70. Bölüm

622 49 2
                                    

3 Gün Sonra:
   "Ya ben sana dokuz bin sekiz yüz elli altı kere demedim mi benim odamı karıştırma, eşyalarıma dokunma diye!" dedim sinirle. Demir yine dolaplarımın içini karıştırmıştı ve beni sinir etmişti.
   Demir hemen arkamdan salona girdi. "O oda senin odan olduğu kadar benim de odam, bilmem farkında mısın?"
   Öfke seviyem her geçen saniye artıyordu. "Madem senin de odan o zaman o dört duvarı oda olarak kullan. Ahırınmış gibi değil!"
   Seslerimizi duyan annem telaşla yanımıza geldi. "Ne oluyor çocuklar?" Bizi süzüp kaşlarını çattı. "Siz daha hazır değil misiniz? Kaldı düğüne dört saat, ne tartışıyorsunuz burada?"
   Demir de ben de annemin sesini umursamadık. Demir, benim öfkemden aşağı kalır bir yanı olmayan öfkesiyle, "On altı yıllık ikizini değiştirmeye çalışmak yerine kendi saplantılarından kurtulsana sen!" dedi.
   Ellerimi belime koydum. Bu hareketi çirkefleştiğim zamanlarda yapardım. "Ben kendi huylarımı, bile isteye yapmıyorum, senin yüzünden bende takıntı hâline geldi. Ama sen benim aksime, o odayı dağıtmama bilincine sahipsin. Hareketlerini kısıtlayabilirsin."
   Gözlerini kısarak, "Hayır," dedi. "Ben sana değil; sen bana ayak uyduracaksın!"
   Başımı iki yana salladım. "Bak, Demir beni germe. Ters tarafımı görürsen çok kötü olur!"
   "Asıl sen benim ters tarafımı görme, Derin Talay!"
   Tam sinirle Demir'in üzerine atlıyordum ki, annem araya girerek beni Demir'den uzaklaştırdı. "Hey hey! Sakin olun bakayım." Benim öfkeli bakışlarımı fark edince boğazını temizledi. "Küçük hanım, düzeltin o kaşlarınızı ve bakışlarınızdaki ifadeyi."
   Nefesimi bırakarak dediğini yaptım. Annem aynı şeyi Demir'e de yaptırıp bana döndü. "Şimdi odana gidiyorsun, güzelce hazırlanıyorsun. Düğün kıyafetini yanına alıyorsun ve benimle beraber evden çıkıyorsun. Özlemler bizi kuaförde bekliyor, geç kaldık yeterince." Bakışlarını Demir'e çevirdi. "Sen de Derin hazırlandıktan sonra üzerindeki pijamalardan kurtuluyorsun, abinle beraber araba süslemeye gidiyorsun." Ellerini birbirine vurdu. "Lâfımı ikiletmeyin, hadi!"
   El mahkûm odama yürüdüm. Sinirim biraz olsun yatışmıştı. Yarım saat içinde kuaför salonuna gelmiştik. Her zamanki gibi Erenlerin salonundaydık.
   Üç saat süren bir hazırlıktan sonra herkes hazırdı. Şeval, gelinin kız kardeşi görevini yerine getirmiş ve çok dikkat çekici olmuştu. Giydiği sarı elbiseyle âdeta bir güneş gibi parlıyordu. Yaşına uygun makyajıyla güzelliğini öne çıkarmıştı. Ayağındaki hafif topuklu ayakkabılar, boyunu Demir ile eşitlemesine yardımcı olacaktı.
   Ada ise her zamanki gibi en süslümüzdü. Tolga ile kıyafet tartışmalarına son ana kadar devam etse de kendine uygun bir elbise bulabilmişti. Ayak bileğinin üstünde biten açık mor elbisesi ve omuzlarından aşağıya sarkmasına izin verdiği sarı saçları ile çok güzel görünüyordu. Elbisesiyle aynı tonda topuklu bir ayakkabı giymişti.
   Aybüke ağır bir güzelliğe sahipti. Koyu yeşil bir elbise giymişti. Elbisenin boyu, dizinin birkaç parmak üstünde bitiyordu. Beyaz, hoş bir ayakkabı giymişti. Siyah saçlarını maşa yaptırmış, hafif bir makyajla görünümünü bitirmişti.
   Ben ise üzerimde Barış'ın seçtiği elbiseyle kendimi prenses gibi hissediyordum. Dün akşam saatlerinde aldığım beyaz topuklu ayakkabı, elbisemle güzel bir ahenk oluşturmuştu. Maşa yaptırdığım uzun saçlarım, beni oldukça güzel göstermişti. Göz makyajıma özenmek istemiştim, bu yüzden gözlerim ön plana çıkmıştı. Siyah maskarayla kirpiklerimi belirgin hâle getirmiştim. Elbisemin renk tonuna uygun bir göz farı sürmüştüm. Dudaklarımdaki koyu kırmızı rujla görünümümü sonlandırmıştım. Kendimi beğenmiştim, gerisi önemli değildi.
   Şeniz, şu ana dek gördüğüm tüm gelinlere taş çıkartacak kadar güzel olmuştu. Prenses model gelinliğiyle âdeta kuğu gibi süzülüyordu. Saçlarını hoş bir topuz yaptırmıştı ve tepesine de güzel bir gelin tacı yerleştirmişti. Yere kadar inen duvağı, gelinliğinin eteklerine karışmıştı. Yaptırdığı makyaj ise güzelliğini en zirveye taşımıştı.
   Sonuç itibariyle hepimiz güzeldik, gerisi önemli değildi. Gelin arabasının şoförü abim olmuştu. Aybüke o arabaya, abimin yanına binecekti. Barış ise beni götürecekti. Tolga'nın arabasıyla Ada, Şeval ve Demir düğün salonuna gidecekti.
   Kapının önüne park edilen arabayı fark edince ayağa kalktım. "Abim geldi." Ulaş abinin arabasını süslemişlerdi ve oldukça güzel görünüyorlardı.
   Şeniz heyecanla yerinde kıpırdandı. "Kalbim yerinden çıkacak," dedi. "Ölmeden şu günü bitirseydim..."
   Bu hâli çok tatlıydı. Gülümseyerek, "Bugünü atlatabilirsen uzun süre heyecan yaşamazsın merak etme," dedim.
   Kapının tıklatılmasıyla bakışlarımız oraya çevrildi. Abim gülerek bize bakıyordu. "Ee, güzel hanımlar. Gelini ve sevgilimi alabilir miyim? Gelini damadı bekliyor; sevgilimi ise ben..."
   Aybüke, abimin söylediğiyle utangaç bakışlarını yere indirirken Ada ve ben kıkırdıyorduk. Şeniz'in heyecanını biraz da olsa indiren Şeval ayağa kalktı. "Hadi o zaman, düğün başlasın!"
   Sırayla salondan çıktık. Şeniz'in arabaya binmesine yardımcı olurken Barış'ın arabasını fark ettim. Doğruldum. Üzerindeki siyah takım elbiseyi görünce nefesim daralmıştı. Her zamanki gibi üstten üç düğmesi açıktı, kravat veya papyon yoktu. Bir adım geri çekildim. Arabadan inip yanıma doğru adımlamaya başladı. Attığı her adımda kalbimin atışları hızlanıyordu. Gelin arabasından uzaklaştım, Barış da hemen peşimdeydi.
   Diğerlerinden uzaklaştığımıza emin olduğum bir yerde durdum. Yüzümde çekingen bir gülümseme peyda olurken, "Merhaba," dedim. Kalbimin atışı hızlandığı için doğru düşünememiştim. Söylediğim kelime ise çok alakasızdı.
   Barış bu hâllerime fazlasıyla alışık olduğu için takılmadı. "Merhaba." Beni süzdü. "Sevgilinin katil olmasını istemiyorsan yanımdan bir saniye bile ayrılma."
   Zoraki güldüm. "Aldım mesajı, telaş yok."
   "Telaş var mı, yok mu göreceğiz..." diye mırıldandı kendi kendine. Çenesinin ucuyla arabasını işaret etti. "Yürü bakalım, gamzeli prenses..."
   Gülerek bizimkilerin yanına geldim. Abim beni fark edince bakışlarını ağır ağır kıyafetimde gezdirdi. Başını havaya kaldırıp sabır diledi. "Ya sabır..." Tekrar bana döndüğünde gözlerinin derinlerinde gördüğüm öfke, beni etkilememişti. "Toplu katliam çıkacak," dedi.
   Gözlerimi devirdim. "Hayır yani, siz ne yaşıyorsunuz, ben bir türlü anlayamadım. Elbiseleri siz seçmediniz mi?" Barış'a baktım. "Kırmızı çizgilerinizden, radarlarınızdan geçmedi mi?" Tekrar abime döndüm. "Ne bu yani?"
   Ada sahte bir havayla, "Canım, biz çuval giysek bile onlar adam öldürmekten bahsedecekti," dedi. Sarı saçlarını omzundan geriye attı. "Doğuştan gelen güzellik var, kullanınca lâf yapıyorlar."
   Ben Ada'nın dediğine kıkırdarken Barış başını iki yana sallıyordu. En sonunda abim ellerini birbirine vurdu. "Hadi, düğünümüz var! Geç kaldık, dağılın arabalara..."
   Mutlu bir şekilde Barış'ın peşinden arabasına yöneldim. Üzerimdeki elbiseye dikkat ederek ön koltuğa oturdum ve arkama yaslandım. "Bas gaza, mavi. Gidelim düğüne..."
   Arabayı çalıştırırken sırıtıyordu. "En kısa zamanda bu cümlen gidelim düğünümüze olarak güncellenecek, güzelim."
   Evliliğimizden bahsetmesi ilk defa beni utandırmadı. Aksine içim huzurla dolmuştu. "Umarım, Erez. Umarım."
   Bu tavrım Barış'ın tek kaşını kaldırmasına neden olmuştu. Üzerindeki şaşkınlığı atıp gülerek şarkının sesini yükseltti. "Kim tutar bizi be!"
   Geri kalan yol keyifli geçmişti. Barış, arabayı düğün salonunun önünde durdurunca heyecanla arabadan indim. Salonun önünde Şeval ve Demir vardı. Demek ki bizden önce gelmişlerdi.
   Barış'ın elini tutmak istesem de annemler etraftayken bunu yapamazdım.
   Şeval ve Demir'e gülümseyip salona girdim. Şeniz ve Ulaş abi gelin odasında olmalılardı, ortalıkta görünmüyorlardı.
   Salona Barış ile beraber girdim. Ada,
Tolga, abim ve Aybüke'nin olduğu masayı fark edince Barış'a orayı işaret ettim. Elini belime koydu, masaya doğru yürümeye başladık.
   Masaya geldiğimizde abim ve Tolga sırıtıyordu; Aybüke ile Ada ise somurtuyordu. Kaşlarımı çattım. "Ne oluyor?" diye sordum.
   Ada öfkeyle, "Abin ve Tolga, sevgililerinin yanında kız kesiyorlar," dedi.
   Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Ada, kıskanınca çok tatlı oluyordu.
   Barış bana yandan bir bakış atıp abime döndü. "Hangi kızlar? İtinayla destek olurum."
   Yüzümdeki gülümseme hızla silindi. Öfkeyle Barış'a döndüm. "İtinayla seni öldürmeye destek olurum," dedim. Resmen beni sinirlendirmek için yapıyordu.
   Sırıttı. "Kıskandın mı?"
   Sinirle derin bir nefes aldım. "Hm," dedim alayla. "Ondan..."
   Abim dayanamayarak kahkaha attı. "Suratlara bak, kıpkırmızı oldular!"
   Ofladım. "Aman be! Cehennemde siz yanarsınız, bize hiçbir şey olmaz."
   Barış, "Ne o? Derin hayatındayken başka kızlara bakmak günah mı?" diye sordu alayla.
   Ona döndüm. "Yok. Sevgiliniz varken başka kızlara bakmak günah." Başımı iki yana sallayarak, "Ama nerede din, nerede edep..." diye söylendim kendi kendime.
   Abim gülerek kolunu omzuma attı ve beni kendine çekti. "Dinime küfreden Müslüman olsa bari..."
   Bu dediğine gülmemi durduramadım. Salondakilerin alkışa başlamasıyla irkildim. Bakışlarımı salonun kapısına çevirdim. Ulaş abi ve Şeniz'in salona giriş yaptığını fark edince abimden ayrıldım. "Geliyorlar," dedim.
   Alkışa biz de katıldık. Şeniz'in mutluluğu gözlerinden okunuyordu.
   Barış kulağıma eğildi. Alkış sesini bastırmak için yüksek çıkan sesiyle, "Gelinlik sana da yakışırdı..." dedi.
   Yüzümdeki gülümseme donuklaştı. Heyecandan yanaklarıma sıcak basarken Barış gülerek geri çekildi. Beni germek için yapıyordu!
   Nefes al, Derin. Nefes al. Nefes ver.
   Ulaş abi ve Şeniz ilk danslarına başladıklarında istemsizce Barış'a yanaştım. Annemlerin görüş alanında değildik, bir nebze rahatlamıştım.
   Müziğin ritmine uygun sallanırken sözlerinde kayboluyordum. Her aşk şarkısında Barış ve kendimi görür olmuştum.
   Barış kolunu omzuma atarak beni kendine çekti. Ona ayak uydurarak kollarımı beline sardım. Saç diplerime bir öpücük bırakıp geri çekildi.
   Bir süre sonra müzik kesildi. Birkaç dakika içerisinde salonu başka bir şarkı doldurdu. Bu müzik listesini hep beraber ayarlamıştık. Çiftler yavaş yavaş sahneye çıkarken Ada da Tolga ile beraber piste ilerliyordu. Şeval ve Demir de aynı onlar gibi sahneye giderken masada abim, Aybüke, ben ve Barış kalmıştık.
   Abim etrafını süzüp nefesini bıraktı. "Pekâlâ," dedi Aybüke'ye. "Bu dansı bana lütfeder misin?"
   Aybüke kıkırdayıp başını salladı. Onlar da gittikten sonra Barış ile yalnız kalmıştık. Ona yandan bir bakış attığımda beni dansa kaldırmak gibi bir amacı olmadığını fark etmiştim. Oldukça rahat görünüyordu.
   Öfkeyle derin bir nefes aldım. Salonda bulunan tüm çiftler sahnede dans ederken biz boş boş onlara bakıyorduk.
   Özlem teyze yanımıza gelince ilgimi ona çevirdim. Barış'a kınayıcı bir bakış atıp, "Oğlum," dedi. "Ne duruyorsunuz böyle? Herkes kalktı, sen de Derin'i dansa kaldırsana..."
   Hevesle Barış'a döndüm. Ben teklif etsem çok istekli gibi görünebilirdim ama annesi söyleyince belki kaldırırdı.
   Barış rahatça başını iki yana salladı. "Ben hoşlanmıyorum öyle işlerden," dedi.
   Dudaklarımı büzdüm. Hoşlanmıyormuş! Haspam!
   Özlem teyze yüzümdeki hayal kırıklığını fark edince kendi kendine başını salladı. "Sen hoşlanma, oğlum," dedi Barış'a. "Ben Derin'i dansa kaldırmak isteyen birçok kişi bulabilirim."
   Bu söylediğiyle bıyık altından gülümsedim. Barış'a döndüğümde öfkeyle yutkunduğunu gördüm. Annesinin etrafa bakındığını fark edince pes etti. "Tamam, rahat durun. Ben kaldırırım Derin'i dansa."
   Özlem teyze bana göz kırpıp diğer masalarla ilgilenmeye gitti.
   Barış bana baktı. "Sinsirella kesildin başıma."
   Masum görünmeye çalıştım. "Ben ne yaptım ki? Annen kışkırttı seni..." Omzumu silktim. "Hem seninle dansa kalkmasaydım eminim Özlem teyzenin dediği gibi benimle dans etmek isteyen birçok insan vardı," dedim. "Onların beni dansa kaldırmasını bekleyebilirdim." Bunu tamamen onu sinirlendirmek için söylemiştim. Yoksa Barış'tan başkasıyla dans etmezdim.
   Öfkeyle derin bir nefes aldı. "Elimden bir kaza çıkmadan yürü."
   Gözlerimi devirirken, "Bir tek dövmediğin kaldı," diye mırıldandım. Daha sonra bana uzattığı eline elimi bıraktım ve beni dans pistine doğru yürütmesine izin verdim.
   Belirli bir alan bulunca kollarımı boynuna doladım. Onun eli de belimi bulmuştu. Şarkının ritmine uygun sallanmaya başladık. Gece mavisi gözlerinin tam içine bakarken, "Sen beni kıskandın mı?" diye sordum muzipçe.
   Nefesini bıraktı. "Derin..." Ses tonunda sahte bir uyarı vardı.
   Kıkırdadım. "Hadi ama! İtiraf etsen ölür müsün?"
   "Sorunun cevabını zaten biliyorsun," dedi.
   "Senin dudaklarından duymak istiyorum."
   Yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Bir an beni öpeceğini zannedip paniklesem de annemler etraftayken bunu yapmayacağını biliyordum. Dudaklarımız arasında az bir mesafe kala konuştu: "Seni öyle bir kıskandım ki... Bu kıskançlıkla katil olmam kaçınılmaz."
   Sakinleşmek adına kaçamak bir nefes aldım. "Yapma şunu," dedim bakışlarımı kaçırırken.
   Eğlenme sırası ondaydı. Sırıttı. "Neyi yapmayayım?"
   "Babamlar etraftayken güzel tepki veremeyeceğim sözler söyleme..." Sesim, yalvarır bir tonda çıkmıştı.
   Bakışlarımızı birleştirdim. Bunu fark edince bakışları dudaklarıma indi. İstemsizce ben de onun dudaklarına bakmaya başladım. Sanki aramızda farklı bir çekim varmış gibiydi. Her hareketimiz birbirimizin yansımasıydı.
   "Şu an seni öyle bir öpmek istiyorum ki..." diye mırıldandı.
   Utançla, "Bu biraz imkânsız," dedim.
   Başını salladı. "Şu düğün bitsin, seni elimden kimse kurtaramayacak, güzelim."
   Kaşlarım havalandı. "Ne demek istiyorsun?"
   Bir sır veriyormuş gibi kulağıma eğildi. "Sana sarılacağım ve bırakmayacağım," diye fısıldadı.
   Söyledikleri istemsizce gülümsememe neden oldu. Geri çekildi. Tam gözlerinin içine bakarken, "Bırakma," dedim. "Beni hiç bırakma... Hiç gitme benden..." Bunu, sadece bahsettikleri yüzünden söylememiştim. Sonuna kadar benimle beraber olması için söylemiştim.
   O da gülümsedi. Gece mavisi irisleri mutluluktan parlarken, "En derinimdeki Derin Talay..." dedi. "Seni asla bırakmayacağım, hep seni seveceğim." Burnumun üzerine küçük bir öpücük bıraktı. "Seninle sonuna kadar sonsuza adımlayacağım."
   Güldüm. "Bir şeytana âşık olan kanatsız melek..." Anıl yüzünden arabaların çamura saplandığı güne gönderme yapmıştım.
   Barış da ona attığım pası anlamıştı. Derin bir nefes aldı. Sanki bir rüyadaymışım gibi beni inceliyordu. "Bu meleği aklından bir saniye bile çıkaramayan şeytan..." diye ekleme yaptı benim sözüme.
   "O şeytan için ölürüm," dedim.
   "Seni seviyorum," dedi. Ses tonu çok içtendi. "Seni çok seviyorum. Seni güzel seviyorum." Belimdeki ellerini sıkılaştırdı ve beni kendine çekti. "Seni çok güzel seviyorum, Derin Talay."
   Bu sözü bana bir kere daha kullanmıştı. Bana ayak uydurmuş ve eskilere gönderme yapmıştı.
   Gülümseyerek onun gözlerinin içindeki yansımamı izlemekten başka bir şey yapmadım. Hem ne yapabilirdim ki?
   İçimdeki aşkın gözlerimden damlamasını sağlamaktan başka bir şey yapamadım. En güzeli buydu işte.
   Gözlerimizle konuşmak... Gözlerimizle anlaşmak...

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now