16. Bölüm

1.5K 95 1
                                    

   Gözüme çarpan ışığa daha fazla karşı koymayarak gözkapaklarımı araladım. Tanıdık olmayan bir ortamla karşılaşınca panikle doğruldum.
   Siyah giysi dolabı, gri masa, kara bir ortam...
   Bakışlarımı sağıma çevirdiğimde yattığım yatağın yanında birisi olduğunu gördüm. Başımı eğdiğimde yerde yatan kişinin Barış'ın ta kendisi olduğunu gördüm.
   Yattığım yastığın yanında Barış'ın bana verdiği pelüş köpek duruyordu.
   Alt dudağımı dişlerimin arasına aldım. Dün gece olanlar aklıma gelince kendime lanet okudum. Sadece birkaç dakika gözlerimi kapatacaktım, nasıl uyuyakalmış olabilirdim?
   Üzerimdeki yorganı itip yataktan indim. Yavaş hareketlerle Barış'ın yanına çömeldim. Uyurken takındığı masum ifadesini görünce duraksadım.
   Uyurken herkes masumdu. Katiller de, bebekler de, Barış Erez de...
   Elim tam sakallarına uzanmıştı ki kendimi durdurdum. Buna hakkım yoktu. Yanağına bile olsa ona dokunmaya hakkım yoktu.
   "Barış," diye mırıldandım. Sesimi duymayınca ses tonumu yükselttim. "Barış."
   Yine herhangi bir tepki olmadı.
   Yüzüne yaklaşarak tekrar adını sayıklayacaktım ki ani bir hareketle bileğimden kavradı. Sırtım zeminle buluşurken kendisi de üzerime eğildi.
   Uyku mahmuru bir şekilde yüzümü incelerken ben ağzımdan çıkan inlemeye engel olamadım.
   "Derin?"
   Yutkundum. Şu anda üzerimdeydi! Nefeslerimiz birbirine karışıyordu! Dudaklarımız arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı!
   "B-Barış..."
   Gözlerini kapatıp kısa bir süre sonra tekrar açtı. O, bana bakarken ben de toparlandım.
   "Üzerimden kalksan mı acaba?" Onu omzundan itmeye çalıştım fakat nafileydi. "Ben de biraz nefes almış olurum."
   Sanırım ayılmıştı. Ağırlığı üzerimden kalkarken ben de doğruldum. Yerde karşı karşıya oturduğumuzda Barış uykusunu atmak için gözlerini ovuşturdu. "Ne zaman uyandın sen?"
   "Şey... Yeni..." Titrek bir nefes aldım. "Kusura bakma, ben uyuyakalmışım. Seni de yerinden etmiş gibi oldum."
   Başını önemli değil anlamında iki yana salladı. "Ben normalde misafir odasına yatacaktım fakat nasıl oldu, bilmiyorum, burada uyumuşum."
   O an aklıma gelen şeyle, "Has..." diye mırıldandım. Barış'ın ne olduğunu soran bakışlarını görünce nefesimi bıraktım. "Annemlere haber vermedim, yine çok telaşlanmışlardır kesin." Etrafıma bakındım. "Telefonum nerede?"
   "Ben Furkan'la konuştum. Burada olduğunu biliyor."
   Kaşlarım havalandı. "Ne biliyor tam olarak?"
   "Panikleme hemen," dedi sakince. "Zeynep ile oynarken uyuyakaldığını, uyandırmak lüzumsuz olduğu için Zeynep'in yanına yatırdığımı söyledim." Omzunu silkti. "Pek de yalan sayılmaz."
   "Şey... O zaman artık gitsem iyi olacak."
   Başını sallayarak ayağa kalktı. Ben de hızla oturduğum zeminden kalktım. Tam odadan çıkacakken Barış yatağın yanını işaret etti. "Çantan orada."
   Bakışlarımı oraya çevirdiğimde küçük sırt çantamın yatağın ucunda olduğunu gördüm. Vakit kaybetmeden çantamı aldım. Yatağın üzerine bakışlarım kaydığında gülerek Muhittin'i de aldım ve odadan çıkan Barış'ı takip ettim.
   Evden hiç ses gelmiyordu. "Annenler neredeler?"
   "Dün geç yattılar, kolay kolay kalkmazlar."
   Sessiz kaldım. Birlikte evin önündeki arabaya yöneldik. Arabaya bindiğimizde, "Araban henüz tamir olmadı mı?" diye sordum.
   Arabayı çalıştırırken bana sessiz kaldı. Yola çıktığımızda, "Birkaç haftaya çıkarmış," dedi. "Şerefsiz, arabayı çok zorlamış. Zaten tamire muhtaçtı, bu da son gol oldu."
   Şerefsiz diye bahsettiği kişi, Anıl'dan başkası değildi. En son gelen kutudan bahsetmeli miydim? Onu ilgilendirdiği için değil, birine söyleme ihtiyacı hissettiğim için bahsetmek istiyordum.
   "Söyle, Derin."
   İfadesizce söylediği iki kelimeyi duyunca hayretle ona baktım. "Bir şey söyleyeceğimi nereden çıkardın?"
   "Yüz ifadenden... Muhtemelen kızacağım, ya da herhangi birinin tepki göstereceği bir şey var kafanda, söyle hadi."
   "Şey..." İstemsizce ellerimle oynamaya başladım. "Seni ilgilendirmez ama-"
   "Seninle ilgili her şey beni de ilgilendirir, Derin."
   Sözümü kestiği şeye takılmadım.
   "En son olaydan sonra Anıl bana siyah bir kutu daha gönderdi, içinde... Bir çerçevede benim fotoğrafım vardı."
   Ani bir frenle arabayı durdurdu. Buna hazırlıksız yakalanarak öne doğru savrulurken neyse ki bir yere çarpmamıştım.
   Sinirle bana baktı. "O şerefsiz bunca olay üzerine sana kutu mu gönderdi?"
   "E-Evet... Ama-"
   "Ne zaman?" diye sordu sertçe.
   "Dün," dedim sorusuna cevap olarak.
   Direksiyonu tutan ellerini eklem yerleri beyazlayacak kadar sıkmıştı. Korkuyla, "Sakin olur musun?" diye mırıldandım.
   Bana cevap vermek yerine sertçe arabayı tekrar çalıştırdı. Araba az öncekine göre çok daha hızlı gidiyordu.
   "B-Barış..."
   "Bir daha sana o s*ktiğimin kutularından gelirse direkt bana haber vereceksin! Kesinlikle itiraz kabul etmiyorum."
   Korkuyla oturduğum koltuğa sindim. "Duydun mu beni?" diye bağırınca istemsizce yerimde sıçradım.
   "Ne oluyor sana?" diye sordum kaşlarımı çatarak. Aniden gerilmişti.
   "Derin, beni anladın mı?"
   "Anladım!" diye bağırdım onun gibi.
   "Sözünü unutma!"
   "Ne oldu sana birdenbire?"
   Sinirle gaza yüklenmekten başka bir şey yapmadı. Sakinleşmek adına aldığı nefesler dışında geri kalan yol sessiz geçmişti.
   Evin önüne geldiğimizde frene bastı. Yine öne savrulmuştum.
   "İn."
   Kabalığına gözlerimi kırpıştırdım. "Ne diyorsun-"
   "Derin, in!" diyerek sözümü kesti.
   "Sen bir yere gideceksin, değil mi?" Duruşumu dikleştirdim. "Nereye?"
   "O kutuları o herifin bir taraflarına sokmaya!"
   Gözlerim büyüdü. "Anıl'ın yanına mı gideceksin? Gitme."
   "Onun adını ağzına alma," dedi dişlerinin arasından.
   "Lütfen, gitme-"
   "Derin, arabadan in!"
   "Ben de seninle geliyorum o hâlde!" dedim kararlı bir ses tonuyla. "Tek başına gitmene izin vermeyeceğim."
   Sıkıntıyla sakallarını ovaladı. Daha sonra uzanarak benim tarafın kapısını açtı. "İn."
   "Teşvik edilmeye değil, gitmeyeceğini söylemene ihtiyacım vardı."
   "Derin, sinirimin son zerresindeyim. Daha fazla sinirlendirme, in aşağı!"
   "Birden parlamanı gerektirecek bir şey söylemedim. Ayrıca bu sinirle onun yanında gidersen neler olur, tahmin edebiliyor musun? Endişeleniyorum senin için." Son cümle istemsizce dudaklarımdan kaçmıştı.
   Barış'ın kaşları son cümlemle kalktı. Derin bir nefes alarak, "Ben de senin için endişeleniyorum," dedi. "O herifi durdurmak için çoktan geç kaldım, eğer kim olduğumu hatırlamasını sağlamazsam ileri gidecek." Direksiyona vurdu. "Sana zarar verecek."
   Bakışlarımı kaçırdım. "Bana zarar vermesiyle neden ilgileniyorsun?"
   "Sana zarar gelmesini istemem. Benim için önemlisin."
   Ona baktım. Dediğinden sonra yüzü acıyla çarpılmıştı. Söylediği şey içimde bazı hisler uyandırdıysa bile bunu yok saydım. Boş ümitlere bağlanmak istemiyordum.
   "Artık gitmelisin," dedi.
   "Eğer onun yanında gitmeyeceksen..."
   "Gitmeyeceğim. Rahat olabilirsin." Tek kaşını kaldırdı. "Senin için gitmeyeceğim."
   Yüzümde minnettar bir tebessüm peyda oldu. "Teşekkür ederim."
   "Dikkat et."
   Başımı salladım. Tam arabadan çıkacakken sesiyle tekrar ona baktım.
   "Muhittin'i unutma." Yüzü de sesi gibi muzipti.
   Gülerek koltuktaki pelüş köpeği aldım. "Aldığım en güzel hediyelerden birisi."
   "Sana başka köpek hediye alan olmamıştır umarım?" Sesinin altında bir koruma içgüdüsü hissetmiştim ama bunu paranoyalarıma verdim.
   "Bana köpek alan ve baktıkça beni hatırla diyen ilk kişisin."
   Sırıttı. "Lafı nereye çektiğine bağlı..."
   "Doğru." Bacaklarımı açık kapıdan dışarı uzattım. "Neyse o zaman... Görüşürüz daha sonra."
   "Dikkat et," diye tekrarladı. Başımı sallayıp arabadan indim.
~
   Yürüyen merdivenlerden indiğimizde baymış bir ses tonuyla, "Neden?" dedim. "Şu anda benim alış veriş merkezinde ne işim var, bunu gerçekten soruyorum." Ofladım. "Eve geldim, yemek saatinde enteresanlık yapıp duş aldım. Aç olmamın yanı sıra aynı zamanda uykusuzum. Ama ben ne yapıyorum? Geri zekâlı gibi, geri zekâlı iki arkadaşımla alış verişe çıkıyorum. Aptalım ben." Söylenince biraz olsun rahatlıyordum.
   "Çenesi düştü yine bunun," dedi Şeval gözlerini devirerek.
   Ada da ofladı. "Ay, bir sakin ol, Derin. Sus azıcık." Daha sonra heyecanla ellerini birbirine vurdu. "Nereden başlıyoruz alış verişe?"
   Şeval, "Kıyafet," dedi göz kırparak.
   Ada da parmağını şıklattı. "Daha sonra da kozmetik!"
   Birbirlerine çak yapıp bana döndüler. "Sen ne diyorsun huysuz cüce?" diye sordu Şeval.
   "Yemek?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
   Ada elini kaldırarak beni durdurdu. "Sormadık farz et." Daha sonra hemen önünde durduğumuz kıyafet mağazasını gösterdi. "Hadi bakalım, gün başlasın!"
   İtiraz etmelerimi dinlemediler ve beni de peşlerinde sürükleyerek mağazaya girdiler.
   Koşarak reyonlara dağılırlarken ben de hemen yanımdaki kazaklara bakıyor gibi yapıyordum. Şeval'in sesini duyunca ona döndüm.
   "Oha be," dedi hemen önündeki kıyafete bakarak. Meraklanarak yanına gittim. "Ne oldu?"
   Elinin altındaki bordo kazağı gösterdi. Bu kazak hiç de yabancı gelmiyordu. Şeval'in konuşmasıyla istemsizce yumruklarımı sıktım.
   "Bu geçen gün sinemada Buse'nin giydiği kazak, değil mi?"
   Ada da meraklanarak yanımıza geldi. Kazağı süzüp, "Evet," dedi.
   Şeval kazağın üzerindeki etiketi bize gösterdi. Yazan fiyatı görünce irkilmiştim. Fiyatı görünce Ada'nın da dudaklarından bir, "Oha," nidası kaçmıştı.
   Şeval kazağı tekrar astı. "Neden bu kadar göz alıcı olduğu ortaya çıktı hanımefendinin. Bir kıyafeti bu fiyattaysa gerisi nedir, kim bilir..."
   "Buse göz alıcı mı?" dedim ilgisiz görünmeye çalışarak.
   Şeval, "Bence çok güzel ve göze çarpıyor," dedi. Daha sonra omzunu silkti. "O gruptan birisiyle sevgili olacak gibi hissediyorum, demedi demeyin."
   "Kiminle olacak ya?" dedim istemsizce sinirli çıkan sesimle.
   Şeval kısa bir an düşündü. "Okan ya da Barış ile..." Kendi kendine başını salladı. "Hatta kesinlikle Barış ile olacaklar. Hissediyorum."
   "Saçmalıyorsun," dedim. "Barış, Buse'ye mi bakacak?"
   "Niye bakmasın canım? Buse gayet güzel ve Barış'a olan bakışları da pek masum değil gibi..." Tek kaşını kaldırdı. "Barış'ın hayatında birisi yok, değil mi?"
   Ada sadece benim anlayacağım bir ima ile, "Hayatında birisi yok da," dedi. "Eğer hayatındaki bazı insanlar acele etmezse iş işten geçecek."
   Şeval kaşlarını çatarak, "Bu ne demek?" diye sordu.
   Ada elini geçiştirmek istercesine havada salladı. "Boş ver, konuşuruz sonra."
   Şeval, "Peki," dedi.
   Nefesimi bırakarak kafamdaki Barış ve Buse görüntülerine son verdim. "Buraya Buse ile Barış hayali kurmaya mı geldiniz yahu? Hadi yapın alış verişlerinizi de yemek yemeye çıkalım. Açım ben."
   Ada ve Şeval aynı anda gözlerini devirip reyonlara doğru ilerlediler. Siyah bir sweatshirti incelerken kafam başka yerlerdeydi. Gerçekten bu şekilde ilerlersem Ada'nın dediği gibi Barış'ı kaybeder miydim?
   Kafamda bu düşüncelerle boğuşurken adımın söylenmesiyle sesin geldiği yere baktım. Ekin'i karşımda görünce kaşlarım kalktı. "Ekin?"
   Birkaç adımda tam karşıma dikildi. "Selam."
   "Selam," dedim gözümün önüne gelen bir saçı kulağımın arkasına sıkıştırırken.
   Elini cebine koyup etrafına bakındı. "Tek misin?"
   "Yok, Ada ve bir arkadaşımla geldim. Sen?"
   "Ben de kuzenimle geldim." Arkasındaki bir kızı işaret etti. "Bu dönem o da bizim okula gelecek. Herhangi bir sıkıntı çıkmazsa..."
   Başımı salladım. "Ne güzel."
   "Tanışmak ister misin?"
   "Olur, tabii isterim."
   "Süper," dedi ve arkasındaki kıza döndü. "Aybüke! Gelsene buraya."
   Adının Aybüke olduğunu öğrendiğim kız, Ekin'in kendine seslendiğini duyunca baktığı kıyafeti bıraktı ve yanımıza adımlamaya başladı.
   Bu sürede benim de onu süzme fırsatım olmuştu. Aşağı yukarı aynı boyda olduğum kız baştan aşağı siyah giyinmişti. Altındaki siyah bol eşofmanın üzerinde salaş bir siyah sweatshirt vardı. Ayağındaki siyah botlar ve sırtındaki siyah sırt çantası kıyafetini tamamlamıştı. Tarzlarımız benziyordu.
   Yanımıza gelip Ekin'e baktı. "Efendim?"
   Ekin beni işaret etti. "Seni sınıf arkadaşımla tanıştırayım."
   Aybüke'nin bakışları bana döndü. "Merhaba..."
   "Merhaba," dedim. "Derin ben."
   "Ben de Aybüke." Beni süzdü. "Ne kadar güzelsin."
   Bu hâli beni gülümsetti. "Teşekkür ederim, ben de senin için aynı şeyi söyleyecektim." Kıyafetlerini gösterdim. "Tarzına bayıldım."
   O da gülümsedi. "Sağ ol."
   "Derin," diyerek yanıma gelen Şeval, Ekin ve Aybüke'yi fark edince durdu. "Bunlar kim?"
   "Ekin; sınıftan arkadaşım. Bu dönem bol bol göreceksin zaten." Aybüke'yi gösterdim. "Bu da Ekin'in kuzeni Aybüke. O da bu dönem bizim okula gelmeyi planlıyormuş." Daha sonra Şeval'i onlara tanıttım.
   Ekin başını sallayarak, "Memnun oldum," dedi.
   Şeval, "Ben de," diye mırıldandı.
   Ekin elini ensesine attı. "Herhangi bir planınız yoksa bir yere oturalım mı?"
   Omzumu silktim. "Biz yemek yemeye çıkacaktık, fark etmez."
   "Sorun olmazsa biz de gelelim?"
   Şeval, "Sorun yok, gelebilirsiniz elbette," dedi.
   Ben de o sırada etrafıma bakarak Ada'yı aradım. Az ileride telefonla konuşuyordu. Benim ona baktığımı görünce eliyle tamam işareti yaptı.
   "O zaman," dedim Şeval'e. "Siz bir şeyler aldıysanız ödeyelim. Sonra da çıkalım."
   "Ada aldı birkaç parça, onu da ödedi sanırım."
   "Kiminle konuşuyor o?"
   "Tolga aramış," dedi.
   "Hadi biz çıkalım o hâlde," diyen Ekin'i takip ettim.
   Üst kata çıkıp boş bir masaya oturduk. Ada hâlâ telefonla konuştuğu için sipariş vermeye onu bekliyorduk.
   Sandalyeme iyice yerleşip Aybüke'ye baktım. "Aybüke, sen neler yapıyorsun?"
   "Hiç..." dedi omzunu silkerek. "Herhangi bir farkım yok yaşıtlarımdan." Cümlesi bittikten sonra güldü. "Bakalım bu dönem bizi ne bekliyor okulda..."
   "Neden okul değiştiriyorsun?" diye sordum bu sefer de.
   "Önceki okulumda birkaç vukuatım oldu, diyelim. Annemler de çareyi okul değiştirmekte buldu."
   Başımı salladım. Ekin, Şeval'e, "Sen de bu dönem bizim sınıfa geliyormuşsun, öyle mi?" dedi.
   "Evet, kayıtları tamamladık."
   "Bu yıl da yeni gelen gelene..." dedim gülerek. Ekin'in de yüzünde bir tebessüm peyda oldu.
   Şeval, az ileride cilveli bir edayla telefonda konuşan Ada'ya bakıp gözlerini devirdi. "Gören de asırlardır konuşmuyorlar zannedecek... Neden bu kadar uzattı ki?"
   Bu hâline güldüm. "Sevgilisi olan var, olmayan var, öyle değil mi?"
   Göz devirdiği kişi bu sefer bendim. "Kapa çeneni."
   "Ne var canım, yalan mı?"
   "Derin'ciğim," dedi iğneleyen bir sesle. "Sus."
   Onunla uğraşmayı en çok sevdiğim konulardan birisi de buydu. Şeval sevgilisi olmasını ve onu gerçekten sevmeyi istiyordu. İlk baştaki hedefi dokuzuncu sınıfta yapmaktı fakat olmamıştı ve ben her boşluk bulduğumda onunla uğraşıyordum.
   Ekin tek gözünü kıstı. "Kuzenin kiminle konuşuyor?" diye sordu bana.
   "Sevgilisiyle," dedim. "Üst sınıflardan Tolga... Birkaç kere görmüş olmalısın."
   "Sarışın olan mı?"
   Başımı salladım. "Evet."
   Çenesini ovaladı. "Yakışıyorlar."
   "Bence de."
   "O grupla sizin aranızdaki tam olarak ne?" diye sordu. "Yani... Bir başka yakınlığınız var sanki."
   "Abimin yakın arkadaşları. Aynı zamanda kuzenimin de sevgilisi. Hani ister istemez yakın görünüyorum zaten."
   "Başka bir yakınlığın yok, öyle değil mi?" dedi umursamaz görünmeye çalışarak.
   "Yok." Sesim kuşkulu çıkmıştı ama başka bir şey söylemedim.
   Ada en sonunda yanımıza gelip boş sandalyeye oturdu. Nefesini bırakıp telefonu masaya koydu. "Kusura bakmayın."
   Boğazımı temizledim. "Mahalle dedikodusu falan mı yaptınız bu kadar saat Ada? Küresel ısınmayı mı konuştunuz? Nesli tükenen hayvanları mı tartıştınız? Dünya ekonomisi nereye gidiyor, onu mu konuştunuz? Mahallede kimin kızı kime kaçmış-" diye art arda iğneleyen bir sesle soru soruyordum ki Ada oflayarak sözümü kesti.
   "Tamam, Derin. Uzun sürdüğü için hepinizden özür diliyorum, oldu mu?"
   Ekin'i az çok tanıyordu, bu yüzden sadece Aybüke ile tanıştı. Tam sipariş vermek için kalkıyorduk ki arkamdan ismimin söylenilmesiyle hızlıca sesin geldiği yere döndüm.
   "Derin?"
   Karşımda gördüğüm surat ise görmeyi beklediğim en son kişiydi.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now