20. Bölüm

1.5K 101 2
                                    

   Mutfaktan gelen yüksek seslere içimden küfrederken isteksizce üzerimdeki yorganı attım. Dün doğum gününden geç gelmiş, neredeyse sabaha kadar da Ada ile sohbet etmiştik. Şu an ise odamdaki saatten görüyordum ki sabahın körüydü.
   Sandalyenin üzerinde duran hırkamı üzerime geçirip esneyerek seslerin geldiği mutfağa yürüdüm. Kapı eşiğinde dikilip aceleyle kahvaltı hazırlayan anneme ve teyzeme baktım.
   "Allah aşkına birisi sabah sabah bu sesin nedeninin ne olduğunu söyleyebilir mi?"
   Teyzem bana bakıp gülümsedi. "Merhaba, hayatım. Günaydın."
   "Gün aydı mı aymadı mı henüz karar veremedim. Benimle zorunuz ne? Ne güzel uyuyordum..."
   "Dün o kadar saat uyanık kalmasaydınız bu hâlde olmazdın, güzel kızım." Annemin iğneleyen sesine gözlerimi devirdim.
   "Ben uyumuşum," dedi teyzem. "Neler yaptınız dün? Kaçta geldiniz eve?"
   Derin bir nefes alarak yanımdaki kapıya yaslandım. "Biz akşam sekiz, dokuz gibi geldik. Sanırım abimler sabahlamışlar."
   "Nasıl geçti?"
   "Güzeldi," dedim yüzüme istemsiz bir gülümseme yayılırken. Evet, çok güzeldi!
   Teyzem kısa bir süre yüzümü inceledi. "Uykusuzluğun ötesinde senin gözlerinin içi aydınlanmış kız. Sevgilin mi oldu yoksa?" Gençlerle çok iyi anlaştığı için bize sürekli takılırdı. Bu sefer hızla refleksten, "Ne alakası var teyze?" diye atladım. Annemin kuşkulu bakışlarını yakalayınca omzumu düşürdüm. "Ne sevgilisi? Ben mi sevgili yapacağım? Yok artık."
   Teyzem sinsice gülümsedi. "Biz bunu bir ara baş başa konuşalım, tatlım."
   Gülerek, "Teyze!" diye uyardım onu. Bakışlarım masaya kaydığında kaşlarımı çattım. "Misafir falan mı var? Ne bu hazırlık?"
   "Evet, nereden bildin?" dedi annem yapmacık bir gülümsemeyle. "Uyandığına göre bize yardım etme hakkına kavuştun."
   "Vallahi şaka yapmıştım yahu, şu saatte ne misafiri?" diye sitem ettim.
   Teyzem, "Elini, yüzünü yıkadıktan sonra benim uyuşuk kızımı uyandır, Derin'ciğim," dedi.
   Oflayarak mutfaktan çıktım. Banyoda işimi hallettikten sonra dudaklarımı büzerek hâlâ uyuyan Ada'nın yanına gittim. "Lan şu kadar sese de uyanmıyorsan ben sana ne diyeyim ki?" Onu omzundan dürttüm. "Kalk hadi!" Herhangi bir tepki gelmeyince gözlerimi devirdim. "Ada!" Huysuzca bir şeyler sayıkladı. Bunu görünce, "Sen istedin," diye mırıldandım ve son kozumu oynadım: "Ada kalk, Tolga gelmiş!"
   Sesimi duyunca hızla doğruldu. "Ne?" diye inleyerek.
   Sinsice sırıttım. "Kandırdım!"
   Yanındaki yastığı bana fırlattı. "Allah seni kahretmesin! Salak mısın kızım sen? İnsan böyle mi uyandırılır?"
   Omzumu silktim. "Diğer türler işe yaramadı, beni buna sen mecbur ettin."
   "Derin, zekâ seviyenin ikizinle aynı seviyede olması sen üzüyor mu?"
   Abartıyla kalbimi tutarak, "Kırdın beni," dedim. Daha sonra sinsice sırıttım. "Misafir gelecekmiş, kalk hadi."
   "Şu saatte?" Kafasını tekrar yastığına bıraktı. "Ben almayayım, teşekkürler."
   Kolundan tutarak onu tekrar doğrulttum. "Kalk, dedim. Yoksa dün gece uyurken çektiğim o fotoğrafını, gerçi fotoğraf demeye bin şahit bildiğin ifşa ama neyse, Tolga'ya gönderirim."
   "Sen kuzen değilsin, bir canisin."
   "Teşekkür ederim, tatlım. Ben de seni seviyorum." Ona havadan öpücük atıp odadan çıktım. Kapının çaldığını duyunca son kez esneyerek kapıyı açmaya gittim.
   Karşımda Özlem teyzeyi görünce esnemem yarıda kaldı. "Ö-Özlem teyze?"
   Gülümseyerek beni süzdü. "Günaydın, canım. Yeni uyandın anlaşılan."
   "Şey... Öyle oldu biraz." Kendimi toparladım. "Hoş geldiniz."
   "Hoş bulduk, güzel kızım. Annen ve teyzen mutfaktalar mı?"
   Başımı salladım. Özlem teyze mutfağa yönelirken arkadan babam geldi ve Utku amcayı selamladı. Onlar da uzaklaşınca Zeynep bana sarıldı ve o da annesinin yanına gitti.
   Ulaş abiye gülümsedim. "Merhaba, Ulaş abi."
   "Selam, uykucu. Gözler şiş ve üzerinde pijama..." Göz kırptı. "En sevdiğim."
   Güldüm. Kapıda kimsenin kalmamasına kaşlarımı çattım. Hey, asıl gelmesi gereken mavi gözler neredeydi?
   Ulaş abi sanki içimi okumuş gibi, "Barış arabayı park ediyor," dedi. "Kapatma kapıyı." Daha sonra salona geçti.
   Arkamdan bir kolun sarılmasıyla yerimde sıçradım. Kokusundan anlamıştım; Barış.
   Burnunu boynuma gömüp kokumu içine çekti. "Hm."
   Panikle belimdeki ellerini itmeye çalıştım. "Annemler görecek, Barış." Sesimi bilerek kısık tutmuştum.
   Geri çekilip gözlerime baktı. "Günaydın mesajı atmak yerine günaydın mesajını sana getirdim, güzelim."
   Güldüm. "Asla klişe bir çift olmadığımız için merak etme, asla öyle bir mesaj beklemedim senden."
   "Beklememen senin açından iyi olur zaten." Yüzünü buruşturdu. "Asla o mesajı atmayacağım."
   "Beklemiyorum demek seninle inatlaşıp o mesajı attırmayacağım anlamına gelmiyor, maviş."
   "Bana kuş isimleriyle seslenme, Derin."
   "Peki, maviş." Eğlendiğimi belli edercesine sırıttım.
   "Kaşınma, güzelim."
   "Selamlar, dün doğum günü adamı olan ve şu anda işlevsiz devam eden huysuz Barış Erez."
   Abimin eğlenen sesini duyunca hızla Barış'tan uzaklaştım. Barış da toparlanarak abime baktı.
   "Günaydın, boş herif. Dün geceden sonra iyi toparlanmışsın."
   Kaşlarımı çatarak, "Ne oldu ki dün?" diye sordum.
   "İyi dağıtmışız."
   Omzum düştü. "İçtiniz yine, değil mi?"
   "Bir kere doğuyoruz, içelim bir zahmet..." dedi Barış artistlik taslayarak.
   "Sadece doğduğunuzda içseniz..."
   "Dertliyken içiyoruz, gamzeli." Tek kaşını kaldırdı. "Var mı bir itirazın?"
   Ellerimi kaldırarak teslim oldum. "Pekâlâ... En haklı sizsiniz. Şimdi salona geçebiliriz."
   Barış bana göz kırpıp abimle birlikte salona yöneldi. Yüzümdeki anlamsız gülümsemeyi silip onları takip ettim. Esneyerek kendimi koltuğa bıraktığımda Barış hemen arkamda kalmıştı. Kolunu koltuğun arkasına attığında sanki bana sarılıyormuş gibi olmuştu ve bunu kasıtlı yaptığını düşünmüştüm.
   "Ee, Derin nasıl gidiyor bakalım?"
   Utku amcanın sorusuyla ona döndüm. "Hiç, Utku amca. Aynı işte..."
   "Tatil de oldu tabii... Bıraktınız dersleri, değil mi?"
   Gülerek, "Aşk olsun," dedim.
   Annem, teyzem ve Özlem teyze salona girince koltukta yer açmak için Barış'a sokuldum. İkimiz de bu durumdan şikâyetçi değildik.
   Nefesini hemen yanımda hissederken sırıttığını tahmin edebiliyordum.
   Annem, abimin yanına oturduktan sonra Barış'a baktı. "Doğum günün kutlu olsun, yakışıklım. Umarım güzel geçmiştir."
   "Teşekkürler, evet fena değildi." Barış'ın konuşurken bana kaçamak bakışlar attığını tahmin edebiliyordum.
   "Hediyeler bir harikaydı," dedi Ulaş abi sırıtarak.
   Hemen ardından abim ve Barış kahkaha attı. Ulaş abi de gülüşünü kesince, "Özellikle Derin'in hediyesi," dedi.
   Annem tek kaşını kaldırarak bana baktı. "Ne almıştın sen?"
   Gülmemek için alt dudağımı dişlerken, "Hiç," dedim. "Alt tarafı pelüş köpek." Dediğimi duyduktan sonra abim, Barış ve Ulaş abi tabiri caizse kişnerken babam ve Utku amcanın yüzünde de bir gülümseme oluşmuştu.
   Abim kahkahalarının arasından, "Adı Şaziye olan bir köpek," diye ekledi.
   Annem başını iki yana sallayarak ayağa kalktı. "Hadi bakalım, yemek hazır..."
   Onlar mutfağa yönelirken babam bana, "İşe yaramazları uyandır da gel," dedi. Bahsettiği kişiler Ada ve Demir'di.
   Barış, "Ben de bir elimi yıkayayım," bahanesiyle peşimden gelirken istemsizce sırıttım. Kimsenin görmeyeceği bir alana girince kollarımı boynuna doladım. Belime elini koyarak bana karşılık verdi.
   "Abinden saklamak hiç hoşuma gitmiyor," diye mırıldandı.
   "Bu kadar acele etmene gerek yok," dedim sitem dolu bir sesle.
   "Gizli saklı işlerden-"
   "Biliyorum, hoşlanmıyorsun," dedim sözünü keserek. "Ama abimin ne tepki vereceğini bilmiyorum. Konu sevgilim olmasına vereceği tepkiyken bir de en yakın arkadaşıyla sevgili olduğumu duyarsa bu gerçekten kötü olabilir."
   "Bunlar beni ikna etmedi." Geri çekilip yüzüme baktı. Kazağından dolayı elektriklenen saçımdan suratıma yapışanları düzeltti. "En kısa zamanda, güzelim. En kısa zamanda..."
   Ofladım. "İnadım diyorsun yani?"
   "İyisinin bu olacağına eminim..." Göz kırptı. "...diyorum yani."
   Omzundan ittim. "Git hadi, abim şüphelenmeden."
   "Sanırsın taşa konuşuyorum..." Göz devirerek mutfağa yürüdü. Ben de o sırada abimin odasında hâlâ uyuyan Demir'in yanına gittim.
   Oflayarak, "Demir kalk," dedim. "Evrim Şeval kapıda, seni çağırıyor."
   Anında doğrulup yataktan çıktı.
   Bu hızlı hareketine karşı gözlerimi büyüttüm. "Çüş, bu kadarını beklemiyordum."
   "Evrim Şeval mi dedin? Nerede?"
   Şirince gülümsedim. "Kandırdım. Şaka yaptım. Amacıma ulaştım."
   Anında kaşları çatıldı. "Lan vazgeç şu huyundan!"
   Ona öpücük attım. "Misafir var, kahvaltı hazır. Seni beklerler ikizim. Hadi." Daha sonra kaçar adımlarla odama gittim. Ada da uyku sersemliğinden kurtulmuştu. İşaret parmağını tehdit edercesine bana doğru salladı. "Bugün yaptığını unutmayacağım, cadı."
   Koluna girdim. "Uyanman gerekiyordu ama, hayatım."
   "Bana acayip acayip sıfatlar kullanma."
   Dudaklarımı büzdüm. "Aynı Barış'a benziyorsun."
   Kaşları kalkarken, "Ne?" diye sordu.
   Ups! Gece o kadar konuşmamıza rağmen Ada'ya Barış ile sevgili olduğumu söylememiştim ben!
   "Yemekten sonra uzun uzun konuşuruz," dedim. İtiraz etmesine fırsat bırakmadan mutfağa girdim.
   Tam boş bir sandalyeye yöneliyorken Ada benden önce davrandı ve benim geçeceğim sandalyeye oturdu. Boşta kalan tek sandalyenin Barış'ın yanındaki sandalye olduğunu görünce Ada'nın az önceki hareketinin kasıtlı olduğunu anlamıştım.
   Barış'ın pis pis sırıtmasını yok sayarak yanına geçip oturdum.
   Masada bir muhabbet dönerken yemek yemekle meşgul olduğum için konuşmaya katılamıyordum.
   Barış kulağıma eğilip, "Tamam, tüm yemekler senin," dedi. "Sakin."
   Ağzımdaki lokmayı yuttum. "Acıkmış olabilirim."
   Masadaki herkes yüksek sesle konuştuğu için fısıldaşmamız kimsenin dikkatini çekmiyordu.
   "Beni görünce mi acıktın?" dedi sesini iyice kısarak.
   Kaşlarımı çatarak masanın altından bacağına tekme attım. Barış sırıtarak geri çekilirken istemsiz bir gülümseme yüzümü esir almıştı.
   Çok tatlıydı ama aynı zamanda da gıcık!
~
   Kahvaltıdan sonra hep birlikte salona geçtik. Annem bana imalı bir gülümseme ile, "Ada'yı da al, kahveleri yapın," dedi. Ama bakışları, itiraz edersen kız ölür kıvamındaydı.
   İçimden küfretsem de dışıma belli etmeyerek oturduğum koltuktan kalktım. Ada da hemen peşimden geldi.
   Mutfağa girdiğimizde hızla kahve kavanozuna uzandım. Ada imalı bir ses tonuyla, "Belki ileride isteme kahvenizi de yaparsın," dedi. Daha sonra güldü. "Kim bilebilir?"
   "Zevzek zevzek konuşmayı bırak ve bardakları hazırla."
   "Çok sıkıcısın be, kuzen."
   "Ben senin boş oluşuna laf etmiyorsam sıkıcılığıma karşı sessiz kal, kuzen."
   Yüzünü buruşturarak abartıyla taklidini yaptı. O, tepsiye bardakları hazırlarken aklıma gelen şeyle yüzüme sinsi bir sırıtış yayıldı. Ada'ya dönüp, "Telefonunu versene," dedim.
   "O niye?"
   "Sen ver."
   Üstündeki sweatshirtin cebinden telefonunu çıkarıp bana uzattı. İmayla gülümseyip şifreyi girdim ve rehberden Barış'ın numarasını buldum.
   Barış Erez diye kayıtlı olan numarasını Sayın Eniştem olarak kaydedip telefonu tekrar ona uzattım.
   "Şifreni bir tek ben biliyorumdur umarım?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
   "Bir de Tolga'da var," dedi telefonu alırken. "...ne yaptın?"
   Omzumu silktim. "Hiç."
   Ekranı gördüğünde kısa bir an şoktan kaskatı kesildi. Çığlık atacağını anlayınca elimle sus işareti yaptım.
   Elini dudaklarına bastırıp çığlığını hapsetti. Aceleyle mutfak kapısını kapatıp gülümsedim. "Kuzen tavsiyene uydum ve risk alarak sana enişte yaptım."
   Kahkaha atarak bana sarıldı. "Çocuğumun mürüvetini görmüş gibi mutlu oldum, Derin."
   "Evet ama bu kadar sıkmaya devam edersen mürüvetiyle cenazesi aynı gün olacak o çocuğun." Sesim beni sarılırken çok sıktığı için boğuk çıkmıştı.
   Benden ayrıldıktan sonra kaşlarını çattı. "Salak mısın sen? Dün, sabaha kadar konuştuk, bu haber verilmez mi?"
   "Her şey çok yeniydi, bilemedim." Kahveyi bardaklara koyarken, "Ayrıca," dedim. "Kimse bilmiyor, çenen düşmesin; boş boş konuşma ortalıkta."
   "Tolga biliyor mudur?"
   "Bilmiyor. Barış henüz kimseye söylemedi. Az çok sana söyleyeceğimi tahmin ettiği için sana söylememde bir sakınca yoktu."
   Kahveler hazır olduktan sonra tepsiyi kavradım. "Salonda en ufak bir şey çaktır, yüzünün ortasına çakarım."
   "Artık sevgilin var senin, hanımefendi ol biraz."
   "'Hanımefendi ol biraz, benim gibi yeni boyanmış eve dön, sokakta öyle gez. Çünkü senin sevgilin var. Imh.'" diye taklidini yaptım. O bana küfrederken gülerek mutfaktan çıktım.
   Kahveleri dağıtırken sıra Barış'a geldiğinde bıyık altından gülümsediğini fark etmiştim. Gülümsemekten kendimi alıkoyarak geri kalan kahveleri dağıtıp Barış'ın yanına oturdum.
   Telefonuma mesaj gelince çaktırmadan hemen yanımdaki telefonu alıp mesajı açtım. Barış'tan gelmişti.
   Bu kahvenin içine tuz koyduğun günleri iple çekiyorum.
   Mesaja bakıp gülümsememeye çalışmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordu. Kısa bir an düşünüp cevap yazdım:
   O gün mide kanamasından hastanelik olacağından haberi olmayan bir adet masum Barış Erez... Ah, ne sevimli!
   Anında telefon bildirim sesi gelince alt dudağımı dişledim. Ulaş abi ve abimin kuşkulu bakışları bize dönünce aceleyle telefonumu sessize alıp yanıma koydum. Barış telefonla uğraşmayı bitirince kısa bir an durdum, daha sonra telefonumu alıp mesaja baktım.
   Öleceksem de senin elinden olsun be, güzelim. Ayrıca ben neden hâlâ Barış Abi diye kayıtlıyım lan?
   Nefesimi bırakıp yazmaya başladım.
   Ne diye kaydetmemi bekliyorsun? Aşkım, canım, bir tanem diyeyim de abim cenaze namazımı kıldırsın, öyle mi?
   Yazıp telefonumu yanıma koydum. Bana bakarak sırıtan Ada'ya dil çıkarıp babamlara döndüm. Barış'ın telefonla uğraşmasının bittiğini görünce telefonumu kavradım.
   Er ya da geç, ki tercihim er, Furkan'a durumumuzdan bahsedince öyle kaydedersin, beni de sinir hastası etmemiş olursun.
   Ona yandan sinirli bir bakış attım. O ise sırıtmakla yetindi. Salondakilerin dikkatini çekmemek için önemsiz birisine yazıyormuş gibi yaparak cevap yazdım.
   Hay inat yaptığın olaya... Ayrıca bu kadar yeter, abinin ve abimin bakışlarının ağırlığı üzerime yük oldu.
   Yazdıktan sonra telefonu kapatıp yanıma koydum. Barış mesajı okuduktan sonra sırıtışı genişlese de bir şey yazmadı. Bunu görünce rahat bir nefes aldım. Abimler daha fazla şüphelenmeden kurtarmıştım.
   Bir süre ortamdaki sohbete katıldım. Barış'ın telefonu çalınca bakışlarım oraya kaydı. Arayanı görünce yüzümdeki gülüş anında soldu.
   Barış kimin aradığına bakıp boğazını temizledi. Benim yüzümün düştüğünü anlasa da bir şey demeden ayağa kalktı. Salondakilere, "İzninizle," deyip odadan çıkarken sinirden yumruklarımı sıktım.
   Baş Belası aramıştı! Kimdi ki o? Nasıl bu kadar önemliydi? Barış'ın herkesin içinde konuşamayacağı, ya da aramayı reddedemeyeceği biri kimdi?
   Sıkıntıyla saçlarımı geriye tararken abimin kaşları çatılmıştı. Bunu görünce dışıma yansıttığım gergin tavrımı sildim.
   Zoraki gülümserken abimin şüpheli bakışları üzerimden çekildi.
   Abimin bu olayları kazasız belasız öğrendiği ve her şeyin düzene oturduğu günü iple çekiyordum.
   Ada'nın bana, "Ne oluyor?" diye bağıran bakışlarına rahat bir izlenim vermek için omzumu silktim. Pek ikna olmasa da üzerinde durmadı.
   Bir bahaneyle Barış'ın yanına gitmeliydim. Mutfakta konuşuyordu ve kısa değil, uzun konuşuyorlardı.
   Yutkundum. Neden bu kadar stres olmuştum ki sanki?
   Daha sonra toparlanıp ayağa kalktım. "Bir su içip geleyim ben," dedim abime. Beni şüpheyle inceleyen kişi oydu çünkü.
   Mutfağın kapısında durup içeriyi dinlemeye çalıştım. Tam o sırada kapı açılınca yakalanmışlık hissiyle panikle duvardan ayrıldım.
   Ups!

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin