmişsin ve uyuyakalmışsın. Sorun kalmaz."
   Gülerek, "Yalan ağzına yuva yapmış," dedim.
   O da güldü. Ama oynayan kasları yüzünden yaraları ağrıyınca yüzünü buruşturdu. "Bakma sen, ben de az değilim."
   "Onu fark ettim," dedim zoraki bir gülümsemeyle.
   Taksi durduğunda vakit kaybetmeden arabadan indik. Barış'ın kolunu omzuma atarak ağırlığının bir kısmını zorla da olsa bana vermesini sağladım.
   Eve geldiğimizde Barış ceplerini yokladı. Anahtarın o kargaşada düştüğünü tahmin etmek zor değildi.
   "Umarım Okan evdedir," diye mırıldanıp kapıyı çaldı. Birkaç kez çalmadan sonra kapıyı uykulu gözlerle Okan açtı. Karşılaştığı manzarayı görünce, "Siktir," diye mırıldandı. "Bu ne hâl lan?"
  Ben Barış'ı içeriye yürütürken Okan'ın da yardımıyla kısa sürede salona girdik. Barış'ın koltuğa oturmasını sağladıktan sonra nefesimi bıraktım.
   Okan kaşlarını çatarak karşımıza geldi. "Açıklayacak mısınız, daha bekleyeyim mi?"
   Barış'ın, "Kimse bilmeyecek," dediğini duyunca gerçeği anlatacağını anladım.
   Okan başını onaylar anlamda salladı.
   Barış da anlatmaya başladı. "Şu Anıl denen herif vardı ya... Özgür abinin mekânında bir tartışma çıkmıştı aramızda." Okan hatırladığını belli eden bir bakış atınca Barış devam etti. "Ben Derin'i eve bırakacaktım, geldi arkadan arabaya defalarca çarptı. Araba da zaten bakıma muhtaçtı, o kadar darbeye dayanamadı; durdu. Durunca arkadaki araba yanımıza geldi ve önce beni, sonra da Derin'i arabaya tıktı. Sonra ormanın bir evine götürdü. Derin bayılmış o sırada... Şerefsizin adamları beni epey hırpaladılar. Sonra Derin geldi... Anıl denen it de bunun sadece Derin ile bir tanışma olduğunu zırvaladı." Alnını ovuşturdu. "Detaylı, detaysız özet bu... Bir ara konuşuruz."
   Okan soracağı sorulardan vazgeçip sessiz kaldı. Bu sefer de ben devreye girdim. "Pansuman malzemeleri ve bir şarj aletine ihtiyacım var, lütfen."
   Okan ayağa kalkarken başıyla televizyonun yanındaki çekmeceleri gösterdi. "En üst çekmecede var birkaç şarj kablosu, hangisi uyarsa al. Ben de çantayı getireyim." O odadan çıkarken ben de çekmeceden telefonuma uygun şarj cihazını çıkarıp hemen aşağıdaki prize taktım. Telefon şarj olmaya başladı. Barış'ın yanına gidip, "Sen uzan istersen," dedim. "Yoruldun."
   "Pansumanı kendim yaparım, mühim değil."
   "Ne yazık ki senin yapmana izin veremem. Kolunu kıpırdatacak mecalin yok, bana dediğin şeye bak."
   Dediğimi yaparak koltuğa uzandı. Başının altına yastığı almasına yardımcı olurken telefonum açılmış ve bir sürü mesaj geldiğini bildirim sesinden belli ediyordu.
   Telefonun yanına gidip elime aldım. Tüm bildirimleri iptal edip Ada'yı aradım ve kulağıma götürdüm. Evdeki durumları ondan öğrenmeliydim. Umarım Barış'ın dediğini yapıp da polise gitmemişlerdi.
   Üçüncü çalışta tedirgin ve panik dolu bir sesle Ada telefonu açtı. "Derin, neredesin sen?"
   "Lütfen sakin ol ve sadece cevap ver. Annemler hayatta mı?"
   "Allah korusun, Derin. Hayattalar, tabii dokuz doğurmaları dışında... Neredesin kuzum sen?"
   "Uzun hikaye, gelince anlatırım. Ama iyi olduğumu bil. Polise falan haber verdiniz mi?"
   "Teyzem vermek için çok uğraştı ama eniştem biraz daha beklemeye ikna etti. Az daha haber alamasak televizyonda görecektin kendini, kuzen."
   "Ada, senden bir şey isteyeceğim; gidip annemlere benimle konuştuğunu, gayet iyi olduğumu ve biraz sonra yanlarına geleceğimi söyler misin? Beni aramasınlar, telefonum şarjdayken aramaları otomatik olarak reddediyor. Lütfen onları sakinleştir."
   "Tamam, Derin. Sen iyi ol, yeter."
   "Canımsın, çok sağ ol."
   Telefonu kapattım. Okan'ın verdiği çantadan işime yarayacak pansuman malzemelerini çıkarıp Barış'ın yanına gittim.
   Yaralarını yavaş yavaş temizlerken istemsizce dudaklarımı yiyordum. Canının acıyor olma düşüncesi benim canımı acıtıyordu.
   "Sakin ol, alt tarafı birkaç yara."
   Barış'ın sesiyle kendime geldim. "Acımıyor mu?"
   "Senin elin değiyor, o yüzden; hayır. Acımıyor."
   Söyledikleri istemsizce yüzümde bir tebessüm oluşturdu. Tüm yaralarına aynı işlemi uygulayıp merhemlerinde yardımcı oldum. Bantla kapatılması gereken yaraları kapattım. Okan'ın getirdiği ağrı kesiciyi içmesini sağladım ve çantayı kapattım.
   "Sen biraz dinlen," dedim oturduğum sandalyeden kalkarken.
   "Sen gitme," diye mırıldandı. "Ben biraz uyuyayım, sen de dinlen. Birlikte gideriz. Durumları babana da birlikte açıklarız."
   "Sen hiç zahmet etmeseydin-"
   "Derin," diyerek sözümü kesti. "İster benim odamda uzan, istersen karşıdaki koltukta... Ama biraz uyu."
   Şu hâliyle bile beni düşünüyordu ya!
   "Tamam, sen beni düşünme. Hemen uyu ve dinlen." Karşıdaki koltuğa uzandım. Yastığa başımı koyarken Barış ayak ucumdaki battaniyeyi işaret etti. "Üzerine al, ev soğuk."
   Dediğini yaptım. O da bu sırada kendine Okan'ın verdiği battaniyeyi örtüyordu.
   "İyi olduğuna eminsin, değil mi Derin?"
   Sorusuyla ona döndüm. Aramızda bir orta sehpa ve az mesafe vardı. Bakışlarımız arasında ise hiç engel yoktu.
   "Ben iyiyim, bana zarar vermedi. Ama senin iyi olduğundan emin değilim."
   "Ben biraz dinleneyim, bir sorunum kalmaz."
   Başımı salladım. "Peki..."
   "Dinlen, takma kafana beni."
   "İyi uykular," diye mırıldandım.
   "Sana da, gamzeli."

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now