48. Bölüm

753 62 1
                                    

   Balkonun açık ışığını görünce kaşlarımı çatarak oraya yöneldim. Koltukta oturan bedenin abime ait olduğunu fark edince çatılan kaşlarımı düzeltip balkonun sürgülü kapısını açtım ve bıraktığım aralıktan başımı uzattım. Abim beni fark edince yaşlı gözlerindeki dalmış ifadeyi bozup bana döndü.
   Gülümseyerek, "Abicik..." dedim.
   "Güzelim?" Oturduğu koltukta doğruldu. "Uyuyamadın mı?"
   "Evet, biraz öyle oldu. Uyku tutmayınca kızlarla konuştuk. Su içmeye kalktım." Çenemin ucuyla onu işaret ettim. "Sen?"
   "Kafamı dinlemeye ihtiyacım vardı. İyi geldi." Koltukta yanındaki boş yeri gösterdi. "Gel bakalım buraya, küçük fare. Konuşalım seninle biraz..."
   Sinsice sırıtarak sürgüyü arkamdan çektim ve yanına gittim.
   Yanına oturduğumda kolunu omzuma attı ve beni iyice kendine çekti. "Nasılsın? Uzun zaman oldu, abi, kardeş dertleşmeyeli... Nasıl gidiyor?"
   "Vallahi benim hayatım rutin sıkıcılıktan çıkmıyor, asıl haberler sende bence." Sırıtışım genişlerken başımı kaldırıp yüzüne baktım.
   Kaşları çatılırken, "O ne demek?" dedi. "Bir ima sezdim ben."
   "Doğru sezmişsin, biz buna his kuvveti diyoruz." Kıkırdayarak geri çekildim.
   Ofladı. "Başıma çok bilmiş kesilme de konuş, Derin. Neyden bahsediyorsun?"
   Gözlerimi devirdim. Dört bir yanım öküz erkeklerle çevriliydi. "Aybüke ve senden bahsediyorum, abiciğim. Benden saklaman ne kadar imkânlı, bir düşün istersen..."
   Söylediklerimi duyunca anında, "Hey!" dedi. "Ne demek tüm bunlar?"
   "Abi," dedim bezgince. "İlla ki açıklamam mı gerekiyor yahu? Aybüke ve senin arandaki elektriği alamayacağımı mı düşünüyordun yoksa? Eğer böyleyse bunu hakaret sayarım, haberin olsun."
   Sahte bir öfke ile, "Ne biçim konuşuyorsun yavrum sen abinle?" diye sordu.
   Rahat bir tavırla omzumu silktim. "O biçim, abiciğim. Hayır yani, ben de sıkıldım. Madem dedin ki; kardeş kardeşe şurada dertleşelim... O zaman kurallar her iki taraf için de geçerli. Şu an abim değilsin. Dertleşirken unutacaksın o bağları."
   "Hah, geldi yine bayan zekâ."
   Kıkırdadım. "Hadi bana Aybüke'ye olan aşkından bahset."
   Uyarıcı bir tonla, "Derin!" dedi.
   Omzumu düşürdüm. "Tamam, dozu azaltıyorum ve hoşlandığını söylüyorum. Oldu mu?"
   Elini saçlarına atarak daha da karışmasını sağladı. "Bilmiyorum."
  Bacaklarımı kendime çekerek bedenimi iyice ona çevirdim. "Dinliyorum. Bir dostum ben."
   "Bana cadıdan farksız gelmiyorsun nedense..."
   "Abicik," dedim harfleri uzatarak. "Dinliyorum."
   Derin bir nefes aldı. Bakışları pencerenin dışarısındaki manzaradaydı. Sanki anılar içinde kaybolmuştu. Birazdan söyleyeceği şeyler sadece bana değil, kendine de hatırlattığı şeyler olacaktı.
   Çok geçmeden konuştu: "Aybüke farklı bir kız. Sınıfa ilk geldiğinde herkesten soyutlanmış o hâlleri, kimseye eyvallahı olmaması... Ne bileyim işte, çoğu kızdan ayrılıyor. Kendini belli etme çabasında değil, aksine kendini sır gibi saklıyor. Erkeklere sert, kızlara çok samimi değil. Soğuk falan..." Omzunu silkti. "Belki de Aybüke'den bir sürü var ama nedensizce onu düşünüyorum. Son günlerde fark ettim ki, onu gördüğümde kalbimin atışı hızlanıyor. Ona olan bakışlarımı yakaladığında geriliyorum, benimle konuştuğunda rahat duramıyorum." Nefesini bıraktı. "Böyle abuk subuk şeyler hissetmekten yoruldum."
   Dinlediklerimden sonra suratımda oluşan istemsiz gülümseme genişlerken, "Seni yerim ben," dedim. "Sen çok tatlı âşık olmuşsun."
   "Hadi oradan!" dedi. Ama kısa bir an tereddüde düşmüştü. Hissettiklerinin aşk kadar büyük olup olmadığını sorguluyor gibiydi.
   Sanki önemli bir şeyden bahsetmiyormuşum gibi bir hava takındım. "Şanslısın ki, karşı taraf da sana boş değil."
   Gözleri büyüdü. "Bu ne demek?"
   "Bugün Aybüke ile bahçede turlarken biraz konuştuk da..." dedim. "O da bana senden bahsetti. Hatta çoğu şeyi bekletmenin saçma olduğunu düşündüğü için çok uzun sürmeden senin yanına gelecekmiş." Kaşlarımı kaldırıp indirdim muzipçe. "Benden duymuş olma."
   "Sen ciddi misin?" diye sorarken umutlu çıkan sesi kıkırdamama neden oldu.
   "Furkan Talay'ı da bu hâlde gördüm ya... Ölsem de gam yemem."
   "Derin," dedi uyarıcı bir sesle.
   "Tamam tamam, sustum." Ellerimi birbirine vurdum. "Senin de başını bağlayabildik!"
   "O ne demek şimdi?" Kaşları çatıldı.
   "Hemen art niyet arama. Tolga ve Ada, Şeval ve Demir... Şimdi de sen ve Aybüke. Ekip tamamlanıyor ya."
   "Orada dur bakalım, küçük fare." Sesi ciddileşmişti. "Ne olursa olsun... Gerekirse tüm okulun erkek arkadaşı olsun, senin olmayacak. Bu konuda net olduğumun farkındasın, öyle değil mi?"
   Yüzümdeki gülümseme yavaş yavaş silinirken aynı anda moralim de bozulmuştu. Abimin birdenbire ciddileşip bunları söylemesi huzurumu kaçırmaya yetmişti. Aklıma Barış ile kendimi ona nasıl açıklayacağımla ilgili türlü senaryolar gelirken abim yüksek sesle, "Anlaşıldı mı?" diye sordu.
   Boğazımı temizleyip, "Evet," dedim. Sesim kısık çıkmıştı.
   Bakışlarımızı birleştirdi. Gözleri gözlerimi delip geçerken, "Derin," diye mırıldandı. "Benden bir şey saklamıyorsun, değil mi? Sana olan güvenimi boşa çıkaracak hareketlerde bulunmuyorsun?"
   Saçlarımı arkaya taradım. Bunu yaparken hissettiğim gerginlikten dolayı elimin titrediğini fark etmiştim. "Yok... Nereden çıkardın bunu?"
   Sakallarını sıvazladı sıkıntıyla. "Kulağıma bazı dedikodular geliyor. Hiç hoşuma gitmeyen boş lâflar."
   İşte o an kalbim kan yerine adrenalin pompalamaya başlamıştı. Gözlerim panikle büyürken, "Ne dedikodusu?" dedim.
   "Boş ver, saçmalığın dibi. Ağzıma bile almak istemiyorum."
   "Duymak istiyorum," diye direttim.
   Bana döndü. "Barış ve sen... Okulda dillerdesiniz." Sinirlenmişti. Düşüncesi bile kötü hissettiriyordu belli ki... "Zırva! Nereden buluyorlar böyle saçmalıkları, bir türlü anlamıyorum."
   Kendimi zorlayarak yutkundum. Boğazıma oturan yumruyu göndermek için yutkunmuştum fakat bir etki etmemişti. Elim ayağım titremeye başlamıştı. "Ne?" dedim şaşkınca. "Barış ve ben mi?" Boğazımı temizledim. "Barış abi ve ben?" Zoraki güldüm. "İnsanlar çıldırmış olmalı." Fakat rol yapmakta berbat olduğumun farkındaydım.
   "Aynen öyle," dedi başını sallayarak. "Bir kızı abisiyle yakın göstermekten farksız."
   "Evet..." diye mırıldandım zoraki. İçimde fırtınalar kopuyordu. Nereden çıkmıştı bu dedikodular? Kim söylemişti? Ekin mi? Buse mi? Kim abimin kulağına gitmesine yardımcı olmuş olabilirdi? Yüzündeki solgunluğun gitmediğini fark edince, "Senin neyin var?" diye sordum. "Bu konu açılınca birdenbire ruh hâlin düştü?"
   Yutkundu. "Bahsedilen tiplemeyi düşünmekten kendimi alamıyorum. Barış ve..." Kendini zorlayarak, "...Barış ve sen..." dedi. "İkinizi...  O şekilde düşününce..." Konuşamıyordu bile.
   Anında, "Düşünme," dedim. "Yok öyle bir şey, hepsi saçmalıktan ibaret. Çok takılma, gerçekten umursama. Herkes her şeyi konuşabiliyor, yalan dolan..." Titrek bir nefes aldım. "Sen hiçbirini umursama."
   Oturduğu koltukta dikleşti. "Derin, son kez soruyorum. Hayatında herhangi bir erkek yok, öyle değil mi?"
   Gözlerimi kırpıştırdım. Bakışlarım istemsizce aşağıya inerken, "Yok," dedim.
   "Bana yalan söyleme. Eğer böyle bir şey olduğunu senden başkası tarafından öğrenirsem-"
   "Hayır," diyerek sözünü kestim. "Böyle bir şey yok. Öğreneceksen de ilk önce benden öğreneceksin." Yalan söylerken sesim titriyordu, aynı şu an olduğu gibi... Kahretsin!
   Abim başını salladı. "Pekâlâ, güzelim. Sana güveniyorum, çünkü bundan başka bir şansım yok. Bana yalan söylemeyeceğini biliyorum."
   Dişlerimi ağlamamak için sıkmaktan dolayı acı vermeye başlamıştı.
   Ayağa kalktı. "Hadi, geç oldu. Yarın okul var, ölü gibi kalkmayalım sonra."
   Başımı salladım. "Tamam... Sen geç, geliyorum."
   Değiştiğimi fark etse de üzerinde durmadı ve, "İyi geceler," dedi.
   "İyi geceler," diye mırıldandım. O uzaklaşınca elimi dişlerimin arasına alarak ağlamamın ses vermesini engelledim.
   Kendimi berbat hissediyordum. Abimin güvenini sarsıyor olmak, ona yalan söylemek... Bunlar çok ağır gelmişti. Abim hiç koşulsuz şartsız bana güvenirken gözlerinin içine bakarak yalan söylüyordum resmen! Kendimi öldürmek istiyordum.
   Akan gözyaşlarımı silip, "En yakın zamanda bu yükten kurtulacağım," dedim. Bu iş artık çocuk oyuncağı olmaktan çıkmıştı.
   Uygun bir fırsatta Barış ile ilişkimden abime bahsedecektim.
~
   Barış'ın kaşlarının hâlâ düzelmediğini görünce, "Somurtma artık," dedim.
   Okulda giydiğim kot pantolon kirlide olduğu için ve yedeğimi de bulamadığım için okulun eteğini giymiştim. Barış da beni gördüğünden beri eteğin kısalığından yakınıyor ve bir türlü rahat vermiyordu. Eteğin boyunu en alta kadar indirmişti. Dizimin birkaç parmak üzerinde bitiyordu.
   "Biraz daha indir şunu," dedi sinirle.
   Gözlerimi devirdim. "Biraz daha inmiyor ne yazık ki... En uzun hâli bu işte, zorlama."
   "En uzun etek boyu bu mu lan? Bu nasıl okul?"
   Yapmacık bir şekilde gülümsedim. "Okulla ilgili bir sorun yok, canım. Dokuzuncu sınıfta aldığım etek ve yılda uzayan boyum bu hâle getirmiş eteği."
   Sıkıntıyla nefesini bıraktı. Sakallarını sıvazlarken, "Furkan gördü mü seni ve üzerindeki bu kumaş parçasını?" diye sordu.
   Anında parmaklarımla oynamaya başlamıştım. Oldukça şirin bir tavır takınarak, "Belki," dedim. "Yani sadece bir ihtimal... Abim görmesin diye okula yürüyerek gelmiş olabilirim." Yüzündeki öfkenin gittikçe arttığını fark edince yüzüme tatlı bir gülümseme yayıldı. "Ama neyse ki benim sevgilim bu tarz konulara takılmayacak kadar medeni ve hoşgörülü bir insan."
   Hiç beklemeden, "Nah," dedi.
   Yüzümdeki gülümseme silinirken huysuzca, "Aman be!" diye sızlandım.
   "Hem Furkan'dan kaçarak giyiyorsun lanet olası şu eteği, hem de benden sakin olmamı bekliyorsun."
   Nefesimi bıraktım. Onunla kıskançlığı konusunda tartışırken sakin kalmak çok zordu. "Barış, eteğin altında siyah çorap var. Ayrıca bu eteği sadece ben giymiyorum, etrafına bakarsan kızların yarısının giydiğini görürsün."
   "O kızlardan birisi değilsin," dedi. "Her erkeğin önünden geçerken etek boylarının kısaldığı kadar acınası derecedeki kızlarla asla bir değilsin."
   "Hm," diye mırıldandım. Söyledikleri gururumu okşamıştı. "Bir daha giymemeye çalışacağım, söz."
   Başını sallayıp sessiz kaldı. Aradaki boşluğu fark edince sıkıntılı bir sesle, "Daha önemli bir problemimiz var," dedim.
   Kaşları çatılmıştı. "Neler oluyor?"
   "Artık abime söylemem gerekiyor," dedim.
   Beni onaylayarak, "Doğru," dedi. "Hem de hemen icraata geçmen gerekiyor." Kısa bir an yüzümü inceledi. "Ama nereden çıktı birden?"
   "Dün gece abimle konuştum biraz..." diyerek dünkü konuşmalarımızı Barış'a özet geçtim. Onun da yüzünü bir sıkıntı ele geçirmişti.
   Konuşmam bitince bir küfür homurdandı. "Korktuğum başımıza geldi."
   Kaşlarım çatıldı. "Ne oldu?"
   "Furkan'ın bir şeylerden şüphelenmesinden, kulağına konuşulan lâfların gitmesinden korkuyordum." Derin bir nefes aldı. "Kahretsin! Furkan şüphelenmeseydi seninle bu konuyu konuşmazdı. Artık sen söyleyene kadar daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor."
   Birden telaşa binmesi beni huzursuz etmeye yetmişti. Bu zamana kadar bu kadar ciddiye almamıştı fakat şimdi endişelenmeye başlamıştı ve bu beni de tedirgin etmişti. Boğazımı temizledim. "Bugün akşam abimle konuşalım."
   Kaşları kalkarken yüz ifadesi şaşkınlığını belgeliyordu. "Ne?" Böyle ani bir cevap beklemiyordu anlaşılan.
   "Risk her geçen dakika artıyor. Göz göre göre buna tepkisiz kalamayacağım."
   Başını salladı. "Doğru karar."
   Bir süre sessiz kaldık. Aklıma gelen şeyle oturduğum bankta dikleştim. "Barış," diye mırıldandım.
   "Efendim güzelim?"
   "Geçen gece aklıma geldi de... Sana hiç sormadığımı fark ettim."
   Kaşları çatıldı. "Neyi?"
   Elim boynumdaki kolyeye giderken, "Bu kolyeyi verirken önemli olduğunu söylemiştin ama kimin olduğunu söylememiştin," dedim. "Bunu bilmeyi hak etmiyor muyum?"
   Yüzü birdenbire acıya boğuldu. Sanki eski anılar tokat misali yüzüne çarpıyor gibiydi. Aynı anda bir sürü ifade geçti... Öfke, hüzün, şaşkınlık, özlem... En ağır basan duygu ise acıydı.
   İfade değişimlerini fark edince, "Şey..." dedim. "Yanlış bir şey mi sordum?"
   "Hayır," dedi kendini zorlayarak. "Daha sonra konuşalım mı?"
   Gözlerimi kırpıştırdım. "Ne?"
   "Sonra konuşalım."
   Tam kalkacakken kolundan tutarak onu durdurdum. "Hayır, Barış. Şimdi konuşacağız."
   "Derin, biraz yardımcı ol." Gerçekten de yüz ifadesi kötü görünüyordu.
   "Bu kolye kimin?" diye sordum üzerine basa basa. "Ne oluyor? Kolyenin hikâyesi ne?"
   "Kolye..." Yutkundu. "...Hira'nın..."
   Bedenim kaskatı kesilirken, "Hira mı?" diye sordum. "Hira kim?"
   Hangi kız Barış'ın hayatında böylesine bir yer edinmiş olabilirdi ki? Kimin kolyesi benim boynumda takılıydı?
   "Derin-"
   "Barış, Hira kim?" diyerek sözünü kestim. Adını hiç duymamıştım.
   "Kuzenim." Sert bir şekilde söylediği tek kelimeden sonra onu durdurmama fırsat vermeden kalktı ve okula doğru yürümeye başladı.
   Bense duyduğum kelimenin şokuyla kalakalmıştım.
   Barış'ın Hira diye bir kuzeni mi vardı? Bu kolyenin olayı neydi? Barış neden Hira ve kolyeyi düşününce kaskatı kesilmişti?
   Kafamdaki soru işaretleri gittikçe artarken bir süre banktan kalkmamıştım. Zil çalmıştı, ders başlamıştı ama hâlâ oturuyordum. En sonunda kendimi toparlayıp ayağa kalktım. Tolga ya da Okan'ı bulmam gerekiyordu. Barış'ın en yakın arkadaşları onlardı ve Barış hakkında bilmedikleri şey çok azdı.
   Arka bahçede Ada ve Tolga'yı görünce adımlarımı oraya yönlendirdim. Tolga ile konuşacaktım.
   Başlarında dikildiğimde ikisinin de bakışları bana çevrilmişti. Ada, "Derin?" derken hızlıca, "Bizi birkaç dakikalığına yalnız bırakır mısın?" dedim.
   Ada şaşırmıştı. "Neden?"
   "Tolga'ya sormam gereken bir soru var. Hemen biter."
   Ada'nın şaşkınlığı artsa da üzerinde durmadı ve ikimize son bir bakış atıp uzaklaştı. Anında onun kalktığı yere oturdum ve beni şaşkınca izleyen Tolga'ya baktım. "Hira kim?"
   Aniden gelen soruyla şaşkınlığı gitgide artmıştı. "Ne?"
   "Daha doğrusu; Barış'ın kuzeni Hira'nın olayı ne?"
   "Derin, ne içtin?" diye sordu. Neyden bahsettiğimi anlamamıştı.
   Boynumdaki kolyeyi gösterdim. "Bu kolye Barış'ın kuzeni Hira'ya aitmiş. Ve ben bu gizemleri çözmek için bence en doğru kişiye geldim. Neler oluyor, lütfen anlat."
   Bakışları kolyeye indi. Kendi kendine, "O kolye bu kolye mi..." diye mırıldandı.
   Parmaklarımı şıklattım. "İşte bak! Bir şeyler bildiğine emindim. Dökül, Tolga'cığım."
   Gözlerine kuşkulu bir ifade yayıldı. "Barış'a neden sormuyorsun?"
   Nefesimi bıraktım. "Çünkü Barış ben ona bu konuyu açtığımda birdenbire kötü oldu. Acı çekiyor gibiydi... Konuyu bile uzatmadı. Ben ona bu kolyeyi sordum, sadece Hira'nın olduğunu söyledi."
   "Hira'nın Barış'ın kuzeni olduğunu nereden biliyorsun?"
   "Kendisi söyledi. Zaten Hira'nın kuzeni olduğunu söyledikten sonra uzaklaştı, gitti. Konuşmadı bile benimle."
   Kararsız bir şekilde saçlarını karıştırdı. "Derin... Bunu benim anlatmam ne kadar doğru olur, bilmiyorum. Barış'ın sakinleşmesini bekleyip onun ağzından dinlemen çok daha iyi olur, inan bana."
   Pes etmemekte kararlıydım. "Tolga, senden rica ediyorum... Bak, bunu öğrenmem gerekiyor. Barış'ı bu hâle getiren olay ne, bilmiyorum. Bu şekilde ona yardımcı olamam, yanında olamam."
   "Derin-"
   "Lütfen," diyerek sözünü kestim. "Lütfen anlat."
   Gözlerini kapatıp açtı. Aynı anılar onda da canlanmıştı anlaşılan. Bu hâli merakımı daha da artırmıştı.
   Tereddüde düşmüş olduğunu yüz ifadesinden anlamıştım. "Barış anlatmamdan hiç hoşlanmayacak," diye mırıldandı.
   Yatıştırır bir sesle, "Ben Barış'a senin anlattığından bahsetmeyeceğim," dedim. "Hatta Barış'a bildiğimi bile çaktırmayacağım. Senden sadece anlatmanı istiyorum. En azından olaylar hakkında bilgimin olması gerekiyor."
   "Peki... Tüm kabahat senin üzerinde, olası bir tartışmaya karışmam."
   Heyecanla oturduğum yerde dikleştim. "Tamamdır, sen hiç merak etme. O iş bende..."
   "Barış senin üstlendiğin işlerden korkmamızı söylüyordu."
   Omuzlarım düştü. "Size benden bu şekilde mi bahsediyor?"
   Sırıttı. "Aynen öyle."
   Başımı iki yana salladım. "Bu konuyla daha sonra ilgileneceğim. Şimdiki konumuz başka..."
   "Doğru." Derin bir nefes aldı. "Anlatıyorum."
   Allah'ım... Sen koru. Olabilecek her şeyden ve gelecek her türlü tehlikeden...

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Место, где живут истории. Откройте их для себя