51. Bölüm

712 69 1
                                    

   Dört duvar arasında geçmek bilmeyen ikinci gündü.
   Geçen zamanda neyse ki abim, annemlere herhangi bir şey çaktırmamıştı. Kavga ettiğimizi biliyorlardı ama ufak bir tartışma zannediyorlardı. Abim, Barış ile olan meselelerden bahsetmemişti.
   Zaten şu durumdayken bir de annemlerle uğraşmak zor olurdu.
   Öte yandan abimi bir türlü göremiyordum. Yemeklerini dışarıda yiyordu, eve uğradığı zamanlarda da odasından çıkmak biliyordu.
   Ne Barış'tan haber alabilmiştim; ne de ona haber verebilmiştim... Asıl canımı sıkan da buydu.
   Oflayarak, yattığım yatakta doğruldum. Gece uyku tutmamıştı, sabah da kahvaltı yapmamıştım. Midemden gelen açlık sinyalleri susmuyordu.
   Abim, annem evdeyken kapıyı açık tutuyordu. O yüzden kapı kilitli değildi, rahatça çıktım. Mutfağa girip rastgele bir şeyler atıştırırken yanıma Demir geldi.
   "Ne yapıyorsun, suçlu?" diye sordu gevşek gevşek.
   Ağzımdaki lokmayı yutup, "Halay çekiyorum, katılmak ister misin?" dedim.
   Gözlerini devirerek arkasındaki tezgâha yaslandı. "Annem, Tülay teyzeye gidecekmiş."
   "Ee?" dedim kaşlarımı kaldırarak.
   Güldü. "Hadi evden kaç. Sonra televizyon programlarına çıkarız, kafamızda kese kâğıdı... Annemler orada burada senin kaybolmanla ilgili ağıt yakarken ben kese kâğıdını çıkarırım. Tüm kameralara Şeval'e olan aşkımı bağırırım. Şeval de heyecandan bayılır, sonra hastaneye gideriz. Romantik anlar yaşar, ilişkimizde büyük kademeler atlarız-"
   "Demir, bir git başımdan!" diye bağırarak sözünü kestim. "Zaten sinirlerim bozuk, sana patlarım!"
   "Vahşisin lan sen..." Yüzümü inceledi. "Aşıların tam mı senin?"
   "Çık git!" dedim öfkeyle.
   Gözlerini devirerek mutfaktan çıktı. Ağzımdaki lokmayı yutup nefesimi bıraktım. Çok sıkılmıştım. Acaba annemle beraber teyzemlere mi gitseydim? Ada ile konuşursam kafam dağılırdı belki de... Bu fikrimden çabucak vazgeçtim. Evden çıkmak istemiyordum.
   Mutfaktan çıkıp odama geçtim. Tekrar yatağımın içine girerken odaya dalan Demir, bu sefer telaşlı görünüyordu. Yatak örtümü düzenleyerek yatağa iyice yerleştim.
   Demir heyecanla yanıma gelip, "Gördün mü?" diye sordu.
   "Neyi gördüm mü?"
   "Fotoğrafı..." Duraksadı. Sanki yanlış bir şey söylemiş gibi altdudağını ısırdı.
   "Görmedim, telefonum abimde." Şüpheyle yüzünü inceledim. "Ne fotoğrafından bahsediyorsun, ne bu hâlin senin?"
   Elindeki telefonu arkasına sakladı. "Hiç... Bir şey yok, ben abartmayı severim. Bir şey yok-"
   "Demir!" diyerek sözünü kestim. Bir şey olmuştu ve benden saklıyordu. "Neler oluyor?"
   Pes ederek omzunu düşürdü. "Çok sinirlenmek yok ama..."
   Elimi ona doğru uzattım. "Telefonunu verir misin?" diye sorarken olacaklardan korkuyordum.
   "Derin..." diyordu ki sözünü kestim:
   "Demir'ciğim... Telefonunu ver."
   Ağır ağır elindeki telefonu bana uzattı. Hızla elinden alıp şifreyi girdim ve ekranı açtım. Karşımda gördüğüm görüntüyle gözlerimi kırpıştırdım.
   Sosyal medyada paylaşılan bir fotoğraftı. Barış bir bar koltuğunda yayılmıştı ve gözleri kapanmak üzereydi. Elindeki içkinin nicesini içtiğini anlamak zor değildi. Sere serpe oturduğu koltukta yanında başka bir beden daha vardı.
   Barış'ın göğsüne yaslanmış ve cilveyle ona sokulmuş dişi vücut, Buse'ye aitti!
   Vücudumda yayılan sinirle dişlerimi sıktım. Fotoğrafın paylaşılma saati yarım saat önceyi işaret ediyordu. Yukarıdaki konum bilgisinden, bulundukları yerin Özgür abinin gece kulübü olduğunu anladım.
   "Derin," diye mırıldandı Demir korkuyla.
   Öfkeden gözlerimin yaşardığını fark edince bu görüntüye daha fazla dayanamayarak telefonu Demir'e uzattım. O sırada dış kapının kapanma sesini duymuştum, annem gitmişti.
   "İyi misin?" dedi Demir. "Bak, her şeyin bir açıklaması vardır; bunu biliyorsun. Sakin ol... Sakın kafanda kurma, Barış'ın seni aldatmayacağını çok iyi biliyoruz-"
   Aniden yataktan çıktım ve giysi dolabımın önüne geçtim. Elime geçen ilk kıyafetleri yatağımın üzerine fırlatırken sinirden elimin titrediğini fark ettim. "Abime hiçbir şey çaktırma," dedim. "Banyodaymışım gibi davran. Uyuyormuşum gibi ya da ne bileyim işte, bul bir şeyler... Ben gidiyorum."
   Tek kaşını kaldırdı. "Sorması ayıptır ama, nereye gidiyorsun bayan zekâ? Hayır yani, nereye gidiyor olabilirsin ki şu anda?"
   "Sevgilimin yanına!" dedim. Sevgilim derken sesim titremişti. Bu hissi görmezden geldim ve hızlıca giyindim. Saçımı aceleyle düzene sokup son kez Demir'e döndüm. "Söylediklerimi unutma."
   "Kabak benim başımda patlayacak gibi hissediyorum?" dedi tereddütle.
   "İkizinin ilişkisini kurtarmaya gitmesinde en büyük rol senin." Ona uzaktan öpücük attım. "Seni seviyorum."
   "Kiminle gideceksin?" diye sordu tek kaşını kaldırarak.
   Masadaki cüzdanımı aldım. İçindeki belli bir miktar parayı görünce omzumu düşürdüm. "Elimde taksi için yeterli para var."
   Gözlerini devirirken, "Dikkatli ol," dedi.
   Aceleyle başımı sallayıp evden çıktım. Kafamdan bir saniye bile o fotoğraf çıkmıyordu ama düşünmeyecektim. Barış bana ihanet ediyor olamazdı. O fotoğrafın bir açıklaması vardı!
   Yani... Umarım...
~
   Taksi, barın önünde durunca parayı uzattım ve titreyen bedenimi zorlayarak arabadan indim. İçeride büyük bir parti olduğu belliydi. Yanıp sönen renkli ışıklar, bar binasının önündeki bir sürü araba ve etraftaki bir çok insan bunu doğruluyordu.
   Boğazıma inen yumruyu göndermek için yutkundum. Eğer bana gönderilen fotoğraf gerçekse... Barış...
   Başımı iki yana sallayarak kafamdaki zorlayıcı düşünceleri gönderdim ve barın kapısına gittim.
   Neredeyse benim iki katım olan bir adam kapının önünde duruyordu. İzbandut gibi duran bedeni yeteri kadar sert görünmüyormuş gibi bir de yüzündeki ifadesizlik onu daha da korkutucu kılıyordu.
   İfadesiz bakışlarıyla bakışlarım birleştiğinde tüm bedenim kaskatı kesildi. Şu noktada korkmuştum, kabul.
   "Şey..." diye mırıldandım kendimi zorlayarak. "Ben..." Bakışları, konuşmamı engelliyordu. Dikildiği kapının üzerinde kocaman 18 yaş sınırını belgeleyen işaret vardı. Kahretsin ki, dış görünüşüm de asla 18 göstermiyordu.
   Bir arkadaşa bakıp çıkacağım, desem ne olurdu?
   Adam seni aldığı gibi hemen arkandaki arabanın üzerinde parçalardı.
   Bana çelişmeye yeminli gibi konuşan iç sesimi susturdum.
   Adama diyecek bir şey bulamayınca bakışlarımı sıkıntıyla etrafımda gezdirmeye başladım. Biraz ilerideki sigara içen beden tanıdık gelince nefesimi bırakıp oraya doğru yürüdüm.
   Özgür abi beni fark edince başıyla ona doğru gelmemi işaret etti. Bunu görünce üzerimdeki yük kalkmış gibi hissetmiştim. Yanına ulaştığımda beni süzdü. "Hayırdır, Derin?"
   Titrek bir nefes aldım. "Merhaba... Ben..." Toparlandım. "Benim bara girmem gerekiyor."
   Tek kaşını kaldırdı. "Neden?"
   "Şey... Barış... Ulaşmam gereken bazı cevaplar var da..."
   Arkamdaki binaya bir bakış attı. "Kulüpte şu an parti var. Senin içeri girmene müsaade edersem yaşından dolayı benim de, senin de başın belaya girebilir."
   "Ama," dedim hızlıca. "Bu gerçekten önemli bir mesele. Eğer şu an bana yardım ederseniz bu iyiliğinizi asla unutmam. Bunu Barış için de yapmış olursunuz, mesele ciddi..."
   Kısa bir an düşündü. "Bir sorun var, öyle değil mi?"
   Başımı sallayarak, "Bir sorun olmasa emin olun bu kadar riski göze almazdım," dedim.
   Ben olumsuz cevap vermemesi için içimden dualar ederken Özgür abi en sonunda, "Pekâlâ," dedi. "Sana yardım edeceğim."
   Yüzüme minnettar bir gülümseme yayıldı. "Teşekkür ederim."
   "Takip et beni," dedikten sonra bara doğru yürümeye başladı. Birbirine dolanan adımlarımla peşinden gittim ve az önce kapıda pek hoş dakikalar yaşamadığım korumanın yanından geçip bol yüksek sesli, dumandan etrafın görünmediği salona giriş yaptım.
   Birkaç adım attıktan sonra Özgür abi bana döndü. İlerideki bir noktayı göstererek kulağıma eğildi. "Barış, şu köşedeki koltuklarda oturuyor. Yanında da birkaç arkadaşı var ve muhtemelen kafası güzel. Dikkatli olmalısın."
   Başımı salladım. "Tamamdır, gerisi bende. Tekrar teşekkür ederim."
   Yüzüne belli belirsiz bir gülümseme yayıldı. "Kolay gelsin." Ve daha sonra yanımdan uzaklaştı.
   O gidince yanımdaki tipler yüzünden kendimi huzursuz ve başıboş hissetmiştim. Birkaç sarhoş erkeğin rahatsız edici bakışlarını bedenimde hissedince daha fazla vakit kaybetmemeye karar vererek Özgür abinin gösterdiği yere doğru yürümeye başladım.
   Gözlerden uzak, loş bir köşeydi. Görebildiğim kadarıyla beş ya da altı kişi vardı. Bakışlarım, aradığım kişiye ulaşınca adımlarımı hızlandırdım ve yanlarına ulaştım.
   O an gördüklerimle tokat yemiş gibi olmuştum.
   Demir'in gösterdiği fotoğraf gerçekti. Buse, Barış'ın göğsüne sokulmuştu, hâlinden gayet mutlu oluşu bu tablonun gerçekliğini haykırıyordu. Barış da oturduğu koltuğa sere serpe oturmuştu ve yüzünde tek bir ifade yoktu. Vücudunda Buse'nin istediği gibi oyalanmasına izin vermiş gibiydi. İlgilendiği tek şey, elindeki bardağın içindeki sarı sıvıydı.
   Gözlerimin yaşardığını fark edince titrek bir nefes aldım. Ciğerlerime dolan iğrenç içki kokusuyla rahatsız olmuştum. Henüz beni kimse fark etmemişti.
   Saniyeler geçtikçe bedenim güçsüzleşirken en sonunda Barış'ın yanında oturan Okan beni fark etti. Hissettiği şaşkınlık yüzünden yutamadığı son yudumu püskürttü. Toparlandıktan sonra, "Yenge?" dedi şaşkınca.
   Anında herkesin bakışları bana dönmüştü. Bakışlarım gece mavileriyle buluşunca içime büyük bir öfke dolmuştu.
   Barış'ın kafası biraz gitse de bilinci tamamen gitmemişti, bazı şeyleri algılayabiliyordu. Mesela şu anki durumu anlamıştı. Buse'yi sinirle itip ayağa kalktı. İlk an dengesini sağlayamamıştı, yalpalayarak yanıma ulaştı. "Derin-" diyordu ki sinirle yanağına geçirdiğim tokat, sözüne devam etmesini engelledi.
   Gözlerimdeki yaşlar öfkem yüzünden fütursuzca aşağı inerken, "İğrençsin," dedim. Söylediğim tek kelimeyi bile çok içten söylemiştim.
   Barış yüzüne yediği tokat yüzünden sola doğru savrulurken Buse de cırtlak sesiyle inleyerek yanımıza gelmişti. Onu umursamadım.
   Barış kendine gelince, "Derin..." dedi.
   Başımı iki yana salladım. "Devam et pisliklerine... Senden iğreniyorum, Barış Erez." Sözüm bittikten sonra hırsla kapıya doğru yürüdüm. Peşimden geldiğini adımı defalarca sayıklamasından anlayabiliyordum. Fakat damarlarında dolaşan alkolün yüksek oranından dolayı pek akıllı hareket edemiyordu, bu yüzden yavaştı.
   Binadan çıktığımda esen soğuk hava anında tüm bedenimi esir almıştı. Üzerimdeki ince cekete daha çok sarılırken nereye yürüdüğümü bilmeden yokuşu çıkmaya başladım. Sinirden adımlarım birbirine dolansa da umursamadım.
   "Derin!" diye bağıran sesini duyunca derin bir nefes aldım ve durdum. Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirip ona döndüm. Birkaç büyük adımla aramızdaki mesafeyi kapattı ve tam karşıma geldi. "Derin." Sesi kayıyordu. Kokusundan da anlaşılıyordu ki, iyi içmişti. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Konuşmakta zorlanıyordu.
   "Senden uzağa," dedim sinirle. "Senden çok uzağa. Olabildiğince uzağa..."
   "Gördüklerin-"
   Elimi kaldırarak onu susturdum. "Umurumda değil, tamam mı? Sen benim arkamdan iş çeviriyorsan gocunması gereken kişi, ben değilim; sensin. Sen utanmalısın!"
   Gözlerini kapatıp açtı. Hâlâ toparlanamıyordu.
   "Bana batan şey," diyerek sözlerime devam ettim. "...benim göze aldığım onca şeye karşı senin bu hareketlerin. Ben, abimin ev hapsine rağmen riske girerek buraya geldim. Aptal bir umut için! O fotoğrafın gerçek olmadığını kendime kanıtlamak için. Barış yapmadı, içim rahat diyebilmek için!" Akan gözyaşımı elimin tersiyle sildim. "Fakat gördüklerimle anladım ki, bu ilişki için fedakarlık yapan tek kişi benmişim... Abimle savaşan benim, cezalara kalan benim, her şeyi çeken benim." Onu omzundan geriye ittim. "Sana söylemiştim, geri zekâlı! Alkol hiçbir şeyin çözümü değil demiştim, bu şekilde bir yere varamayacağını söylemiştim." Alayla gülümsedim. Hareketlerim bilinçli değildi. "Ne o? Alkol çözüm vermeyince kızlarla mı işini çözmeye başladın? İşe yaradı mı bari?" Sesimi yükselttim: "Beni unutturabildi mi sana?"
   Yutkundu. Söylediklerimde haklı olduğumu bildiği için sesini çıkarmıyordu. Seçtiği sükunette sarhoşluğunun da etkisi vardı, bu belli oluyordu. Doğru düzgün düşünemiyordu.
   Derin bir nefes alarak toparlandım. Omzumu dikleştirdim. "Sana söyleyeceğim tek bir şey var."
   Bakışlarımızı birleştirdi. O an alkolden dolayı gözlerinde oluşan kızarıklığı da fark etmiştim. Kusursuz mavilerini bozan bu detay, içkiden iyice nefret etmeme neden oldu.
   "Cehennemin dibine kadar yolun var, Barış Erez!" Bunu söylerken sesim ne titremişti, ne de güçsüz çıkmıştı... Kendimden emindim. Şu durumda benden alıp alabileceği tek söz, ancak bu olabilirdi.
   Söylediğimi duyunca yüzüne tokat yemiş gibi irkilmişti. Bunu umursamadan bakışlarımı ondan çektim ve yürümeye başladım.
   O an akmaması için savaştığım gözyaşlarım usul usul akmaya başlamıştı.
   Kahretsin! Bunu hak etmemiştik.
~
   Eve geldiğimde zile birkaç kere bastım. Evde kim olursa olsun, umurumda değildi.
   Çok geçmeden kapı açıldı. Demir şaşkınca bana bakarken, "Erken geldin," dedi. Ona bir şey söylemek yerine kapıyı iyice açtım ve içeri girdim. Demir de hiçbir şeye anlam veremeden peşimden geliyordu.
   Adımı söylemesini duymazdan geldim ve kapıyı açarak odama girdim. Üzerimdeki ceketi hırsla yere fırlatıp yatağıma oturdum. Gözyaşlarım yüzünden gözlerim yanmaya başlamıştı. Bacaklarımı kendime çekip sırtımı yatak başlığına yasladım. "Allah'ın belası!" diye bağırdım içimdeki öfkeyi biraz da olsa söndürmek için. "Allah'ın belası!"
   Demir hızlıca yanıma geldi ve yatağa oturdu. "Ne oluyor? Ne bu suratının hâli?" Cevapsız kaldığımı görünce, "Derin!" diyerek üsteledi.
   "Fotoğraf gerçekmiş!" dedim.  Hıçkırdım. "Ben burada kıvranırken Barış Bey, barlarda sürtüyormuş. Olan biten bu!"
   Gözleri büyüdü. "Derin..."
   Öfkeyle yanımda duran pelüş köpeğe uzandım. Hırsla kapıya doğru fırlattım. Onun verdiği hiçbir şeyi istemiyordum. Onu hatırlatan tek bir iğneye bile tahammül edemiyordum.
   "Sakin ol," dedi Demir. O da benim hâlimden korkmuştu ama yapacağı bir şey olmadığının farkındaydı.
   "Nasıl sakin olayım?" diye mırıldandım güçsüz bir şekilde. "Kendi gözlerimle gördüm. Buse ile dudak dudağa gördüm onları... Zil zurna sarhoştu, yanlış bir şey yapsa tek bir açıklaması yok, onları gördüm! Ne söylerse söylesin o görüntünün bir açıklaması yok. Hoş, açıklama yapmaya bile tenezzül etmedi... Ağzını açıp tek kelime söylemedi." Elimi saçlarıma atarak kendime acı çektirmek için saçlarımı çekmeye başladım. Bir yandan da başıma vuruyordum. "Kahretsin ki, tek bir şey bile söylemedi! Beni ikna etmeye çalışmadı, konuşmadı; sadece baktı! Sadece baktı, sadece!"
   Demir telaşla yanıma gelip elimi saçlarımdan uzaklaştırmaya çalıştı. Biraz güç uygulayarak, saçlarımı çektirdiğim acıdan kurtardı. Ellerimi iki yanımda sabitlerken yüzü ciddileşmişti. "Gözlerime bak!" diye bağırdı. Yorgun bakışlarımı bakışlarıyla birleştirdim. "Kendini suçlamayı kes artık," dedi. Gerçekten de ciddiydi. "Kendine acı çektirmen için ortada bir sebep yok, toparlan. Gördüklerini unut, ağlaman sadece sana zarar."
   "Ama..." diye mırıldandım istemsizce kısık çıkan sesimle. "...unutamıyorum... Buse'nin Barış'ın göğsündeki o hâlini unutamıyorum. Barış ile nefeslerinin birbirine karışıyor hâllerini atlatamıyorum, kendime yediremiyorum."
   Başını iki yana salladı. "Barış'ın kendini toparlayınca iyi bir açıklama yapacağını biliyorum. O gördüklerini de düşünmeyi bırak, Derin. Barış'ın gözü senden başkasını görmüyor, ne Buse'si; ne başkası..." Sesli bir şekilde nefes aldı. "Ben Şeval'i kaç kere Anıl'ın yanında gördüm... Üstüne üstlük onlar sevgiliydi. Anıl, Şeval'in elini tuttu, belki ilerisine gittiler... Ve bunlar için bir açıklamaları yok. Barış sarhoşken oldu, Anıl da Şeval de sarhoş değillerdi. Bilinçleri yerindeydi... Ben tüm bunlara göz yumdum, bana işlemedi. Sen de dayanabilirsin, güzelim. Sen hemen düşecek bir kız değilsin." Konuşurken, o zamanlar hissettiği acı yüzüne yayılmıştı.
   Burnumu çektim. "Seni seviyorum."
   Bana havalı bir bakış attı. "Bu gayet normal," dedi sahte bir egoyla. Daha sonra gülerek kollarını açtı. Bunu görünce hiç düşünmeden boynuna kollarımı doladım ve ikizime sımsıkı sarıldım.
   Ve o an daha iyi anladım ki; Demir, hayattaki en büyük şansımdı.

DERİN MAVİ (Tamamlandı)Wo Geschichten leben. Entdecke jetzt