32. Bölüm

861 72 2
                                    

   "Derin! Derin uyan! Lan kış uykusunda mısın, nasıl deliksiz bir uykudur bu? Derin!"
   Başımdaki susmayan sesle yüzümü buruşturdum. Sesi azaltmak için başımı yastığın altına koydum. Başımı yatağa gömdüğüm için boğuk çıkan sesimle, "Defol başımdan, Demir!" dedim.
   "Lan kalk, gün aydı."
   "Hafta sonu sabahın köründe beni kaldırma çaban niye yahu?" Yanımdaki yastığı rastgele fırlattım. "Git başımdan!"
   "Hafta sonu mu? Lan bugün salı. Kafa da uçtu kızın, iyi mi?" Yastığı sertçe çekip aldı. "Kalk hadi, kalk!"
   Ofladım. "Neden ya? Belki bir umut bugün hafta sonudur..."
   "Aynen, Derin. Bugün hafta sonu ve ben forma giydim. En sevdiğim şeydir, hafta sonu forma giyip daha kargaların sabah olduğundan haberi yokken uyanmak... Böyle bir tutku işte, yapacak bir şey yok."
   "Ben senin Evrim Şeval'ine kavuşamamanla dalga geçmiyorsam benim söylediklerimle dalga geçemezsin."
   "Bak çocuk, Evrim Şeval benim bordo kırmızısı çizgim. Bulaşma!"
   Kaşlarım çatıldı. "Bordo kırmızısı çizgi mi? O ne be?"
   "Yaratıcılık deniyor buna, ikiz."
   "Daha fazla bozulmadan git şuradan."
   "Kalk, hazırlan. Annem beni gönderiyor sonra..." Sesi uzaklaşırken söyleniyordu. "Her şeyi Demir çeksin zaten. İtin boku Demir."
   "Defol!" diye bağırdım son kez.
   O gittikten sonra başımı oflayarak yastıktan kaldırdım ve hayatın gerçekleriyle yüzleştim. Ne vardı bugün hafta sonu olsaydı? Barış'ı görmek istemiyordum. Ona haksızlık yapıyormuşum hissi tüm gece boyunca beni rahat bırakmamıştı. Ama boynuna atlamak da istemiyordum. Çektiğim restte bir bakıma haklıydım fakat fazla mı abartmıştım acaba?
   Kafamdaki ağır düşüncelerle birlikte doğruldum ve yataktan çıktım. Hâlsiz bir şekilde dolabımın karşısına geldim ve formamı giymeye başladım.
   Uykum vardı. Barış'a ihtiyacım vardı. Keyfim ise hiç yoktu...
   Tüm bunları yok sayarak isteksizce okul için hazırlandım. Somurtan yüzümü az biraz toparlayıp abimin peşinden evden çıktım. Arabanın önüne gelince hızla arka koltuğa yöneldim ve oturdum. Okula varana kadar da tek kelime etmedim.
   Araba okulun önünde durunca derin bir nefes aldım ve arabadan indim. Okula doğru yürürken her zamanki oturdukları yerde Barış'ı görmüştüm. Onu görmek bile vücudumu kaskatı keserken nasıl ondan uzak durmaya çalışıyordum ben? Kimi kandırıyordum? Deli gibi özlemiştim onu. Bir gün bile olsa özlemiştim işte...
   Tolga'nın hemen arkasında kolunu ona yaslamış Ada, bakışlarını bahçede gezdirirken beni fark etti. Tolga'ya bir şey söylerken Barış'ın bakışları anında beni bulmuştu.
   Bakışları ifadesizdi. Herhangi bir tepki görememiştim.
   Ada hızlı adımlarla yanıma gelip bana sarıldı. Enerjik sesiyle, "Günaydın bebek," dedi. "Nasılsın?"
   Omzumdan düşmek üzere olan çantamı düzelttim. "İyiyim, ya da iyi olmaya uğraşıyorum. Sen nasılsın?"
   "Aynı ben de, bir şey değişmedi." Omzundan geriye bir bakış atıp tekrar bana baktı. "Barış ile tartışmışsınız sanırım."
   Bakışlarımı kaçırdım. "Ufak bir atışmaydı."
   Çenemden tutarak tekrar ona bakmamı sağladı. Tek kaşını kaldırarak, "Ufak?" diye tekrarladı beni. İnanmadığı sesinden anlaşılıyordu. Çenemdeki elini indirdi ve kollarını göğsünde birleştirdi. "Emin miyiz ufak bir atışma olduğuna? Bakışların seninle aynı fikirde değiller sanki..."
   Omzumu düşürdüm. "Analizlerin bittiyse sınıfa geçebilir miyim? Cidden hiç havamda değilim şu an."
   "Ama hayır ya!" Kolumu tuttu. "Sen de gel bizim yanımıza. Ders başlayana kadar kafa dağıtırsın."
   "Bu kafayı kolay kolay dağıtamam," dedim zoraki gülümseyerek. "Size iyi eğlenceler." Bir şey demesine fırsat vermeyerek okul binasının merdivenlerini çıkmaya başladım. Bilerek Barış'a tekrar bakmamıştım.
   Hâlâ neyi büyütüyordum? Şu an gülerek yanına gidip hiçbir şey olmamış gibi davransam ölür müydüm? Zaten ortada bir şey de yoktu. Kahretsin ki, ortaya çıkan gururum bana engel oluyordu. Bana takındığı tavrı affedememişti gururum.
   Sınıfa geldiğimde neyse ki birkaç kişi vardı. Ekin henüz gelmemişti. Çantamı sıraya bırakıp oturdum. Başımı avcumun arasına alıp gözlerimi kapattım. Uykusuzluk, keyifsizlik üzerine bir de baş ağrısı eklenmişti. Harika!
   "Yanlış oynuyorsun. Ders başlayınca uyuklaman gerekiyor, henüz ders zili çalmadı."
   Hemen yanımda duyduğum alaycı sesle gözlerimi açtım ve doğruldum. Ekin'i görünce üzerimdeki uyuşukluğu atmaya çalıştım. "Selam."
   Sırtındaki çantayı yanıma koyup sırada kendi tarafına oturdu. "Selam. Ne bu hâl?"
   Omzumu silkip, "Hiç," dedim. "Bir uykusuzluk var üzerimde. Gece uyuyamadım da..."
   "Bunun dünkü meseleyle bir bağlantısı var mı?" Konuşurken yeşil gözlerini benim gözlerimle birleştirmekten kaçınmıştı. Kullandığı ses tonu ise, vereceğim cevabın önemsiz olduğunu belli etmeye çalışır gibiydi.
   İç çektim. "Olabilir," dedim. O an içimden yalan söylemek gelmemişti. Yuvarlak cevabımla başını salladı.
   "Tam tahmin ettiğim gibi..."
   Kaşlarım çatıldı. "Bu ne demek?"
   "Dün Barış sana karşı pek dostça bir yaklaşım sergilemedi. Ben gittikten sonra ne oldu, gerçekten haberim yok ama tahminimce iyi bir şekilde bitmedi." Derin bir nefes aldı. "Bak, tavsiyeme ihtiyacın var mı, bilmiyorum fakat ben şu an bunları sana söylemek istiyorum."
   Ellerimi masaya koyup tüm bedenimi ona çevirdim. "Tavsiyene ihtiyaç duyduğum için değil, fikirlerini merak ettiğim için söylemeni istiyorum."
   "Kendini çok kısıtlıyorsun, Derin. Barış'ı..." Sanki acı çekiyormuş gibi bir ses tonuyla,  "...seviyorsun..." dedi. Kısa sürede toparlandı. "...diye her dediğini uygulamak zorunda değilsin. Demek istediğim, sırf onun için kendinden bu kadar ödün vermemelisin."
   "Kendimden bu denli ödün verdiğimi nereden çıkardın?" Fakat kafama bir şüphe düşmüştü ne yazık ki...
   "Barış seni yanında herhangi bir karşı cinsle görünce elin ayağına dolaşıyor. Sanki... Sanki o senin sahibinmiş gibi davranıyorsun-"
   Hırsla ayağa kalktım. "Kimse." dedim üzerine basa basa. "Benim. Sahibim. Değil."
   Nefesini bırakıp o da ayağa kalktı ve karşıma dikildi. "Bunu biliyorum ama senin hareketlerin-"
   "Sus," diyerek sözünü kestim. "Kalbini kırmak istemiyorum, rica ederim sus. Barış benim sahibim değil, sevgilim! Hareketlerim sana ona aitmişim gibi hissettirdiyse bu olayda sorun kesinlikle sende." Yüzümü yüzüne yaklaştırdım. "Bir daha bana sakın böyle bir imayla gelme, gerçekten hoşuna gitmeyecek sözler sarf ederim." Onu sinirle süzdüm. "Zaten iki gündür sinirlerim bozuk, önüme gelene çatıyorum. Senin bu tavrın ise beni tetikledi. Kusura bakma, demeyeceğim. Kendini sorgula ve haklı olduğumu fark et."
   Yaptığım uzun konuşmadan sonra cevap vermesini beklemeyip sıraya koyduğum çantamı aldım ve sınıftaki kimseye bakmadan sınıftan çıktım. Akmak için beni zorlayan yaşlarıma engel olup merdivenleri inmeye başladım. Merdivenin sonunda gördüğüm Anıl beni şüpheyle süzdü. Onu gördüğümde istemsizce yumruklarımı sıkmaya başlamıştım.
   Tam yanından geçerken, "Derin," dediğini duydum. Sinirle baktım gözlerine. Bunu görünce nefesini bırakıp bir adım geriledi. Ona olan tepkimin farkındaydı ve benimle konuşmaktan vazgeçmişti.
   Çantamı omzumda düzeltip vakit kaybetmeden merdivenleri indim. Bahçeye çıktığımda neredeyse okulun tamamı, ders başlamadan önce açık havada vakit geçiriyorlardı. Görünürlerde abim yoktu. Derse girmek istemiyordum. Bugün okula gelmem de bir hataydı. Bu kafayla girdiğim dersten kazancım zaten sıfır olacaktı, boş yere girmek istemiyordum.
   Tam bahçeden çıkacakken arkamdan bir sesin adımı söylemesiyle adımlarımı durdurdum.
   Şeval endişeyle beni süzdü. "İyi misin sen? Nereye bu şekilde?"
   Elimi saçlarımın arasına attım. "İyi değilim. Kendimde değilim, bana neler oluyor bilmiyorum fakat bildiğim tek şey, herkesten uzaklaşmam gerektiği... Yalnız başıma kalırsam belki toparlarım."
   "Ama-" diyordu ki elimi kollarına koyarak devam etmesini engelledim.
   "Lütfen," dedim ağlamak üzere olduğum için çatallaşan sesimle. "Bir süre beni idare et. Benim için bunu yap."
   "İyi olacak mısın?"
   Burukça gülümsedim. "Olacağım. Buraya toparlanıp geleceğim..."
   Yanağıma bir öpücük bıraktı. "Sadece birkaç saat. Okul bitmeden iyi bir şekilde buraya gelmeni istiyorum, ona göre."
   Başımı salladım. "Tamam, teşekkür ederim."
   Daha sonra onu arkamda bırakıp okul bahçesinden çıktım. Telefonumu sessize aldım ve yürümeye başladım. Okul iyice arkamda kalırken açık hava çok iyi gelmeye başlamıştı. Zaman geçtikçe iyi oluyordum, bunun farkındaydım.
   Belki de Barış'tan uzaklaştığım içindi ama... Bu fikri yok saydım.
   Hem yaramdı, hem ilacım...
Ada Yıldız:
   Tolga'nın karnına dirseğimi geçirdim uyarıcı bir mesaj vermesi adına. Sırıtarak bana döndü. "Ne oldu, sarışın?"
   "Neydi o kızın arkasından attığın bakışlar?"
   Okan'a baktı. Birlikte aynı anda kahkaha attıklarında kaşlarımı çatarak doğruldum. "Hayırdır, ne oldu?"
   "Kıskançlığıma laf ediyorsun fakat benden pek de aşağı kalır bir yanın yok."
   Dudağımı büzdüm. "Hiç de bile... Ben Kıskanmadım."
   "Güzelim," dedi. Kulağıma eğildi. "Derin bile Barış'ı kıskandığı zamanlarda bunu itiraf ediyor."
   Çaktırmadan Furkan abiye bir bakış attım. Neyse ki Tolga'nın dediğini duymamıştı ve hemen yanındaki Okan ile konuşuyordu. "Çünkü Derin kıskanılmaktan hoşlanıyor," dedim onun gibi fısıldayarak. "Ama ben hoşlanmıyorum."
   "Hoşlanırsın." Gözümün önüne gelen bir saç tutamımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Ben kıskanmaktan asla vazgeçmeyeceğim çünkü."
   "Ama ya-"
   İşaret parmağını dudağının üzerine koyup bana sus işareti yaptı. "Sakin."
   "Selam."
   Hemen yanımdan gelen tanıdık sesle ilgimi Tolga'dan ayırdım ve sesin sahibine döndüm. Şeval gülümseyerek bize bakıyordu. "Nasılsınız?"
   "İyidir," dedim gülümserken. "Senden ne haber?"
   Demir'e kaçamak bir bakış attı. "Ben de aynı işte..."
   Demir'in yanındaki boş bankı gösterdim. "Otursana."
   "Ders başlayacak, hiç oturmayayım."
   "Dersin başlamasına 10 dakika var," dedi Tolga. "Sen otur, çıkarız hep birlikte."
   Şeval, Demir'i süzdü. Demir birdenbire Şeval'e soğuk yapmaya başlamıştı. Bunu ben de fark etmiştim. Şeval'in sesini duyduğu hâlde dönüp ona bakmamıştı bile.
   Şeval, Demir'in hareketlerine hafif bozularak bir adım geri çekildi. "Yok," dedi. "Ben yukarı çıkayım. Size iyi oturmalar." Demir'den yüz bulamadığı için gidiyordu, bunu anlamıştım.
   Bizim bir şey dememize fırsat bırakmadan okula doğru yürümeye başladı. Arkasından bir süre baktım. O gözden kaybolunca Demir'e döndüm.
   "Neydi bu şimdi?"
   Ayağıyla yerdeki toprakla oynarken, "Ne neydi?" dedi. Sesi umursamaz çıkmıştı. Belki de gördüğüm en ciddi hâliydi bu onun.
   "Şeval'e takındığın bu tavır," dedim. "Ne diye soğuk yaptın kıza?"
   Bakışlarımızı birleştirdi. "Yapmam gereken neyse onu yaptım." İç çekti. "Hatta geç bile kalmıştım."
   "Neden yaptın bunu?" diye sordum bu sefer.
   "Çünkü Şeval, sevgilisiyle mutlu ve benim onun yanında herhangi bir işim yok." Ayağa kalktı. "Ben dolaşacağım ders başlayana kadar..." Ve o da aynı Şeval gibi gözden kayboldu.
   Nefesimi bıraktım. "Ama bu ne ya? Bu şekilde bilinmezlikler olursa bir yere varamayız."
   Tolga kolunu omzuma atıp beni kendine çekti. "Bu kadar merak zararlı."
   Ofladım. "Ama merak ettim şu an."
   "Kendileri halletsin izin ver." Başımın üstüne bir öpücük bıraktı. "Sen kendi ilişkine bak."
   Kıkırdadım. Bakışlarımızı birleştirirken bir çocuk gibi, "Bakıyorum şu an," dedim. Söylediğim hoşuna gitmişti. Gülümsemesi genişledi.
   "Derin'i gören oldu mu?" Furkan abinin sesiyle ona baktım.
   "Sınıftadır," dedim. Sesim, kararsız çıkmıştı.
   Kaşları çatıldı. "Neden çıkmadı dışarı?"
   "Uykusu var gibiydi. Belki o yüzden çıkmamıştır."
   "Barış da ortalarda yok."
   Bunu duyunca doğruldum. "En son Buse ile uzaklaşmışlardı." Derin hepimizi öldürecekti. Barış'ın Buse ile gitmesine nasıl ses etmezdik? Şimdi aklıma gelmişti.
   "Buse ile?" Furkan abi tek kaşını kaldırdı. "Ciddi misin?"
   "Evet," dedim. Yüzündeki haylaz sırıtışı görünce gözlerim büyüdü. "Hey hey! Kafana gelen şeyi hemen geri gönder, Furkan Talay."
   "Er ya da geç olacak o ikisi..." dediğini duyunca Tolga da doğruldu.
   "Yok lan. Barış'ın Buse'ye karşı ilgisi yok."
   Furkan abinin Derin ve Barış'ın sevgili olduğunu bir an önce öğrenmesi gerekiyordu. Zira bu şekilde bizi çok zorluyordu.
   "Neyse ne..." Furkan abi ayağa kalktı. "Ders başlar birazdan. Ben çıkıyorum."
   "Geliriz birazdan," dedi Tolga. Furkan abi başını sallayıp uzaklaşırken Tolga'ya baktım.
   "Bir an önce öğrenmeli," dedim. "Bu şekilde ne kadar daha uzatabilirler ki?"
   Omzunu silkti. "Umarım öğrenir yakın zamanda... Ne diyelim ki?"
   "Doğru," diye mırıldandım. Ne diyebilirdik?
Derin Talay:
   Akan gözyaşımla hıçkırdım. Esen güçlü rüzgârlar saçlarımı savururken boş bakışlarım hemen önünde durduğum uçurumdaydı. Kafa dağıtmak için kimsenin olmadığı bu uçuruma gelmiştim. Barış'ın beni getirdiği yerdi burası. Kurtuluş Uçurumu... Buraya gelmek onu hatırlatsa da bu özlemi yok saydım.
   Yanımda bir beden hissedince bakışlarımı oraya çevirdim. Aşağı yukarı benimle yaşıt olan bir erkek yanımda duruyor ve bakışlarını benim gibi önümüzdeki uçurumdan ayırmıyordu.
   Bir şey söylemediğini görünce bakışlarımı ondan çektim ve tekrar önüme döndüm.
   Daha ne kadar sessiz kaldık, bilmiyordum fakat o da derin düşüncelere dalmış gibiydi. İkimizin de ayak uydurduğu sükunet uzarken en sonunda ortamdaki rüzgâr sesine ekleme yaparak konuşan o oldu:
   "Genç bir kız rüzgârlı bir günde dertlerinden biraz da olsa uzaklaşmak için uçurum kenarına gelir. Akan gözyaşlarıyla birlikte dertlerinin de yok olmasını ister." Derin bir nefes aldı. "Kalbi kırılmış bir kızın tek kurtuluşu gözyaşı akıtmaktır. Ya da kendisi kurtuluşunu bu zanneder, oysaki tek yaptığı kendini üzmektir."
   Gözümden akan yaşı elimin tersiyle sildim. "Ve genç kızın yanına özlü sözler sarf eden bir yabancı gelir; bu yabancı sen oluyorsun sanırım... Kız içini döker ve rahatlar."
   "Kız içini dökmezse bu özlü sözlerin sözcüsü de ısrar etmez."
   Kısa bir an sessiz kaldım. Rüzgârdan dolayı yerinde durmayan saçlarıma elimi attım. Biraz düzene koyduktan sonra tekrar ona baktım. "Anlatacak pek bir şey yok," dedim. "Son günlerde sinirlerim bozuk, hatta aşırı derecede bozuk. Yanlış şeyler yapıyorum, önüme gelene çatıyorum."
   "En doğrusunun yalnız başına kalmak olduğuna mı karar verdin?"
   Başımı salladım. "Herkesten uzak olursam kimsenin kalbini de kırmam, diye düşünmüştüm. Ne onlara zarar veririm, ne kendime..."
   "Tahminimce," dedi yavaşça. "Bu uçuruma gelmenin de bir sebebi var, öyle değil mi?"
   İç çektim. "Sanki..." Daha sonra başımı iki yana salladım. "Oturdum; adını, kodunu bilmediğim bir yabancıyla sohbet ediyorum, hayatım hakkında bilgi veriyorum... Pek benlik değil."
   Gülümsedi. "Bu da doğru fakat sinirlerin bozuk olduğundan yaptıkların pek bilinçli olmayabilir, bu gayet normal."
   Sessiz kaldım. Çantama attığım telefonumu çıkarınca 4 cevapsız aramanın olduğunu gördüm. Hepsi de Ada'dandı. Saatten anlıyordum ki, ders başlayalı yaklaşık 20 dakika olmuştu. Tekrar aradığını görünce isteksizce aramayı cevaplandırdım ve telefonu kulağıma götürdüm. "Ada, daha sonra konuşalım mı?"
   "Derin, Barış..." Telaşlı sesini duyunca ayağa kalktım.
   "Ne oldu Barış'a? Bir şey mi oldu?"
   "Bana Tolga söyledi. Barış bir barda kavga çıkarmış. Durumu-"
   Panikle sözünü kestim. "Hangi bar?"
   Yanındaki her kimse bir şeyler sordu ve bana cevap verdi: "Özgür abinin orası... Taksiyle geçeceksen onlar bilir, şimdi biz de gidiyoruz."
   "Siz gelmeyin," dedim anında. "Ben gideceğim. Tek biz olalım."
   "Ama Derin-"
   "Rica ediyorum," diyerek sözünü kestim. "Bir tek ben gideceğim."
   Nefesini bırakıp teslim oldu. "Pekâlâ..."
   Telefonu kapatıp yanımdaki yabancıya döndüm. "Benim gitmem gerekiyor. Yanımda olup, benimle iki kelime de olsa konuşman hoştu. Sağ ol."
   Başını salladı. "Başarılar."
   Ona hafif bir gülümseme yollayıp çantamı aldım ve taksi bulmak için yola çıktım.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα