49. Bölüm

740 59 3
                                    

Yazarın Anlatımıyla...
2 Yıl Önce:
   Barış, hemen yanındaki kuzenini hüzün dolu gözlerle izlerken bu bakışlar altında ezilmek genç kızı hiç etkilemiyordu. Deli gibi eğlenirken gözü kimseyi görmüyordu.
   Canı yanıyordu ama belli etmemek için kendine yeminler etmişti. Asla kimseye zayıf tarafını göstermeyecekti. Acılarını kendi kendine yaşayacaktı.
   Barış'ın ise belki de karşısındaki genç kuzeninden daha çok yanıyordu canı... Ama o da öğrenmişti kimseden yardım gelmeyeceğini. O da acılarıyla tek başına mücadele ediyordu.
   Daha bir gün olmuştu. Hayatlarına bomba gibi düşen haberi alalı bir gün olmuştu. Ancak aradan geçen yirmi dört saat yaşamlarını darmadağın etmeye yetmişti.
   Hira ölümün kıyısındaydı. Belki de dünyada geçirdiği son saatlerdi bu... Her an ölebilirdi. Her an gidebilirdi bu hayattan. Her an ruhu, bedenini terk edebilirdi.
   Fakat bunların hiçbiri genç kızı durdurmaya yetmemişti. Zaten öleceğini bildiği için deli gibi eğleniyordu. Hiç ağzıma almam diyerek muhabbet yaptığı içkileri içmişti. Kafası güzeldi. Hatta öyle güzeldi ki, sorsalar ismini bile hatırlamıyor olabilirdi.
   Yaşı içkiyi tutmuyordu ama yanında Ulaş vardı. Barış ve Ulaş, kuzenlerinin bu hâlini fark edince dayanamamışlar ve soluğu gerçek abileri gibi gördükleri Özgür abinin gece kulübünde almışlardı.
   Barış daha 17 yaşındaydı... Onun da yaşı bu tarz ortamlar için küçüktü ancak Özgür abi, hiçbir gencin kolay kolay sahip olamayacağı bir abiydi. Her zaman destekçiydi. Durumlarını fark edince de sorun çıkarmamış ve bu üç genci mekânına almıştı.
   Barış ise kendini bile şaşırtarak içmiyordu. Bunu canı istemediği, ya da her an dengeyi yitirecek olan kuzenini toplamak için yapmıyordu.
   Şu anda bedeni içkiyi kaldıramazdı. Canı sıkkındı... Belki de hiç olmadığı kadar sıkkındı.
   Canından can gitmiyordu, canı gidiyordu.
   Bu hayatta abisine bile anlatmadığı şeyleri biliyordu karşısındaki kuzeni... Aşkını biliyordu, kalbini biliyordu, hayatını biliyordu. Hira, onu belki de kendinden bile daha iyi tanıyordu.
   Delikanlı için dakikalar geçmiyordu. Sanki kendisi ölecekti. Sanki kanser olduğu haberi kendisine gelmişti.
   Öyle değildi işte... Kuzeni, bu hayattaki en değerlisiydi. Derin'e olan gizli aşkından sadece Hira'nın haberi vardı. Ona anlatıyordu. Delikanlının yüreği, hissettiği aşkla parçalanırken kuzeni yanında oluyordu. Ona akıl veriyordu, dinliyordu...
   Ama şimdi de gidiyordu.
   Doktorlar sayılı günü kaldığını söylemişti. Sayılı gün! Sadece iki kelime hayatlarını bu denli nasıl etkileyebilirdi?
   Etkilemişti işte... Delikanlı kendini uçurumun kıyısında gibi hissetmeye başlamıştı. Kuzeni onu ebediyen terk ederse... Bu yaşanırsa, yaşandığı an o uçurumdan düşecekti. Ve parçalarını bile bulamayacaklardı. Barış'ı bir daha hayata döndüremeyeceklerdi.
   Hira kafasına diktiği bardaktaki sıvı bitince boş bardağı sertçe bar tezgâhına koydu. Bu bardakla beraber on altı bardak olmuştu.
   On altı tane koskoca bardak... Alkol, güçsüz bedenini çoktan ele geçirmişti bile. Kızın hareketlerinin bir anlamı yoktu. Bilinci yerinde değildi, çoktan terk etmişti bedenini...
   Kafasının içini boşaltmıştı. İstediği olmuştu işte. Düşünmüyordu hiçbir şeyi. Ne ailesini, ne erkek arkadaşını, ne de hastalığını...
   Barış yaşlı gözlerinden akan tek damla yaşı sildi. Uzun zaman olmuştu ağlamayalı... Epey uzun bir zaman olmuştu...
   Hira kahkaha atarak Barış'a döndü. "Dans edelim hadi!"
   Genç adam, kızın bu hâlini görünce yutkundu. Gerçekler, beynini uyuşturunca gitmiyordu. Kendisi biliyordu bunu. Derin'e olan ve içini yiyip bitiren aşkı alkolle yok edememişti. Çok denemişti ama olmamıştı. Şimdi de ne kadar içerse içsin olmayacaktı. Gerçekler değişmeyecekti. Hastalık gerçekti... Hissettiği bu acı gerçekti...
   Hira, yorgun kuzeninin tepkisizliğini fark edince bir yerlerden tutunarak yanına gitti.
   Bakışlarını sabitlerken, "Hadi ama, Barış Erez!" dedi. Konuşurken kelimeleri doğru düzgün telaffuz edememişti.
   Barış ağır ağır yutkundu. "Nefes almayı dene."
   Genç kız sanki hayatında duyduğu en saçma şeyi söylemiş gibi gözlerini büyüttü. "Sabaha kadar eğleneceğim. Nefes almaya fırsat bile bırakmayacağım." Konuşması bittikten sonra pistte dans edenlerin arasına karıştı.
   Barış ise arkasından yorgun yorgun bakıyordu... Kendi kendine bırak dedi. Bırak, mutlu olsun. Belki de son zamanları... Nasıl geçirmek istiyorsa öyle geçirsin... Yarın belki de gerçekten nefes alamayacaktı.
   Bakışlarını etrafta gezdirirken yerdeki bir zincir gözüne takıldı. Kolyeydi bu... Hira'nın kolyesiydi...
   Eğilerek kolyeyi yerden aldı ve havaya kaldırdı. Zarif bir kolyeydi. Zincirin ucundaki taş, kolyeyi özel kılıyordu. Taşın içinde beyaz bir parıltı vardı. Bu kolye, Hira'ya annesinden hediyeydi. 16. Yaş gününde annesi hediye almıştı ve o günden beri Hira bu zinciri boynundan bir an bile çıkarmamıştı. Şimdi hızlı hareketlerinden dolayı düşmüş olmalıydı.
   Barış ağır ağır ayağa kalktı ve pistte dans edenlerin arasından kuzeninin yanına gitti.
   Kulağına eğilerek, "Kolyen düşmüş," dedi. Müziği bastırmak için yüksek ses kullanmıştı.
   Hira yavaşça ona döndü. Birden ciddileşmişti. Sanki bilinci yerine gelmiş gibiydi. Titrek bir nefes alarak, "İstemiyorum," dedi. "Bu kolye sende dursun. Eğer olur da, bana bir şey olursa... Doktorlar haklı çıkarsa bu kolyeyi at. Denize bırak ve dalgalar karar versin bu kolyenin sonuna..."
   Barış bu cümleyi duyunca kaskatı kesilmişti. Kuzeninin hâlâ umudu olması bir nebze de olsa iyi hissettirmişti.
   "Ama," diye devam etti genç kız. "Eğer ben hayatta kalırsam... Biz ayrılmazsak bu zincir senin elinde çürümeyecek, ya da denizlerde kaybolmayacak. Bu kolyeyi sevdiğin kızın boynunda taşımasını sağlayacaksın. Bu kolye artık benim değil, Derin'in. Bir gün... Sen bir gün Derin ile birlikte olacaksın ve bu kolyeyi büyük bir zevkle boynuna geçireceksin. Bu kolyeye her baktığında aklına ben geleceğim. Ama beni güzel hatırlayacaksın. Çünkü bileceksin ki, kurtuldum. Bileceksin ki, kurtulduk."
   Delikanlı bu sözlerle afallamıştı. Böyle bir konuşma beklemiyordu. Kuzeninin ona böyle bir şart koşması onu şaşırtmaya yetmişti.
   Hira gözlerini büyüterek muzip bir şekilde, "Söz mü?" dedi.
   Delikanlı boğazını temizledi. "Söz."
   Hira gülümseyerek kuzeninin boynuna sarıldı. Barış da belki de bu sarılışın son sarılmaları olduğunu bilerek kollarını genç kızın beline doladı.
   "Söz," diye mırıldandı. "Sen yeter ki iyileş... Bu kolye Derin'in boynundan asla çıkmayacak."
Derin Talay:
   Tolga'nın anlattığı uzun hikâyeden sonra birkaç dakika tepki verememiştim. Dudaklarım duymayı beklemediği bu anıyla aralanmışken bir an düşünmeyi unutmuştum. O kadar şaşırmıştım ki, bedenim tepki bile verememişti.
   Bu kolye... Barış'ın kuzenine aitti. Her şeyi anlattığı kuzenine aitti. Beni bilen tek kişiye, duyduğum hikâyedeki delidolu kıza aitti.
   Tolga gözlerini gözlerimden ayırmadan, "Bence seni tatmin eden bir açıklama oldu," dedi.
   Yutkundum. Elim boynumda asılı olan kolyeye giderken, "İnanılmaz," dedim.
   "Böyle bir şey beklemiyordun, değil mi?"
   Başımı iki yana salladım. "Kesinlikle beklemiyordum."
   "Barış bu olayı ilk bize anlattı. Belli bir zaman geçtikten sonra... İlk biz duyduk. Aynı tepkileri vermiştik. Ama Barış bize kolyeyi asla göstermedi. Göreceksek ilk senin boynunda görecekmişiz, bunu söylerdi hep."
   Bu yüzden şişe çevirmece oynarken bana kolyemin anlamını sormuştu. Barış'ın hediye ettiğini bilmiyordu. Bilse zaten abimin yanında sormazdı.
   Aklıma gelen şeyle boğazımı temizledim. "Kolye boynumda olduğuna göre... Hira..." Titrek bir nefes aldım. "...Hira... Hayatta. Öyle değil mi?"
   Tolga ağır ağır başını salladı. "Barış'ın güçlü kuzeni bu hastalığı da yendi. O eğlenceli kız... Bunu da başardı."
   Nefesimi bırakarak gülümsedim. Tolga'nın anlatış tarzına göre Hira'nın hayatta olmasına hiç ihtimal verememiştim. Ama mutlu olmuştum. Gerçekten sevinmiştim.
   Öte yandan ben Hira'nın adını daha önce duymamıştım. Barış'ın öyle bir kuzeni olduğunu bugün öğrenmiştim. İşte bu biraz tuhaftı. Doğduğumdan beri hep yanımda olan Barış'ın bilmediğim bir kuzeni çıkması...
   Aklımdaki sorular büyürken Tolga'ya döndüm. "Hira'yı ben tanımıyorum. Nerede şimdi? Neler yapıyor?"
   "Beş yaşına kadar aynı şehirde yaşamışsınız ama sanırım siz hiç görüşmediniz. Hira beş yaşına geldiğinde ailesinin işleri sebebiyle yurtdışına taşındılar. Ara sıra ziyarete geliyorlardı, Barış ile aralarındaki bağ asla kopmadı. Barış seni Hira'ya anlatırmış sürekli... Böyle söyler. Seni bilen ilk kişi Hira'ymış. O gün... Bardaki olayların olduğu gün, Hira ve ailesi tatile gelmişti. Hastalık haberini burada aldılar. Sıkıntılar taştı..." Omzunu silkti. "Uzun süre Türkiye'de kaldılar."
   Başımı salladım. "Pekâlâ..."
   "Ee, Derin Hanım? Başka sorunuz var mı, yoksa beni azat ediyor musunuz?"
   "Tolga," dedim gülümseyerek. "Gerçekten çok teşekkür ederim. Bana ne kadar yardımcı olduğunu sana anlatamam." Ayağa kalktım. "Sana borçlandım. En ufak sıkıntında bile yanında olacağımı bil. Tekrar teşekkürler."
   Başını salladı. "Lâfı olmaz. Ada ile bir pürüz olursa direkt senin kapını çalacağım, bil istedim."
   "Elbette."
   Okula doğru koşarken zil çalmıştı. Herkes teneffüse çıkmaya başladı, ben de okula girdim ve Barış'ı aramaya koyuldum.
   Spor salonunda yoktu. Genelde orada olurdu. Arka bahçede zaten yoktu, oradan geliyordum. Nerede olabilirdi?
   Sınıfa çıkmış olma ihtimalini düşünerek merdivenlere yöneldim ve onların sınıfının olduğu kata geldim. Sınıflarının kapısı açıktı. Kapının önünde arkadaşlarıyla konuşan Buse'yi görünce ona kötü bakışlarımı atmaktan kaçınmadım.
   Nefret ediyordum şu kızdan!
   Koridorun ucunda Barış'ı fark edince koşar adımlarla yanına gittim. Beni fark edince yaslandığı duvardan ayrıldı.
   Nefes nefese kalmıştım. Soluklanmaya çalışırken ikimiz de sessizdik. Koridorda çok ses vardı ama bunu umursamadım. Abimi bahçeye çıkarken gördüğüm için rahattım. Olası bir tehlike yoktu.
   Toparlanınca, "Seni seviyorum," dedim.
   Kaşları çatıldı. Aniden böyle bir şey beklemiyordu anlaşılan. "Ne alaka?"
   Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Ne kadar harika bir adam olduğunu çok daha iyi anladım. İyi ki sen, Barış Erez... Tüm iyilikler bizimle olsun. Seni çok seviyorum."
Ada Yıldız:
   Dudaklarımı büzerek Tolga'ya döndüm. "Hâlâ nereye gittiğimizi söylemeyecek misin?"
   Okuldan aceleyle çıkmıştık. Arabaya bindiğimizden beri ise Tolga'nın ağzından nereye gittiğimizle ilgili bir söz çıkmamıştı. Merakım her geçen saniye artıyordu.
   "Sürpriz," dedi sadece. "Çok soru sorma, sarışın. Daha fazla bilgi vermeyeceğim."
   "Bu bir haksızlık," dedim itiraz dolu sesimle. "Benim meraklı bir kız olduğumu bile bile beni zorluyorsun."
   "Ben de seni seviyorum," dedi sırıtarak. Beni daha çok sinirlendirmek için yapıyordu.
   Gözlerimi devirerek arkama yaslandım. Geri kalan yol sessiz geçti. Zaten ben konuşmadığım sürece Tolga konuşmuyordu.
   En sonunda araba durduğunda doğruldum. Etrafımızın ağaçlarla çevrili olduğunu görünce kaşlarım çatıldı.
   Sürpriz bu muydu yani?
   Bozulduğumu sesime yansıtarak, "Bu mu?" dedim. "Sürpriz diyerek heyecanlandırdığın olay bu mu?"
   Kendi tarafının kapısını açtı. "Hemen konuşma. İn bakalım arabadan."
   Umutsuzca arabadan indim. Tolga'nın bana uzattığı eline elimi bırakırken etrafımı süzüyordum. Fakat gerçekten de hiçbir şey yoktu. Ne sürprizi olabilirdi burada?
   Tolga belli bir yere gelince durdu. Arkama gelip ellerini gözlerime koyunca, "Hey!" dedim hızla. "Ne oluyor?"
   "Sürpriz son buluyor," dedi. "Hazır mısın, sarışın?"
   Güzel bir şey çıkacağına dair umudum olmasa da bunu dışıma yansıtmayarak, "Hm," diye mırıldandım. "Hazırım."
   Tolga beni yürütmeye başladı. Onun yönlendirmeleriyle bilinmeze doğru adımlarken birkaç dakika geçmişti. En sonunda durduk. Gelen ani sesle yerimde sıçrarken üzerime bir şeyler düştüğünü fark ettim. Toz gibiydi.
   Etrafımdan sesler duyuyordum, bir şeyler oluyordu fakat Tolga hâlâ gözümü açmıyordu.
   En sonunda nefesini kulağımda hissettim: "Dördüncü ayımız kutlu olsun, bebeğim." Ellerini gözlerimden çektiğinde hızlıca etrafımı süzdüm.
   Az önceki ağaçların arasından uzun bir yazı şeridi geçiyordu şimdi. Ada ve Tolga yazıyordu. Kırmızı bir kalp vardı ortasında. Üzerime düşen, toz zannettiğim şeyler konfetiydi. Biraz ileride bir masa vardı. Üzeri romantik şekilde süslenmişti. Etrafta ise kırmızı kalpli birkaç balon vardı.
   Ormanın havası epey değişmişti. Az önceki hâlim anında ortadan kaybolurken dolu gözlerimle gülümseyerek Tolga'ya döndüm. "Bunlar ne?" Sesim, hissettiğim şaşkınlıktan dolayı kısık çıkmıştı.
   Yüzümü ellerinin içine aldı. "Seni gördüğüm ilk günün üzerinden dört ay geçti. Biliyorum, böyle bir günün kutlaması olmazdı ama içimden geldi. Seninle uzun süredir yalnız kalıp bir şeyler yapmıyorduk, ortam yaratmak istedim. "Alnını alnıma yasladı. "Çünkü seni özledim, sarışınım. Bir sürü olay oldu. Herkes kendisine fırsat bulabilirken biz ikimiz arka planda kaldık. Tüm bu zamanları telafi etmek adına böyle bir şey organize ettim. Belki çok daha iyi bir yer olabilirdi ama elimden bu kadarı geldi. Aklım romantizme pek çalışmıyor. Mutlu oldun mu?"
   Yanaklarımdan aşağı mutluluk gözyaşları süzülürken belli belirsiz başımı salladım. "Evet... İyi ki varsın. Böyle bir ortama bu kadar ihtiyacım olduğunu şu ana kadar bilmiyordum. Teşekkür ederim." Gülümsemem genişledi. "Hem bugün için, hem de beni benden bile iyi tanıdığın için... Neye ihtiyacım olduğunu bile sezebilecek kadar yakınım olduğun için teşekkür ederim. Seni seviyorum."
   Hiçbir şey söylemeden eğildi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Öpüşü ne aceleciydi, ne de yavaş... Tadını çıkarıyordu. En sonunda geriye çekildi. "Okulda da bir şey yemedin. Gel, karnını doyuralım."
   Bana uzattığı elini tuttum ve peşinden masaya doğru yürüdüm.
   O kadar mutluydum ki, masanın üzerinde ne yiyecek var, ona bile odaklanamıyordum. Tolga yanımdaydı ya, gerisi boştu.
   Oturmam için geriye çektiği sandalyeye kuruldum. Hemen karşıma da kendisi yerleşince gülümseyerek güzel yüzünü izlemeye başladım.
   "Çok iyi düşünmüşsün," dedim. "Bir yandan Derin ve Barış'ın olayları gelişti, diğer yandan Demir ve Şeval... Furkan abi, annemler falan derken biz kendimizi unutmuştuk. Bu yemek ve geçirdiğimiz bu zamanlar iyi oldu."
   Masanın üzerinden elimi tuttu. "Daha niceleri olacak, merak etme. Bununla sınırlı kalmayacağım. Önümüz bahar... Çok güzel zamanlar geçireceğiz seninle, süslü."
   Hevesle gülümsedim. "O günleri iple çekiyorum."
   "Emin ol, benim kadar olamaz."
   Bir süre muhabbet ettik. Evet, her gün okulda konuşuyorduk ama bu sefer canımız ne isterse onu konuştuk. Bazen ben anlattım, o dinledi. Bazen o anlattı, ben dinleyip tepki verdim.
   Ona İzmir'deki hâllerimden bahsettim. O bana burada yaptığı çılgınlıklardan...
   Sanki ilk defa tanışıyor gibiydik. Hiç konuşmamış gibi, birbirimize kendimiz hakkında bilgiler verdik.
   Güldük, eğlendik. Arada bir Tolga'nın söylenmelerine rağmen ben fotoğraf çektim ve daha nicesi... Geçirdiğim en güzel zamanlardandı bu dakikalar belki de... Asla bitmesini istemiyordum.
   Tolga yerden bir taş bulup önünde durduğumuz ağaca yaklaştı. Kaşlarımı çatarak yanına gittim. "Ne yapıyorsun?"
   "Buradaki ağaçların gövdeleri âşıkların isimleriyle doludur. Bir rivayete göre, bu ağaç gövdelerine isimlerini kazıyan sevgililer ayrılmazmış ve mutlu sona erişirlermiş. Evet, kulağa saçma geliyor ama bir ağaca isimlerimizi yazmanın ne gibi bir zararı olabilir?"
   Gülümseyerek, "Denemekten zarar gelmez," dedim.
   Bin bir uğraşla ağacın gövdesine isimlerimizi yazdı. Geriye çekilip eserini incelerken kolunu omzuma attı ve saç diplerime bir öpücük bıraktı.
   "En azından aşkımıza dair somut bir kanıt var artık. Bu ağaç da bizimle beraber yoluna devam edecek ve aşkımızın büyümesi gibi o da büyüyecek, gelişecek. İleride gelip bugünü hatırlayacağız ve mutlu olacağız." Bakışlarımızı birleştirdi. "Çünkü bizim aşkımız çok güzel."
   Gülerek ona sarıldım. "Ya... Güzel kalpli adamım benim!"
   Ve ben orada Tolga'ya bir kere daha âşık oldum.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Όπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα