64. Bölüm

607 49 2
                                    

   Barış'ı görür görmez elimi korkuyla Anıl'ın kolundan çektim. Sinirle yanımıza adımlayan Barış'ı durdurmaya çalışmam etkili olmadı. Anıl'ın yakasından tutup onu kendine çekti.
   Her zerresinden öfke damlarken, "Senin burada ne işin var lan?" diye bağırdı.
   Anıl ise tepki vermeden sadece Barış'a bakıyordu. Sanırım az önce konuştuklarımızı düşünüyordu.
   Barış'ın elinin üzerine elimi koyup, "Barış!" diye seslendim. Fakat beni duymuyordu. Öfkeden gözü kör olmuş gibiydi.
   "Derin'den uzak durman konusunda seni daha kaç kere uyaracağım? Neyin peşindesin lan sen?"
   "Barış!" dedim az öncekinden daha yüksek bir sesle. Bu sefer işe yaramıştı. Bakışlarımız birleştiğinde, "Yanlış anladın," dedim.
   "Ne anlaması, Derin? Herif yine karşında, ne yanlışı?"
   Onu Anıl'dan uzaklaştırmaya çalışırken, "Bırak!" dedim. Bir küfür mırıldanarak geri çekildi. Anıl üzerini toparlarken aralarına girdim ve Barış'ın karşısına dikildim. "Yapma şunu, yapma!" Sesim öfke doluydu.
   Sinirle derin bir nefes aldı.
   Onun konuşmasına fırsat bırakmayarak, "Anlamadan, dinlemeden yine öfke saçıyorsun," dedim. "Önce bir dur! Önce bir dinle, olayı öğren."
   Nefesini bıraktı. "Pekâlâ... Bak, durdum ve dinliyorum. Söyle."
   Güç vermesi adına yutkundum. "Anıl, yurtdışına gidiyormuş. Bizi görünce de selam vermeye yanımıza gelmişti. Ama sen yine ve yine boş yere gerildin."
   Açıklamamdan sonra kaşları çatıldı. "Defolup gitsin! Ne diye sen elini, koluna koyuyorsun lan?"
   "Konuşurken tavırlar yüzünden koydum, Barış. Bu kadar!" Tam bir şey söyleyecekti ki elimi kaldırarak onu durdurdum. "Lütfen konuşma. Dinlemek istemiyorum." Daha sonra kimseyle göz göze gelmeden yürümeye başladım.
   Onları iyice arkamda bıraktığıma emin olduktan sonra yavaşladım. Ağaçların arasında yürürken etrafımdaki sessizlik içimi huzurla doldurmuştu. Derin bir nefes aldım. Burnuma dolan toprak kokusu, gevşememe neden olmuştu.
   Birkaç dakika sonra arkamdan ismimin sayıklandığını duyunca sesin sahibine döndüm. Barış az önceki sinirinden arınmış bir şekilde bana doğru geliyordu.
   Onu görünce öfkem yerine gelmişti. Bu hâllerinden çok sıkılmıştım artık... Kollarımı göğsümde birleştirip ona gergin olduğumu belli etmeye çalıştım.
   Birkaç büyük adımda yanıma ulaştı. Tam karşıma geçip, "Haklısın," dedi sadece.
   "Ben haklı olmak istemiyorum." Sesim çok sert çıkmamıştı neyse ki. "Ben bu tavırlarından uzaklaşmanı istiyorum."
   "Kıskanıyorum seni." Ani gelen itirafı üzerimdeki siniri atmak için yetersiz kalmıştı.
   "Bu hareketlerin kıskançlık değil, Barış. Daha çok saplantı gibi. Rahatsız eden bir seviyede..." Nefesimi bıraktım. Kollarımı çözüp ellerini tuttum. "Sen her böyle yapıp beni suçlarmış gibi hareketlerde bulunduğunda ben kendimi sorguluyorum. Yapma bunu..."
   Tuttuğum elinin üzerindeki elimi alıp dudaklarına götürdü ve bir öpücük bıraktı. "Üzgünüm. Bir daha dikkat edeceğim."
   Omuzlarımı düşürdüm. "Umarım dediğin gibi olur. Aksine daha ne kadar dayanabilirim, emin değilim."
   Yüzüne hafif bir tebessüm yayıldı. Bunu görünce ben de gülümsedim ve kollarımı boynuna doladım. Bana sımsıkı sarılırken nefesimi bıraktım.
   Bu hâllerimizi sahip olduğum hiçbir şeye değişmezdim. Başka birisi olsa bu meseleyi bile büyütebilir, çıkmaza sürükleyebilirdi ama biz orta yolu bulabiliyorduk. İki taraf da gereksiz sinirli değildi, bunun etkisi büyüktü. Yani biz tam birbirimize göreydik.

   Bizimkilerin yanına döndüğümüzde Anıl ortalarda görünmüyordu. Çimlere oturup başımı Barış'ın omzuna yasladım. Herkes bir muhabbet üzerinde konuşuyordu ama uykum olduğu için onlara katılamıyordum.
   Şeval telefonundan saate bakıp, "Hadi," dedi. "Gidiyoruz."
   Kaşlarım çatıldı. "Nereye gidiyoruz?"
   "Alışverişe gidiyoruz," dedi Şeniz mutlu bir şekilde. "Kınaya sekiz gün kaldı. Düğün alışverişimde siz yardımcı olacaksınız."
   Ada ve Şeval hevesle başını sallarken ben oturuşumu dikleştirdim. "Ben gelmeyeceğim."
   Şeniz dudaklarını sarkıtarak, "Ama neden?" diye sordu.
   "Uykum var, hâlsizim. Bir de şu an hiç alışveriş havamda değilim." Gülümsedim. "Siz gidin."
   Şeval, "Sensiz olmaz ki..." dedi kelimeleri uzatarak.
   "Gerçekten havamda değilim."
   Barış devreye girdi: "Tamam, siz gidin. Derin yine isterse ben getiririm yanınıza..."
   Söylediklerinden sonra Şeniz isteksizce başını salladı. "Pekâlâ." Bana baktı. "Gelmeye çalışacaksın, yoksa bozuşuruz."
   Güldüm: "Peki..."
   Onlar toparlanıp ayaklandıktan sonra ben de Barış'ın arabasına yöneldim. Biraz dolaşmayı düşünüyorduk.
   Yola çıktığımızda başımı koltuğa iyice yasladım. "Bir şey soracağım."
   "Söyle güzelim."
   "Ben henüz kınada ve düğünde giyecek bir şey bulamadım. Kızlar da sanırım internetten alacaklarmış ama ben direkt mağazasından almak istiyorum. Seninle mi çıksak acaba alışverişe?"
   Güldü. Bu, samimi bir gülüşten çok; sen daha dur anlamında bir gülümseme gibiydi. "İnternetten de alacak olsaydın bensiz alamazdın zaten güzelim. Alışverişe elbette beraber çıkacağız."
   Kaşlarım çatıldı. "Neden böyle söyledin?" Gözlerimi kısarak, "Bir şeyler peşindesin sen..." diye mırıldandım.
   "Ne peşinde olayım? Giyeceğin kıyafet her ne ise benim radarıma girmeden alınmayacak." Bana yandan bir bakış attı. "Furkan seni bana pasladı. Abuk sabuk bir kıyafet almaman konusunda başında duracağım."
   Hızla doğruldum. "Hayır ama ya! Bu haksızlık. Ben birlikte alışveriş yapalım derken bunu kast etmemiştim. Sadece yanımda dur diye söyledim; seçtiklerimi analiz et diye değil."
   Güldü. "Hadi ama güzelim. Seçtiklerine sesimi çıkarmayacak olmamı gerçekten düşünüyor musun?"
   "Barış hayır." Sinirli bir soluk aldım. "En yakın arkadaşımın ablasının düğünü bu. İstediğimi giyeceğim tabii ki... Neden engel olacakmışsın?"
   "Senin en yakın arkadaşının ablasının düğünü, aynı zamanda da sevgilinin abisinin düğünü. Bu demek oluyor ki sevgilin o ortamda nasıl tipler olduğunu biliyor. Saçma sapan bir kıyafet alıp da giyersen herkes başına üşüşür ve ben de sinir krizi geçiririm." Direksiyonu sağa kırdı. "Katil olmamı ister misin?"
   "Düğün boyunca yanımda olacaksın zaten," dedim ikna etmek isteyen bir ses tonuyla. "Kim yanıma gelmeye, bana bakmaya cesaret edebilir?"
   "İnan bana, Derin. O ortamda çok fazla ayarsız tip olacak. Ben seni tehlikeye atamam."
   İğneleyen bir ses tonuyla, "Ne kadar da iyisin..." diye mırıldandım.
   Sırıttı. "Ne demek bebeğim. Her zaman."
   Oflayarak tekrar arkama yaslandım.
   Çok tatlı olabilirdi ama aynı dozda da gıcıktı!
~
   Ada'nın odasında yatağında oturmuş çekirdek çitlerken en sonunda Ada'nın bu sinirli hâline merakıma dayanamadım ve, "Ne bu hâl, sarışın?" diye sordum. "Bu öfke kime?"
   Sinirle, "Kime olacak sanki..." diye söylendi. "Tolga'ya tabii ki!"
   "Aa," dedim kaşlarımı kaldırarak. "Hayırdır güzelim? Ne oldu yine?"
   Sakinleşmek adına aldığı nefes işe yaramadı. Elindeki çekirdeği tabağa sinirle bıraktı. "Alışveriş merkezine yeni bir mağaza açılmış. Vitrinde güzel abiyeler falan gördüm. İşte Şenizlerden ayrılıp o mağazaya girdim. Tolga da peşimden geldi. Çok güzel iki tane elbise buldum. Birisi sarı, böyle kuğu elbisesi gibi, tamam mı? Bayağı hoştu... Diğeri de lacivert mini bir elbise..." Elbiselerden sanki aşkından bahsediyormuş gibi bahsediyordu. Anında gözleri öfkeyle doldu. Bu noktada Tolga'yı anlatmaya geçtiğini anlamıştım. Kıkırdayarak başımı Şeval'in omzuna yasladım. O da gülüyordu. Ada, Tolga'yı taklit edercesine, "Yok efendim, birisinin boyu çok kısaymış..." dedi. "Yok efendim, göğsü açıkmış... Yok, yaşıma uygun değilmiş." Sinirle yanındaki yastığı sıkmaya başladı. "Ben kısıtlanmalara gelemiyorum dedikçe resmen inatlaşıyor benimle!"
   Şeval gülerek, "Mağazanın ortasında nasıl kavga çıkardığını da anlat," dedi.
   Gözlerim büyüdü anında. "Hadi be!" Doğruldum. "Mağazada kavga mı ettiniz? Herkesin içinde?"
   Ada dudaklarını büzdü. "Aslında amacım kavga değildi. O, böyle davranınca ben de ani gelen gerginlikle yükseldim. Bana karışamayacağını, istediğimi giyeceğimi falan söyledim. Hayır, Tolga'da da son günlerde bir havalar var. Sahte bir kabadayı gibi o elbiseyi yırtarım, ortalığı dağıtırım falan dedi bana." Kusuyormuş gibi yaptı. "Ne kadar iğrenç!"
   Yüzüm düştü. "Aynı tartışmayı bugün Barış'la yaptık."
   İkisinin de kaşları çatıldı. Şeval anlatmamı işaret edince nefesimi bıraktım.
   "Barış Bey, abimden pas almış; düğün kıyafetimi kendi elemeleriyle ayarlayacakmış." Yüzümde iğneleyen bir ifade vardı.
   Ada ofladı. "Hayır, birisi öküz olur anlayabiliriz de hepsi mi aynı cins olur yahu? Bir tane normali yok mu?"
   Şeval kıkırdadı. "Vallahi Demir'den henüz sizinkiler gibi bir atak gelmedi. Geleceğini de zannetmiyorum..." Keyifle arkasındaki duvara yaslandı. "Siz kendi derdinize yanın. Ben sevgilimden memnunum."
   Sahte bir şekilde gülümsedim. "Ne yazık ki, yanlışın var canım." Bana anlamadığını belli eden bakışlar atınca derin bir nefes aldım. "Şöyle ki..." dedim. "Hayvanlık bizim ailede genetik. Furkan Talay, ayılığın son seviyesinde iken Demir sütten çıkmış ak kaşık olabilir mi sence?"
   Şeval'in yüzü düşerken Ada kahkaha attı ve, "Hiç olmadı, bizimkilerden görür ve özenir. Bir bakmışsın, Demir attığın adıma karışır hâle gelmiş..." dedi.
   Söylediği şey benim de kahkaha atmama neden olmuştu. "Demir'i o hâlde düşünsenize..."
   Şeval omzuma vurdu. "Siz sussanıza yahu! Demir benim söylediklerime itiraz etmez."
   Ada kıkırdadı. "Kendini avutuyorsun."
   Şeval gözlerini kısarak bize baktı. "Siz kaşınıyor musunuz, bana mı öyle geliyor?"
   Gülerek, "Evet!" dedim. Şeval ona attığım golü anlayınca sinsice sırıttı. "Hücum!"
   Yanındaki yastığı Ada'ya doğru attığını görünce hızla yatağın üzerindeki tabakları yüksek bir yere kaldırdım ve ben de bir yastık alıp eğlenceye katıldım.
   Uzun zaman sonra üçümüzün böyle eğlenceli vakit geçirmesi keyfimi yerine getirmişti. Şeval'in başıma geçirdiği yastıkla sinsice sırıttım. "Kim kaşınıyor, belli oldu!"
   Aldığım yastığı ona attığımda birbirine karışan kahkahalarımız odayı doldurdu.
   Eğlenceyi bölen şey, Ada'nın çalan telefonuydu. Dağılan saçlarını düzeltip nefes nefese bir şekilde ayağa kalktı ve masadan telefonunu aldı. Arayana bakınca istemsizce gülümsemişti.
   Şeval ile göz göze gelip aynı anda, "Tolga'sı arıyor!" dedik. Biz gülüşürken Ada bize dil çıkarıp aramayı cevaplandırdı.
   "Efendim?" Sesini soğuk tutmaya çalışmıştı. Aklı sıra naz yapıyordu.
   Kendi kendime gözlerimi devirdim. Ben Barış'a bu tarz bir naz yapsam sonra arayacağını söyleyip telefonu yüzüme kapatırdı.
   Kafamda kurduğum senaryoyla Barış'a içimden, ayı diye söylendim.
   Ada, Tolga'nın söylediklerinden sonra sinirle ayağını yere vurdu. "Barışmak için aramış olman gereken telefonu açtığımda sorduğun ilk soru neden nefes nefese olduğum mu?"
   Söylediği şeyi duyunca gülmemek için Şeval ile elimizi ağzımıza bastırdık.
   Ada gözlerini kıstı. Tolga'yı sinir edeceğini bildiği bir ses tonuyla, "Hani bir iş vardır ya..." dedi. "İnsanlar onu yapınca nefes nefese kalır. Onu yaptım Tolgacığım. Aradığın cevap bu muydu?"
   Şeval ile aynı anda, "Çüş!" dedik. Ada bize bakıp şirince sırıtırken Şeval doğruldu. "Allah yolunda olan sevgilim ve ben bu konuşmadan hoşlanmadık."
   Gülerek, "Sesi dışa ver," dedim Ada'ya. Dediğimi yapınca anında odayı Tolga'nın sinirli sesi doldurdu.
   "Bunu söylerken kafanda yansıyan hayali adamı bulur, ebesini öğretirim. Daha sonra adamın bir taraflarına pamuğu sokar, onu ikindiye yetiştiririm Ada. Düzgün konuş lan benimle!"
   Ada, Tolga'nın söylediklerinden sonra kaşlarını çattı. "Kim kiminle düzgün konuşmuyor acaba, Tolga? Ayrıca o nasıl bir küfür?" Ürpermiş gibi yaptı. "Korkutucusun."
   "Aşağıdayım, gel."
   "Dövseydin!"
   "Ya sabır..." diye mırıldandı Tolga telefonun diğer ucundan. Daha sonra boğazını temizledi. "Bahçeye gelir misin güzelim? Güzel güzel konuşalım."
   Ada zafer kazanmış bir edayla gülümsedi. "Eh, geleyim madem..." Telefonu kapattıktan sonra bir çığlık attı. "İlk adım Tolga'dan geldi! Yaşasın, ilk defa benden beklemedi!"
   Şeval gözlerini devirdi. "Sanırsın atomu parçaladı."
   Yanımdaki telefonuma baktım umutsuzca. "Barış Bey'den hâlâ bir adım yok. Ne aradı, ne mesaj attı sabahtan beri... Hayır yani, belki öldüm kaldım; ne diye sormuyor ki sevgilisini? Sonuçta hayat bu, bir dakikanın garantisi yok. İnsan bir arar da sesimi duyar be!"
   Şeval, Ada ve bana umutsuz vakaymışız gibi bakışlar attı. "Sizi alacak olanlara acıyorum."
   Ada güldü. Tabii, Tolga arayınca neşesi yerine gelmişti süslünün. Dolabının kapağını açıp kıyafet bakarken, "Beni alacak olan şu anda bahçede ve barışmak için beni bekliyor," dedi. "Siz kendinize bakın."
   Şeval rahatça arkasına yaslandı. "Benlik bir durum yok. Demir şu anda uyuyor vallahi, aramız da gayet iyi."
   Somurttum. "Okların yönü bana çevrili yani?"
   Ada oflayarak yanıma geldi. "Sizinki kavga bile değil Derin. Bekle ve gör, Barış yarın hiçbir şey olmamış gibi sana günaydın mesajı atacak."
   "O bana hiç günaydın mesajı atmaz ki..." Dudaklarımı büzdüm. Şımarık bir kız çocuğu gibi kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. "Bir günaydın mesajından bile muafım, baksanıza."
   Ada gözlerini devirdi. "Ay, Derin. Olayı iyice dramatize ettin sen de..."
   Şeval, Ada'nın söylediğini başıyla onayladı. "Gerçekten ya..." Tek gözünü kıstı. "Bana bak, sen hassas döneminde falan mısın yoksa?"
   Yanımdaki yastığı kafasına attım. "Ne alaka be?"
   Gülerek, attığım yastığı yanına koydu. "Bu hâllerinin başka açıklaması olabileceği gelmedi aklıma vallahi..."
   "İkiniz de çenenizi kapayın."
   Gülüşerek birbirlerine baksalar da neyse ki uzatmadılar ve sustular.
   Bir süre sonra oflayarak doğruldum. "Benim anlamlandıramadığım bir nokta var."
   Şeval, "Söyle bebeğim," dedi.
   "Tolga'yı hepimiz biliyoruz ki, mevzu bahis Ada'nın kıyafetleri olduğunda asla bir dediği diğer dediğiyle çelişmez." Ada söylediğime göz devirirken Şeval başını salladı. "Şimdi..." dedim oturuşumu dikleştirerek. "Tolga'nın bile geri adım attığı şu günde, Barış'tan neden herhangi bir yaşam belirtisi yok?"
   Şeval kısa bir an düşünüyormuş gibi yaptı. Daha sonra, "Uyuyor olamaz mı?" dedi. "Hayır yani, o da bir insan sonuçta. Ve insanların bünyelerinin uykuya ihtiyacı vardır."
   Başımı iki yana salladım. "Öyle değil işte."
   Şeval dudaklarını birbirine bastırarak gülmesini engellemeye çalıştı. Ada bana göz kırpıp, "Bu söylediğin Barış'ın insan olmasına mı dendi, yoksa insan bedeninin uykuya ihtiyacı olmamasına mı?" diye sordu. Sorusu bitince Şeval kahkaha atmıştı. Ada gülerek, "İkincisi bilim adamları tarafından onaylandı, ona göre."
   Gözlerimi devirdim. "Saat daha dokuz. Barış bu saatte asla uyumaz, onu diyorum. Uyusa bile haber verir."
   Şeval yapmacık bir şekilde sırıttı. "Duşta olamaz mı? Duşa da mı izin belgesiyle giriyor?"
   Yüksek sesle ofladım. "Bu şekilde bir yere varamayız-"
   Çalan telefonumu duyunca cümlemi yarıda kesip heyecanla telefonumu elime aldım. Barış'ın aradığını görünce çığlık attım. "İşte bu be! Aradı sonunda!"
   Ada, "Biraz soğuk tavır takın," dedi. "Benim telefonu ilk açtığımdaki gibi..." Şeval de başını sallayıp onu onaylayınca, "Peki," dedim ve aramayı cevaplandırdım.
   Aynı Ada'nın kullandığı ses tonuyla, "Efendim?" diye sordum. Yeterince soğuk çıkmıştı sesim.
   Barış'tan ilk birkaç saniye ses gelmedi. Daha sonra, "Senin sinirler yatışınca ararım ben," dedi.
   Ve telefonu yüzüme kapattı!

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Where stories live. Discover now